Yalnız sütleri değil inekleri de bozmuşlar

Bu konuyu okuyanlar

Blok

Öğrenci
Katılım
4 Temmuz 2011
Mesajlar
40
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
“Açık süt mü, kutu sütü mü?” başlıklı yazıma pek çok okuyucumdan ve bu arada ‘isimlerinin açıklanmasını istemeyen bazı ineklerden’ de tepkiler geldi. Ben de gittim; bir süt fabrikasında çalışan bu ineklerle ‘off the record’ çok samimi bir görüşme yaptım.

Biliyorum, şimdi konuştuklarımızı açıkladığım için bana belki ‘ineklik ediyorsun’ diyeceksiniz, ama bu davranışımı haklı kılacak sebebim var: Tüm öğrenim hayatım boyunca ben hep ‘inek’ olarak adlandırıldım. Herhâlde bu yüzden de kendimi onlara çok yakın hissediyorum; meselâ çayıra, çimene, yeşile yemesem bile ben de bayılırım. Dolayısıyla ineklik etmek meşrebime aykırı değil.

Neyse, gelelim off the record ‘kaydıyla’ yapılan görüşmenin satır başlarına:

İneklerin çoğu depresyonda

İnekler hayatlarından hiç mi hiç memnun değiller; köy ve kırlardaki akrabalarını, arkadaşlarını özlüyorlar; daha doğrusu onları kıskanıyorlar.

Her şeyden önce de, güneş yüzü görmediklerinden, dağlarda tepelerde gönüllerince dolaşamadıklarından, çayırlarda istedikleri gibi otlayamadıklarından çok şikâyetçiler.

Bütün gün beton zemin üzerinde olmaları, hareket etmelerini çok sınırlayan daracık bir yerde bağlanmış bulunmaları, rahatça oturup kalkamamaları, onları huysuz, sinirli ve gergin yapıyormuş; içlerinde depresyon tedavisi görenler bile varmış.

Şeker hastası olanlar da var

İnekler daha sonra sözü, çayırları, çimenleri, yeşil ağaç yapraklarını ve de tabii ki ‘organik samanı’ nasıl da özlediklerine getirdiler.

Burada gerçi aç kalmıyorlarmış, hatta çok da iyi bakılıyorlarmış, ama gelin görün ki sürekli olarak fabrikasyon inek yemi, tahıl, mısır gibi fast food besinler yüzünden hepsi de insanlar gibi şişmanlamışlar; hatta içlerinde pek çok kalp, hipertansiyon ve diyabet hastası inek varmış.

Sütlerinin makine ile boşaltılması da ağırlarına gidiyormuş fabrika ineklerinin. ‘Sütlerimizin insan eli ile sağılmasının zevki bambaşka’ diye söze giriyor içlerinden biri.

‘Siz kimsiniz, adınız ne ?’ diye soruyorum. ‘Burada adımız bile yok, hapishane gibi numaramız var’ diyor ataları ‘irikarabenekliler’ diye bilinen sülaleden gelen bir inek.

“Peki, neden sütleriniz eskisi gibi lezzetli değil, kaymak bağlamıyor” diyorum ve bin ‘ah’ işitiyorum:

“Çünkü sütümüzün miktarını artırdılar, ama kalitesini de bozdular’’ diye sözü alıyor 2565 numaralı inek ve devam ediyor:

“Bizim köylerdeki akrabalarımız günde ortalama 6-7 litre süt verirken bizden günde 25 litre süt sağıyorlar.’’

Nasıl oluyor bu diye soruyorum şaşırarak. "Gayet basit, bize büyüme hormonu veriyorlar’’ diyor tüm inekler koro halinde. “Bu yüzden de çok süt veriyoruz, ama sütümüz özellikle de vitamin ve mineral bakımından organik sütlere göre çok fakir.’’

2565 numaralı inek ‘derin bir möööö’ çektikten sonra sazı alıyor eline:

“Bizim sütler besleyici olmadığı gibi lezzetli de değil. Sebebi homojenizasyon. Sütümüz tonlarca basınç altında çok küçük deliklerden geçirilerek içindeki yağ kürecikleri parçalanıyor, yani homojenize ediliyor ve bu yüzden de kaymak tutmaz oluyor.

“Ama sizin sütlerinizin iyi tarafı da içinde hastalık yapan mikropların bulunmaması…” diyecekken sözümü ağzıma tıkıyorlar:

"Sütümüz sağıldıktan sonra pastörizasyon veya UHT denilen sistemle mikroptan arındırılıyor. Bu işlemler yüzünden sütümüzün ömrü uzuyor ama sütü süt yapan, onu değerli kılan ‘dost mikroplar’ yok edilmiş oluyor."

İneklerle daha çok şey konuştuk, ama hepsini açıklamak da olmaz şimdi; inekliğin de haddi hududu var.

Gelelim neticeye

İneklere ‘Size ve sütünüze yapılan bu muameleler ineklikten başka bir şey değil’ diyorum.

Hepsi mööö çekerek alkışlıyorlar beni ve "En çok da Bekir Sıtkı Erdoğan’ a karşı mahcubuz, ama bunda da bizim suçumuz yok" diyorlar.

Aldırmayın diyorum, zaten artık ötecek ibibik de kalmayan bu dünyada varsın sütler de kaymak tutmasın.

Teybi kapatıyorum. Yanlarından ayrılırken şöyle düşünüyorum: Yalnız sütleri değil inekleri de bozmuşlar. Haksız mıyım?

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
 
Üst