Sultanların başının tacı olan Sultan

AliA

Ordinaryüs
Emektar
Katılım
29 Haziran 2007
Mesajlar
64,457
Reaksiyon puanı
529
Puanları
0
hatiraa.jpg


Osmanlı’nın peygamber sevgisi adeta bir destanı andırır. Padişahlar içinde I. Ahmed gibi Hazreti Peygamber’in (sas) ayak izini başında tac olarak taşıyanlar bile vardı.

Peygamberimiz’in (sas) etrafında bulunan sahabe efendilerimiz, sunulan dini kabul edip icaplarını yerine getirirken sevgilerinden dolayı Efendimiz’e ait maddi unsurları da aziz birer hatıra olarak saklamıştı. Atalarımız da peygamber sevgisini işte bu sahabe efendilerimizden öğrenmişti. Yavuz Sultan Selim, Mısır seferi sonrasında Peygamber hatıralarının bir kısmını İstanbul’a getirdi. Bu eserler hürmet ve muhabbetle bizzat padişahın taht odasında muhafaza altına alındı. Kırk hafız tarafından bu dairede Kur’an-ı Kerim okunması geleneği başlatıldı. İlerleyen asırlarda da Peygamber Efendimiz’in hatırasını taşıyan emanetler sarayda toplanmaya devam edildi.

Hırka-i Saadet, Sancak-ı Şerif, Naleyn-i Saadet, Kadeh-i Şerif, Kadem-i Şerifler, kılıçlar, yayı, Uhud’da kırılan mübarek dişleri gibi Peygamber Efendimiz’e ait emanetlerin yanı sıra kabri temizlenirken çıkan tozlar, Mekke ve Medine’de yapılan tamirlerde kullanılan araçlar ve değiştirilen malzemeler de İstanbul’a getirilmişti. Bu anlayış, ecdadımızda ne suretle olursa olsun Allah Resulü’yle irtibatlı olma ve O’nun bereketinden istifade etme anlayışının bir göstergesidir.

Yavuz Sultan Selim’in vefatıyla yerine geçen oğlu Kanuni Sultan Süleyman, Mescid-i Nebevi’de günümüzde kendi adıyla anılan mihrabı yaptırdı. Mescid-i Nebevi’nin bir minaresi de Kanuni döneminde yıkıldı ve yeniden yapıldı. Bu minareye Süleymaniye, daha sonra ise Sultan Aziz döneminde tamir edildiği için ‘Aziziye Minaresi’ denilir. Kanuni, Medine’nin dış saldırılara karşı korunması için kaleler yaptırmıştı. Devlet adamları ve hanedan mensupları da hanlar, çeşmeler, hastaneler, hamamlar, imarethaneler, okullar yaptırdı. Mekke’de bilinen en eski medrese de Kanuni tarafından yaptırılmıştı.

Kâbe etrafındaki revaklar İkinci Selim’den yâdigar

Sultan İkinci Selim zamanında Kâbe etrafındaki ahşap mekânların tamamı yıkılarak yerlerine mermer direk ve kubbeler yapıldı. Halen Kâbe’nin etrafındaki soğan kubbeli revaklar İkinci Selim döneminden kalma. Üçüncü Murat döneminde de Mekke’de önemli düzenlemeler yapıldı. Aynı padişah tarafından mevlit gecelerinde camilerde mevlit okunması ve minarelerde kandil yakılması geleneği başlatıldı.

Üçüncü Mehmed, Peygamber Efendimiz’in (sas) mübarek ismi her anıldığında ayağa kalkacak kadar Peygamber sevgisiyle dolu bir padişahtı. Eğri Seferi’ne Sancak-ı Şerifle birlikte Hırka-i Saadeti de götürmüştü. Bu emanetlerin yanında 300 kadar seyyid ve şerif, Fetih Sûresi’ni okurdu. Bu seferde Osmanlı ordusunda bir ara bozgun baş gösterince Hoca Saadeddin Efendi, “Mucizat-ı Muhammediye ile inşaallah zafer ehl-i İslam’ındır.” diyerek Hırka-i Saadet’i padişaha giydirdi. Durum bir anda tersine döndü, Osmanlı ordusu savaşı kazandı.

Kâbe’deki camiye yedinci minareyi yaptırdı

Sultan Birinci Ahmed, Kahire’de Sultan Kayıtbay Türbesi’ndeki Kadem-i Şerif’i İstanbul’a getirtmiş, önce Eyüpsultan’a, inşası tamamlanınca da Sultanahmet Camii’ne koydurmuştu. Kadem-i Şerif Sultanahmet Camii’ne yerleştirildiği günün gecesinde padişah bir rüya görür. Rüyaya göre bir divan kurulmuş, Hz. Muhammed (sas) kadılık makamına geçmiştir. Sultan Kayıtbay, türbesinin ziyaret edilmesine vesile olan kadem-i şerifi kendi camine naklettiği için Sultan Ahmed’den davacıdır. Yüce makamdan kadem-i şerifin iadesi hükmü çıkar. Bunun üzerine Sultan Ahmet, Mısır’a iade etmeden önce kadem-i şerif şeklinde altın bir sorguç yaptırır ve üzerine kendisine ait, “Nola tacım gibi başımda götürsem daim/ Kadem-i resmini ol Hazreti Şah-ı Rusulün/ Gül-i gülzar-ı saadet o kadem sahibidir/ Ahmeda durma yüzün sür kademine o gülün” beyitlerini yazdırır. Bu sorgucu cuma namazları ve bayram selamlıkları ile önemli günlerde sarığına takardı.

Osmanlı Devleti’nde ilk ve tek altı minareli cami Sultanahmet Camii’dir. Bu zamana kadar Kâbe’deki cami altı minareliydi. Padişah, bazı olumsuz söylentiler üzerine Kâbe’deki camiye yedinci minareyi eklettirdi. Böylece mukaddes beldeleri üstün tuttuğunu gösterdi. Yine Sultan Birinci Ahmed zamanında, 1611’de Kâbe’nin altın oluğu yenilendi ve zemzem kuyusuna demir mahfaza yapıldı. Sultan Ahmed’in Kâbe’ye hürmeti o kadar büyüktü ki bir tuğlası altından bir tuğlası gümüşten olacak şekilde yeniden yaptırmayı bile düşünmüştü. Ancak din büyükleri bunu uygun görmedi. Oğlu Dördüncü Murad, Kâbe anahtarını Bağdad seferine götürmüştü. Dedesi Yavuz gibi Hırka-i Saadet Dairesi’nde Kur’an okuduğu naklediliyor. Kâbe onun zamanında esaslı bir tamirat görmüştü.

Sultan İkinci Mahmud, Efendimiz’in ravzası üzerindeki kubbeyi yeniden inşa ettirmiş ve yeşile boyatmıştı. Günümüzdeki ‘Yeşil Kubbe (Kubbe-i Hadra) onun zamanında yapılmıştı. Peygamber Efendimiz’in (sas) hicret sonrasında yaptırdığı ilk mescit olan Kuba Mescidi’ni de tamir ettirmişti.

Abdülmecid, Mescid-i Nebevi’yi yeniden inşa ettirdi

Sultan Abdülmecid, Mescid-i Nebevi’yi İstanbul’dan gönderdiği mimar, mühendis, usta ve sanatkârlarla adeta yeniden inşa ettirdi. 13 sene devam eden bu inşaat sürecinde Medine yakınlarındaki dağdan getirilen kırmızı taşlar kullanıldı. Bu çalışmalar sırasında çekiçler keçelere, taşlar pamuk balyalarına sarılmıştı ki ses çıkarıp Peygamber Efendimiz’in (sas) ruhaniyatını rahatsız etmesin. Ustalar, Mescid-i Nebevi’nin inşaatında kullanılan aletleri başka inşaatlarda kullanmadı. Abdülmecid, Peygamber Efendimiz’in (sas) mübarek baş ve ayak uçlarına konulmak üzere her biri 48’er kiloluk som altından şamdanlar gönderdi. Sultan Abdülmecid’in annesi Bezm-i Âlem Valide Sultan’ın Mekke ve Medine’ye yardımlarından dolayı Medine’de adına Tebareke ve Yasin surelerini okutuyordu. Abdülmecid, Kâbe’nin aydınlatılması için direklere 3 binden fazla kandil astırmıştı. Altın oluk ve Mekke’deki kütüphane de bu dönemde yenilendi.

Peygamber Efendimiz’e saygısızlık yaptırtmadı

İkinci Abdülhamid döneminde önce Fransa’da sonra İngiltere’de Peygamber Efendimiz’e hakaret içerikli bir tiyatro oynatılmak istenilmişti. İkinci Abdülhamid, devletin en zor zamanında bu tiyatronun oynatılmasını diplomatik girişimleriyle engelledi. Medine’de bütün Müslümanlar birbirinin lisanını öğrensinler diye Talim-i Lügatlar Medresesi’ni yaptırdı. Hicaz Demiryolu’nu inşa ettirdi. Bu yolun yapılmasında siyasi ve ekonomik nedenlerin yanında Peygamber Efendimiz’e (sas) ulaşma gayesi vardı. Bunun için demiryolu adeta ibadet edercesine inşa edilmiş ve beklenenden daha kısa sürede tamamlanmıştı. 1464 kilometrelik demiryolu inşaatında sadece Müslüman mühendis ve işçiler görev aldı. Efendimiz’in ruhaniyeti rahatsız olmasın diye Medine’ye belli bir mesafeden itibaren az ses çıkaran özel raylar döşendi ve özel lokomotifler kullanıldı. Demiryolunun güzergahı olarak Peygamber Efendimiz’in kullandığı yollar takip edildi, istirahat buyurduğu yerlere istasyonlar yapıldı. Medine Tren İstasyonu öyle bir mimariyle yapıldı ki tren istasyona yanaşıp kapılar açıldığı zaman herkesin ilk yapı olarak Yeşil Kubbe’yi görmesi sağlandı. Çanakkale savaşlarının en şiddetli zamanlarında II. Abdülhamid o dönem tahtta oturan kardeşi Mehmed Reşad’a haber göndererek, “Peygamber Efendimiz’in kokusunu hissediyorum. Korkmayın, düşman Çanakkale’yi geçemeyecek.” demişti. Sultan Abdülhamid’in kefeni içine göğsüne, vasiyeti üzerine hırka-i saadete sürülen destimal konulmuştu. Böylece Peygamber Efendimiz’in şefaatine nail olmayı arzu etmişti.

Sultan Reşad, Birinci Dünya Savaşı sırasında hırka-i saadetin Konya’ya taşınmasına karşı çıkmıştı. “Bunlar İstanbul’da bulundukça buralara düşman ayak basamaz.” demişti. Hırka-i saadet ziyaretinde dairenin perdelerinin eskidiğini görünce, “Üstümdeki elbiseler parıl parıl parlasın da perdeler kapkara olsun. Ben Peygamber Efendimiz’in (sas) kölesiyim, köle öyle olur da efendi böyle mi olur?” diyerek perdeleri yeniletti. Sultan Reşad, 1916’da Kâbe’nin selden zarar gören sütunlarının değiştirilmesini istemişti ancak 1. Dünya Savaşı nedeniyle bu arzu gerçekleşemedi. Birinci Dünya Savaşı’nda savaşların sona erdiği cephe de Hicaz cephesidir. 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması ile Birinci Dünya Savaşı sona ermişti. Ancak Fahrettin Paşa’nın Medine Müdaafası 9 Ocak 1919’a kadar devam etmişti.

Allah Resûlü’nün işaretiyle yapılan cami


Kanuni Sultan Süleyman, rüyasında Peygamber Efendimiz’i (sas) görmüş ve O’nun işaretiyle Süleymaniye Camii’nin inşaatını başlatmıştı. Aynı rüyayı gören Mimar Sinan da caminin inşaatını üstlendi. Bir mimarlık harikası olan Süleymaniye Camii’nin dört minaresi, dört halife ve dört mezhebi temsil ederken on şerefe Kanuni’nin onuncu Osmanlı padişahı olduğunun göstergesidir. Kanuni Sultan Süleyman’ın Efendimiz için yazdığı naatında yer alan “Gitmesin nam-ı şerifin bu dilimden dem be dem/ Dertli gönlüme devadır can bulur andan safa/ Umaram her bir adın ayrı şefaat eyleye/ Ahmed ü Mahmud Muhammed Mustafa” dizeleri Peygamber Efendimiz’e karşı olan sevgisinin en güzel göstergelerinden biridir.

Halini, Efendimiz’e arz etmişti


Sultan Abdülaziz, Hz. Peygamber’e (sas) son derece hürmetkâr bir padişahtı. Medine-i Münevvere’den ne zaman mektup gelse abdest tazeler, “Bunlarda Medine-i Münevvere’nin tozu var.” diyerek öpüp alnına koyar daha sonra baş kâtibe okuttururdu. Bir defasında hasta yatağında yatarken Medine görevlilerinden bir dilekçe gelmişti. Padişah, “Derhal beni ayağa kaldırınız. Haremden gelen talepleri ayakta dinleyelim. Allah Resulü’ne komşu olanların talepleri böyle ayak uzatılarak, edebe aykırı şekilde dinlenmez.” demişti. Bursa’ya düzenlediği seyahatte hırka-i saadeti de yanında götüren Sultan Abdülaziz, Ravza-i Mutahhara’ya ithafen yazdığı bir mektupta halini Peygamber Efendimiz’e arz etmişti.

Zaman
 
Üst