Militarist
Dekan
- Katılım
- 4 Mayıs 2008
- Mesajlar
- 7,620
- Reaksiyon puanı
- 130
- Puanları
- 243
Galatasaraylılık ve Kadıköy
Galatasaray markası ile Kadıköy’e gelip yenilmek…
10 senede Barcelona, Juventus ne varsa yenmek…
Fakat 10 senede Kadıköy’de 50 gol yemek, ve hala Baros’a sığınmak, hakeme uyurGezer demek, Kazımlara, Baronilere yüklenmek…
Hiç bir Galatasaraylı Kadıköy’deki maçları içlerine sindiremez.
Hiç bir Fenerbahçe’linin olmayan Federasyon Kupasını sindirememesi gibi…
Her Galatasaraylı bu bahaneleri gündeme getiriyor da denemez.
Fakat bütün Galatasaraylılar sıkıştığı zaman bir kelimeyi eninde sonunda yüzüne vurur.
O da Galatasaraylılık’tır.
Peki, bu kutsal kelime, yani “Galatasaraylılık” nedir?
Liseli olmak mıdır?
Fransızca bilmek midir?
Medeni bir şekilde elde puro ve viski ile dolaşmak mıdır?
Galatasaraylılık, Avrupa’da kupa sahibi olmak mıdır?
Sonra o kupayı kırmak mıdır?
Stat projesi gibi hep ilkleri yapması mıdır?
Galatasaraylılık, maçlardan önce sidik yarışına girip “Bu sene öyle bir takım kurduk ki, 2000 senesinden daha iyiyiz, mahvedeceğiz, 5 atacağız”deyip, farkı yedikten sonra “İşte, siz küçük takımsınız, sadece bizi yenip şampiyon olmuş gibi seviniyorsunuz” demek midir?
Galatasaraylılık, Carlos yapınca cinayet sebebi, Bülent Korkmaz yapınca profesyonel faul mu demektir?
Faşist bir düşünce ile taraftarı ilk kez kafese sokmak, Galatasaraylılık mıdır?
14 sene şampiyonluk göremeden, 10 sene en büyük rakibini deplasmanda yenemeden, onun Türkiye Kupası’nı devamlı gündeme getirmek Galatasaraylılık mıdır?
Galatasaraylılık, Alex yapınca şerefsizlik, Arif Erdem yapınca zeka örneği mi demektir?
Avrupa kupası kazandırmış futbolcularına jübile yapmamak mıdır?
Yoksa Galatasaraylılık, 2007’deki su olayını Keita’ya anlatmamak mıdır?
Peki, tek fark bir UEFA kupası, bir Süper Kupa veya yarı final midir?
Eğer olur ya, Fenerbahçe kazara 10 sene sonra bu iki kupayı da alırsa bu ukalalık, bu küstahlık bitecek midir?
Eğer yine olur ya, kazara, bu sene Fenerbahçe Türkiye Kupası’nı alırsa, fakat Galatasaray 15 sene daha Fenerbahçe’yi Kadıköy’de yenemez ise, Galatasaraylılık kelimesi ortadan kalkacak mıdır?
Eğer Galatasaray bu kadar büyük ve klas ise;
Ve de Galatasaray – Fenerbahçe maçından sonraki sevinç gösterileri, Fenerbahçe – Pendik maçından sonraki sevinçler ile benzerlik gösteriyor ise, kendinden seviyesiz insanlara cevap vermek, onları kaale almak, onların seviyesine inmek hangi büyüklük tanımına girmektedir?
Galatasaraylılar, bir şeyi kabul ederse onların sportif başarısı için daha iyi olacaktır.
Bir kere, yukarıda özlemi duyulan o klas Türk insanından şu an için elimizde kalmamıştır.
Bu büyüklükte bir Türk en son 10 Kasım 1938’de görülmüştür.
Belki ben Galatasaray’ın geçmişini iyi bilmiyorumdur, kaldı ki o zaman benim tartışmaya dedemi getirmem gerekir, çünkü bildiğim kadarı ile Fenerbahçe’nin veya Beşiktaş’ın tarihi de çok medeni ve elit bir tarihtir;
Fakat Metin Oktaylardan, Ali Sami Yenlerden bahsedip, günümüzde şike adamlarına futbol şube sorumluluğunu vermek, Hakan Şükür gibi arabesk bir yapıyı, Jr.Polatları, peynir beyinli sağbekleri, “Bıyığına s………” gibi terbiyesizlik sembollerini, terbiyesiz ön liberoları camiada tutmak gerçekten Galatasaraylılık mıdır?
Evet, şurası kesindir.
Artık Galatasaray, Türkiye olmuştur.
Fakat hiç bir zaman Türkiye, Galatasaraylıların kafasındaki Galatasaray olmamıştır.
Galatasaraylılık-2 ve İzel-Haldun-Ercan
Bu yazı, “Galatasaraylılık ve Kadıköy” yazısının 2. bölümüdür.
Aslında o yazının bir devamı olmayacaktı. Ama sağolsun, yurdum insanı 2.bölümü de yazdırır, 22. bölümü de.
Peki bu yazıyı yazdıktan sonra neler oldu?
www.emrahoner.com’a yüzlerce küfür geldi, Fenerbahçe puan kaybetti, Galatasaray kazandı ve Ercan Saatçi-Metin Özülkü “Sayenizde” dedi.
Tabi bütün bunlardan önce Ercan Saatçi, Hürriyet Gazetesi Spor Koordinatörü olmuştu.
Fakat bazı arkadaşlar www.hurriyet.com.tr ile Hürriyet Gazetesi’nin idaresini aynı zannettiği için, ben o yazıyı yazdıktan sonra, “Sen de müdürün gibi özür dileyecek misin?” diye sordular. Oysaki ben ne Ercan Saatçi’yi tanırdım, ne de İzel’i. Kendilerini Büyükçekmece’de Malibu’da izleyerek büyümüştük o kadar.
Aynı tarz arkadaşlar, kendi taraftar sitelerinde Ercan Saatçi’yi hala Ertuğrul Özkök’ün damadı olarak gösterdiler. Adam boşanmış, olay bitmiş, ama Damat Ferit mevzusu onlar için devam ediyor.
Ve soruyorlar, Ertuğrul Özkök, Ercan Saatçi’yi ne zaman kovacak?
Ben size söyleyeyim ne zaman kovacak.
Onların anlayacağı dilde anlatayım, fanatikçe bilirim biraz…
Haldun Üstünel, her kavgada bir yumruğu bulunan, her olayda ismi geçen, kendi güvenlik görevlisi ile bile kavga eden, Galatasaraylılık tanımına hiç uymayan, büyük kaptan, Jr. Alemdar’ı kovduğu zaman, Ercan Saatçi de kovulacak.
Fakat zaten Haldun Üstünel de oralı değil ki.
“Kaptanımıza dokunursanız elini kırarız” diyor. Gerçi kendi de inanmıyor, çünkü kağıttan ezberden okuyor.
İşte sorun burada.
Kağıttan okuyoruz, “Türk sporcusu zeki, çevik, ahlaklıdır” lafını…
Çünkü küfür bizim hayatımızın parçası olduğunu kabul ediyoruz ama itiraf edemiyoruz.
Bizler amcalarımıza pipimizi gösteriyoruz, Mehmet Ali Erbil’e gülüyoruz, Halid Ziya Uşaklıgil’in eserini “Bitterli Behlül” pornosuna çeviriyoruz, bayanlar duymasın diyoruz, bütün tribünlerde en önde küfür eden fondöten canavarlarını görmemezlikten geliyoruz…
Fakat Milli yorumcumuz Rıdvan Dilmen’in “Altan’ın kelini görünce” olayına hala gülüyoruz…
Fatih Terim’in Osman Tamburacı’nın bıyığını nasıl sevdiğini duyunca sırıtıyoruz…
Turgay Şeren’in “Ebesine”, Gökmen Özdenak’ın “Nobresine” tebessümle yaklaşıyoruz…
Belki 50 milyon tenorle birlikte, “Bir tarafımı ye Fener” diye opera söylüyoruz.
Fakat bunlara sadece gülüyoruz…
Çünkü bunlar komik ve güzeller…
Ve iyiler…
İyi niyetliler…
Fakat “Bir tarafımı ye Fener” şarkısı ile belki Eurovision’a katılsak Mor ve Ötesi kadar puan alırız deme genişliğini gösteremiyoruz…
Fakat hasta derecede Fenerbahçe’yi seven bir popçu, bir şekilde ağzından küfür çıkınca, (kabul, gerçekten olmaması gereken bir durum, ve tabi ki başkalarının örneklerini kendine yontmak), özellikle spor müdürüyken böyle bir şey olunca çekemiyoruz.
O yukarıdaki isimleri de aşağı çekemiyoruz, fakat nedense böyle bir düşman, önemli bir yerde olunca, 2 sene önceki kasetleri ortaya çıkartıyoruz.
Belki bir yerlerde, peygamber gibi adam Oğuz Çetin’in bile kasetlerini saklıyoruz.
2 senedir bu kaydı elinde bulunduran gazeteci Kadir Çetinçalı’ya nereden buldun diye sormuyoruz…
Ercan Saatçi’ye kızabiliyoruz, Metin Özülkü gibi adama üzülmüyoruz…
Medyadaki herkesin “Aman bir yerden benim de kasedim çıkar” diye hiç bir yorum getirmemesine tepki vermiyoruz…
Ve en önemlisi…
Bütün bu küfürlerin “Onların” şaka ve espri kavramına girdiğini kabul ediyoruz, fakat Aziz Yıldırım’a ve Demirören’e cidden, organize bir şekilde küfür edilmesine kılımızı bile kıpırdatmıyoruz.
Çünkü yarın Adnan Polat’a da küfür edildiğinde, aynı şeyleri yaşayacağımızı düşünemiyoruz…
Galatasaraylılık ve Kadıköy Bölüm 2
Bu yazının ilk bölümüne öyle tepkiler geldi ki.
Tam bir Sidik Wars.
İşte, Fenerbahçeli taraftarlar Gerets’in kafasını yarmış da, o yüzden su atmışlar da, Fenerbahçe’de de Luganolar varmış da, Fenerbahçe’nin Sami Yen’de çok galibiyeti yokmuş da, Fenerbahçe’nin Avrupa başarısı yokmuş da…
Da da da….
Ya ben ifade edemedim ne anlatmak istediğimi, ya da yanlış insanlara konuşuyorum.
Hiç kimse Galatasaray’ın hiç bir hareketini küçümseyemez arkadaşlar, bunu bilin.
Çünkü;
Ben agu bugu derken, Galatasaray Kızılyıldız’dan puan alıyordu.
Benim bütün üniversite hayatım, en büyük rakibim Galatasaray’ın Çarşamba Avrupa maçlarını seyrederek geçti.
Benim takımımda Arap İsmail, Deli Nezihi, önGöbekte oynayan Müjdat Yetkiner, Abdülkerim varken, Galatasaray’da Raşit Bey, Cüneyt Bey gibi isimler vardı.
Benim takımım Wagenhausları, Demir Hotiçleri, Socienzkileri gibi transfer ederken, Galatasaray Koseckileri, Rotariuları, Simoviçleri transfer ediyordu.
Tek söylemek istediğim, ve son kez söyleceğim,
Bu Galatasaraylılık tanımı, kültürü, disiplini, olgusu ne derseniz deyin,
İster buna sportif başarıyı katın, ister etik, medeni, saygı ilkelerini de ekleyin, endüstriyel futbolda ve yozlaşma dönemin ortalarında hasara uğradığı kesindir.
Galatasaraylılık artık Hakan Şükürler, Hasan Şaşlar, Adnan Sezginler, Ardalar, pet şişeler, kavgalar, saha kapamalar, yapılamayan statlar ve 6 senedir olmayan Avrupa başarıları ile anılmaktadır.
Makro bakıldığında durumun daha da kötüye gittiğini göreceksinizdir.
Çünkü eğer Galatasaray büyük ise, veya öbür klüplerden daha büyük ise, o büyüklüğünü bir şekilde kanıtlamak zorundadır.
İster sessiz kalarak, ister medeni ölçülerde savaşarak, ister 4 kupayı da getirerek…
Ben büyüklüğün tanımını yapamam, bir büyüğün ne yapması gerektiğini bilemem, fakat şunu bilirim ki, hiç bir büyük klüp, bir bireyin küfürü için klüpten resmi bir açıklama yaparak, onu mahkemeye vererek, onla uğraşarak daha büyük olmaz.
Galatasaray markası ile Kadıköy’e gelip yenilmek…
10 senede Barcelona, Juventus ne varsa yenmek…
Fakat 10 senede Kadıköy’de 50 gol yemek, ve hala Baros’a sığınmak, hakeme uyurGezer demek, Kazımlara, Baronilere yüklenmek…
Hiç bir Galatasaraylı Kadıköy’deki maçları içlerine sindiremez.
Hiç bir Fenerbahçe’linin olmayan Federasyon Kupasını sindirememesi gibi…
Her Galatasaraylı bu bahaneleri gündeme getiriyor da denemez.
Fakat bütün Galatasaraylılar sıkıştığı zaman bir kelimeyi eninde sonunda yüzüne vurur.
O da Galatasaraylılık’tır.
Peki, bu kutsal kelime, yani “Galatasaraylılık” nedir?
Liseli olmak mıdır?
Fransızca bilmek midir?
Medeni bir şekilde elde puro ve viski ile dolaşmak mıdır?
Galatasaraylılık, Avrupa’da kupa sahibi olmak mıdır?
Sonra o kupayı kırmak mıdır?
Stat projesi gibi hep ilkleri yapması mıdır?
Galatasaraylılık, maçlardan önce sidik yarışına girip “Bu sene öyle bir takım kurduk ki, 2000 senesinden daha iyiyiz, mahvedeceğiz, 5 atacağız”deyip, farkı yedikten sonra “İşte, siz küçük takımsınız, sadece bizi yenip şampiyon olmuş gibi seviniyorsunuz” demek midir?
Galatasaraylılık, Carlos yapınca cinayet sebebi, Bülent Korkmaz yapınca profesyonel faul mu demektir?
Faşist bir düşünce ile taraftarı ilk kez kafese sokmak, Galatasaraylılık mıdır?
14 sene şampiyonluk göremeden, 10 sene en büyük rakibini deplasmanda yenemeden, onun Türkiye Kupası’nı devamlı gündeme getirmek Galatasaraylılık mıdır?
Galatasaraylılık, Alex yapınca şerefsizlik, Arif Erdem yapınca zeka örneği mi demektir?
Avrupa kupası kazandırmış futbolcularına jübile yapmamak mıdır?
Yoksa Galatasaraylılık, 2007’deki su olayını Keita’ya anlatmamak mıdır?
Peki, tek fark bir UEFA kupası, bir Süper Kupa veya yarı final midir?
Eğer olur ya, Fenerbahçe kazara 10 sene sonra bu iki kupayı da alırsa bu ukalalık, bu küstahlık bitecek midir?
Eğer yine olur ya, kazara, bu sene Fenerbahçe Türkiye Kupası’nı alırsa, fakat Galatasaray 15 sene daha Fenerbahçe’yi Kadıköy’de yenemez ise, Galatasaraylılık kelimesi ortadan kalkacak mıdır?
Eğer Galatasaray bu kadar büyük ve klas ise;
Ve de Galatasaray – Fenerbahçe maçından sonraki sevinç gösterileri, Fenerbahçe – Pendik maçından sonraki sevinçler ile benzerlik gösteriyor ise, kendinden seviyesiz insanlara cevap vermek, onları kaale almak, onların seviyesine inmek hangi büyüklük tanımına girmektedir?
Galatasaraylılar, bir şeyi kabul ederse onların sportif başarısı için daha iyi olacaktır.
Bir kere, yukarıda özlemi duyulan o klas Türk insanından şu an için elimizde kalmamıştır.
Bu büyüklükte bir Türk en son 10 Kasım 1938’de görülmüştür.
Belki ben Galatasaray’ın geçmişini iyi bilmiyorumdur, kaldı ki o zaman benim tartışmaya dedemi getirmem gerekir, çünkü bildiğim kadarı ile Fenerbahçe’nin veya Beşiktaş’ın tarihi de çok medeni ve elit bir tarihtir;
Fakat Metin Oktaylardan, Ali Sami Yenlerden bahsedip, günümüzde şike adamlarına futbol şube sorumluluğunu vermek, Hakan Şükür gibi arabesk bir yapıyı, Jr.Polatları, peynir beyinli sağbekleri, “Bıyığına s………” gibi terbiyesizlik sembollerini, terbiyesiz ön liberoları camiada tutmak gerçekten Galatasaraylılık mıdır?
Evet, şurası kesindir.
Artık Galatasaray, Türkiye olmuştur.
Fakat hiç bir zaman Türkiye, Galatasaraylıların kafasındaki Galatasaray olmamıştır.
Galatasaraylılık-2 ve İzel-Haldun-Ercan
Bu yazı, “Galatasaraylılık ve Kadıköy” yazısının 2. bölümüdür.
Aslında o yazının bir devamı olmayacaktı. Ama sağolsun, yurdum insanı 2.bölümü de yazdırır, 22. bölümü de.
Peki bu yazıyı yazdıktan sonra neler oldu?
www.emrahoner.com’a yüzlerce küfür geldi, Fenerbahçe puan kaybetti, Galatasaray kazandı ve Ercan Saatçi-Metin Özülkü “Sayenizde” dedi.
Tabi bütün bunlardan önce Ercan Saatçi, Hürriyet Gazetesi Spor Koordinatörü olmuştu.
Fakat bazı arkadaşlar www.hurriyet.com.tr ile Hürriyet Gazetesi’nin idaresini aynı zannettiği için, ben o yazıyı yazdıktan sonra, “Sen de müdürün gibi özür dileyecek misin?” diye sordular. Oysaki ben ne Ercan Saatçi’yi tanırdım, ne de İzel’i. Kendilerini Büyükçekmece’de Malibu’da izleyerek büyümüştük o kadar.
Aynı tarz arkadaşlar, kendi taraftar sitelerinde Ercan Saatçi’yi hala Ertuğrul Özkök’ün damadı olarak gösterdiler. Adam boşanmış, olay bitmiş, ama Damat Ferit mevzusu onlar için devam ediyor.
Ve soruyorlar, Ertuğrul Özkök, Ercan Saatçi’yi ne zaman kovacak?
Ben size söyleyeyim ne zaman kovacak.
Onların anlayacağı dilde anlatayım, fanatikçe bilirim biraz…
Haldun Üstünel, her kavgada bir yumruğu bulunan, her olayda ismi geçen, kendi güvenlik görevlisi ile bile kavga eden, Galatasaraylılık tanımına hiç uymayan, büyük kaptan, Jr. Alemdar’ı kovduğu zaman, Ercan Saatçi de kovulacak.
Fakat zaten Haldun Üstünel de oralı değil ki.
“Kaptanımıza dokunursanız elini kırarız” diyor. Gerçi kendi de inanmıyor, çünkü kağıttan ezberden okuyor.
İşte sorun burada.
Kağıttan okuyoruz, “Türk sporcusu zeki, çevik, ahlaklıdır” lafını…
Çünkü küfür bizim hayatımızın parçası olduğunu kabul ediyoruz ama itiraf edemiyoruz.
Bizler amcalarımıza pipimizi gösteriyoruz, Mehmet Ali Erbil’e gülüyoruz, Halid Ziya Uşaklıgil’in eserini “Bitterli Behlül” pornosuna çeviriyoruz, bayanlar duymasın diyoruz, bütün tribünlerde en önde küfür eden fondöten canavarlarını görmemezlikten geliyoruz…
Fakat Milli yorumcumuz Rıdvan Dilmen’in “Altan’ın kelini görünce” olayına hala gülüyoruz…
Fatih Terim’in Osman Tamburacı’nın bıyığını nasıl sevdiğini duyunca sırıtıyoruz…
Turgay Şeren’in “Ebesine”, Gökmen Özdenak’ın “Nobresine” tebessümle yaklaşıyoruz…
Belki 50 milyon tenorle birlikte, “Bir tarafımı ye Fener” diye opera söylüyoruz.
Fakat bunlara sadece gülüyoruz…
Çünkü bunlar komik ve güzeller…
Ve iyiler…
İyi niyetliler…
Fakat “Bir tarafımı ye Fener” şarkısı ile belki Eurovision’a katılsak Mor ve Ötesi kadar puan alırız deme genişliğini gösteremiyoruz…
Fakat hasta derecede Fenerbahçe’yi seven bir popçu, bir şekilde ağzından küfür çıkınca, (kabul, gerçekten olmaması gereken bir durum, ve tabi ki başkalarının örneklerini kendine yontmak), özellikle spor müdürüyken böyle bir şey olunca çekemiyoruz.
O yukarıdaki isimleri de aşağı çekemiyoruz, fakat nedense böyle bir düşman, önemli bir yerde olunca, 2 sene önceki kasetleri ortaya çıkartıyoruz.
Belki bir yerlerde, peygamber gibi adam Oğuz Çetin’in bile kasetlerini saklıyoruz.
2 senedir bu kaydı elinde bulunduran gazeteci Kadir Çetinçalı’ya nereden buldun diye sormuyoruz…
Ercan Saatçi’ye kızabiliyoruz, Metin Özülkü gibi adama üzülmüyoruz…
Medyadaki herkesin “Aman bir yerden benim de kasedim çıkar” diye hiç bir yorum getirmemesine tepki vermiyoruz…
Ve en önemlisi…
Bütün bu küfürlerin “Onların” şaka ve espri kavramına girdiğini kabul ediyoruz, fakat Aziz Yıldırım’a ve Demirören’e cidden, organize bir şekilde küfür edilmesine kılımızı bile kıpırdatmıyoruz.
Çünkü yarın Adnan Polat’a da küfür edildiğinde, aynı şeyleri yaşayacağımızı düşünemiyoruz…
Galatasaraylılık ve Kadıköy Bölüm 2
Bu yazının ilk bölümüne öyle tepkiler geldi ki.
Tam bir Sidik Wars.
İşte, Fenerbahçeli taraftarlar Gerets’in kafasını yarmış da, o yüzden su atmışlar da, Fenerbahçe’de de Luganolar varmış da, Fenerbahçe’nin Sami Yen’de çok galibiyeti yokmuş da, Fenerbahçe’nin Avrupa başarısı yokmuş da…
Da da da….
Ya ben ifade edemedim ne anlatmak istediğimi, ya da yanlış insanlara konuşuyorum.
Hiç kimse Galatasaray’ın hiç bir hareketini küçümseyemez arkadaşlar, bunu bilin.
Çünkü;
Ben agu bugu derken, Galatasaray Kızılyıldız’dan puan alıyordu.
Benim bütün üniversite hayatım, en büyük rakibim Galatasaray’ın Çarşamba Avrupa maçlarını seyrederek geçti.
Benim takımımda Arap İsmail, Deli Nezihi, önGöbekte oynayan Müjdat Yetkiner, Abdülkerim varken, Galatasaray’da Raşit Bey, Cüneyt Bey gibi isimler vardı.
Benim takımım Wagenhausları, Demir Hotiçleri, Socienzkileri gibi transfer ederken, Galatasaray Koseckileri, Rotariuları, Simoviçleri transfer ediyordu.
Tek söylemek istediğim, ve son kez söyleceğim,
Bu Galatasaraylılık tanımı, kültürü, disiplini, olgusu ne derseniz deyin,
İster buna sportif başarıyı katın, ister etik, medeni, saygı ilkelerini de ekleyin, endüstriyel futbolda ve yozlaşma dönemin ortalarında hasara uğradığı kesindir.
Galatasaraylılık artık Hakan Şükürler, Hasan Şaşlar, Adnan Sezginler, Ardalar, pet şişeler, kavgalar, saha kapamalar, yapılamayan statlar ve 6 senedir olmayan Avrupa başarıları ile anılmaktadır.
Makro bakıldığında durumun daha da kötüye gittiğini göreceksinizdir.
Çünkü eğer Galatasaray büyük ise, veya öbür klüplerden daha büyük ise, o büyüklüğünü bir şekilde kanıtlamak zorundadır.
İster sessiz kalarak, ister medeni ölçülerde savaşarak, ister 4 kupayı da getirerek…
Ben büyüklüğün tanımını yapamam, bir büyüğün ne yapması gerektiğini bilemem, fakat şunu bilirim ki, hiç bir büyük klüp, bir bireyin küfürü için klüpten resmi bir açıklama yaparak, onu mahkemeye vererek, onla uğraşarak daha büyük olmaz.