Ünzile

Bu konuyu okuyanlar

pajero

Doçent
Katılım
30 Ocak 2007
Mesajlar
885
Reaksiyon puanı
23
Puanları
0
ÜNZiLE

Ünzile insan dolu
On kardeş beşi ölü
Büyüdükçe un ufak
Ve gelirde görücü
İnci gibi dişi
Görücü bilir işi
Söğüdüm ağlar gider
Olur hatun kişi
Varmadan sekizine
Ergin oldu ünzile
Hem çocuk hem de kadın
On ikisinde ana
Bir gül gibi al ve narin
Bir su gibi saydam ve sakin
Susar kadın ünzile
Yağmuru kim dokuyor
Ünzile kaç koyun ediyor
Dayaktan uslanalı
Hiç bir şey sormuyor
Korkar durur gitmez
Koyun en son çitine
İnanır o sınırda dünyanın bittiğine
Ünzile insan dölü
Bilinmezlere gebe
Sırların mihnetini
Yükleyip de beline

Ünzile
10.jpg

İclal Aydın yazısı

Dün gece hiç uyumadım.
Bütün gün ve gece yağmur vardı İstanbul’da.
Bardaktan boşanırcasına yağdı önce. Azaldı, sonra tekrar hızlandı velhasıl aralıksız ıslattı şehri. Arapsaçı olmuş trafikte Boğaz Köprüsü’nden geçmeye çalışırken durmaksızın aynı şarkıyı dinliyordum.
“Ünzile insan dölü/ bilinmezlere gebe” diyordu Şebnem Ferah o doyamadığım sesiyle.
Yorgunluktan sızlayan ayaklarım ve gözlerimle geç saatte eve ulaştığımda bir süre pencereden şehri seyrettim. Kızım saçları alnına yapışmış, uyuyordu. Öğleden sonra bale kursundan aldığı karnesini baş ucuna koymuş ve büyük ihtimalle bana göstermek için hevesle beklemişti. Oysa ben çalışmak zorundaydım. Ne karnesini almaya gidebildim onunla ne de gösterisini izleyebildim. “Anne ne olur erken gel” dedi akşam telefonda. “Çekimim biter bitmez geleceğim” dedim. “Başka anneler de yoktu bugün anne, ablalar vardı bir tek. Ama bizim okulun gösterisine birlikte gidicez di mi, izin alacaksın di mi” diye sordu bir çırpıda.
İçim yana yana “Elbette aşkım, elbette birlikte gideceğiz” dedim.
Kendi kendine bulduğu teselli incecik bir kesik attı kalbime. İşte ben gelene kadar dalmış uykuya ve ben yine yetişemedim bir özel sevincine daha...
İlk adımlarını da görememiştim. Çalışıyordum.
İlk cümlesini de duyamamıştım. Çalışıyordum.
Ben hep çalışıyordum.
Bana “başka anneler de yoktu bugün” dedi evet. Telefonu kapadım. Dışarıda yağmur yağıyordu. Kalbimde incecik bir kesik, yutkundum. Ağlamadım. Her şeye ağlanır mı canım? Çalışan annelerin hepsi yaşıyor bunu. Kalbimde ince bir kesik sızlıyor ama. “Başka anneler de yoktu” dedi... Yanağımı ısırdım, merdivenleri indim ve işimin başına geçtim. Kalbimde incecik bir kesik sızıntı yapıyordu...


***


Dün gece hiç uyumadım.
Gözlerimde biber yanıkları, kızımı okuluna gönderdim, oturdum yazıyorum şimdi. Yine aynı şarkıyı dinliyorum. Yanımda kimse yok. İstediğim gibi ağlarım. Hem ağlarım, hem yazarım.
Ünzile; kızım, ben, annem ama en çok anneannem, babaannem...
Biri Doğu Anadolu’nun bir dağ eteğinde, bir diğeri Ihlara Vadisi’nde henüz on üç yaşındayken evlendirilmiş ve çamurdan fırınlarını bahçede kurumaya bırakıp gelin olmaya durmuşlar.
Kucaklarında ağlayan ve süt isteyen bebekleriyle çeşmede oyun oynayan arkadaşlarını seyretmişler. Hayatta kalan çocuklarını ise dişle tırnakla büyütüp okutmuşlar. Her ikisini de hep çalışırken hatırlıyorum.
Hiç boş durmayan elleriyle, durmaksızın bir şeyler yaratırlardı. Herkes ya okumalı ya da çalışmalıydı onlara göre.
Ben ailemin kadınlarından sanırım çalışmanın erdemini öğrendim önce. Bu yüzden hayatımı işim oluşturdu. Bu yüzden tanıdığım tanımadığım her kadına “çalışmalısınız” dedim. Destekledim, önayak oldum, iteledim.


***


Dedim ya yalnızım şimdi, istediğim gibi ağlarım...
İstediğim gibi sorarım...
Doğduğu köyün ötesini Ankara’ya kadar görebilmiş babaannemle benim aramdaki fark ulaşabildiğimiz sınırlar mı? Babaannemin çocuk yaşta görücünün biçtiği kocayla yaptığı evliliği ölene kadar sürdürebilmesi mi? Onun dokuz benim bir çocuk annesi olmamız mı?
Ya da bir farkımız var mı?
Onun bir köyde benim büyük şehirde yaşamamız “öz”de neyi değiştiriyor ki?
Hangi sosyal sınıfta olursak olalım kadınlara düşen keder hep aynı mı kalıyor?
Peki “Yağmuru kim döküyor?”
Sahi “Ünzile kaç koyun ediyor?”
Nerede yaşarsa yaşasın bir kadının “ederi”ni hep erkekler mi belirliyor?
Ünzile İstanbul’da doğsa ve “yazı”sını yazsa ne değişiyor...
 
Üst