|Ⓢєччαh|
Guru
- Katılım
- 12 Mart 2011
- Mesajlar
- 35,210
- Reaksiyon puanı
- 10,325
- Puanları
- 113
[h=1]Türk imajı[/h]
1985 yılında o zamanki adıyla Şampiyon Kulüpler Kupasının finalinde Juventus-Liverpool takımları eşleşmiş, maç öncesi çıkan olaylarda 39 kişi ölmüştü. Olaya, Heysel Stadındaki maçın başlamasından önce Liverpool taraftarlarının İtalyanlara saldırması üzerine çıkan panik neden olmuştu.
Dönemin İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, o zaman UEFA tarafından Liverpoola verilmesi muhtemel cezayı az bulup Liverpoolun değil, bütün İngiliz takımlarının süresiz olarak Avrupa kupalarından men edilmesini istedi. İstemekle de kalmadı, bu adamların cezasını ben vereceğim diyerek UEFAyı beklemeden beş yıl boyunca hiçbir İngiliz takımını Avrupa kupalarına göndermedi.
Thatcherı böyle davranmaya iten en önemli sebeplerden birisi, dünyadaki İngiliz imajına futbolun verdiği zararın tahammül edilmez noktaya gelmesiydi. Öyle ya, spordaki holiganlık ve şiddet ile İngiliz kelimesi yan yana yaşıyordu. İngiltereyi dert edinenlerin bu duruma müdahale etmesi kaçınılmazdı. Thatcher, İngiliz takımlarına ve taraftarlarına karşı UEFAdan çok daha şiddetli bir tutum içine girdi. Ona göre kimse dünyadaki İngiliz imajını böyle çarçur edemezdi. Ne hatırlılar, ne torpilliler, ne yakınlar ne de başka bir şey.
Thatcherın bu tavrından sonra İngiliz futbol taraftarları tabir yerindeyse yola geldi. Holiganizm, İngiliz liginden hızla uzaklaştı. Premier Lig, çok değerli ve dünyanın en çok izlenen birkaç liginden biri oldu. İngiliz imajının yerle bir olmasına müsaade etmeyen Thatcher hem İngiliz futbolunu hem de dünyanın İngiltereye bakışını kurtarmıştı.
Bizim böyle bir durumda ne yaptığımız ortada. Statlardaki olaylara bakışımız da, savcıların ortaya çıkardığı şike davasındaki tutumumuz da herkesin gözü önünde. Bu nedenle, İngiltere gibi bir devlet olmak için daha yiyeceğimiz bir hayli ekmek var. Üstelik biz İngiltere gibi dünyada jandarmalık yapmıyoruz, sömürgemiz olan hiçbir ülke de yok.
Bilmem dünyadaki imajımız nasıldır diye merak ediyor muyuz? Bizim elde ettiğimiz başarılar neden sürekli olamıyor? Mesela futbol takımları İngiltere gibi yarı finale dört takımla çıksaydı ya da geçen yıl Almanların yaptığı gibi Şampiyonlar Ligi finalini iki Türk takımı oynasaydı dünyaya bakışımız nasıl olurdu acaba? Övünmekten ayaklarımız yere değer miydi? Dünyada herhangi bir takıma adam muamelesi yapar mıydık? Sadece küçük değil, bütün dağların müellifi bizmişiz gibi davranmaz mıydık? Neden her şeyi övünmek için yaparız, başarmayı bile neden övünmek için isteriz?
Batıdaki futbol takımlarının hocalarına, kulüp başkanlarına, futbolcularına bakıyoruz da, başarı onları hiç şımartıp zıvanadan çıkarmıyor. İnsan merak ediyor, bu adamlar elde ettikleri başarılardan sonra neden kasım kasım kasılmıyor, neden dünyanın en büyük başarılarını taşırken altında kalıp ezilip yok olmuyor? Biz neden en küçük bir başarıda darmadağın oluyor, sonra da karşıdakine saygımızı yitiriyoruz? Neden başkalarını ya dev gibi görüyor ya da onlara pireymiş muamelesi yapıyoruz?
Türkiye olarak küçük de olsa elde ettiği başarıları taşıyamayan bir ülke görüntüsü veriyoruz. Hem sporda hem de siyasette küçük başarıları olağanüstü büyüten, bu yüzden de gerçeklikten uzaklaşarak hayal âleminde yaşamaya başlayan, bu sebeple rasyonellikten kopan bir tablo çiziyoruz. Hiç düşünüyor muyuz, dünyanın en güçlü devletlerindeki güç bizde olsa ne yaparız?
Oysa adalet ve tevazu ile örnek bir ülke olabilirdik. Kendimizi de küçük görmeden karşıdakine hak ettiği saygıyı göstererek, istikrarlı bir başarıyı yakalayabilirdik. Dünyaya nizamat vermeden önce elimizin altındakine adalet dağıtarak herkesin bize gıptayla bakmasını sağlayabilirdik. Son yüzyılda hiddetin, şiddetin yurdu haline gelen Ortadoğuya da suhuletle, sükunetle, sabır politikalarıyla örnek olabilirdik. Belki bu sayede Allah da Türkiyenin önünü açardı.
Mehmet Kamış/ZaMaN
1985 yılında o zamanki adıyla Şampiyon Kulüpler Kupasının finalinde Juventus-Liverpool takımları eşleşmiş, maç öncesi çıkan olaylarda 39 kişi ölmüştü. Olaya, Heysel Stadındaki maçın başlamasından önce Liverpool taraftarlarının İtalyanlara saldırması üzerine çıkan panik neden olmuştu.
Dönemin İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, o zaman UEFA tarafından Liverpoola verilmesi muhtemel cezayı az bulup Liverpoolun değil, bütün İngiliz takımlarının süresiz olarak Avrupa kupalarından men edilmesini istedi. İstemekle de kalmadı, bu adamların cezasını ben vereceğim diyerek UEFAyı beklemeden beş yıl boyunca hiçbir İngiliz takımını Avrupa kupalarına göndermedi.
Thatcherı böyle davranmaya iten en önemli sebeplerden birisi, dünyadaki İngiliz imajına futbolun verdiği zararın tahammül edilmez noktaya gelmesiydi. Öyle ya, spordaki holiganlık ve şiddet ile İngiliz kelimesi yan yana yaşıyordu. İngiltereyi dert edinenlerin bu duruma müdahale etmesi kaçınılmazdı. Thatcher, İngiliz takımlarına ve taraftarlarına karşı UEFAdan çok daha şiddetli bir tutum içine girdi. Ona göre kimse dünyadaki İngiliz imajını böyle çarçur edemezdi. Ne hatırlılar, ne torpilliler, ne yakınlar ne de başka bir şey.
Thatcherın bu tavrından sonra İngiliz futbol taraftarları tabir yerindeyse yola geldi. Holiganizm, İngiliz liginden hızla uzaklaştı. Premier Lig, çok değerli ve dünyanın en çok izlenen birkaç liginden biri oldu. İngiliz imajının yerle bir olmasına müsaade etmeyen Thatcher hem İngiliz futbolunu hem de dünyanın İngiltereye bakışını kurtarmıştı.
Bizim böyle bir durumda ne yaptığımız ortada. Statlardaki olaylara bakışımız da, savcıların ortaya çıkardığı şike davasındaki tutumumuz da herkesin gözü önünde. Bu nedenle, İngiltere gibi bir devlet olmak için daha yiyeceğimiz bir hayli ekmek var. Üstelik biz İngiltere gibi dünyada jandarmalık yapmıyoruz, sömürgemiz olan hiçbir ülke de yok.
Bilmem dünyadaki imajımız nasıldır diye merak ediyor muyuz? Bizim elde ettiğimiz başarılar neden sürekli olamıyor? Mesela futbol takımları İngiltere gibi yarı finale dört takımla çıksaydı ya da geçen yıl Almanların yaptığı gibi Şampiyonlar Ligi finalini iki Türk takımı oynasaydı dünyaya bakışımız nasıl olurdu acaba? Övünmekten ayaklarımız yere değer miydi? Dünyada herhangi bir takıma adam muamelesi yapar mıydık? Sadece küçük değil, bütün dağların müellifi bizmişiz gibi davranmaz mıydık? Neden her şeyi övünmek için yaparız, başarmayı bile neden övünmek için isteriz?
Batıdaki futbol takımlarının hocalarına, kulüp başkanlarına, futbolcularına bakıyoruz da, başarı onları hiç şımartıp zıvanadan çıkarmıyor. İnsan merak ediyor, bu adamlar elde ettikleri başarılardan sonra neden kasım kasım kasılmıyor, neden dünyanın en büyük başarılarını taşırken altında kalıp ezilip yok olmuyor? Biz neden en küçük bir başarıda darmadağın oluyor, sonra da karşıdakine saygımızı yitiriyoruz? Neden başkalarını ya dev gibi görüyor ya da onlara pireymiş muamelesi yapıyoruz?
Türkiye olarak küçük de olsa elde ettiği başarıları taşıyamayan bir ülke görüntüsü veriyoruz. Hem sporda hem de siyasette küçük başarıları olağanüstü büyüten, bu yüzden de gerçeklikten uzaklaşarak hayal âleminde yaşamaya başlayan, bu sebeple rasyonellikten kopan bir tablo çiziyoruz. Hiç düşünüyor muyuz, dünyanın en güçlü devletlerindeki güç bizde olsa ne yaparız?
Oysa adalet ve tevazu ile örnek bir ülke olabilirdik. Kendimizi de küçük görmeden karşıdakine hak ettiği saygıyı göstererek, istikrarlı bir başarıyı yakalayabilirdik. Dünyaya nizamat vermeden önce elimizin altındakine adalet dağıtarak herkesin bize gıptayla bakmasını sağlayabilirdik. Son yüzyılda hiddetin, şiddetin yurdu haline gelen Ortadoğuya da suhuletle, sükunetle, sabır politikalarıyla örnek olabilirdik. Belki bu sayede Allah da Türkiyenin önünü açardı.
Mehmet Kamış/ZaMaN