Sultan Vahidüddin Hanın Müdafaanamesi

Bu konuyu okuyanlar

kgt1453

Asistan
Katılım
7 Şubat 2013
Mesajlar
158
Reaksiyon puanı
4
Puanları
18
Bugüne kadar hep arkasından konuşuldu. Hain dediler, kahraman dediler. Ancak kendisine hiç söz hakkı vermediler. İşte geçmiş zamanı bir de kendisinin ağzından dinliyoruz.

Şevketli Sultan Mehmed Vahidüddin Efendimiz Hazretlerinin İstanbul’dan ayrıldıktan sonraki ilk açıklamasıdır.


Bismillahirrahmanirrahim

Cihan harbinin başlangıcında devletimizin katılmasına kesinlikle razı olmadığım ve devam ettiği süre boyunca da elimde bulunan bütün vasıtalarla tahribat ve zararlarının her yönüyle kendini göstermeye başladığı bir zamanda biraderim Sultan V. Mehmed Reşad’ın esef verici vefatı gerçekleşmiş ve Osmanlı Anayasasının verdiği hakka dayanarak ve “ehl-i hall ve akd”İn hep birlikte biat etmesiyle Hilafet ve Saltanat makamına oturmuştum. O günler göz önüne getirildiğinde hükümdarlık makamını kabul ettiğim zaman beni bekleyen zorlukların önemi ve büyüklüğü takdir edilebilir.

Daha sonra, cephelerimizin birbiri ardından yenilgilere uğramasıyla hiçbir galibiyet ümidinin kalmaması ve bu korkunç savaşın uzaması; güya Meşrutiyet rejimini ilan ve uygulama perdesi altında 1908 yılından beri idarenin başına oturmuş olan İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerinden azgın ve nüfuzlu kısmının savaştan yararlanarak memlekette yol açtığı yağma, rüşvet ve anlaşılmaz maksatlarla yer yer gerçekleştirdikleri karmaşalar sebebiyle başkentten en uzak sınırına kadar memleketin her noktasında milletin varlığı erimekte ve milletin yaşam dayanakları korkunç bir şekilde heder olup gitmekteydi.

Bu dehşetli durum karşısında hercanması gereken çaba ve gayretin asıl hedef ve gayesi; barış ve huzurun geri getirilmesinden başka bir şey değildi. Bu amacın gerçekleşmesi için de hiçbir geciktirmeye izin verilmemiş ve mümkün olan her çareye başvurulmuştur. Fakat savaşın devamından şahsi menfaatler elde eden ve memleketimizin hak ve hukukuna tecavüze alışmış olan o zamanın hükümeti ve yine o baskıcı hükümetin etrafında oluşmuş olan ihanet şebekesi çalışmalarımın sonuçsuz kalmasına ve kendi kafalarına göre barış görüşmelerine girerek, elde edilebilecek faydaları ve elverişli şartları yok etmişler ve muhterem milletin mazlum kanını sebepsiz yere heder olmaktan kaçınmaya fırsat bırakmamışlardı. Bu sebeple savaşın bütün tahrip edici dehşeti, uğursuz Mondros Mütarekesinin yapılmak mecburiyetinde kalınmasına kadar devam etti. Bu mütarekenin yapılmasıyla görevlendirilen delegelerin başı şu an Ankara’daki Başbakan Rauf (Orbay) Bey’di. Ayrıca o zaman memleketin en mühim askeri kuvvetinin başında da şu anda Ankara Meclis Başkanı olan Mustafa Kemal’in bulunmakta olduğu herkesin bildiği birşeydir.

Asayiş meselesi ileri sürülerek gerekli gördükleri her hangi bir yeri işgal etme hak ve yetkisini İtilaf devletlerine sunan özel maddesiyle Adana, Musul, Antalya, İstanbul ve İzmir’in işgal edilmesi ve sonraki bütün felaketlerin kaynağını oluşturan söz konusu Mondros mütarekesinin imzalanması mağlubiyetlerimizin ve mecburiyetlerimizden kaynaklandığı halde sonraları İzmir’in işgal edilmesi dolayısıyla beni itham edenlerin bakış açısından değerlendirmek gerekirse; bu işgallere dayanak teşkil eden Mondros Mütarekenamesini imzalamaya fiilen katılan Rauf (Orbay), Fethi (Okyar) ve askeri vaziyetiyle devleti böyle bir acı mecburiyete düşürmekte cidden dahli bulunan Mustafa Kemal gibi bugünkü Milli Mücadele reislerinin sorumlu tutulması ve itham edilmesi lazım gelir.

Çünkü gerek bu mütarekenin imzasından ve gerek ondan sonraki bütün meselelerde Osmanlı Anayasasının gereği olarak sorumluluktan müstesna olan hükümdarlık arz ettiğini onaylamaktan ibaret ve itiraz etme hakkı bulunmayan bir durumda olduğu halde, kendi eliyle imzaladığı mütarekenin uygulanması demek olan bu felaketlere karşı sonradan muhalefete önayak olmak küstahlığını gösteren Rauf Bey için, ne de devletin belli başlı mevcut kuvvetlerinin büyük bir kısımını esir vererek zilletle Toros dağları eteklerine iltica etmesi yüzünden mütareke akdini kaçınılmaz bir hale getiren Mustafa Kemal için kabul edilebilir hiçbir mazeret mevcut değildir. İşte Osmanlı tahtına oturuşumdan sonra ilk siyasi adımı teşkil eden Mütarekeye kadar meydana gelen hadiseler karşısında benim vaziyetim budur.

Mütarekeden sonra yürüttüğüm siyaset ise geri alınması mümkün olmayacak bir adım atmaktan kaçınmakla beraber bir taraftan dahilde makul ve ılımlı ıslahat ve icraata gayret etmek, diğer taraftan da hariçde siyasi teşebbüslere devam ederek aleyhimizdeki genel öfkenin bertaraf edilebileceği uygun zamanı bekleyebilmek için vakit kazanmaktan ibaretti.

İzmir’in işgali hadisesinin karşısında ittihaz ve takip ettiğim siyaset ve gaye de vakit kazanmaktan başka bir şey değildi. Çünkü Yunan askeri tarafından derhal icra edileceği bildirilen bu işgal, üç büyük devletin kesin ve ani kararına dayandığı gibi, bu olayın bize tebliği de doğrudan doğruya bu üç devlet tarafından yapıldığından bu mesele büyük devletler meselesi şeklinde ortaya çıkmıştı. Hadisenin “Yunan meselesi” haline dönüşmesi ise Yunanistan’daki siyasi durumun değişmesi ve büyük devletlerin ittifakına halel geldikten sonra gerçekleşti. Yunan işgalinden önce bu mesele büyük ve galip devletlerce birlikte karar verilmiş olan kesin kararın tebliği mahiyetinde olduğundan hakkımızdaki genel öfkenin yok olmasını bekleyerek siyasi girişimlerle yetinme siyasetini tercih ettirmekte olduğu gibi, işgalin geçici mahiyette olması da bahse konu olan siyaseti teyit eder gibi görünüyordu.

Mesele “Yunan meselesi” halini aldıktan sonra savaşta mağlup olmamak şartıyla direnişe ben de taraftardım. Nitekim bu düşünceyle Kuva-yı Milliye’ye sempatisi olan birtakım kabineleri de iktidar mevkiine getirdim. Ancak o sıralarda, Mustafa Kemal, bağlı bulunduğu devletine itaat dairesinden çıkmış ve Anadolu’da birçok ak sakallı müftülere varıncaya kadar asıp kesmek gibi zulümleriyle milli görevinin sınırını aşarak milletin başına tahammül edilemez bir bela kesilmişti.

Tıpkı İzmir hadisesi gibi Sevr Antlaşmasına ait devletlerin teklifi de (Yunanistan’da siyasi durumun değişmesinden ve devletlerin aleyhimizdeki şiddetli ittifakına halel gelmeden önce olup) hiçbir noktasında değiştirme teklifine müsaade edilmeyerek 24 saat içinde tamamen kabul veya reddine ilişkin baskı ve tehditleri içerdiğinden gayet nazik ve tehlikeli bir şekilde gerçekleşmişti. Bununla beraber ben Sevr Antlaşmasını kesinleşmiş sayılacak şekilde tasdik etmedim. Meselenin kesinlik kazanmasının ancak Meclis-i Mebusan’ın kabul etmesinden sonraki onayıma bağlı olduğunu, ayrıca hak ve adaletle bağdaşmayacak olan böyle bir antlaşmanın devam etmesinin ve böyle bir karara varılmasının mümkün olamayacağımı bildirdiğimden hakkımızın anlaşılmasına uygun bir zamanın gelmesine kadar vakit kazanmak için antlaşmanın hükümetçe kabul edilmesine taraftarmış gibi göründüm.

Mondros Mütarekesi, İzmir hadisesi, Sevr Antlaşması gibi müstesna bir bakış açısıyla değerlendirdiğim olaylardan sonra ortaya çıkan meselelerde de daima Meşrutiyetin gereklerine uygun hareket ettim. Bu sebeple muhtelif kabinelerin muhtelif ve belki birbirleriyle çelişkili kararlarına dahi uydum. Mustafa Kemal’in Anadolu’ya gönderen ve ardından bağlı bulunduğu devletini tanımaması üzerine bastrılması için askeri kuvvet sevkine lüzum gösteren hükümetlerin suyuna gitmemin sebebi, iktidardaki hükümetlerle hükümdarlık makamının karşılıklı münasebetine ait Meşrutiyetin gereklerinden ayrılmamak arzusu ve bazı siyasi zorunluluklara dayanmaktadır. Bundan başka, gerek hükümet değişikliklerinde, gerek diğer icraatta seçtiğim yol, şahsi fikir ve duygularımdan ziyade daima kamuoyu veyahut direnilmesi mümkün olmayan diğer tesirlerden kaynaklanmıştır. Bunun en büyük delili de, son Tevfik Paşa hükümetini, sadece ve sadece aleyhinde kamuoyu oluşumu gözlemlendiği için şahsım ve makamım hakkında kötü niyetleri açıkca olan Kemalcilerin İstanbul’da nüfuz edinmelerine müsait bir hükümet olmasına rağmen iki seneyi aşkın iktidarda tutmamdır.

Ankara ile İstanbul arasındaki ikilğin giderilmesi için bu gibi fedakarlıklardan geri durmamakla biraber hilafetin saltanattan ayrılması ve başkentin İstanbul’dan Ankara’ya nakledilmesi hakkındaki karar tasavvurlarına onay vermek elimden gelmemiştir. Çünkü hilafetin saltanattan ayrılması, İslam alimlerinin malumu olduğu cihetle Şer-i şerife kesinlikle aykırı ve vekili olduğum Fahru’l-mürselin Peygamber Efendimiz hazretlerinin hukukundan feragati gerektirdiği için benim yetki ve imkanım haricinde birşeydir. Başkentin İstanbul’dan alınıp Ankara’ya nakledilmesi ise İstanbul’un manen Ruslara teslimi ile Bolşeviklere hediye edilmesi demek olan ikinci düşünceleri de, hilafeti İstanbul gibi siyasi ve tarihi bir dayanaktan mahrum etmek anlamına geldiğinden kesinlikle kabul edemezdim. Bu gibi aşırı ve delice ve arzu ve isteklerine uymadığım için bana vatana ihanet iftirasında bulunanlarla beraber, her akıl ve izan sahibinin şunu bilmesi gerekir: Dünyanın en büyük makamı ve görevi olan hilafet ve saltanat makamını fiilen ve soyca hak etmiş olan bir hükümdarı, vatana ihanet gibi alçakça bir suça sevk edecek hiçbir emel ve ihtiras olamaz.

Ben o makamların özellikle hilafet makamının şeref ve haysiyetini muhafaza için geçici olarak tahtımdan, vatanımdan hatta huzur ve rahatımdan ayrı düşmeyi bile göze aldım. Bu ayrılığım bilhassa Birinci Dünya Savaşından sonra kendi yaptıklarının hesabını vermek konumunda bulunanlara karşı yaptıklarımın hesabını vermekten korktuğumdan dolayı değil belki de hem hiçbir kanuna tabi olmayan insanların elinde savunma ve söz hakkından mahrum bırakılacak bir halde hayatımı göz göre göre tehlikeye atmak gibi İlahi emre aykırı ve akl-ı selimin kabul etmeyeceği bir şeyden kaçınmak hem de “El-firaru mimma layütak min süneni’l-mürselin” (Takat getirilemeyecek güçlükten kaçmak peygamberlerin sünnetlerindendir) fehva-yı şerifi üzere vekili olduğum şan sahibi Peygamber Efendimizin Nebevi hicretine ait sünnetine uymaktan ibarettir.

Vatan savunması gibi yüce gayelerle hiçbir münasebeti olmadığı halde Ankara meclisinin almış olduğu son kararlar üzerine, karşıtlarımla aramda oluşan ve memleketimiz için ortaya çıkan son durumu özetleyerek derim ki:

1- Ceddim Osman Gazi’den Yavuz Sultan Selim’e kadar Osmanlı Devleti namıyla Türk saltanatı vardı. Yavuz’dan sonra ise bu saltanat, hilafetin eklenmesiyle Muhammedi saltanat haline gelmişti.

2- Şimdi bana haksız yere vatana ihanet suçu isnat edenler, hilafeti hukuk ve nüfuzundan tecrit edip hükümsüz hale getirerek bu Muhammedi saltanatı yıkmış ve yalnız vatanlarına değil, bütün İslam alemine de ihanet etmişlerdir.

3- Ben devleti tehlikeden korumak için, bilhassa Harb-i Umumi’ye iştirakimizdeki ifratların acısını tattıktan sonra, dış politikada da karşıtlarımın ifadesiyle korkarak, yani itidal ve ihtiyatla hareket ettim. Daha doğrusu, vakit kazanmak için gerekirse kendimi feda etmeye karar verdim. Bu ılımlı ve ihtiyatlı siyasetim karşısında karşıtlarımın müfrit ve ne pahasına olursa olsun tarzındaki siyaseti isabetli ve başarılı olursa şahsen ben kaybedecektim, fakat devlet kazanacaktı. Halbuki onlar devlete, İslami saltanatını kaybettirdiler.

4- Eğer benim bir hatam varsa o da din ve devletin bu derece tahrip edilip değiştirileceğine ve (bazı şahıslar müstesna) bütün vekiller, alimler, akiller ve devlet adamları tarafından ses çıkarılmayacağına ve bazı alçak mefaatler karşılığında gizli ve açık şekilde yardım edeceklerine ihtimal vermememdendir. Ben, devletin hayat ve mematına herkesten ziyade ilgili olan milletimin münevverlerinin vatani ve vicdani görevlerini bu derece kötüye kullanamayacakları hakkındaki hüsn-i zannıma ait olan hatamı itiraf ediyorum.

Sözlerimin sonunda şurasını da beyan ederim ki:

Hilafet meselesinin halli, dini, kavmiyeti, vatanı şüpheli ve karışık askeriyeden ve diğer sınıflardan oluşan az sayıdaki kişiler ile kısmen zorlayıcı sebeplerden ve kısmen de olayların içyüzünden habersiz olarak gaflet halinde bulunan 5-6 milyonluk masum Türk kavminin yetkisi dahilinde olmayıp bu dava 300 milyonluk İslam aleminin tamamını kapsayan büyük bir meseledir. Dolayısıyla şimdi ben hilafet hakkında Ankara’da ve İstanbul’da verilen fuzuli ve cebri görülen iftiraları onları yakıştıranlara büyük bir nefretle red ve iade ederim.
Memleketin ırk ve din ayırmaksızın bütün ahalisinin mutluluk ve refahından başka bir emeli olmayan ve adalet ve itidalin hakim olmasını isteyen müsterih bir kalb ve vicdan ile hak ve hakikatin mağlup edilemeyeceğine dair kuvvetli bir imanla sevgili vatanıma dönünceye kadar ıtır kokulu toprağının ezelden müştakı olduğum Haremeyn-i Şerifeyn’de ve şimdilik Beytullah’ın civarında vakit geçiriyorum.

Beni Beldetullah’a eriştiren şu iftihar edilmesi gereken hicretle hilafetin saltanattan ayrılması teklifine karşı sebat ve mücahedem, şahsi nasibimi ve ahiret azığımı teşkil edecektir.

Misafir olduğum Arabistan’ın mukaddes beldelerinin yüce hükümdarı ile necip halkı tarafından gerek benim hakkımda ve gerek vatanından ayrı düşmüş diğer hemşerilerim haklarında gösterilen misafirperverlik eserlerini şükür ve şükranla yad ettiğim gibi haiz oldukları seçkin ve temiz asalete uygun bir suretle hareket eden Şerif Hüseyin hazretleriyle muhtereme aileleri munsuplarının şan ve şereflerinin yücelmesini ve bu sayede Arabistan’ın mukaddes beldelerinin ve necip sakinlerinin tarihe ziynet veren geçmişleriyle gelişmelere mazhar olmalarınıda cidden temenni ederim.

İstanbul’dan ayrıldığımdan sonra bu ilk beyannamemdir.

Sultan Abdülmecid Han oğlu Mehmed Vahidüddin

Bu yazı Derin Tarih Dergisi Mayıs Ayı Ben Hain Değilim ekinden alınmıştır. Eserin Osmanlıca ve Arapça metinleri için ayrıca yayıncının görüşleri için Derin Tarih dergisini satın alabilirsiniz.
Not: Yazıyı kendi sitelerinde ekleyecek olanlar burayı kaynak olarak gösterirseler sevinirim.


Üstadlar bekliyoruz görüşlerinizi..
@mustang @Korpe @Elbruz46 @
|SeYYaH| @desperado64 @EropaKING @Karargaht @friendly @kosasker @AliA @ashabulyemin @topalsolucan @7.42

 

TheDestroyer35

Asistan
Katılım
21 Şubat 2013
Mesajlar
298
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Bu yazıyı arkadaşın da dediği yerde okumuştum.
Bu konuda çok tartışma yaptım arkadaşlarımla bakalım burda ne gibi konuşmalar geçecek...
 

Elbruz46

Müdavim
Katılım
22 Şubat 2008
Mesajlar
11,931
Reaksiyon puanı
1,338
Puanları
113
Öncelikle şunu belirteyim, resmi tarihte hain ilan edilen hiç kimsenin hain olduğuna zerre kadar inancım yok!

Çünkü resmi tarih dediğimiz şey, yeni kurulan cumhuriyetin, kendisini sağlama almak için farklı olan tüm düşünceleri ötekileştirip, kötülemesinden başka bir şey değildir!

Konuya yorum yapmak gerekirse. Her olay kendi içinde yaşandığı dönem çerçevesinde ele alınmalı...

Şimdi günümüz Türkiye'sini düşünün...
İrili ufaklı onlarca siyasi parti var.
Her parti, kendi politikaları çerçevesinde ülkenin yönetildiğinde bu ülkenin daha iyi yerlere geleceğini iddia ediyor.
Hiç bir parti diğer partinin politikalarını ise desteklemiyor!
Tüm partilere uzak olduğumuzu düşünelim, hiç bir siyasi ideolojimiz yok diyelim, bu ülkenin daha iyi yarınlara ulaşabilmesi için ne diyorsunuz diye partilere sorduğumuzda en az 40 farklı politika çıkacak karşımıza.

Üstelik günümüzde ülkemiz, 1900'lü yılların başındaki zor ve buhranlı dönemden çok çok uzak bir dönemde yaşıyor.

Ülkemizin büyük sorunları var ama bugünkü en büyük sorunumuz dahi o dönemler için sorun işgal etmeyecek kadar küçük meseleler!

Tekrar dönelim, Osmanlı'nın yıkılışı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu yıllarına.
Devasa bir imparatorluk yıkılma sürecinde.
Dünya'nın en güçlü devletleri İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya tepemize üşüşmüşler, Yunanlar, Ermeniler, Rumlar ve bir kasım Araplar içeriden imparatorluğu parçalamaya çalışıyorlar!

Böyle bir süreç yaşanıyor, elbette o dönemde bir çok kişi bu kötü durumdan nasıl kurtulunacağı hakkında kendilerince fikirler üretip, o politikalarla hareket etmek istemişlerdir.

Kimisi Türkçülük, kimisi Ümmetçilik, kimisi Osmanlıcılık gibi bir çok ideolojiyle bu sorununun aşılacağına inanmışlardır!

İttihat ve Terakki başka şey düşünmüştür,
İstanbul hükümeti başka düşüncededir,
Padişahın fikirleri başkadır.
Enver Paşa bir şey düşünüyordur!
Mustafa Kemal bir şeyler düşünüyordur...
Ve bu isimler gibi sayısız ileri gelen kişiler değişik yöntemlerle ülkenin kurtulabileceğine inanıyorlardır.

Kendi düşüncelerinin ülkeyi kurtaracağı fikri aynı zamanda karşıdaki kişilerin düşüncelerinin işe yaramayacağı fikrini de doğurur!

Sözü uzatmak istemiyorum ama şöyle bitirmek istiyorum.
Bugün en ufak, basit konuşmaya bile değmez konular için, CHP, MHP, BDP ve AKP bir birlerini çok rahat VATAN HAİNİ olarak yaftalayabiliyor!

Tekrar Osmanlı'nın yıkılış Dönemindeki psikolojiyi düşünün.
Herkes kendi düşüncelerinin Ülkeyi Kurtaracağına inandığı bir ortamda, diğer düşüncelere karşı sevgi dolu sözler söyleyip, sevgi sempati ile yaklaşımda bulunacağını düşünmek doğru olmaz.


Vahdettin'in Mustafa Kemal'e, Mustafa Kemal'in Vahdettin'e Hain demesi bence çok normal...

Bana kalırsa ortada bir hainlik yok! Sadece ülkeyi içinde bulunulan kötü durumdan kurtarmak için geliştirilmiş farklı fikirler ve ideolojiler var...
 

7.43

Müdavim
Katılım
11 Haziran 2008
Mesajlar
8,969
Reaksiyon puanı
332
Puanları
83
Üzgünüm ki Derin Tarih dergisinin savunduğu hiçbir görüşe değer vermem. Bu konu tartışılabilir; fakat ayan beyan ortada olan bazı şeyleri de aklamak gibi misyon üstlenmişler.

Konuya gelince; hiçbir Türk Önderinin hain olmasını istemem, sindiremem. Ama beşer şaşar sonuçta. Yapılmışsa da yanlıştır. Padişah olunca hata yapamaz gibi düşünce var insanlarda. Osmanlıyı çok severim ama birçok önemli hatası da vardır. Hatasız göstermeye çalışmak yanlı bir davranış.

Günümüzde Vahdettin konusu cumhuriyet ile Osmanlıyı çatıştırmak için kullanılan en önemli kozlardan ve özellikle Osmanlıcılar (öyle tabir ettim, kusura bakmayın) çok seviyor. Atatürk ve cumhuriyete dil uzatabilmenin en kolay yolu çünkü.

Kesin bir yargıya varabilmek için tüm belgeler, tüm yazışmaların ortaya çıkarılması şart. Osmanlıcılar kendilerine uyanları, cumhuriyetçiler kendilerine uyanları ortaya çıkarıp sonuca ulaşıyorlar. Bu şekilde ancak insanları ayrıştırabilirisiniz.
 

antimatter

Müdavim
Katılım
4 Mart 2009
Mesajlar
1,024
Reaksiyon puanı
14
Puanları
0
Onu geçelim Kazım Karabekir gibi biri bile neredeyse hainlik noktasına getiriliyorsa, oda bazı şeylerin açıklığa kavuşması için nutuğa karşılık istiklal harbimizi yazmak zorunda hissediyorsa birdaha düşünmek, incelemek lazım bazı şeyleri...
 

Elbruz46

Müdavim
Katılım
22 Şubat 2008
Mesajlar
11,931
Reaksiyon puanı
1,338
Puanları
113
Tarih konusunda belgeler çok önemlidir.
Olayları bire bir yaşayanların tanıklıkları da çok önemlidir.

Ama bunların kesin doğrular olduğuna inanmak saflık olur.

Kafkas-Rus savaşlarını detaylarını bilmeseniz bile duymuşsunuzdur.
İşte bu savaşlardaki belgelere bakarsanız, Kafkasya coğrafyasında tek bir insanın dahi yaşamıyor olması gerekmektedir. Kafkaslar ve Ruslar her savaştığında, Ruslar her çatışmanın bir raporunu yazıp resmi belge olarak merkeze gönderiyordu. O gönderilen raporlardaki ölü sayısı toplandığında ortaya çok garip bir durum çıkıyordu... Kafkasya'nın o kadar nüfusu yoktu ama hala Kafkasya'da milyonlarca kişi yaşamakta binlerce direnişçi topraklarını savunmaya devam etmekteydi!

O raporlar da resmi belge değeri taşıyor ama doğrulukları tamamen şüpheli. Daha doğrusu merkeze gönderilen sayısız rapor var bunların içinde birebir doğru olanlar olduğu gibi baştan sona yanlış olanlar da var, hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu ayıklamak üzerinden yüzlerce sene geçtikten sonra mümkün mü?

Olaya bir de şöyle bakalım.
Bir takım insanlar konjonktür gereği belgeleri bir şekilde hazırlayıp uygulamayı tam zıt bir şekilde yapabilir.
Siz belgeye bakarsanız yanılırsınız.
Belgeler bazen uygulamayı manipüle etmek, gizlemek için vardır!

Tanıklıklara gelince.
Atalarımızın bir sözü var; "hafıza-i beşer nisyan ile maluldür" derler.
Yani insan hafızası unutmaya meyillidir. Bir çok olayı unutabiliriz, karıştırabiliriz.
Geçmişte arkadaşlarınız ile yaşadığınız ortak bir anıyı düşünün, bazen arkadaşlarınız ile sizin aynı anıyı farklı şekilde hatırladığınız ve anlattığınız zamanlar olmuştur.

Tarihi konularda da bu böyle, insanlar geçmişte yaşanan bir takım olayları daha dün gibi hatırlıyorum derler ama unuttukları kritik noktaları beyin otomatik olarak başka olaylar ile karıştırıp yeni bir kurgu halinde o kişiye sunar ve o kişinın hatırladığı şey aslında yanlıştır ama tamamen doğru olduğunu hisseder.

Mesele sadece unutmak da değil.
Her insan her olayı farklı yorumlar.
Olay bir tanedir, ama olaya bakış açısı sayısızdır, her insan kendi baktığı yerden olayı yorumlar ve olayın üzerinden vakit geçtiğinde o yorumladığı durumu gerçek olarak kabul eder.

Bir de yanlış anlaşılmalar vardır.
Ahmet, Mehmet'e, Mustafa hakkında bir şeyler söyler.
Mehmet Ahmet'i yanlış anlar, Mustafa'ya yanlış anladığı şekilde durumu aktarır!
Mustafa, Ahmet'in kendisi hakkında Mehmet'in anlattığı şekilde düşündüğüne inanır ve o şekilde hareket eder.

Tarih böyle bir şey...

Yan yana geldiğinde, konuşup anlaşabilecek iki kişi, bir şekilde yan yana gelemediklerinde, aralarında haber alıp götüren kişilerin, kasıtlı ya da kasıtsız taşıdıkları yanlış, ya da yanıltıcı bilgileri ile bu iki kişi bir birine tamamen düşman olabilir.

Bir örnek olay. Yakın zamanda yaşandı. Abdullah Gül'ün yeni cumhurbaşkanı olduğu zamanlar. Rektör atamaları var, Abdullah Gül'ün karşısına rektörlerle ilgili dosyalar geliyor. Bir rektör adayının dosyasının içinden kimin tarafından konulduğu belli olmayan bir küçük not çıkıyor. Bu "rektör adayının eşi kara çarşaflıdır" yazıyor notta. Abdullah Gül tecrübeli bir devlet adamı olduğu için o rektör adayının araştırılmasını emrediyor, ve sonuçta o rektör adayının eşinin kara çarşaflı olması bir yana evli dahi olmadığı ortaya çıkıyor.

Bu notu bir kaç şekilde yorumlayabiliriz.
Birincisi rektör adayının rektör olmasını engellemek!
İkincisi rektörlerle ilgili dosyaları gönderen kurumun başındaki kişiyi Cumhurbaşkanı karşısında zor durumda bırakmak...

Yani olaylar tek yönlü değil.

Şu şunu dedi öyleyse şudur, bu belgede bu yazıyor o vakit gerçek budur demek yanlıştır.

Ne belgeler, ne tanıklıklar, ne de açıklamalar tarih konusunda kesin doğrular olarak ele alınamaz.

Atatürk, ben Osmanlı'ya ihanet ettim, kendim başa geçmek için bir takım icraatlerde bulundum mı diyecek?
Vahdettin, ben vatana ihanet ettim, ülkenin kurtuluşu için mücadele edenlere karşı zorluk çıkardım mi diyecek?

Atatürk açıklamalarında kendisinin haklı olduğunu kanıtlamaya çalışacak. Vahdettin de kendisinin.
İkisi de kendisini doğrulayan belgeler ortaya koyacak...

İnsanlar da ideolojik olarak hangisine yakınsa ona inanacak bu böyle...
 

desperado64

Müdavim
Katılım
14 Ağustos 2008
Mesajlar
12,240
Reaksiyon puanı
104
Puanları
48
Sultan Vahideddin "Sevr'i geçici bile olsa imzalayacağıma makamımdan feragat etmeyi tercih ederim" der. Lakin itilaf devletlerini de bu konuda oyalayabildiği kadar oyalamıştır ve hiç bir zamanda imza atmamıştır. Mondros antlaşması kaçınılmaz bir sondu. Orada kim olsa o imzayı atardı ki ittifak devletleri de buna benzer anlaşmalar imzalamışlardır. Sultan Vahidettin "zaman kazanmak için paratoner gibi her şeyi üstüme çektim lakin M.Kemal beni aldattı" der lakin benim kitaplardan okuduğum kadarıyla hiç bir zaman böyle ağır ithamlarda bulunduğunu okumadım.
Sultan Vahidettin saltanat kaldırıldığında "saltanatsız hilafet olmaz ve hanedanımdan hiç kimse de bundan sonra da halifeliği kabul etmez" demiştir. Tabi abdulmecid kabul etmiştir o ayrı mesele.

Nedense bu yazıya pek inanasım gelmedi. Çünkü Mustafa Armağan yazdığı kitaplarda bile başka tarihçilere ve gazeticilere sataşan bir adam (bknz Abdulhamid'in Kurtlarla Dansı - 2)

DipNot: Derginin yayın yönetmeni o olduğu için yazdım. Lakin yazıyı kim yazdı onu bilmiyorum.
 

Korpe

Müdavim
Katılım
2 Ağustos 2009
Mesajlar
10,169
Reaksiyon puanı
16
Puanları
0
“O, Türk hükümdarları arasında en küçük görünmeye mahkûm, en büyüklerden biriydi”.

Bir tarihi lideri değerlendirirken o zaman ki şartlar göz önüne alınmalı ve o şartların gerektirdiği dengeler üzerinde yorum yapılmalıdır. Şerefiyle hayat sürmüş Vahdeddin gibi devlet adamlarına dil uzatarak onu kendi mülküne, kendi milletine şuurlu bir şekilde kast etmiş gibi göstermek gaflet değilse nedir? Üstelik milli mücadeleyi Anadolu da başlatmak için yüklü miktarda parayla Atatürk’ü görevlendirenin de kendisi olduğunu tarihçiler beyan etmekteyken…
 

St. Benoit

Müdavim
Katılım
7 Nisan 2009
Mesajlar
1,357
Reaksiyon puanı
6
Puanları
38
“O, Türk hükümdarları arasında en küçük görünmeye mahkûm, en büyüklerden biriydi”.

Bir tarihi lideri değerlendirirken o zaman ki şartlar göz önüne alınmalı ve o şartların gerektirdiği dengeler üzerinde yorum yapılmalıdır. Şerefiyle hayat sürmüş Vahdeddin gibi devlet adamlarına dil uzatarak onu kendi mülküne, kendi milletine şuurlu bir şekilde kast etmiş gibi göstermek gaflet değilse nedir? Üstelik milli mücadeleyi Anadolu da başlatmak için yüklü miktarda parayla Atatürk’ü görevlendirenin de kendisi olduğunu tarihçiler beyan etmekteyken…


Senin inandığın tarih, bizim inandığımızdan daha da sallamasyonmuş. O tarihçilere selam söylüyorum.
 

desperado64

Müdavim
Katılım
14 Ağustos 2008
Mesajlar
12,240
Reaksiyon puanı
104
Puanları
48
Senin inandığın tarih, bizim inandığımızdan daha da sallamasyonmuş. O tarihçilere selam söylüyorum.

Yüklü para ile gönderdiği ne kadar doğrudur bilemem ama atlarını satıp M.Kemal'e gönderdiği doğrudur. Hazineden elbette bir miktar para göndermiştir.
 

tambjk

Müdavim
Katılım
10 Mayıs 2011
Mesajlar
3,263
Reaksiyon puanı
16
Puanları
38
Osmanlının sön dönemlerini ve padişahları değerlendirirken dönemin şartlarını nasıl dikkate alıyorsanız, Cumhuriyetin ilk dönemlerini ve Atatürk'ü değerlendirirken de aynı hassasiyeti gözetip dönemin şartlarını dikkate almak gerekli.
Her dönem kendi şartlarında değerlendirilmeli işin özü, birileri işine gelince dönemin şartları diyip, işine gelmeyince aksini söylüyorsa olmaz.
 

EropaKING

Müdavim
Katılım
29 Temmuz 2009
Mesajlar
1,652
Reaksiyon puanı
17
Puanları
0

Öncelikle bu konuda hiçbir Üstatlığımın olmadığını belirteyim, [MENTION=328474]kgt1453[/MENTION] Hocam ... Bu bizim Ne haddimizdir, ne de boyumuzun ölçüsü yeter..

Herkesin kendi inancıyla paralel bir bakış açısı vardır. Bu yüzden bu tarz konularda kimse "TARAFSIZ" olarak yorum yapamayacaktır. Bunu da gayet normal karşılıyorum. Şahsım adına ben, OSMANLI ve OSMANLIYA ait ne var BaşTacı saydığımdan, Son Padişah Vahdeddin'in bu tarz karalamalarla adının kirletilmesinden üzüntü duyarım. Ama beni asıl üzen, Koskoca tarihimizin bazı konularının BELGELERLE ispatlar edilememesidir...

Birisi çıkıyor diyor ki haindi, öbürü çıkıyor diyor ki bütün parasını vatanını kurtarmak harcadı... Bir ALLAH'ın kulu da çıkıp demiyor ki, "Bunun Doğrusu da Budur" diye..

Ve bir grup hain ilan ederken, bir grupta [MENTION=74929]Korpe[/MENTION] 'nin dediği gibi O'nu vatansever olarak anıyor. (Bende [MENTION=74929]Korpe[/MENTION] ile aynı düşünce içindeyim) ... Siz buna ister sallamasyon deyin, ister uydurma... Ama varsa aksini kanıtlayan bir belgeniz ortaya çıkarın ve bizleri ALLAH Rızası için ikna edin. Edemiyorsanız da en azından düşüncelere saygı duyalım.

Hep söylüyorum, gene söyleyeceğim... Şu masonlar, ya da ittihatçılar ya da bunlar artık her ne haltsa, tarihimizden pis ellerini çekmedikleri sürece de böyle yalan yanlış tarihi efsanelerle birbirimize laf atıp duracağız...

inşAllah tartışmanın seviyesinin düşmediği bir ortamda konuşulur tüm bunlar.
Hepinize iyi forumlar.
 

Karargaht

Müdavim
Katılım
14 Kasım 2007
Mesajlar
9,235
Reaksiyon puanı
112
Puanları
63
Konunun üstadı olmadığım için birşey diyemeyeceğim. Ama herşeyin göründüğü gibi olmadığı da aşikar.
 

desperado64

Müdavim
Katılım
14 Ağustos 2008
Mesajlar
12,240
Reaksiyon puanı
104
Puanları
48
Öncelikle bu konuda hiçbir Üstatlığımın olmadığını belirteyim, @kgt1453 Hocam ... Bu bizim Ne haddimizdir, ne de boyumuzun ölçüsü yeter.

Aynen hocam katılıyorum. Burada ne biliyorsak, kitaplardan(belgeli olanlar) ne okuduysak ve ya tarihçilerden(belgeyle konuşanlardan) ne duyduysak ve birazda kendi yorumumuzla onu söylüyoruz. Sonuçta üstad değiliz.
 

|Ⓢєччαh|

Müdavim
Katılım
12 Mart 2011
Mesajlar
35,210
Reaksiyon puanı
10,323
Puanları
113
Nedense bu yazıya pek inanasım gelmedi. Çünkü Mustafa Armağan yazdığı kitaplarda bile başka tarihçilere ve gazeticilere sataşan bir adam (bknz Abdulhamid'in Kurtlarla Dansı - 2)

[MENTION=39204]desperado64[/MENTION], sevdiğim, beğendiğim ve takdir ettiğim arkadaşlarımızdan birisin.
seni asla kırmak istemem, yalnız burada kurduğun mantık bana çok ters geldi be abim.
başkalarına sataşan insanları ben de sevmem, ne ki onun bu vasfı yayınladığı tarihi bir belgeyi geçersiz kılar diye bir kanun olmaması lazım diye düşünüyorum.

Sultan Vahideddin Han tarihin en büyük mazlum ve mağdurlarından biridir ki, hikayesini okumaya yürek dayanmaz.
bu belge kesinlikle onun hayatı ve tarihin seyri konusunda mütenakız değildir.
yani hakka, hakikate uyan, gerçekleri en güzel yansıtan bir muhtevaya sahiptir diye düşünüyorum.
 
S

SDN Okuru

SDN Okuru
Onu Bunu bilmem da, koskoca imparatorluk nasil o hale dustu? Biri Bunu aciklasin. Kimse vatan haini degil, herkes cok muhterem degerli insanlar. Ortada bir yanlis olmasa bu durumlara gelinilmezdi. Asil uzucu olan kendini ideolojisine ters diye bir seyler basarmis insanlar karalama cabalaridir. Belge olsun olmasin kimin hain kimin olmadigi akli selim insanlar tarafindan anlasilabilinir. Ama tarih her haini yazmaz. Hain arayanlar tarih de Kimin adi geciyorsa birini secelim derdine dusebilirler. Osmanli da bazi yanlislar olmus, ihanetler yasanmis. Sonuc olarak imparatorluk cokmus. Bu konu uzun uzadiya tartisilir ama su an Osmanli yok artik. Elimizdekini bozmaya, calmaya calisanlardan nasil korunuz Onu bulmak lazim. Ataturk icimizdeki hainlerden bahsetmis. Dis dusmanlardan daha tehlikeli demis. Biraz gundemi takip edersek bu tehlikeli onemini arz edebiliriz.
 

desperado64

Müdavim
Katılım
14 Ağustos 2008
Mesajlar
12,240
Reaksiyon puanı
104
Puanları
48
@desperado64, sevdiğim, beğendiğim ve takdir ettiğim arkadaşlarımızdan birisin.
seni asla kırmak istemem, yalnız burada kurduğun mantık bana çok ters geldi be abim.
başkalarına sataşan insanları ben de sevmem, ne ki onun bu vasfı yayınladığı tarihi bir belgeyi geçersiz kılar diye bir kanun olmaması lazım diye düşünüyorum.

Sultan Vahideddin Han tarihin en büyük mazlum ve mağdurlarından biridir ki, hikayesini okumaya yürek dayanmaz.
bu belge kesinlikle onun hayatı ve tarihin seyri konusunda mütenakız değildir.
yani hakka, hakikate uyan, gerçekleri en güzel yansıtan bir muhtevaya sahiptir diye düşünüyorum.

Estağfurullah @|SeYYaH| abi hayatta alınmam. Eleştiriye açık bir adamımdır. Konudaki yazı belirtilen Derin Tarih dergisinde geçiyor. Ben de o nüshayı görmediğim için öyle yazdım. Neden öyle yazdığıma gelince Mustafa Armağın'ın şimdiye kadar 5 kitabını okudum ve kitaplarından sadece 3'ünde bir kaç belge vardı. Yalnız bu bir kaç belgeyi geçersiz mi?? sayıyorum tabiki de hayır. Lakin kitaplardaki anlatımı iyisiyle kötüsüyle bizim tarihimiz şeklinde değil. Anlatımında hep bir hesaplaşma bir şeyleri değiştirme tarzı var. Bu da bende acaba belgeleri kılıfına mı?? uydurupta yayınlıyor şeklinde bir karamsarlığa sebep oluyordu. Vel hasıl en son okuduğum kitabında (Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı - 2) Murat Bardakçı'ya sataşmaları var. (Kitapta Şahbaba - şu anda okumaktayım). Ve sonunda bu kitabı(Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı - 2) okuduktan sonra bu tarihçimize güvenim iyice düştü. Çünkü bu sataşmayı bir TV programında yapabilirsin, gazete ve dergide de yapabilirsin lakin hayatta, yazmış olduğun kitapta yapamazsın. Sonuçta okuyucu kitle o kitapları siz sataşmalar yapın diye almıyor.

Bu arada Mustafa Armağan'ın "Kazım Karabekir'in Gözüyle Yakın Tarihimiz İstiklal Savaşı'nın İçyüzü" ve "Kızıl Pençe" kitapları fevkalede güzel yazılmıştı.
 

kgt1453

Asistan
Katılım
7 Şubat 2013
Mesajlar
158
Reaksiyon puanı
4
Puanları
18
Estağfurullah @|SeYYaH| abi hayatta alınmam. Eleştiriye açık bir adamımdır. Konudaki yazı belirtilen Derin Tarih dergisinde geçiyor. Ben de o nüshayı görmediğim için öyle yazdım. Neden öyle yazdığıma gelince Mustafa Armağın'ın şimdiye kadar 5 kitabını okudum ve kitaplarından sadece 3'ünde bir kaç belge vardı. Yalnız bu bir kaç belgeyi geçersiz mi?? sayıyorum tabiki de hayır. Lakin kitaplardaki anlatımı iyisiyle kötüsüyle bizim tarihimiz şeklinde değil. Anlatımında hep bir hesaplaşma bir şeyleri değiştirme tarzı var. Bu da bende acaba belgeleri kılıfına mı?? uydurupta yayınlıyor şeklinde bir karamsarlığa sebep oluyordu. Vel hasıl en son okuduğum kitabında (Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı - 2) Murat Bardakçı'ya sataşmaları var. (Kitapta Şahbaba - şu anda okumaktayım). Ve sonunda bu kitabı(Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı - 2) okuduktan sonra bu tarihçimize güvenim iyice düştü. Çünkü bu sataşmayı bir TV programında yapabilirsin, gazete ve dergide de yapabilirsin lakin hayatta, yazmış olduğun kitapta yapamazsın. Sonuçta okuyucu kitle o kitapları siz sataşmalar yapın diye almıyor.

Bu arada Mustafa Armağan'ın "Kazım Karabekir'in Gözüyle Yakın Tarihimiz İstiklal Savaşı'nın İçyüzü" ve "Kızıl Pençe" kitapları fevkalede güzel yazılmıştı.

Arkadaşlar bir bilgi eklemeyi unuttum. Aslında unuttum değilde kaynakta var ama kaynaga ulaşamayan arkadaşlar için söyleyim;

Bu yazının asıl kaynağı Kadir MISIROĞLU beydir. M.Arnağan yazıyı sadekestirmistir sadece..

Konuya katılan herkese teşekkur ediyorum.
 

mustang

Müdavim
Katılım
30 Ekim 2008
Mesajlar
8,663
Reaksiyon puanı
34
Puanları
48
[MENTION=328474]kgt1453[/MENTION] Estağfurullah.Bi konularda bir üstadlığımız yok.Lakin Osmanlının Hiç bir Sultanının böyle gaflet,delalet hatta hiyanet içerisinde olduklarına hiç inanmadım.İnanmamda.Seyyah Hocamın dediği Vahdettin Han bu durumda en mağdur olan Osmanlı Padişahıdırda aynı zamanda.Kurtuluş Savaşınada bizzat kendi cebinden paara vererek destekde olmuşlardır.Ben şunuda hiç anlamadım.Hilafet kaldırılmış Bu Millete geçmişini unut denmiş.Halifelikden vazgeçilmiş İslam dünyası üzerindeki etkiniz sıfırlanmış.Yetmemiş Tüm Hanedanı yurt dışına sürmüşüz.Harf kanunu ile Bir gecede Alimler Cahil olmuş.Diğer Ülkelerin hiçbiri ecdadına ve geçmişine bu jadar hain olmamıştır.Bakınız diğer Ülkelerin çoğunda Eski Kral hanedanları sembolik bile olsa hala durur.Ben dediğim gibi hiç Padişahın bu VATANA vede HALKINA Hiyanet ettiğine inannıyorum.
 
S

SDN Okuru

SDN Okuru
Alimler bir gecede cahil olmaz. Harf inkilabi yanlis olsaydi, su an Turkiye oldugu seviyeye bile olamazdi. Bir de Kim demis millete gecmisini unut? Hangi islam ulkeleri uzerinden etkimiz sifirlanmis? Tarihimize saygisizlik etmenin bir manasi yok. Osmanli nin hukmu kalmis olsaydi, bu islam ulkeleri bize karsi ayaklanmazdi. Bizim yanimizda yer alip da bize destek olan islam ulkeleri su an fakirlikten, kimlere kolelik ediyor haberiniz var mi? Bu ulkeleri hepsini gezdim, gordum ki, bu fakirlikten ulkeleri hala Turkiye ye saygisizlik duyuyor. Lakin, simdi zenginlesmis olanlar yaptiklari ihanetin sefasini suruyorlar.
 

Elbruz46

Müdavim
Katılım
22 Şubat 2008
Mesajlar
11,931
Reaksiyon puanı
1,338
Puanları
113
Harf inkilabi yanlis olsaydi, su an Turkiye oldugu seviyeye bile olamazdi.

Körü körüne bir fikri savunmak bağnazlıktır!

Japonya, Çin, Rusya, Güney Kore, Sudi Arabistan, Yunanistan kalbur üstü bu ülkelerin hangisi latin harfleri kullanıyor?

Şu an teknoloji denilince zirvede Japonya ve Güney Kore var... Kullandıkları yerel alfabeler gelişimlerine engel mi oldu?

Çin ve Rusya ABD'nin hemen arkasından dünyaya hükmeden iki süper güç devlet... Kullandıkları alfabe süper güç olmalarına bir sıkıntı yarattı mı?


Alfabe bir araçtır o kadar...

Sen Latin Harflerine geçince, İngilizceyi, Fransızcayı, Almancayı, İspanyolcayı anlayabiliyor musun?
Anlamak bir yana doğru dürüst okuyamıyorsun bile!

Eee Latin harflerinin sana ne faydası oldu?

Ya da Latin alfabesini kullanan ülkeler Türkçeyi okuyup yazıp anlamaya mı başladılar?


Ben Latin alfabesine karşı değilim.

Arap alfabesinden latin alfabesine geçiş olabilir.

Ama bu bir gecede dayatılarak, topluma geçmiş dev bir mirasını unutturarak olmaz!
 
S

SDN Okuru

SDN Okuru
Yunanistan in hali ortada. Suudi Arabistan in neresi kalbur ustu? Petrol olmasa ne yaparlardi acaba? Dahasi Pakistan basta olmak uzere bircok fakir musluman ulkelerden getirdikleri iscileri yok pahasina calistirip, hepsini daracik odalarda beraber yatiriyorlar. Neyse bu baska bir konu.

Verdiginiz diger orneklere bir bakin ve dusunun. Cin su an gelismekte olan bir toplum ve orada da yavas yavas degisimler olmaktadir. Ha bir gecede olmaz, cunku ulke isgal altinda degil, Savas yok. Bir cok yabanci firma buraya fabrikalarini kuruyor ve yatirim yapiyor. Dildeki zorluklar yavasca asiliyor. Yalniz bu ulkede hukumet kati bir rejim uyguluyor. Su an insanlar bu rejimi kabullenip hizmet ettikleri icin ilerleme katediliyor. Aynisini Turkiye de uygulamamiz imkansiz. Zaten yaptikleri zulum de ama etkili mi etkili ulke gelisimine. Bulunduklari konum itibariyle zaten egemen toplumlardan biri. Dolaysiyla orada onlarin etkisi var.

Misal teknolojinin zirvesindeki Japonlar yaziyi onlardan aldi. Yaziyi almadan once sadece kadinlarin kullandigi hiragana alfabesi vardi. Lakin, Cin ile olan munasebetlerinde yardimci olmasi vasitasiyla yazi dilini de benimsediler. Iki dil birbirinden cok farkli ama Cince ya da Japonca okuyabiliyorsaniz. Her iki ulkede de okuma da sikinti yasamazsiniz.

Rusya da Cin den farksiz kati bir rejim var ve tercih sansiniz yok. Kabul edersiniz ya da edersiniz. Ulkenin parcalanmasina ve uzun bir sure kendini toparlayamamasinin sebebi budur. Ayrica dunyaya hakim olmak isteyen toplumlar kendi dillerini dayatmak isterler. Rusya da bu mantalite hakim.

Gelelim Turkiye ye. Okuma yazma orani cok mu yuksekti ki, bu alfabe degisikligi cok yanlis oldu? Zaten o gunun sartlarinda egitim cok da gelismis degildi. Turkiye konum itibariyle cok onemli bir yerde. Mantalite olarak degisik bir yapiya sahip. Latin alfabesi buyuk bir sans Turkiye icin. Cunku alfabesi farkli bu ulkeler Ingilizce basta olmak uzere cogu dili anlamakta gucluk cekiyorlar.

Dogru dil bir aractir. Su an 7 dil biliyorsam, bunun sebeplerinden biri de latin alfabesine asina olmam. Asya ve orta dogu toplumlari icin bati dilleri bir handikap. ogrenmesi zor. Eger alfabeye de yabanciysaniz, gramer yapisi yuzunden bu dilleri ogrenmek daha da zorlasiyor. Gunumuzde, Ingilizce gerekli. Maalesef bilgiye ulasmanin yollarindan biri dil bilmek.

Yazdigin bircok yaziyi okudum ve cogunda dogru seyler yaziyorsun ama bu konuda haksizsin. Artik dunyaya hukmetme durumumuz yok. Dolaysiyla onlarin neyi dogru yaptigini, neyi yanlis yaptiklarini anlamamiz lazim. Eger ben Ingilizce, Almanca, Portekizce, Romence ogrenebildiysem herkes ogrenebilir. Insanlara aptal muamelesi yapmanin bir anlami yok. Bu dilleri bilmek alfabe degisikligiyle olmuyor. Aynisi Turkce icin de gecerli. Egitim ile oluyor.

Gecmis dev mirasimizi unutmak ya da unutturmak kimsenin haddine degildir. Bunu yapabilecek guc de yoktur. Lakin biz bildiklerimizi insanlara aktarabilelim. Bir gun gelir, Turk devleti olarak tekrar soz sahibi olabiliriz. Gezdigim bircok ulkede buna inananlar hala var. Turkiye ye saygi duyuyorlar. Okulda gorduleri tarih de farkli seyler olsa da, Turkiye eski gucunun yarisina ulassa arkasina alacagi devlet sayisi yadsinamayacak kadar cok.

Bir de farkli dusuncelere iyi kulak verip yorumlamamiz gerekir. hemen bir ofke, karsi cikma. sen yanlis biliyorsun tavri hakim. bu tavirla yaklasinca karsi taraf da ayni psikololojiye giriyor. Dolaysiyla tartisma icinden cikmaz bir hal aliyor.

Oyle bir ortam var ki, cumhuriyetciler ve osmanlicilar gibi bir hava hakim. Osmanli nin ihtisimani tartismak yersiz ve sacmadir. Ama su an bulundugumuz ulkenin durumunu anlamaliyiz. Bizi ileriye goturecek olan sistem degil, insanlardir. Biz inanip cabalamazsak kimse bize yardimci olmaz.
 

Elbruz46

Müdavim
Katılım
22 Şubat 2008
Mesajlar
11,931
Reaksiyon puanı
1,338
Puanları
113
Ben latin alfabesine karşı değilim. Arap alfabesinin de hayranı değilim.
Benim için alfabenin bir ideolojisi, bir kutsiyeti olmaz.
Sonuçta dildeki sesleri yazıya dökmeye yarayan sembollerdir o kadar.

Elbette her alfabe her dile uymaz. Her dildeki ses sayısı aynı değil. En güzeli dilin tüm seslerini rahatlıkla yansıtabilen alfabenin o dilde kullanılmasıdır.

Uluslararası Ses Alfabesi vardır. Tüm dillerdeki sesleri yansıtan 107 harf ve 52 aksandan oluşur. Türkçe için 29 harf yetiyor ama her dil için bu geçerli değil. Türkçe'de yer almayan 78 ses daha var diğer dillerde olan.

Hal böyle olunca bir dil için onun ses yapısını karşılayacak en uygun alfabenin seçilmesi o halk için en faydalı olandır.

Ülkemizdeki Latin-Arap alfabesi konusuna gelince.

Bu ülke yüzlerce yıl Arap alfabesini kullandı. Nedense bir kesim içinde "Arap" kelimesi bile huzursuzluk yaratıyor. Adam "Arap" kelimesine takıldığı için alfabe konusunu tartışamıyor bile... Bu yüzden eski dil tabirini kullanacağım.

Neyse bu yüzlerce yıl eski dili kullandığımız dönemde bir kültürel miras oluşturduk, bir arşiv oluşturduk, Eski dilde yazılmış kitap sayısını tam olarak bilemiyoruz bile.

Şimdi Latin alfabesine geçince bunların hepsi bir anda "yabancı bir dildeki" okunmaz, anlaşılmaz eserler haline geldi.

Ben diyorum ki keşke bu geçiş bir anda olmasaydı. Eğitim dili, resmi dil olarak Latin alfabesi kullanılsaydı bunun yanında özellikle edebiyat derslerinde eski dil öğrencilere öğretilebilseydi.
Bir ülkede halkın iki alfabeyi de okuyup yazabilmesinde ne tür bir sakınca olabilirdi ki?

Televizyonlarda, gazetelerde, tabelalarda, görünür her yerde, resmi yazışmalarda Latin alfabesi kullanılsaydı sadece okulda bir ders olarak insanlara eski dil de öğretilseydi bu hiç bir şekilde kötü olmazdı.

Üzerinden bunca yıl geçmiş olmasına rağmen hala bu tartışmaları da yapıyor olmazdık.

Ben o kutsiyetçilerden değilim.
Osmanlı hayranı olduğum için körü körüne Arap alfabesini ya da Kemalist olduğum için Latin alfabesini aynı şekilde savunacak biri değilim.
 

mustang

Müdavim
Katılım
30 Ekim 2008
Mesajlar
8,663
Reaksiyon puanı
34
Puanları
48
Alimler bir gecede cahil olmaz. Harf inkilabi yanlis olsaydi, su an Turkiye oldugu seviyeye bile olamazdi. Bir de Kim demis millete gecmisini unut? Hangi islam ulkeleri uzerinden etkimiz sifirlanmis? Tarihimize saygisizlik etmenin bir manasi yok. Osmanli nin hukmu kalmis olsaydi, bu islam ulkeleri bize karsi ayaklanmazdi. Bizim yanimizda yer alip da bize destek olan islam ulkeleri su an fakirlikten, kimlere kolelik ediyor haberiniz var mi? Bu ulkeleri hepsini gezdim, gordum ki, bu fakirlikten ulkeleri hala Turkiye ye saygisizlik duyuyor. Lakin, simdi zenginlesmis olanlar yaptiklari ihanetin sefasini suruyorlar.
Olur Canım olur Sayın SDN Okuru.
O zamanlar Kimin Haberi vardı Latin Alfabesinden.
Sırf Saltanatı kaldırmak için Osmanlı Gibi bir Cihan Devletinin Kökü kazınsın diye Hilafetten vazgeçildi,Harf Devrimi yapıldı.
Hadi Hilafetin kaldırılmasında acele etmenizi bir nebze anlarım .Lakin Birden Latin Harflerine geçmek Ne ile açıklanabilir?
Koca İmparatorluğun Sen birden bire mirasını yok edeceğim diye,yine söylüyorum Bir Gecede Millet Cahil oluverdi.
Şimdi Düşün,Şu anda Latin Alfabesinden birden Arap Alfabesine geçiyoruz dedik.
Eee sonuçta Ne Olur?
Millet Birden bire Cahil Olmaz mı?
Bunu Madem yapacaksınız,bu işi zamana yayarsınız olur biterdi.
Hilafeti kaldırmaktaki amaç ne idi? Sizin bu konularda epey Bilginiz vardır.
Anlatıverin de bilelim.
 

tambjk

Müdavim
Katılım
10 Mayıs 2011
Mesajlar
3,263
Reaksiyon puanı
16
Puanları
38
@kgt1453 Estağfurullah.Bi konularda bir üstadlığımız yok.Lakin Osmanlının Hiç bir Sultanının böyle gaflet,delalet hatta hiyanet içerisinde olduklarına hiç inanmadım.İnanmamda.Seyyah Hocamın dediği Vahdettin Han bu durumda en mağdur olan Osmanlı Padişahıdırda aynı zamanda.Kurtuluş Savaşınada bizzat kendi cebinden paara vererek destekde olmuşlardır.Ben şunuda hiç anlamadım.Hilafet kaldırılmış Bu Millete geçmişini unut denmiş.Halifelikden vazgeçilmiş İslam dünyası üzerindeki etkiniz sıfırlanmış.Yetmemiş Tüm Hanedanı yurt dışına sürmüşüz.Harf kanunu ile Bir gecede Alimler Cahil olmuş.Diğer Ülkelerin hiçbiri ecdadına ve geçmişine bu jadar hain olmamıştır.Bakınız diğer Ülkelerin çoğunda Eski Kral hanedanları sembolik bile olsa hala durur.Ben dediğim gibi hiç Padişahın bu VATANA vede HALKINA Hiyanet ettiğine inannıyorum.

"Diğer Ülkelerin hiçbiri ecdadına ve geçmişine bu jadar hain olmamıştır."

Hiçbir millet de savaşlardan bitap düşüp herköşesi işgal edilmiş, orduları dağıtılmış, yöneticileri kukla olmuş bir devleti, büyük bir yokluk, açlık, sefalet içerisinde örgütleyip, kurtuluş savaşıyla geri kazanan kahramanlarıına ve kurucusuna hain diyecek kadar nankör olmamıştır.

Vahdedettin kendi cebinden para vermişmişimiş, birileri kurtuluş davasına hayatını adayıp cephelerde savaşıp canlarını verirken, gazi olurken, çökmüş bir imparatorluğu küllerinden inşa etmeye çalışırken çıkmış birde 3 kuruşun muhabbetini yapıyorsunuz. Kurtuluş savaşında halk ve askerler yiyecek yemek, giyecek elbise ve ayakkabı bulamazken, halk bu savaş uğruna yemek yiyeceği geçtim evlatlarını feda ederken hala Vahdettinin altınlarından bahsetmek ayıptır. Zatem bu millet aldığı 3 kuruş borcun karşılığını cumhuriyet döneminde saltanatın borçlarını devralarak fazlasıyla ödedi merak etmeyin.

Bıktık şu mağdur edebiyatından, millet yok olmanın eşiğinden dönmüş, 100binlerce canlar verilmiş, kanlar aktılmış, açlık yoksulluk çekillmiş siz hala Vahdettinin mağduriyetinin hesabını yapıyorsunuz. Nasıl bir mağduriyettir bu açıklayın bana, odasında oturup çaresizce eli kolu bağlı oturup, direniş başlatacak cesareti, kudreti, inancı taşımıyorken, taşın altına elini bile sokmuyorken neyin mağduriyeti. Dedeleri istanbulu nasıl fethettiğini, birde Vahdettin şehrin anahtarını nasıl teslim ettiğini gözünüzün önüne getirin yeterli olacaktır, atalarının kemiklerini sızlatmıştır.

UYANIN RÜYANINZDAN ARTIK!
 
S

SDN Okuru

SDN Okuru
Iste asil konu, tartilmasi gereken husu budur. Alfabe bir aractir. Turkiye konum itibariyle halen bir guctur. Komsu ulkelerde olup biteni anlamasi ve dahasi gecmis eserlerin korunup su an anlasilabilir sekilde tercume edilmesi gerekir. Yanlis buradadir. Maalesef ulkemizde batili ulkeler gibi bu konun uzerine pek dusulmuyor. Okullarda ogretilmesi gereken, en azindan secmeli olarak bu komsu dilleri olmali. Yunanca, Arapca, Gurcuce... Lakin egitim seviyesi halen buna musait degil. Maalesef istenilen seviyeye gelemiyor olmamizin sebeplerinden biri de bu. Istediginiz egitimi almaniz cok zor.

Bu sebeple, latin alfabesi Turkiye icin iyi bir secenekdi. Cunku en azindan istendikten sonra bu latin kokenli dilleri kendi basimiza ogrenmek daha kolay bir hale geldi. Ozellikle hala cogu insanin yeterli seviyede Ingilizce bilmedigi bir ulkede sadece Arapca-Farsca alfabesine bagli kalinsaydi maalesef bu oran daha da az kalacakti. Rusya, Japonya gibi ulkelerin sikintilarindan biri budur. Sonucta ne kadar buyuk devlet de olsalar, ozellikle bireyler icin Ingilizce bilgiye ulasimda buyuk kolaylik sagliyor.

Simdi yanlislik nerede? Bu dilleri yok etmeye calismak, ogrenilmesini engellemek dupeduz densizliktir. Araplarin tarihte yaptiklarindan haz almiyor olabiliriz ama isteyenin bu dili hakkiyla ogrenebilme sansi olmali. Bunun sebebi kisisel ozgurlukten ziyade, tarihimizden ve bulundugumuz konumdan gelmektedir. Turkiye belki en sansli ulkelerdendir konum olarak, farkli kulturleri icermesi acisindan dil ogrenimi diger milletlere nazaran daha kolaydir. Latin alfabe kullanimi ile bati dillerine asinaligimiz oldugu gibi, tarihimiz yuzunden Arapca ve Farsca ya asinayiz. Ama yeterli olanagimiz var mi, egitim durumu nasil, yeterli kalitede egitmenler var mi? Bu konular tartisma konusu olabilir.

Sonuc olarak hicbir kulturu, ozellikle tarihimizi ilgilendiren dislamamiz, yok saymamiz kabul edilir bir sey degil. Benim zamaninmda maalesef egitim seviyesi yabanci dil acisindan cok da elverisli degildi. Ancak ozel okullara giden iyi bir egitim alabiliyordu. Acikcasi egitim sisteminde bu eksikligin goz ardi edilmesi kabul edilir bir sey degil.

Onemli bir nokta ise, Osmanli hayrani ya da Kemalist gibi ayrim yapanin hainden farki yoktur. Osmanli tarihin onemli bir parcasidir ve bugunku kimligimize sahip olmamizin bir sebebidir. Su an o devir bitmistir, her devrin bitecegi gibi. Ayni sekilde Kemalizm lafinin arkasina siginip tartisma cikarmaya calisanlar bu ulkenin gelismesini istemeyenlerdir. Nasilsa Ataturk artik yok, onun adina atip tutmak kolay.

Gecmis ile ilgili cok seyi tartisabiliriz. Yanlislari konusabiliriz ama onemli olan gelecegi nasil sekillendirecegimizdir. Latin alfabesine gecis ani olmustur. O anin sartlarinda belki de ancak o sekilde oldu. Belki farkli olabilir di, ya da olamazdi. Bunu artik degistiremeyiz. Ama bundan sonrasini degistirebiliriz. Su an olanaklar cok sukur ki, daha fazla. Tarihi yok saymanin, batili ozentisi olmanin ya da Arap hayranligi sadece bize zarar verir. Cevremizdeki ulkeleri ve bu dunyada soz sahibi olmus olanlarin neyin dogru neyi yanlis yaptigini anlarsak, onlardan bir adim oteye gecebiliriz. Bunun tek yolu da, her anlam da bagnazligi birakip her seyi dogru sekliyle anlamaya calismaliyiz.

Spor sayfasina baktigimda insanlarin forma ugruna nasil birbirlerini yediklerini gorunce ki, acikcasi hic beklemedigim bazi arkadaslari da bu tutum icerisinde gordum, cok uzuldum. Bakis acimizi bu sekilde daraltmamaliyiz, uzerimizdeki formalari cikarmaliyiz. Bunlar sadece zarar getirir. Bir seyi savunuyorsak, bu dogru oldugu icin olmali. Bir seyi yeriyorsak yanlis oldugu icin olmali.

Eger bir yerlere gelmek ve tekrar dunya arenasinda soz sahibi olmak istiyorsak, bu tartismalari birakip eksik yonlerimizi gelistirmeliyiz. Hem bireysel hem de devlet anlaminda.
 

C.A.

Asistan
Katılım
4 Nisan 2013
Mesajlar
263
Reaksiyon puanı
3
Puanları
18
vahdettin para mı vermiş? ahaha çok güldüm geçenlerde edirnede bir kanser hastası bakan'a derdini anlatıp "ilacımız yok ilaç bulamıyoruz" dediğinde bakanda çıkarıp para vermişti. kıssadan hisse

türk ulusu dilenci mi ki para verilsin. Para verilince dertler bitiyor mu?
 

Korpe

Müdavim
Katılım
2 Ağustos 2009
Mesajlar
10,169
Reaksiyon puanı
16
Puanları
0
vahdettin para mı vermiş? ahaha çok güldüm geçenlerde edirnede bir kanser hastası bakan'a derdini anlatıp "ilacımız yok ilaç bulamıyoruz" dediğinde bakanda çıkarıp para vermişti. kıssadan hisse

türk ulusu dilenci mi ki para verilsin. Para verilince dertler bitiyor mu?

Ne alaka ne traş ? Ayrıca TÜRK yazarken biraz daha dikkatli davran

- - - Mesaj Güncellendi - - -

"Diğer Ülkelerin hiçbiri ecdadına ve geçmişine bu jadar hain olmamıştır."

Hiçbir millet de savaşlardan bitap düşüp herköşesi işgal edilmiş, orduları dağıtılmış, yöneticileri kukla olmuş bir devleti, büyük bir yokluk, açlık, sefalet içerisinde örgütleyip, kurtuluş savaşıyla geri kazanan kahramanlarıına ve kurucusuna hain diyecek kadar nankör olmamıştır.

Vahdedettin kendi cebinden para vermişmişimiş, birileri kurtuluş davasına hayatını adayıp cephelerde savaşıp canlarını verirken, gazi olurken, çökmüş bir imparatorluğu küllerinden inşa etmeye çalışırken çıkmış birde 3 kuruşun muhabbetini yapıyorsunuz. Kurtuluş savaşında halk ve askerler yiyecek yemek, giyecek elbise ve ayakkabı bulamazken, halk bu savaş uğruna yemek yiyeceği geçtim evlatlarını feda ederken hala Vahdettinin altınlarından bahsetmek ayıptır. Zatem bu millet aldığı 3 kuruş borcun karşılığını cumhuriyet döneminde saltanatın borçlarını devralarak fazlasıyla ödedi merak etmeyin.

Bıktık şu mağdur edebiyatından, millet yok olmanın eşiğinden dönmüş, 100binlerce canlar verilmiş, kanlar aktılmış, açlık yoksulluk çekillmiş siz hala Vahdettinin mağduriyetinin hesabını yapıyorsunuz. Nasıl bir mağduriyettir bu açıklayın bana, odasında oturup çaresizce eli kolu bağlı oturup, direniş başlatacak cesareti, kudreti, inancı taşımıyorken, taşın altına elini bile sokmuyorken neyin mağduriyeti. Dedeleri istanbulu nasıl fethettiğini, birde Vahdettin şehrin anahtarını nasıl teslim ettiğini gözünüzün önüne getirin yeterli olacaktır, atalarının kemiklerini sızlatmıştır.

UYANIN RÜYANINZDAN ARTIK!

Osmanlı savaşma dan elini kolunu sallamadan Müslüman evlatlari ölmeden zaten kazanıldı o kadar toprak değilmi?

Ayrica Osmanlı zamanın da olan biten o kadar şey varki siralamak la bitmez adeta çartipitiyorsunuz

Kimin ne rüyasi da gördüğü belli.
 

mustang

Müdavim
Katılım
30 Ekim 2008
Mesajlar
8,663
Reaksiyon puanı
34
Puanları
48
Geçmişini bilmeyenin geleceği olmazmış [MENTION=142972]tambjk[/MENTION]
Sen Ecdadını Hainlikle suçlarsın ama Kendi Ecdadını...
Ama Ben Ecdadımdan Adım gibi Eminim.
Vahdettin Han Kesinlikle Vatan Haini değildir...
Öyle olsa idi O Kurtuluş Savaşı Başlamayacaktı belkide.
Bizlere İlkokulda iken Hep şu Öğretildi.
Bir Gece Mustafa Kemal Atatürk O yokluk içinde Bulunan Bandırma vapuruna binmiş,Hemde Pusulası bile yokmuş,Sahilden sahilden giderek Samsun'a ulaşmış...
Mustafa Kemal oradakileri örğütleyerek Kurtuluş Savaşı Başlamış...
Sonradan daha bağımsız kaynaklardan öğrendiğimize göre O bandırma Vapuru o zamanlar Osmanlı 'nın Elindeki en modern vapur.Ve parasıda Bizzat Vahdettin Han tarafından veriliyor.
Hani O Hain Dediğiniz Osmanlı Padişahı Vahdettin...
O zamanlar Atatürk ile Yola Çıkan Bir çok Komutan Savaşdan sonra neden Tukaka ilan edildi.
Mağdur Edebiyatı yaptığımız yok, Sadece yapmak istediğimiz Kurtuluş Savaşımızın kazanılmasında başlamasında Emeği geçmiş Bir sürü Devlet Büyüğü ve Vatan evladının Hain İlan edilmesine itirazımız.
Sırf iki başlılık olmaması adına Hanedan ailesinin Yurtdışına sürülmesine ne diyeceksiniz?
Bu gün en basitinden, ingilizlerin bile sembolikde olsa karliyet ailesi hala duruyor.
Neden?
Adamlar kirli bile olsa geçmişine sahip çıkıyor?
Biz Niye çıkmıyoruz?
600 senelik Osman Oğulları bu kadar Gaflet ve Delalet içinde olsa idi şu anda TÜRK MİLLETİ Olurmuydu?
Bu Kin nasıl oluştu onlara karşı?
Bzi diyoruz ki tarihimiz Okuyalım,Her şeyi tartışalım,MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN Bile hala bilinmeyen yönleri var,Bunalarıda öğrenelim.
Bunları yapmakla Korkmayın Saltanat tekrar geri gelmez.
Bunuda İsteyen dileyen yok.
Ben Geçmişimle Gurur Duyuyorum.
Çocuklarımıda bu Düstur Üzere yetiştirmeye çalışıyorum,ATATÜRKÜN Ne Büyük Bir Kumandan ve Dahi Olduğunu onlara söylüyorum.
Osmanlı Padişahlarınında Bizim Atalarımız Olduğunu,Osmanlının neden ve nasıl yıkıldığını gerçekleriyle anlatıyorum.
Yani diyeceğim Tarihini Geçmişini Karalamak,Unutmaya Unutturulmaya çalışmak Bizlere Bir şey Katmaz.
 
Üst