HÂCE ABDÜLHÂLIK GUCDÜVÂNÎ (Kaddesellâhu Sirruh)altın silsile 10. halka

Bu konuyu okuyanlar

dergah yolu

Asistan
Katılım
10 Şubat 2009
Mesajlar
216
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
HÂCE ABDÜLHÂLIK GUCDÜVÂNÎ (Kaddesellâhu Sirruh)

Abdülhâlık Gucdüvânî hazretleri uzun boylu, beyaz tenliydi. Güzel yüzlü olup, kaşları gür ve çatıktı. Göğsü enli ve genişti. Babası Abdülcemil Efendi, dört mezheb imamından biri olan İmâm-ı Malik hazretlerinin neslinden olup Malatya’lıydı. Âlim ve ârif bir zat olan Abdülcemil Efendi, zâhirî ve Batınî ilimlerde çok ilerlemişti. Yaşadığı yerde maddî, mânevî müşkülü olanların kendisine baş vurduğu bir kapıydı. Ayrıca Hızır (Aleyhisselâm) ile kardeşlik kurmuştu, Onunla görüşüp sohbet ederlerdi. Abdülcemil Efendi daha sonra oğlu Abdülhâlık Gucdüvânî henüz ana rahminde iken Malatya’dan göç edip, çoluk-çocuğunu da yanına alarak, Maverâünnehr’e hicret etmiş, Buhârâ yakınlarındaki Gucdüvan’a yerleşmişti. Oğlu Abdülhâlık’da burada doğdu. Bu yüzden doğduğu yere nisbetle Gucdûvanî diye meşhur olmuştur. Hâce Abdülhâlık hazretlerinin annesi ise sultan kızlarından olup, soylu ve asil bir sülâledendir.
Abdülhâlık Gucdüvânî hazretleri henüz doğmadan önce, babası bir gün yine Hızır (Aleyhisselam) ile sohbet ediyorlardı ki Hızır (Aleyhisselam) Ona şu müjdeyi verdi:
- Senin sâlihlerden bir oğlun olacak, onun ismini “Abdülhâlık” koyarsın.
Çok geçmeden Hızır (Aleyhisselâm)’ın buyurduğu gibi oldu ve bir erkek evlâdı dünyaya geldi. Onun ismini Abdülhâlık koydu.
Çocukluğunu doğduğu yerde geçiren Abdülhâlık Gucdûvanî hazretleri, beş yaşlarına geldiğinde ilim öğrenmesi için Buhâra’ya gönderildi ve orada Buhâra’nın ekâbir ulemâsından Allâme Sadreddin hazretlerinin talebesi oldu.
Ondan Kur’an-ı Kerim ve Tefsir öğrenmeye başladı. Fıtraten engin bir gönle, mânevîyata yatkın bir kalbe sahipti. Zâhirî ilimleri tahsil edip kemâle erdikten sonra, riyâzat ve mücâhede yoluna meyletti. Nitekim şöyle anlatılır:
Abdülhâlık Gucdûvanî hazretleri talebelik dönemlerinde, tefsir dersi yaparlarken: “Rabbinize tazarru ile ve gizlice duâ ediniz. Çünkü o haddi aşanları sevmez.” (A’raf: 55) meâlindeki âyet-i kerimeye gelince, hocası Allâme Sadreddin hazretlerine sordu:
- Hocam, âyet-i kerimede geçen ‘Hufye’nin hakîkati ve zikri hafî nasıl olur? Eğer insan zikir ve duâyı açıktan, lisan ile (cehrî) yaparsa bunu insanlar görür ve bu gizli olmaz. Bunda riyâ (gösteriş) korkusu vardır. Araya riyâ girince de hakkıyla zikir ve duâ edilmemiş olur.
Şayet hafî (gizli) zikir ve duâ ederse; o zaman da “Şeytan insanoğlunun damarlarında kan gibi dolaşır.”
Hadîs-i Şerîfinde buyrulduğu üzere, şeytan kanda cereyan ettiğinden zikre ve duâya vâkıf olur. Öyleyse insanın zikir sırasında başkaları tarafından görülmemesinin ve şeytan tarafından sezilmemesinin yolu nedir?
Allâme Sadreddîn hazretleri, bu yaştaki bir çocuğun bu anlayışına ve böyle bir suâl sormasına hayran kaldı ve: - Oğlum! bu sorunun cevabı ledün ilmiyle verilir. Bu ise ancak Allah’ın velî kullarına has bir ilimdir. Allâh-u Teâlâ dilerse bu ilimleri öğretebilecek ehlûllahtan bir zata seni eriştirir ve gizli zikri öğretir, böylece müşkilin hâllolur, buyurdu.
Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri verilen bu müjde ve işaret üzerine, daha o zamanlardan bu büyük zâtı beklemeye başladı. Bu hal ve düşünceler O’nun genç ve dinç dimağını devamlı meşgul ederken, bir gün Hızır (Aleyhisselâm) zuhûr edip yanına geldi. O’na Mevlâ’yı gizli ve açık (hafî ve cehrî) olarak zikretme yollarını öğretti ve zikri hafîden icâzet verip “Vukûf-u Adedî”yi kendilerine telkin etti.
Hızır (Aleyhisselâm), Abdülhâlık Gucdüvânî’yi evlatlığa kabul buyurdu ve “Nefy-ü İspat” tarîkıyla zikretmeyi ona talim etti. Buna da nefes hapsi ile, başı havuza daldırmak suretiyle kalpten “Lâ ilâhe illallah” demekle başladı. Bundan sonra Abdülhâlık Gucdüvânî hazretleri onu kendisi için bir ders bilip işe girmiş ve o yoldan gönül açıklığı bulmuştur.
Abdulhâlık Gucdûvanî hazretleri’nin asıl mürşidi Yusuf Hemedânî hazretleridir. Ancak Hemedânî’yi bulması da Hızır (Aleyhisselam)’ın delaletiyle olmuştur. Bir ara Gavs-ı Rabbânî Yusuf Hemedânî hazretleri Buhâra’ya geldi. Abdulhâlık Gucdüvânî onun hizmetine girdi ve bu hizmette bir süre kaldı. Bu hususta kendileri şöyle anlatır: “On iki yaşında idim. Hızır (Aleyhisselâm) bana Yûsuf Hemedânî hazretlerinden ilim öğrenmemi tavsiye buyurdular. Bu sırada onun Buhârâ’ya geldiğini işiterek derhâl yanına gittim ve hizmetine girdim. Horasana dönünceye kadar yanında kaldım. Ondan pek çok istifâdelere kavuştum.”
Denilir ki: Hızır (Aleyhisselam) Onun ders pîri idi. Yusuf Hemedânî ise sohbet ve hırka pîri…
Böylece, Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in, Sevr mağarasında Hz. Ebu Bekir (Radıyallahü Anh)’a öğrettiği bu zikir tarzı, Abdulhâlık Gucdûvanî ile daha bir önem kazandı. Ve Hace Abdulhâlık Gucdûvanî hazretleri’nin “Üveysî” üslupla müridi olan Şâh-ı Nakşbend hazretlerinde ise, yerini iyice sağlamlaştırmış olacaktı.
Abdulhâlık Gucdüvânî hazretleri hâlini insanlardan gizli tutardı. Ağır nefis terbiyesi ve çeşitli mücâhede hallerini hiç kimseye sezdirmezdi. Hele onun Hızır (Aleyhisselâm) ile ulaştığı mânevî ilim tahsîline hiç kimse vâkıf olamazdı. Abdulhâlık Gucdüvânî hazretleri gerek Hızır (Aleyhisselâm), gerekse büyük İslâm âlimlerinin tahsil ve terbiyesi altında yetişip akranlarının önüne geçti ve zamanın bir tanesi oldu. Mevlâ Teâlâ’nın indinde duâsı makbul kimselerden idi. İnsanlar ve cinler dünyanın dört bir yanından kâfileler halinde ondan istifade etmek, duâsına mazhar olmak için sohbetlerine gelirlerdi.
Rivâyet edilir ki:
Bir gün Abdulhâlık Gucdüvânî hazretlerinin huzûruna uzak yerden bir misâfir gelmişti. Onlar sohbet ederlerken, yanlarına güzel sûretli, temiz giyimli bir genç geldi ve Abdulhâlık hazretlerinden duâ talep etti. Hâce ona duâ etti ardından o genç gözden kayboldu. Oradaki misâfir sordu:
- Efendim! Bu genç kimdi? Gelmesi ile gitmesi bir oldu. Hâce şöyle cevap verdi:
- O bir melekti. Kendisi dördüncü kat semâdaydı. Hikmet icabı bir sebepten ötürü makamından uzağa düşmüş, dünya semâsına inmişti. O diğer meleklere: “Mevlâ Teâlâ’nın kendisini önceki makamına eriştirmesi için acaba ne yapması gerektiğini” sorunca, ona bu kapıyı göstermişler. O da gelip duâ talep etti. Biz de duâ ettik, Mevlâ Teâlâ duâmızı kabul buyurup onu önceki makamına çıkardı.
Bunun üzerine o misafir dedi ki:
- Efendim, bize de son nefesimizde iman ile gitmek için dua buyurun.
Bu istek üzerine Hâce hazretleri o misafire şöyle buyurdu:
- Farzları edâ ettikten sonra duâ edenin duâsı kabul olur. Sen, farzları yaptıktan sonra duâ ederken bizi de hatırlarsan, biz de seni hatırlarız. Umulur ki bu durum hem senin, hem de bizim için duânın kabul olmasına vesile olur.
Abdulhalık Gucdüvânî hazretleri şeriat, tarikat, mârifet ve hakîkat ehli idi. Kelâmları hüccet ve senet hükmündeydi, velâyet halleri öyle bir dereceye ulaşmıştı ki, beş vakit namazını Kâbe-i Muazzama’da kılar, tekrar Buhâra’ya dönerdi. Kerâmetleri meşhurdu.
Şöyle anlatılır:
Âşûre günlerinden birinde kalabalık bir cemaat, Hâce Abdulhâlık Gucdüvânî hazretleri’nin bereketli sohbetinde bulunuyorlardı. Hâce hazretleri velîlik hallerinden ve mârifetten bahsediyordu. O esnada müslüman kisvesinde, omzunda seccadesi ile bir genç gelip oturdu. Bir müddet sohbet dinledikten sonra söz isteyip dedi ki:
- Efendim! Peygamber Efendimiz: “Mü’minin firasetinden korkunuz. Çünkü o, Allah’ın nuruyla bakar.” buyuruyor. Bu hadîs-i şerifin sırrı nedir?
Abdulhâlık Gucdüvânî hazretleri gözlerini yumarak başını öne eğdi. Bir müddet o halde kaldıktan sonra mübarek başını kaldırdı ve o gence heybetli bir şekilde bakarak dedi ki: - Delikanlı! Bu hadîs-i şerifin manası, belindeki zünnar(ucunda haç asılı olan parmak kalınlığındaki Hristiyan alameti olan ip)i kesmen ve îmân etmendir.
O genç, hiç beklemediği böyle bir cevap karşısında adeta şok oldu. Telaşlandı ve bu söze itiraz etti. Hristiyan olmadığını ve belinde zünnar bulunmadığını söyleyip yeminler etti.
Bunun üzerine Hâce hazretleri talebelerinden birine işaret etti. O da kalkıp bu gencin üstündeki cübbesini, sırtındaki hırkasını çıkarınca, belinde düğüm düğüm zünnarın bağlı olduğu görüldü. Genç çok mahcup oldu, şaşırdı ve sorduğu hadîs-i şerifin manasını, büyük bir Allah dostu olan Abdulhâlık Gucdüvânî hazretlerinin kerâmetle cevaplaması, onu derinden etkiledi. Böylece o Hristiyan genç; “Allâh-u Teâlâ’nın nuruyla bakmak” ne demekmiş çok iyi anladı. O anda kararını verdi, o kalabalık cemaatin huzurunda coşkuyla Kelime-i Şehâdet getirip müslüman oldu ve bundan böyle Hâce’nin sâdık talebeleri arasına katıldı.
Büyük mürşid Abdulhâlık Gucdüvânî hazretleri, bu olayın hemen akabinde talebelerine hitaben şöyle buyurdu:
- Ey Dostlarım! Bu genç dıştaki zünnarını kesti, biz de kalplerimizdeki zünnarları keselim. O da kibir ve gururdur. O nasıl bağışlandıysa biz de öyle bağışlanalım!
Bunun üzerine orada acayip bir mânevî hâl zuhûra geldi. O meclisi kaplayan feyiz ve cezbe içerisinde herkes tövbelerini tazelediler.
http://www.arifandergisi.com/modules.php?name=Content&pa=showpage&pid=533

HÂCE ABDÜLHÂLIK GUCDÜVÂNÎ (Kuddise Sirruhu) - II

Bir gün bir derviş geldi ve Abdülhâlık Gucdüvânî hazretlerinin huzurunda dedi ki:
- Şayet Allah (Celle Celâluhu) cennetle cehennem arasında benim için tercih hakkı tanısa, ben cehennemi tercih ederim. Çünkü ömrüm boyunca nefsin arzusuna muhâlefet ettim. Bu durumda, Cennet nefsin muradıdır, Cehennem ise Hakk’ın muradı...
Abdülhâlık Gucdûvânî (Kuddise Sirrûhu) bu sözü derhal reddetti ve:
- Kulun tercihle ne işi var? Her nereye gitmemizi emretseler oraya gideriz. Nerede bulunma emrini verseler orada bulunuruz. Kulluk ve itaat budur, dervişlik de budur.
Zira nefse uyup uymamak konusunda çoğu zaman akıl yanılabilir. Bunun en güzel ölçüsü, Hakk’ın emrettiğini yapmak, nehyettiğinden kaçmaktır.
O derviş bir zaman sonra şöyle sordu:
- Sâlikin yoluna şeytan karışır mı?
Abdülhâlık Gucdûvânî hazretleri şöyle cevap verdi:
- Nefsi, mutmainne mertebesine varmayan bir sâlik öfkeye düşünce şeytan onun yoluna karışır, işini allak-bullak eder. Lakin kişi nefsi mutmainne derecesine çıkmış ise o kimsede öfke bulunmaz. Gadabın yerini gayret alır. Her ne zaman gayret etse şeytan ondan kaçar. Gayret ise; Allah’a ve Rasûlüne uymakta sebat, muhaliflerine karşı ise celâdettir. Ancak şu var ki, gadapla gayret birbirine karıştırılmamalıdır. Çünkü gadap nefsanîdir. Gayret ise Rabbânîdir... Abdülhâlık Gucdûvânî hazretlerinin âhiret âlemine göç etmesi yaklaşınca, kendisine bağlı dört büyük halîfesi olan Arif Rivgerî, Ahmet Sıddık, Evliya Kebir ve Şeyh Süleyman Germinî’yi davet ve irşad makamına liyâkatle tebşir etmişlerdir.
Hicri 575 (1180) yılında Gucdüvan’da vefât eden Abdülhâlık Gucdüvânî hazretlerinin, mânevî oğlu Evliyâ-yı Kebir için yazdığı bir vasiyeti vardır ki, Nakşî an’anesinde hikmet ve marifet açısından çok önemli bir yer tutar. Onun, oğlunun şahsında bütün ilim ve irfan ehline yaptığı vasiyeti şöyledir:
<B>&#8220;Ey Oğlum, sana vasiyetim şudur ki! Bütün hallerinde ilim, edeb ve takva üzere olasın! Selef-i Sâlihin&#8217;in eserlerini oku, onların yolundan yürü. Ehli Sünnet ve&#8217;l-Cemaat çizgisinden ayrılma! Fıkıh ve hadis öğren, sofi geçinen cahillerden uzak dur. Şöhret peşinde koşma, zira şöhret âfettir, tehlikelidir! Makam ve mevkilerde de gözün olmasın, bu Kadılık ve müftülük gibi övülen bir makam da olsa meyletme. Hemen her halinle insanlardan biri gibi yaşa.
 

ebay

Öğrenci
Katılım
13 Aralık 2008
Mesajlar
78
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
rabbim inşallah bizleri bu mübarek insanların şefeatine nayil eylesin konu çok güzel ALLAH senden razı olsun ne güzel bu mübarek insanların adını zikretmek onları daha iyi tanımak çok güzel hizmete devam inşallah...
 
Üst