Ben Allah'ın Eseriyim

Bu konuyu okuyanlar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Korpe

Müdavim
Katılım
2 Ağustos 2009
Mesajlar
10,169
Reaksiyon puanı
16
Puanları
0
Katagori leri aynı :) karıştırma ..
 
S

SDN Okuru

SDN Okuru
hemen çektiğimiz acıları veya başkan larının çektiği acıları görüp Allh yok mu diyeceğiz. ne kadar basit düşünüyoruz. acı nedir bizim beynimizin hssetiği birşey. biz acı çekiyoruz diye Allh niye vicdansız olsun. Bize verdiği bene ve hayat onun değilmi nasıl isterse öyle nakşeder. Hasta olunca beden bizim miki Allaha kızıyoruz veya onu yok sayıyoruz. Mal onun nasıl isterse öyle şekil verir. ister çiçek koyor ister diken. herşey imtahan için acıda aı çeken insanlarda akıl sahipleri için hepsinde ders var. akılsız olanlar içinse. Allah varsa insanlar niye acı çekiyo demek.
 

rb2344

Asistan
Katılım
16 Mayıs 2009
Mesajlar
375
Reaksiyon puanı
0
Puanları
16
@Turab Garip Ben size sadece Dünya' dan örnekler verdim. Savaşlarda askeri uçaklar normal binaları da bombalıyor ve bu binalarda ki onlarca çocuk ölüyor. Belki de bu çocuklar Müslüman ve o yaşta 5 vakit namaz kılmaya başlamış çocuklar. Madem Allah kendisine dua edenlere, kulluk edenlere yardım ediyor bu çocukların suçu ne? Savaşlarda onlarca çocuk öldürülüyor. Köle olarak doğmak kişinin kendi tercihi midir? Bu insanların dua ederek, namaz kılarak kölelikten kurtulması şansı var mıdır? Fiilen yapabilecekleri bir şey var mıdır? Soruma neden cevap veremiyorsunuz? Buradan tekrar soruyorum: "Dinde zorlama yoktur" ve "Onları gördüğünüz yerde öldürün" ayetleri arasındaki çelişkiyi nasıl açıklayabilirsiniz?


sürekli olarak ayetler arasında çelişkiden bahsediyorsun. Kur'an ayetlerinin anlaşılması için izlenmesi gereken metodolojiden haberinin olmadığı, ordan burdan edindiğin safsatalarla gelip burda ahkam kestiğin belli oluyor. soruna cevap niteliğinde bir yazı paylaşacam. umarım okursun ve ne denmek istediğini anlarsın. ben okumam bana özetle diyerek kaçmaya çalışmazsın umarım...

Serçe parmağının ucuna bakarak bir insanın resmini çizmek ne kadar yanlış bir sonuç doğurursa, bir tek ayetin sadece mealine bakarak Kur’an hakkında hüküm vermek de en az onun kadar yanıltıcı olur.

Bazı yazarların dillerine doladıkları ve İslam’ın evrenselliğine, toleransına, ondaki engin fikir hürriyetine perde çekmek için yanlış yorumladıkları bir ayet-i kerime var:

“Onları bulduğunuz yerde öldürün. Sizi yurtlarınızdan çıkardıkları gibi siz de onları çıkarın. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür……” (Bakara,191)

Konunun tahliline geçmeden önce bazı Kur’an hükümlerini hatırlamak gerekiyor. Ta ki, Kur’anın gerçek maksadı anlaşılsın ve bu ayetin de gerçek yorumu ortaya konulabilsin.

Konuyla yakından ilgili bir ayet-i kerime: “Dinde ikrah (zorlama) yoktur. Doğruluk sapıklıktan cidden ayrıldı…..” (Bakara, 256)

Bu ayetin tefsirinde, ayet-i kerimeye “Zorlama denen şey dinde yoktur.” manası da verilerek, “Sadece dinî konularda değil, hiçbir konuda zorlamaya izin yoktur.” denilmiştir.

Aynı gerçeği ders veren bir başka ayet: “Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” (Yûnus, 99)

Demek oluyor ki, Peygamberlerin görevi ve Kur’anın hedefi hakkın ve hakikatin tebliğ edilmesi, duyurulmasıdır. İnsanlar bu dünyaya imtihan için gönderilmişlerdir. İmtihanın vazgeçilmez bir gereği de kişinin doğru ve yanlış yoldan birisini kendi iradesiyle seçebilmesidir. Zorlama iradeyi yok edeceğinden imtihanın da bir manası kalmaz.

Bu manaya kuvvet veren pek çok ayet vardır:

“Allah dileseydi onlar şirk koşamazlardı. Seni onların üzerine bekçi kılmadır; sen onların vekili de değilsin” (En’am, 107)
“Peygambere düşen görev ancak tebliğdir (duyurmadır). (Mâide, 999
“Allah, dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı..” (Nahl, 93)
Bir başka ayet-i kerimede şu hakikate dikkat çekilir: “Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün alemlerden ganidir (müstağnidir).”(Âl-i İmrân, 97)

Yani, Allah, yarattığı ve bizzat terbiye ettiği alemlerden hiçbirinin hiçbir şeyine muhtaç değildir. Güneşin ışığına, ağacın meyvesine, rüzgarın esmesine, mevsimlerin gelip gitmesine, canlıların görmesine, işitmesine muhtaç olmadığı gibi insanların inanmalarına, Onu tanımalarına, Ona ibadet etmelerine de muhtaç değildir.

Böyle pek çok ayet-i kerime var. Bunlardan çıkan ortak sonuç şudur: Allah’ın insanları imana, ibadete davet etmesi gibi, müminlere cihadı emretmesi de yine onların menfaati içindir. Bu mana bütün asırlar ve bütün insanlık alemi için geçerli olmakla birlikte, ayetlerin ilk muhatabı olan sahabelere ve Arap yarımadasındaki iman-küfür mücadelesine daha çok bakmaktadır.

İslam dini Arap yarımadasına zuhur ettiğinde o bölge insanlarının temel inancı putperestlikti. Ve Kur’anın ana hedefi de kalplere “tevhid” inancını yerleştirmekti.

Fatiha Suresi, Allah’ın “Rabbü’l-alemîn” olduğunu ilan ile başlar. Bütün alemler, gökler, yerler, insanlar, hayvanlar, cinler, melekler, bütün bitki türleri ancak Allah’ın terbiyesiyle hazır hallerine kavuşmuş ve bu sayede görevlerini en iyi şekilde yerine getirebilmişlerdir. Bu bir tevhid dersidir.

Surenin devamında ancak Allah’a ibadet edileceği ve yine ancak ondan yardım dilenebileceği vurgulanır.

Bir başka ayette rızıkların ancak sema ile arzın işbirliğiyle teşekkül ettiğine dikkat çekilerek şükrün de yine ancak sema ve arzın Rabbine yapılması gerektiği ders verilir.

Bir diğer ayette bizzat Allah Resulüne (asm.) hitap edilerek, “Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; ancak Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.” (Kasas, 56) buyurulmakla en büyük nimet olan hidayete kavuşturmanın da ancak Allah’a mahsus olduğu ilan edilir.

Böylece baştan sona kadar tevhid dersi verilerek sonunda, Nas Suresinde, Allah’ın “Rabbü’n-nas” olduğu ifade edilir. İnsanları terbiye eden ancak Allah’tır. Gözlerini görecek, kulaklarını işitecek, midelerin hazmedecek şekilde terbiye eden O olduğu gibi, akıllarını anlayacak, kalplerini inanacak, sevecek, korkacak şekilde terbiye eden de yine ancak Odur.

Maziye nazar ettiğimizde bütün peygamberlerin ortak davalarının “tevhid” (birlemek, Allah’ı bir bilmek) olduğunu görürüz. İnsanlık aleminin yanlış da olsa bir şeylere inandığına, ateizmin kitle çapında fazla görülmediğine, ancak şirkin bütün çeşitleriyle insanları yoldan çıkaran en büyük “fitne” olduğuna şahit oluruz.

İşte tevhid inancının en büyük tebliğ edicisi olan Hazreti Muhammed (asm) Mekke’de yine en büyük mücadelesini şirke karşı vermeye başladığında bütün müşrikler karşısına çıktılar ve onu bu davasından vazgeçirmeye çalıştılar. Amcasını ricacı olarak gönderdiler. “Bir elime güneşi bir elime ayı koysalar ben yine bu davadan vazgeçmem.” cevabını alınca artık kuvvet, zorbalık ve işkence dönemi de başlamış oldu.

Şu nokta çok önemlidir: Mekke ve çevresinin müşrikleri başka beldelerdekinden çok farklıydı. Bunlar sadece batıl inançlarını kendi halleriyle yaşamakla kalmıyor, beldelerinde doğan tevhid nurunu söndürmeyi kendilerince kutsî bir ideal olarak benimsiyor, bu uğurda canlarını ve başlarını ortaya koyuyorlardı. Artık, iki şıktan başka bir seçenek görünmüyordu ortada. Ya tevhid inancı galip gelecek, insanlık alemine Kur’anın nuru ulaştırılacak, yahut insanların kalplerini batıl inançlar zaptedecekti. Başka bir ifadeyle, insanlara ya cennetin yolu gösterilecek, yahut cehenneme akış devam edecekti.

Kur’anın o dönemin müşrikleri hakkındaki şiddet ayetlerine bu gözle bakmak gerekir. Mesele sadece birkaç müşrikle mücadele değil, top yekun şirk inancıyla ve onu temsil eden, onu korumak isteyenlerle mücadeledir. Nitekim, Kur’anın Mekke müşrikleri hakkındaki şiddetli beyanlarını, yine bir nevi şirk inancını taşıyan başka kavimlere karşı sürdürmediğini görüyoruz. Teslis inancına sahip Hıristiyanlar ve diğer ehl-i kitap hakkındaki ifadeler hiç de öyle şiddetli değil.

“Ehl-i kitapla ancak en güzel şekilde mücadele edin; içlerinden zulmedenler müstesna. Ve deyin ki, ‘Hem bize indirilene, hem de size indirilene inandık. Bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz Ona teslim olmuşuzdur.” (Ankebût, 46)

Bu noktayı gözden ırak tutan birtakım çevreler şöyle diyorlar:

“Onları bulduğunuz yerde öldürün. Sizi yurtlarınızdan çıkardıkları gibi siz de onları çıkarın. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür……” (Bakara,191) ayeti ortada iken İslam’ın farklı inançlara karşı toleranslı olduğunu nasıl söyleyebilirsiniz?

Önemine binaen konuyu bazı yönleriyle biraz tahlil etmek gerekiyor: Ayet-i kerimenin muhatabı Arap müşrikleridir. “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır.” (Bakara, 179)

Bu ayetlerle onları öldürenleri öldürmeleri, yurtlarından çıkaranları yurtlarından çıkarmaları emredilirken, fitnenin adam öldürmekten daha kötü olduğu da ayrıca vurgulanmıştır. Bir insanı öldürmek onun bu fani dünya hayatından faydalanmasına son vermek demektir. Fitne çıkarmak, insanları putlara tapmaya zorlamak ise onları ebedi cehenneme atmaktır. Bu ikincinin birinciden çok daha kötü olduğu açıktır. Kaldı ki Mekke müşriklerindeki fitnenin bir de katillik boyutu vardır: Kızlarını diri diri toprağa gömmeleri ve müminleri öldürmek için onlara savaş açmış olmaları.

Aynı mananın işlendiği şu ayet-i kerimeleri de burada akdim edelim: “İman edenler Allah yolunda savaşırlar. İnkar edenler de tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa, 76)

“Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar, onlarla savaşın.” (Enfal, 39)

Ayette geçen “onlar” kelimesinden kasıt müşriklerdir, “fitne”den kasıt da Allah’a ortak koşmaktır. “Fitne ortadan kalkıp, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilin ki düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.” (Bakara,193)

Son ayet hakkında yapılan tefsirlerden çok önemli gördüğüm iki hususu nakletmek isterim:

“Bu ayetin sebeb-i nüzulü, ehl-i Mekke’nin müminlere eza eyleyerek irtidatlarını (İslam dininden dönmelerini) teklif ve ısrar etmeleridir. Şu halde mana-yı nazım, “Siz müşrikleri katledin ki onlara galebe edesiniz ve .. irtidat fitnesi kalmasın. Ve ezalarından kurtulmak için onlarla kıtal etmelisiniz. Ta ki, şirk ortadan kalksın, din-i tevhid onun yerine ikame olsun. (Konyalı M.Vehbi Ef. 1-2/331)

Fitnenin ortadan kalkması için savaş emredilirken bir başka ayet-i kerime ile de şu sınırlamalar getirilmiştir: “Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın. Fakat haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.” (Bakara, 190)

Savaş, Allah yolunda olacaktır; toprak istilası, ganimet elde etme, köle kazanma gibi bir menfaat için yapılan savaşlar “cihat” özelliği taşımazlar. İkinci bir kayıt olarak da “haddi aşmama” getirilmiştir. Suçluya hak ettiğinden daha fazla ceza vermek de bir nevi zulümdür; işkence etmek, organlarını kesmek gibi.

Konunun doğru yorumlanması için Tövbe Suresinin ilk ayetlerinin de yine doğru anlaşılması büyük önem arz ediyor:

“Bu bir ayrılık ihtarıdır! Allah ve Resulü tarafından kendileriyle muahede yapmış olduğunuz müşriklere.” (Tövbe,1)

“Artık yeryüzünde dört ay dolaşınız. Ve biliniz ki, şüphe yok ki, Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz. Ve muhakkak ki, Allah kâfirleri zelil kılıcıdır.” (Tövbe, 2)

Bu ayetler, verdikleri sözlerinde durmayan müşrikler ile yapılmış olan anlaşmaların feshedildiğini bildirir. Ve kendilerine dört ay mühlet verilen o İslam düşmanlarının hüsrana uğrayacaklarını ihtar eder.

Bir sonraki ayette müşrikler tövbe etmeye çağrılır, aksi hale acıklı bir azaba uğrayacakları haber verilir.

Beşinci ayette ise “Artık haram aylar çıkınca o (muahede hükmüne riayet etmeyen) müşrikleri nerede bulursanız öldürünüz…….” emri verilir.
Altıncı ayette, anlaşma süresi bitmiş olsa bile, o müşriklerden kim eman dilerse, ona eman verilmesi ifade edilir ve şöyle devam edilir:

“Ta ki, Allah’ın kelamını dinlesin. Sonra (iman etmese de) onu emin bulunduğu mahalle ulaştır. Çünkü onlar şüphe yok ki bilmez bir kavimdir.”

Bu ayet-i kerimeler son nazil olan ayetlerdendir. Artık Müslümanlar galip gelmişler, müşriklere ya iman etmeleri yahut harbe razı olmaları tebliğ edilmiş, kendilerine inanmaları (yahut göç etmeleri) için dört ay gibi uzun bir süre tanınmış ve Allah Resulü (asm.) “Arap yarımadasında artık iki dinin olamayacağını” açıkça ilan etmiştir.

Bu ayetin ve hadisin kendilerine tebliğ edildiği kişiler, yirmi seneyi aşkın bir süre İslam’ın nurunu söndürmeye çalışmış, Müslümanları yurtlarından uzaklaştırmış, onları göç ettikleri Medine’de de rahat bırakmayıp Medine’ye kadar gelerek onların hayatlarına kast etmek istemiş, şirk yolunda nice ölüler vermiş, nice sahabeleri şehit etmiş inatçı, bir bakıma idealist ve kararlı müşriklerdir. Buna rağmen kendileriyle anlaşma yapılmış, sulh içinde yaşama yolu denenmiştir. Bu anlaşmaları bozan taraf (iki kabile dışında) hep müşrikler olmuşlardır. Süre dolduğunda bu işin de sona ereceği açıkça haber verilmiştir. Artık gönüllere ya tevhit inancı hakim olacak, yahut putperestlik hüküm sürecektir. Bu işe bir son verme zamanı gelmiştir.

Müslümanlar galip hale gelmelerine rağmen karşı tarafa süre tanınmış, onlardan eman dileyip İslam’ı tanımak ve öğrenmek isteyenlere eman verilmiş, inanmasalar da hemen öldürülmeyip yurtlarına emniyet içine dönmeleri sağlanmıştır. Kaldı ki ayetin sonunda müşrikleri acıklı bir sonun beklediği bildirilmekle, kendileri son bir kez daha ikaz edilmiştir.

Diğer müşriklerden ve ehl-i kitaptan farklı olarak Mekke müşriklerine böyle bir muamelede bulunulması, hak dinin ve tevhid inancının Mekke ve civarında iyice kökleşmesi ve oradan bütün cihana yayılması içindir. Çekirdek sağlam olacaktır ki ondan nice ağaçlar çıkabilsin. Artık Arap yarım adasında kimse putlara tapamayacak, kimse Kâbe’yi çıplak olarak tavaf edemeyecek, kimse kızlarını diri olarak toprağa gömemeyecek, herkes alemlerin Rabbi olan Allah’a inanacak, Onun emirlerine uyacak ve yasaklarından kaçınacaktır. Herkes ahiret yolcusu olduğunu bilecek ve o ebediyet yurdu için güzel ameller işleyecektir.

Böylece melekleri çok gerilerde bırakan mübarek ve muhteşem müminler yetişecekler ve bunlar İslam’ın nurunu bütün bir insanlık alemine ulaştırmak için gayret göstereceklerdir.

İnsanlara zulmedilen beldelerden bu zulmü kaldırmak için cihad edecekler, ama galip geldiklerinde kimseyi İslam’a girmeye zorlamayacaklar, sadece, akıllara ve kalplere konulan ambargoyu kaldırarak onlara doğruyu ve güzeli seçebilecekleri bir hürriyet ortamı hazırlayacaklardır.

Mekke müşriklerinin zulmü altında inleyenlerin kurtarılmalarını emreden şu ayet-i kerime çok anlamlı ve benzer zulümleri de ortadan kaldırma hususunda önemli bir rehberdir:

“Size ne oldu ki, Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan şu şehirden çıkar, bize katından bir koruyucu ver, bize katından bir yardımcı ver.’ diyen zayıf erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa, 75)

İşte o çekirdek kadro etrafındaki yabancı ve zararlı unsurların temizlenmesi için, bu ayetin emriyle Müslümanlar Mekke’yi fetih girişimini başlatmışlar ve sonunda başarıya ulaşmışlardır. Artık çekirdek kemalini bulmuştur. Kısa bir zaman sonra Endülüs medeniyeti, arkasından Selçuklu ve Osmanlı medeniyetleri doğacak ve Kur’anın nuru cihanın her bir tarafına ışık saçacaktır. Kalplerden öncelikle şirk temizlenecek, tevhid hakim kılınacakır. Zulüm yerini adalete, sefahat güzel ahlaka terk edecektir.

Bu ayetten dersini alan müminler, batıl inançlarını halka zorla kabul ettirmek isteyenlerin güçlerini kırmak ve müminlere yapılan zulümlere son vermek gibi temel sebeple cihat yoluna girmiş ve yeni ülkeler fethetmişlerdir.

“İslamda gaye-i harp intikam, katil, tebdil-i dine icbar değil, hasmı mağlup etmek ve kuvve-i cebriyesini alıp dininde serbest olarak hükm-ü hakka tabi tutmaktır ki, i’layı kelimetullah bundadır.” (Elmalılı Tefsiri, 2/864-5)

Müslümanlar, fethettikleri ülkelerin halklarından cizye denilen bir vergi almakla, onları kendi raiyetleri sınıfına dahil etmişler, canlarını ve mallarını koruma altına almışlardır.

Zimmîler, yani bir İslam beldesinde yaşayan ve vergisini vermekle vatandaşlık haklarından faydalanmaya hak kazanan gayr-ı müslimler hakkındaki şu hadis-i şerif bu noktada çok anlamlıdır:

“… Kim bir zimmîye zulmeder ve ona gücünün üstüne iş yüklerse kıyamet günü beni karşısında bulacaktır.” (Ebû Dâvud, İmâre, 33, bkz. Münâvî, Feyzu`l-kadîr, 6/19; Bağdâdî, Tarîhu Bağdad, 8/170; Aclûnî, Keşfu`l-hafâ, 2/342.)

Büyük müfessir Fahreddin-i Razi hazretlerinin cihat konusundaki şu açıklaması çok önemlidir: “Kafirlerle savaşan kimsenin maksadı küfrü kaldırma azmi ve kasdı olmalıdır. Bu sebeple, kâfirle savaş halinde olan kimsenin, savaşsız olarak onu küfründen vazgeçirebileceği düşüncesi ağır basınca bu kimsenin onu öldürmekten vazgeçmesi vacip olur.” (Tefsir-i Kebir; 4/436)

Yazımıza konu olan itirazı yapanların, İslam’ın şu hükmünü çok iyi değerlendirmeleri gerekiyor: “Kâfir eğer zimmî olsa, dahilde olsa cizye verse, hariçte olsa musalaha etse İslamiyet’çe hakkı mahfuzdur.”

Buna göre, bir mümini öldürene kısas uygulandığı gibi, bir zimmîyi öldürene de kısas uygulanır. Eğer, Müslümanlar da bu ayeti söz konusu iddia sahibi gibi yanlış yorumlasalardı, fethettikleri ülkelerin bütün müşriklerini, putperestlerini, Hıristiyanlarını ve Yahudilerini kılıçtan geçirirlerdi.

Tarih bunun aksini söylüyor. İslam ülkelerinde varlıklarını sürdüren kiliseler, sinagoglar da böyle bir iddiayı yalanlıyorlar.

Söz konusu ayeti yanlış ve eksiz yorumlayıp İslam’a hücum eden kişiler yanlış yolda oldukları gibi, yine bu ayeti kendi akıllarınca değerlendirip bütün gayr-ı müslimleri öldürmeyi düşünenler de o kadar hatalı ve İslam’ın ruhundan o derece uzak bir yoldadırlar.

Üstad Bediüzzaman’ın “dinde mutaassıp, muhakeme-i akliyede noksan” diye nitelendirdiği bu gibi kişilerin hataları İslam’a mal edilemez.

Böyle kimseleri bahane ederek İslam’a hücum etmek son derece yanlıştır. Eğer hücum edilecekse, Müslümanları dininden uzaklaştırmak için bir asırdan fazla zamandır aralıksız çalışan ifsat komitelerine edilmelidir; asıl suçlu onlardır.

İslam’ı aslına uygun olarak öğrenme imkanından mahrum bırakılan, Kur’anı eksik hatta yanlış öğrenen kişiler, sonunda bu İslam düşmanlarına da zarar vermeye başlamışlardır.

Kaldı ki böyle kimseleri organize eden bir takım örgütlerin dış kaynaklı oldukları, bir cinayet şirketi gibi faaliyet gösterip silah kaçakçılığından uyuşturucu ticaretine kadar her tür rezilliği para karşılığı yaptırdıkları da ayrı bir gerçektir.

kaynak http://www.sorularlaislamiyet.com/a...bir-ayet-onlari-buldugunuz-yerde-oldurun.html
 

tambjk

Müdavim
Katılım
10 Mayıs 2011
Mesajlar
3,263
Reaksiyon puanı
16
Puanları
38
Halbuki bilimle her şey ispatlanabiliyordu. Eğer ispatlanamıyorsa yok demektir. Bir bilimciden böyle ilkel bir inanç duymak tuhaf.

Teori, hipotez , ispat, kanun vs kavramlardan bi haber kişilerle Allah kimseyi bilimsel tartışma içine düşürmesin. Amin
 

nsgnc

Müdavim
Katılım
6 Nisan 2008
Mesajlar
1,572
Reaksiyon puanı
10
Puanları
38
@MBrv

Sünnet nedemek bi açıklarmısın arkadaşım.ona bakarsan benim küçük bir kardeşim var zorla yemek yediriyoruz. :D

*hayır sen sünnet nedemek onu bilmiyorsun.sünnet Peygamber Efendimizin söz ve davranışlarının ve takrirlerinin tümü manasına gelir.(örn. su içerken oturun besmele çekin sağ elinizle bardağı tutun gibi)yani kuranda yazmaz zaten.kuranda Allah ın buyrukları emirleri yazar.Farz ile Sünnet arasındaki farkı ayırt edemiyorsan boşuna burda parmaklarımı yormiyim?
*Arabistan İslam devleti.ama İslamı temsil eden devlet değil.
*kimleri gördüğümüz yerde öldürcez.bi yaz bakalım onu.hangi sure kaçıncı ayette gördün?hayır çelişkiyi açıklasam imana mı gelcen olay ne yani :D bi çelişki vardır diye tutturulmuş gidiyor valla.
*"adam çocuğu ölmesin diye silah doğrultur ilacı zorla alır.bu adam suçlumu."insan adaleti önünde suçludur.burası kesin.ama Allah katında suçlumu suçsuzmu orasını bilemeyiz.sen olsan sende aynısını yapardın bende. :D

Sen daha sünnet in kuranda yazıldığını savunuyorsun ben sana ne diyim.sünnet nedir ondan haberin yok.sonrada kalkmış çocukları zorla sünnet yaptırıyorlar kuranda yazmıyor diyorsun .s Farz ve Sünnet kavramından zerre haberin yok.

Benim bildiğim kadarıyla "kadın sünneti" sünnet falan değildir.

Bilen birisi açıklayabilir mi?

[MENTION=18256]Turab Garip[/MENTION] hocam yıllardır böyle konulara sonsuz bir sabırla cevap veriyorsunuz. Allah razı olsun.

Bu konuların kapatılmamasını - kilitlenmemesini dilerim. Çünkü böyle konular olmasa [MENTION=18256]Turab Garip[/MENTION] hocamın değerli düşüncelerinden mahrum kalacağız. Okudukça hayran kalıyorum.
 

-Hewal-

Müdavim
Katılım
27 Haziran 2008
Mesajlar
5,206
Reaksiyon puanı
11
Puanları
0
Benim bildiğim kadarıyla "kadın sünneti" sünnet falan değildir.

Bilen birisi açıklayabilir mi?

@Turab Garip hocam yıllardır böyle konulara sonsuz bir sabırla cevap veriyorsunuz. Allah razı olsun.

Bu konuların kapatılmamasını - kilitlenmemesini dilerim. Çünkü böyle konular olmasa @Turab Garip hocamın değerli düşüncelerinden mahrum kalacağız. Okudukça hayran kalıyorum.


Kadın sünneti vikipedia böyle diyiyor
 

DarKeN

Müdavim
Katılım
5 Temmuz 2009
Mesajlar
1,184
Reaksiyon puanı
88
Puanları
48
Sizlerle Agnostik olan birkaç çok saygın bilim adamının düşüncelerini paylaşmaya karar verdim:
Albert Einstein (14 Mart 1879 - 18 Nisan 1955), Alman fizikçi


20. yüzyılın en önemli kuramsal fizikçisi olarak nitelenen Albert Einstein, Görecelik kuramını (diğer adları ile İzafiyet Teorisi ya da Rölativite Kuramı) geliştirmiş, kuantum mekaniği, istatistiksel mekanik ve kozmoloji dallarına önemli katkılar sağlamıştır. Kuramsal fiziğine katkılarından ve fotoelektrik etki olayına getirdiği açıklamadan dolayı 1921 Nobel Fizik Ödülü'ne layık görülmüştür.

Einstein ateist değildir fakat inançlı da değildir, hele dindar hiç değildir. O kendisini daha çokagnostik (bilinemezci) olarak tanımlar. 24 Mart 1954′te yazdığı İngilizce bir mektupta şöyle der:

“Benim dini inançlarımla ilgili okudukların tabii ki de yalandı, sistematik olarak tekrarlanan bir yalan. Herhangi bir tanrıya inanmıyorum ve bunu hiç inkar etmedim, açıkça söyledim. Eğer içimde dini denilebilecek her hangi birşey varsa, o şimdiye dek bilimin ortaya koyabildiği kadarıyla dünyanın yapısına karşı duyulan sınırsız bir hayranlıktır.” (Albert Einstein: The Human Side)

Ayrıca Filozof Eric Gutkind'e cevaben kaleme alınan 3 Ocak 1954 tarihli bir başka mektupta 'Tanrı kelimesi, bana, insan zayıflığından başka birşey ifade etmiyor. İncil, saygıdeğer ancak gayet çocukça olan ilkel efsaneler bütünü' ifadesi yer alıyor.

Mektupta yahudilerin 'seçilmiş kavim' inancına değinen Einstein, 'Benim için Yahudilik, diğer bütün dinler gibi, en çocukça hurafelerin vücut bulmuş şeklidir. Ait olmaktan şeref duyduğum ve derin bir sıhriyetimin olduğu Yahudi halkı da, benim için diğer halklardan farklı bir nitelik taşımıyor' ifadesini kullanıyor.

Charles Darwin, (1809-1882), İngiliz doğabilimci


Charles Robert Darwin, doğal seleksiyon ve evrim teorileriyle biyoloji bilimine damgasını vuran bilim adamı. Günümüz biyoloji biliminin temellerini Darwin’ in fikirlerinden yola çıkılarak oluşturulan modern evrim teorisi oluşturmaktadır.

John Fordyce'a yazdığı 7 Mayıs 1879 tarihli bir mektupta, hiçbir zaman tanrının varlığı konusuna yaklaşımının bir ateist gibi olmadığını, düşünce sistemini tanımlayacak doğru kelimenin Agnostik olacağını belirtmiştir.

Bertrand Russell, (1872-1970), İngiliz filozof


Mantık ve matematik alanında çığır açıcı çalışmalar gerçekleştiren Bertrand Russell, Whitehead'le birlikte Principia Mathematica adlı ünlü matematik kitabını yazmıştır. Analitik felsefenin kurucularından olan düşünür, 1950'de Nobel ödülü de almıştır.

Anlatılanlara göre, savaş karşıtlığı ile bilinen Russell, I. Dünya Savaşı'na karşıt eylemlerde bulunduğu için hapse mahkum olmuştur. Giriş formunu dolduran gardiyan, Russell'a son olarak dinini sorar. Bertrand Russell bu soruyu Agnostik diyerek cevaplar. Doğru yazmak için tekrar söylemesini isteyen gardiyan, formu doldurmayı bitirdikten sonra derin bir iç çeker ve şöyle der; "Gerçekten de pek çok farklı din var, ama sonunda hepimiz aynı tanrıya tapıyoruz..." Russell, sonraları bir yazısında bu olaya yer vermiş, bu sözün kendisini hapiste geçirdiği ilk günlerde neşelendirdiğini belirtmiştir.

russellteapot.jpg

Bertrand Russell'ın, 1952 yılında Illustrated dergisi için yaptığı ünlü "Çaydanlık" analojisi, günümüzde halen dini tartışmalarda kullanılmaktadır.

Eğer ben Dünya ve Mars arasında eliptik bir yörüngede güneşin etrafında dönen Çin seramiği bir çaydanlık olduğunu öne sürseydim ve bu çaydanlığın en güçlü teleskoplarımızla bile tespit edilemeyecek kadar küçük olduğunu ekleyecek kadar da dikkatli olsaydım, kimse bu görüşümün tersini kanıtlayamazdı. Ama devam edip de bu savımın yanlışlanamaz nitelikte oluşundan dolayı insan aklının ondan kuşku duymasının kabul edilemez bir küstahlık olacağını söyleseydim, herkes haklı olarak saçmaladığımı düşünürdü. Ancak, eğer böyle bir çaydanlığın varlığı eski kitaplarca onaylansaydı, her Pazar günü kilisede kutsal gerçeklik olarak öğretilseydi ve okullarda çocukların beynine kazınsaydı, onun varlığından kuşku duymak bir gariplik belirtisi olarak görülür ve o kuşkuyu duyan kişiye yakınçağda bir ruh doktoruyla ya da daha önceki çağlarda bir Engizisyon yargıcıyla bir randevu alınırdı.


Robert G. Ingersoll, (1833-1899), ABD'li politikacı


ingersoll.gif
Aynı zamanda Amerikan İç Savaşı gazisi olan Albay Robert Green Ingersoll; 1870 yılında başladığı ve birinci dünya savaşına kadar sürdüğü varsayılan özgür düşüncenin altın çağının önde gelen hatipleri ve özgür düşünce önderlerindendir.

Illinois Eyalet Başsavcılığı da yapan Ingersoll'un politik kariyeri isedini görüşleri, köleliğe karşı oluşu ve kadınlara da oy hakkı istemesi gibi o dönem için "radikal" görüşleri seslendirmesi nedeniyle fazla parlak olmamıştır. Cumhuriyetçi partililer Ingersoll'u valiliğe aday göstermek istemiş, ama kampanya süresince Agnostik olduğunu gizlemesini söylemişlerdir. Ingersoll bu teklifi topluma karşı ahlaksızlık olacağı gerekçesiyle kabul etmemiştir.

Halka yaptığı konuşmalarda genellikle özgür düşünce ve hümanizmi savunur, dini inançların gülünçlüğünden bahsederdi.

Robert G. Ingersoll, 1896 yılında yaptığı "Neden Agnostiğim?" - Why I Am an Agnostic, başlıklı konuşmasına şu cümlelerle başlar:

Çoğu düşüncemiz miras olarak geliyor. Alışkanlıkların ve geleneklerin mirasçılarıyız. İnançlarımız yöresel kıyafetler gibi, nerede doğduğumuza bağlı olarak değişiyor. Kalıplar içinde büyüyor, etrafımız tarafından şekillendiriliyoruz. Çevremiz bir heykeltıraş, bir ressam...

Eğer İstanbul'da doğmuş olsaydık, çoğumuz şöyle diyecekti: "Allah'tan başka tanrı yoktur. Muhammed Allah'ın elçisidir." Eğer ailemiz Ganj nehri (Hindistan) kenarında yaşasaydı, Şiva'ya tapıyor ve Nirvana'ya ulaşmaya çalışıyor olacaktık... (devamı için tıklayın)


Carl Sagan, (1934–1996), ABD'li gökbilimci


sagan.jpg
Bilimin popülerleşmesi için yaptığı çalışmalarla da tanınan Dr. Carl Edward Sagan ABD'li gökbilimci ve astrobiyologdur.

Astrobiyolojinin öncülerindendir ve Dünya Dışı Akıllı Varlık Araştırması'nın (SETI) ilerlemesinde büyük katkıları olmuştur. Popüler bilim kitaplarıyla ve yazımında yer alıp sunduğu ödüllü televizyon dizisi Kozmos ile dünya çapında tanınmıştır. 1997 yılında aynı adla beyaz perdeye aktarılan Contact (Temas) romanının yazarıdır. Sagan'ın düşüncelerini ifade etme kabiliyeti, pek çok insanın evreni daha iyi anlamasını sağlamıştır. Çalışmalarında her zaman bilimsel yöntemi savunmuştur.

Sagan sıkça din ve dinin bilimle alakası üzerine yazılar yazmış, semavi dinlerdeki üstün Tanrı konseptine karşı şüpheciliğini dile getirmiştir.

Tanrı fikri; beyaz sakallı dev bir erkeğin gökyüzünden herşeyi idare etmesi gibisinden tasvir edildiği sürece gülünçtür. Yok eğer, Tanrı'dan kastedilen evreni yöneten fizik kanunlarıysa, o zaman kesinlikle Tanrı vardır. Ne var ki; bu Tanrı duygusal olarak insanları pek tatmin etmez ... çünkü Yerçekimi Kanunu'na ibadet etmek saçmadır.

Kozmoz'un bir bölümüde söylediği; "Olağanüstü iddialar olağanüstü kanıtlar gerektirir" sözüyle de tanınan Carl Sagan, kendisinin Ateist olduğunu öne sürenleri, "Bir ateist benim bildiğimden çok daha fazlasını bilmek zorundadır" diyerek reddetmişti. 1996 yılında kendisine dini görüşüyle ilgili sorulan soruyu ise doğrudan "Agnostiğim" diyerek yanıtlamıştı.

start_quote.gif
Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir.
Carl Sagan
end_quote.gif
 

thepolice2

Doçent
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
875
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
[MENTION=68377]rb2344[/MENTION] Bu yazdıklarınızdan hiçbiri benim sorumu cevaplamıyor. Copy-Paste yapmak yerine kendiniz açıklasaydınız daha iyi olurdu. Kitabı hiç okumadığınız her halinizden belli oluyor. Yaptığınız zorda kalınca Google' ı açıp birşeyler yazıp önüne ilk gelen siteden copy-paste yapmaktan öteye geçemiyor. Müslüman demek Kurana inanan kişi demektir. Kuranı okumamış bir adam Müslüman olabilir mi? Sonra kimileri Kuranda yazıyor deyip deve idrarı içiyor. Kuranda ilimle uğraşın dediği halde İmam-Hatiplerde boş boş vakit geçiriyor.
 

yuhuju

Öğrenci
Katılım
3 Kasım 2012
Mesajlar
7
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Allah'a şükürler olsun ki bu zamanda ömürler ortalama 60 yıl ile sınırlı.

dostum firavunda son nefeste iman etti fakat sonunun ne oldugunu söylemeye gerek yok. :)
bu tür insanlar kıyemete kadar olacaktır.
yapan kendine yapar diye bir söz vardır.
göz göre göre ateşe gitmelerine gönlümüz razı olmadıgından konusmaya çalısıyoruz.
bilmiyorum belkide cok uzattık konuyu Allah affetsin bizleri..

Arkadaşım buradaki herkes biliyor ki ben ateist değilim. Ben tanrının varlığı konusunda ne düşünüyorsam yokluğu konusunda da aynı şeyi düşünüyorum yani ben ne teistim ne de ateist. Agnostikim ... TAnrının varlığı yada yokluğu günümüz koşullarında asla ispatlanamaz, bilinemez tanrı var da olabilir yok da olabilir bunu bilemeyiz benim inandığım şey bu isteyen benim inancımı buradan okuyabilir. Bilgi edinmekten zarar gelmez okuyun lütfen çekinmeyin link de burada Buyrun:http://tr.wikipedia.org/wiki/Agnostisizm

peki dostum inanmak için mucizemi görmek istiyorsun?

@rb2344 Bu yazdıklarınızdan hiçbiri benim sorumu cevaplamıyor. Copy-Paste yapmak yerine kendiniz açıklasaydınız daha iyi olurdu. Kitabı hiç okumadığınız her halinizden belli oluyor. Yaptığınız zorda kalınca Google' ı açıp birşeyler yazıp önüne ilk gelen siteden copy-paste yapmaktan öteye geçemiyor. Müslüman demek Kurana inanan kişi demektir. Kuranı okumamış bir adam Müslüman olabilir mi? Sonra kimileri Kuranda yazıyor deyip deve idrarı içiyor. Kuranda ilimle uğraşın dediği halde İmam-Hatiplerde boş boş vakit geçiriyor.

sanada soruyorum inanman için mucizemi görmek istiyorsun?
 

thepolice2

Doçent
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
875
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
dostum firavunda son nefeste iman etti fakat sonunun ne oldugunu söylemeye gerek yok. :)
bu tür insanlar kıyemete kadar olacaktır.
yapan kendine yapar diye bir söz vardır.
göz göre göre ateşe gitmelerine gönlümüz razı olmadıgından konusmaya çalısıyoruz.
bilmiyorum belkide cok uzattık konuyu Allah affetsin bizleri..



peki dostum inanmak için mucizemi görmek istiyorsun?



sanada soruyorum inanman için mucizemi görmek istiyorsun?

Hayır. Ben sadece dinlerin insan uydurması olduğunu açıklamaya çalışıyorum. Geçmişte tüm devletler halk ve ordu üzerinde baskı kurabilmek için dini kullanmışlardır. Hristiyanlıkta haçlı seferleri, islamda cihad anlayışı buna örnek gösterilebilir. Bugünde aynı uygulama devam ettirilmektedir. Dini siyasete karıştırarak yönetilmeye çalışılan ülkelere Türkiye örnek verilebilir. Bu saatten sonra kimsenin kafasını değiştiremezsiniz. Ama gerçekler ortadadır.
 

rb2344

Asistan
Katılım
16 Mayıs 2009
Mesajlar
375
Reaksiyon puanı
0
Puanları
16
@rb2344 Bu yazdıklarınızdan hiçbiri benim sorumu cevaplamıyor. Copy-Paste yapmak yerine kendiniz açıklasaydınız daha iyi olurdu. Kitabı hiç okumadığınız her halinizden belli oluyor. Yaptığınız zorda kalınca Google' ı açıp birşeyler yazıp önüne ilk gelen siteden copy-paste yapmaktan öteye geçemiyor. Müslüman demek Kurana inanan kişi demektir. Kuranı okumamış bir adam Müslüman olabilir mi? Sonra kimileri Kuranda yazıyor deyip deve idrarı içiyor. Kuranda ilimle uğraşın dediği halde İmam-Hatiplerde boş boş vakit geçiriyor.

sorularına çok güzel cevap verilmiş ama inanmak istemezsen o senin problemin. güneşe karşı gözlerini kapatıp güneşi yok edeceğini sanan birine laf anlatmak da zor. dinler insanların uydurması olduğuna nasıl kanaat getirdin? hangi verilere ulaştın? delilin nedir? mesnetsiz konuşmak niyedir? verilen cevaplar yine Kur'an'dan olacak ama sen en başta ona inanmıyorsun ki verilen cevapların değeri olsun senin yanında. Kur'an'a inanmayıp da Kur'an'ın ilimle uğraşılmasını emretmesini söylemen de kendi içinde tutarlı olmadığını gösterir.
 

thepolice2

Doçent
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
875
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
sorularına çok güzel cevap verilmiş ama inanmak istemezsen o senin problemin. güneşe karşı gözlerini kapatıp güneşi yok edeceğini sanan birine laf anlatmak da zor. dinler insanların uydurması olduğuna nasıl kanaat getirdin? hangi verilere ulaştın? delilin nedir? mesnetsiz konuşmak niyedir? verilen cevaplar yine Kur'an'dan olacak ama sen en başta ona inanmıyorsun ki verilen cevapların değeri olsun senin yanında. Kur'an'a inanmayıp da Kur'an'ın ilimle uğraşılmasını emretmesini söylemen de kendi içinde tutarlı olmadığını gösterir.

Ben tarafsız bakmaya çalışıyorum. Kimileri "Her Müslüman Kuranı okumak zorunda mıdır?" Şeklinde ifadeler kullanıyor. Bu arkadaşlar Müslüman kelimesinin tanımını bilmiyorlar. İşte böyle insanlar yüzünden bugün Türkiye bu halde. Geçmişe baktığımızda ülke yönetiminde dinlerin büyük bir yeri olduğunu görürüz. Buna verilebilecek en büyük örnek ortaçağ avrupasıdır. Kilise insanları "Bak Allaha karşı gelirsen cehennemde yanarsın, karnına ateş doldururlar" diyerek korkutmuş ve tam bir hırsıza dönüşmüştür. Endüljans uygulaması bunun en büyük örneğidir. Kilise dini kullanarak 1000 yıl boyunca halkı sömürmüş ve yönetimde kraldan üstün konuma geçmiştir. Şimdi bazı arkadaşlar "Bana ne kiliseden" gibi ifadeler kullanabilirler. Unutmayın İslamda Hristiyanlığın önemli bir yeri vardır. Kuranda Hz. İsaya büyük bir saygı duyulur ve Hz. İsanın adı Hz. Muhammedden çok geçer. İslamdan örnek verecek olursak Osmanlı Devletini örnek gösterebiliriz. Osmanlı Devleti, İstanbul' un fethinden sonra islam dünyasının lideri seçilmiş ve Yavuz Sultan Selim döneminde halifeliği kendi soyuna geçirmiştir. Padişahın ordu üzerinde hakimiyetinin en büyük kaynağı yine dindir. İslamda cihad anlayışından yararlanılmıştır. Bakınız ki Bakara Suresi' nin 191. Ayetinde "Onlar sizinle savaşmadığı sürece siz onlarla savaşmayın" denilmesine rağmen Osmanlı 1699 yılına kadar Avrupaya saldırılarda bulunmuştur. İslamda içki yasak olmasına rağmen Osmanlı padişahı 2.Selim (Yavuz Sultan Selim' den sonra geldiği için halifedir.) sarhoşluğuyla tanınır. Bu İslamın bir "araç" olduğunu gösterir. Şunlar düşünüldüğünde dinlerin insanlar tarafından uydurulmuş olabileceği ihtimali gelmiyor mu aklınıza? Benim "ilimle uğraşın" ayetine değinmemin sebebi bugün İmam-Hatip liselerini bitirip İmam olan adamların bu ayetleri görmezden gelip "Ben anlamam" deyip kenara çekilmeleriydi. Daha kendi kitabınızı okumuyorsunuz. İslamı nasıl savunacaksınız?
 

epzq

Doçent
Katılım
21 Kasım 2011
Mesajlar
571
Reaksiyon puanı
47
Puanları
28
“Onları bulduğunuz yerde öldürün. Sizi yurtlarınızdan çıkardıkları gibi siz de onları çıkarın. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür……” (Bakara,191)

gördünüzmü sayın @thepolice2.internette müslümanları nasıl köşeye sıkıştırırız yazıp ordan görüp gelip burda paylaşman bu tür komik durumlara düşmene sebebiyet verebilir.ben sana kuran okuyorum okumadım demedim.ben sizin nasıl cevap vereceğinizi nasıl bir soru soracağınızı az çok iyi biliyorum.çünkü siz tartıştığım ilk ateist değilsiniz.ben daha önce tartıştığım ateistlerede darwin in paçavrası hakkındaki çelişkileride sordum.burda ben o tartışmaya girmek istemiyorum.çünkü cevap alamadım sürekli cevap verdim.ben senin bu konuda bilgi sahibi olduğunu varsayaraktan cevap veriyorum ama yanılmışım.sen verdiğim cevapların inceliğini anlayamicak kadar bu konuda bilgisizsin.hayır asıl merak ettiğim konuda şu.arabistanda,iran da olan olayları tüm İslam alemine yıkarken.dağdaki pkk lıların yaptıklarını (BBC tarafından çoğunun sonradan ateist oldukları kanıtlanmıştır.) tüm ateistlere yıkmıyorsunuz.İslam hoşgörü dini değildir diyorsunuz.hoşgörüden bahsediyorsunuz.ateist bir kesimin dünyaya hakim olsa daha bilinçli nesiller yetiştirilmesinden daha özgür bir toplum olmasından bahsediyorsunuz.soruyorum size bugün avrupada darwinizm i benimsemiş okullarda darwinizmi tanımayan giremez.alın size hoşgörü. demekki ateist olan bir toplumda ben azınlık olursam bir müslüman olarak aranızda bulunsam en doğal hakkım olan eğitimden mahrum olucam.bana sakın hoşgörüden bahsetmeyin.size sadece ateist bir toplumda oluşacak en basit sorunu gösterdim.daha da devam ederim ancak siz gidin internette bizi nasıl köşeye sıkıştırırsınız onu araştırın.
 

Turab Garip

Müdavim
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,887
Reaksiyon puanı
175
Puanları
63
[MENTION=72181]DarKeN[/MENTION], şimdiye kadar en fazla kaçan tartışmacı olduğunu söyleyebilirim. Zira bu kadar duymazdan gelenini hiç görmemiştim. Tarikatına öylesine bağlısın ki, en körce inanan dindar insanlardan bile daha körce sahip çıkıyorsun bilmediğin ve tanımadığın şeylere.

Birincisi, buraya bu kadar biyografi yapıştırmana gerek yoktu; nitekim üç tane agnostik bilim adamı var diye agnostisizmin doğru olduğuna inanacak kadar saf değiliz. Biz delillere inanırız, adı bilimadamı diye her söylediğine inanan tarikat üyelerinden değiliz.<br>

İkincisi, eğer üç beş bilim adamı böyle söylüyor diye safça inanacaksan, şunu söylemeliyim ki çok daha fazla bilim adamı dinlerin varlığına inanıyor. Yine aynı şekilde çok daha fazlası da ateist. Madem hepsi bilimadamı, hepsine inanmalısın. Demek ki bunun "bilim" ile alakası yok. Öyleyse sen onların şahsi görüşüne iman etmişsin. İkimiz de yanlış bile yapıyorsak, bizler en azından insanüstü bir yaratıcıya tapıyoruz, sen ise senin benim gibi insan olanlara tapıyorsun. Çünkü onların bilimle değil, düşünce ile elde ettikleri sonuçlara inanıyorsun. Yok bu inancın bilimle elde edilmiş olduğunu iddia edeceksen; öyleyse dindar bilimcilerin veya ateist bilimcilerin elde ettikleri sonuçlara da inanman gerekirdi.

Üçüncü olarak da; bilimin konusu maddedir. Madde kanunları ile ispatlanamayan her şey yok sayılır. Öyleyse "varlığı ve yokluğu kanıtlanamaz" oldukça safça ve bilimdışı bir inançtır. Çünkü bilim, kanıtlayamadığı her şeyi metodoloji olarak reddeder. Öyleyse madem bilime gönül verdiğini iddia ediyorsun, kanıtlanamayan tanrıyı reddetmelisin. Mesela forumda senin gibi oldukça bilimci(!) başka arkadaşlar da var; onlar reddediyorlar. Hanginiz daha bilimci?

Buradan da anlaşıldığı gibi, aslında konunun bilimle alakası bile yok. Siz kendi düşüncelerinizi "bilimsel"miş gibi kendi kendinizi inanmak zorunda bırakıyorsunuz.

Üzüldüğüm bir başka nokta da odur ki; bizim bilimden anlamadığımızı zannetme hastalığına yakalanmışsınız siz de. Dindar insan bilimci olamaz anlayışına sahipsiniz; halbuki dediğim gibi, agnostik bilimcilerden daha fazla dindar bilimci de var. Çünkü tanrı bilimin konusu değildir, bilakis bilim tanrının konusudur.
 

DarKeN

Müdavim
Katılım
5 Temmuz 2009
Mesajlar
1,184
Reaksiyon puanı
88
Puanları
48
Turab Garip Ben bilim adamları öyle diyor diye agnostik olmadım ancak tarihte çok önemli olaylarla adını duyurmuş bilim adamlarının görüşlerini sizinle paylaşıyorum ki belki beyninizde bir ışık yanar da dünyanın en zeki insanları olarak değerlendirilen insanların düşünceleri sizlere yol gösterir. Bilim adamlarının çok büyük çoğunluğu % 93'ü agnostiktir geri kalanları dindar olabilir. Ancak bu dindar bilim adamlarının ancak %1'inin müslüman olabileceğini hatırlatmaya gerek yok herhalde.
Seninki asıl tarikat ve hiçbir şey bilmeden inanan sizsiniz. Bir tanrının var olabileceğine inanmanızı yani DEİST olmanızı anlayabilirim ancak herhangi bir dine inanmanız sizin aslında ne kadar da cahil ve gelenekçi olduğunuzu gösteriyor.
Çoğu düşüncemiz miras olarak geliyor. Alışkanlıkların ve geleneklerin mirasçılarıyız. İnançlarımız yöresel kıyafetler gibi, nerede doğduğumuza bağlı olarak değişiyor. Kalıplar içinde büyüyor, etrafımız tarafından şekillendiriliyoruz. Çevremiz bir heykeltıraş, bir ressam...

Eğer İstanbul'da doğmuş olsaydık, çoğumuz şöyle diyecekti: "Allah'tan başka tanrı yoktur. Muhammed Allah'ın elçisidir." Eğer ailemiz Ganj nehri (Hindistan) kenarında yaşasaydı, Şiva'ya tapıyor ve Nirvana'ya ulaşmaya çalışıyor olacaktık...

 

REDFOKS

Müdavim
Katılım
31 Ocak 2009
Mesajlar
18,034
Reaksiyon puanı
201
Puanları
63
Konu amacının dışına çıktığı için Kilit
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst