Yavuz Sultan Selim kimdir?

  • Konuyu başlatan Konuyu başlatan AliA
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

AliA

Ordinaryüs
Emektar
Katılım
29 Haziran 2007
Mesajlar
64,457
Reaksiyon puanı
530
Puanları
0
İstanbul'daki 3. Köprüye adı verilen Yavuz Sultan Selim Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırlarını en çok genişleten padişahtı...

d59_90b15.jpg


Boğaz’a yapılacak 3. köprünün temeli bugün atıldı. 3’üncü köprünün ismi Yavuz Sultan Selim Köprüsü olacak. Yavuz Sultan Selim Osmanlı Devleti döneminde kısa bir süre iktidar da kalsa da devletin sınırları oldukça çok genişlemiştir.

Yavuz Sultan Selim, 10 Ekim 1470’de Amasya’da dünyaya geldi. Babası II. Bayezid, annesi Dulkadırlı ailesinden Aişe Hatun’du. Şehzadeliği Amasya’da geçen Yavuz Sultan Selim, devrin önemli âlimlerinden Arap ve Fars Dili ile yüksek din ve fen dersleri aldı. Devlet idaresi ve askeri konularda eğitim alması için Trabzon Valiliği’ne atandı.

Babası II. Bayezid’in kuvvetli bir padişah olmaması dolayısıyla, Yavuz Sultan Selim’in iktidarı Trabzon ile sınırlı kalmadı. Trabzon’a akınlar düzenleyen Gürcüler üzerine seferler düzenledi. 1508 yılında Kars, Ardahan, Erzurum ve Artvin’e düzenlediği seferler ile buraları Osmanlı topraklarına kattı. Yavuz Sultan Selim’in Trabzon Valiliği döneminde Doğu Anadolu’da Şah İsmail’in başlattığı propaganda hareketleri şiddetli bir hal almıştı. Yavuz Sultan Selim bu durumdan babasını haberdar ettiyse de II. Bayezid hiçbir tedbir almamıştı. Sultan Selim, Valilik göreviyle bu propaganda hareketlerinin önüne geçemeyeceğini bilmekteydi.

24 Nisan 1512’de babasının tahttan indirilmesini sağlayarak kardeşleri Korkut ve Ahmet Çelebileri saf dışından bıraktı ve Osmanlı Devleti’nin başına geçti. II. Bayezid bundan kısa bir süre sonra 26 Mayıs 1512’de vefat etti. Yavuz Sultan Selim tahta geçtikten hemen sonra 1512 ve 1513 yılları arasında Şah İsmail sorununu halletti. Safevi Devleti’ne karşı düzelediği seferler ile ülkenin doğu kesiminin güvenliğini sağladı. Doğu sınırları güvence altına alındıktan sonra Macar, Eflak, Boğdan, Venedik ve Mısır elçileriyle görüşüp yürürlükte olan barış antlaşmalarını devamı için görüşmeler düzenledi.

Bu sırada Şah İsmail, doğuda Akkoyunlu Devleti’ni yıkmış ve bu bölgeyi kendi kontrolüne almıştı. Koyu bir Şii taraftarı olan Şah İsmail, bölgede yaşayan Sünnilerin Anadolu’ya göç etmesine neden olmuştu. Yavuz Sultan Selim’in Anadolu’da iktidarını sağlamlaştırmasının tek yolu Şah İsmail üzerine yürümek olduğunda batı illerindeki devletler ile anlaşmalar yapılmıştı.

Yavuz Sultan Selim 1514 yılında, ordusuyla beraber İran üzerine sefere çıktı. 23 Ağustos 1514’te İran Safevi devleti ile yapılan Çaldıran Savaşı sonucunda Safevi devleti büyük bir yenilgi aldı. Sultan Selim’in Tebriz’e girmesi ile Şah İsmail kaçtı. 1 Eylül 1514’te Sultan Selim, Tebriz’den Karadağ’a yöneldi. Çaldıran Savaşı’ndan sonra İran’nın tamamı ele geçirilmek istense de hava koşullarının uygunsuzluğundan dolayı Amasya’ya dönüldü. Ancak Erzincan ve Bayburt ele geçirilmişti.

Kısa bir süre sonra Anadolu’daki ve yeni ele geçirilen topraklardaki hakimiyetin kuvvetlenmesi için 12 Haziran 1515’de Dulkadıroğlu Beyliği’ne son verildi. Böylece Diyarbakır, Mardin ve Bitlis Osmanlı topraklarına geçti. Fatih Sultan Mehmet döneminden beri süregelen Hicaz su yolları ve hacıların güvenliği konuları yüzünden Mısır Memlük Devleti ile Osmanlı Devleti’nin arası açıktı. Safevi Devleti’nin Memlük Devleti ile ittifak yapmasından dolayı Yavuz Sultan Selim ikinci doğu seferine çıktı. 5 Haziran 1516’da çıkılan seferde Osmanlı ordusu kısa zamanda Mısır sınırlarına dayanmıştı. Mısır’a bağlı olan Antep ve Besni Kaleleri kısa zamanda teslim oldular. Mısır hükümdarı Kansu Gavri yenilerek öldürüldü. 24 Ağustos 1516’da Mercidabık zaferinin kazanılmasından sonra tüm suriye Osmanlı topraklarına katılmış oldu.

28 Ağustos 1516’da Halp’in alınmasından sonra Hama, Humus ve Şam ele geçirildi. Lübnan Emirleri Osmanlı hakimiyetine girdiler. Ardından Gazze ve Kudüs şehirleri alındı. Mercidabık Savaşı’ndan sonra Mısır’ın başına geçen Tumanbay, osmanlı hakimiyetini kabul etmemekteydi. Tumanbay yönetimindeki Mısır ordusuna karşı 22 Ocak 1517’de Ridaniye Savaşı kazanıldı. Bu savaşla birlikte Memlük Devleti yıkılmış, bölgede Osmanlı hakimiyeti güçlenmiş oldu. Bu seferler sonucunda Suriye, Filistin ve Mısır Osmanlı hakimiyetine girdi.

24 Ocak 1517’de Kahire’nin alınmasından sonra Yavuz Sultan Selim Kahire’de Memlük Devleti’ne bağlı bulunan Abbasilerden halifeliği aldı. Yavuz Sultan Selim’in halifeliği alması ile Kahire’de bulunan kutsal emanetler Osmanlı Devleti’nin başkenti olan İstanbul’a getirildi. Osmanlı Devleti, İslam dininde bağlayıcılık ve güç sağlayan halifelik kurumunu ele geçird, Böylece ilk halife olan Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim oldu. 12 Eylül 1520’de "Aslan Pençesi" adı verilen bir çıban yüzünden vefat etti. Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Sultan Selim Camii’ndeki türbeye defnedildi. Ölümünden sonra yerine oğlu Kanuni Sultan Süleyman geçti.

Yavuz Sultan Selim döneminde imar faaliyetlerine de önem verildi. Diyarbakır Fatih Paşa, Elbistan Ulu Camii, Şam Salihiye’de Muhyiddini Arabi’ye Camii, İmaret ve Türbesi yaptırıldı.

Medyafaresi
 

Uranos

Profesör
Katılım
11 Nisan 2012
Mesajlar
3,845
Reaksiyon puanı
15
Puanları
0
Ne kadar üzgün duruyor resimde bu daha görkemli :)

YAVUZ-SULTAN-SELIM.jpg
 

Elbruz46

Müdavim
Müdavim
Katılım
22 Şubat 2008
Mesajlar
11,931
Reaksiyon puanı
1,338
Puanları
293
Memlük Devleti ile savaşmak yerine barış ile sorunu halletselerdi iyiydi.


Ön yargılardan uzak bir şekilde açık fikirlilikle okumakta fayda var diye düşünüyorum
Mısır Seferine Farklı Bir Bakış


Bazı yolculuklar, dünyanın seyrini değiştirir.


Bundan beş yüz sene evvel yine böyle bir yaz mevsiminde, kalabalık bir maiyet ve binlerce kişilik bir ordu ile İstanbul’dan Mısır’a doğru bir yolculuk başlamış idi. En önde burma bıyıklı koca padişah, onun da önünde rivayete göre hazreti Peygamber. Ordu’da Ulah vardı, Rum vardı, Arnavut vardı, Ermeni vardı, Sırp vardı, hepsinden önemlisi tüfek vardı, top vardı.


Şan, şeref, iktidar ve servet için yola çıkmış bir ordu idi bu. Başındaki Sultan, Tanrının rızası için yola çıktığı yalanını söylüyordu.


O devirlerde Kahire dünyanın beş şehrinden biri idi, onu herkes bilirdi de Tahrir Meydanı henüz tahrir edilmemişti. Mısır, cumhurun iradesi ile seçilen bir kral ile yönetilirdi. Hazreti Peygamberin ailesi arasından seçilen bir Halife ise tüm İslam âleminin başı idi. Meşhur tanımı ile din işleri ayrı, devlet işleri ayrı yoldan akıp giderdi. Mısır Laikti hâsılı, Fransa’dan çok önce ve çok önde Laik. Bir de dünyanın en eski üniversitesi işletilirdi ki, İslam’ın beyni idi El Ezher. Din orada sürekli canlı tutuluyor, sürekli gelişiyordu.


Hicaz’daki kutsal beldelerin idaresi, iaşesi ve güvenliğinden sorumluydu Mısır. Dünyanın en güçlü iki devletinden biri sıfatıyla Kızıldeniz üzerinden Hint Okyanusunu, Nil boyundan Afrika içlerini denetlerdi. At Mısırdı o günlerde, süvari Mısır, baharat Mısır, köle Mısır, su Mısır…


Osmanlı Ordusunun hedefinin Mısır olduğu ortaya çıkınca yaşlı Kral o güne dek kendisine ‘muhterem Pederim’ hitaplı mektuplar yazan Sultan’ın gerçek niyetini sezip ‘dur!’ dedi. İslam âleminin ruhani lideri olan Halife, kendisinin de yaşadığı Mısır’a yönelik bir savaşın onu Baği kılacağını Yavuz’a ihtar etti.


Buna rağmen Moğollar’ın yapamadığını yapıp, iddiaya göre Hazreti Peygamberin yardımı ile Osmanlı ordusu Mısır’a girdi. Ne o güne dek, ne de ondan sonra hiçbir katliamın gerekçesi böylesi bir yalan olmamıştı. Osmanlı ordusu yine böyle bir yaz günü kendilerine kılıç çekilmesini bekleyen Memlük süvarilerinin saflarını top ateşi ile dağıttı. Binlerce can alındı, binlerce kelle kesildi, yaşlı Mısır Kralının cesedi savaş alanında kaldı. Olup biten her şeyi yazdı Osmanlı kâtipleri. Haydar Çelebi yazdı, Celalzade yazdı. Onlardan öğreniyoruz ki, Kahire’de bu yıl yaşanan bahar, bundan beş asır önce bizim sebep olduğumuz kışın ardından gelmiştir.


Nice ‘şirler pençe-i kahrında lerzan’ oldu yüce padişahımızın. Fakat lerzan olan cümle şirler Müslim idi. Binlerce insan öldü, hepsinin adı Abdullah’tı, binlerce at öldü, hepsi küheylandı. Kahire aylarca direndi Yavuz’un askerlerine. Ev ev, ocak ocak söküldü. Tahrir meydanı ne dehşetli günler gördü. Filikalarla altın getirdik oradan, gemiler dolusu esir… ki aralarında Peygamberin torunu da vardı. Hilafet unvanını alıp getirdik. Peygamberlerin emanetlerini aldık, sonra bir köleye teslim ettik orayı yeniden. Sahi niye bunca insanın kanını döktük diyen tek insaflı adamı boğazlayıp kellesini heybemizde taşıdık.


Mısır’a o günden sonra bir daha selamet girmedi. O günden sonra başladı İslam’ın Ortaçağı. Daha önce de iktidar hırsından dolayı Kerbela’da Tanrı’yı hesaba katmayan Müslümanlar Mısır’da nice Hüseyin’i katledip İslam âlemini beş asır sürecek bir muharrem matemine mahkum ettiler.


. . .


Biz hep Arapların bizi Yemen’de, Filistin’de arkadan vurduklarını anlattık, ama niye vurduklarını sorgulamadık.


Adının önü üç ünvanlı tarihçiler bilimi ideolojiye kurban ettikleri kitaplarında bir siyaset dehası olarak sundukları sultanın yeryüzünü nasıl kaosa teslim ettiğini görmediler. Koca koca şeyh efendiler ekranlarda spikerleri azarlaya azarlaya Yavuz’un önünde peygamberin yürüdüğüne şahitlik ederken, peygamberin Mısır’ın helakinden ne menfaati olabileceğini düşünemediler.


O gün bizim elimizle söndürüldü Arap dünyasını aydınlatan medeniyet meşalesi, Arap dünyası karanlıklara gömüldü. Dayılara, hıdivlere, diktatör ellerine bırakılıp sömürüldü.


Dört asır sonra Yemen’de, Kanal’da, Kut’el Amara’da İngiliz’le vuruşan Anadolulu Mehmetçik bu sebeple Araplar tarafından yalnız bırakıldı.


Biz Yavuz’un filikalarından indirdiğimiz hazinelerle Süleymaniye’yi inşa ettik. İstanbul’da şerbetler dağıttık, cariyelerin koynunda kırk yıl kıvrım kıvrım kıvrandık. Peygamber soyundan son halifeyi zincire vurup zindana tıktık. Hilafeti Saltanata tahvil ettik. Kutsadık gasıplarımızı… ruhuna Fatihalar adadık.


Şimdi…


Her şey öylesine hızla değişiyor ki, sanki peygamberler, fatihler, kaşifler çağındayız. İnsanlık artık attığı adımların kendisini nereye götüreceğini çok iyi biliyor. Özgürlük adlı meçhul bir sevgili değil peşinden gidilen. Mısır’ın mübarek firavunu alaşağı edildi, Libya’nın şizofren diktatörü kayıp. Kartacalıların ruhu uyandı Tunus’ta. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz.


Bazı yolculuklar dünyanın seyrini değiştirir.


Beş asır sonra Türkiye’den Arap topraklarına doğru yeni bir sefer başlatılıyor. Bu kez top, tüfek yok yanımızda, yeniçeri yerine devlet adamları, iş adamları yola çıktı. Tarih kitapları, din kitapları, filmler, diziler, şarkılar ve ağıtlar var onların yanında. Boşluk kabul etmeyen hayatı dolduracak şeyler… yıkmaya, yakmaya, öldürmeye gitmiyorlar bu defasında. Belki başlangıçta niyet başka idi ama İstanbul’dan dolu olarak yola çıkan filikaların oradan boş döneceğini görmek gerekir. Bu sefer ve bundan sonraki seferler Türkiye’den Arap dünyasına uzatılan bir lütuf eli değil, beş asır önce söndürdüğü meşaleyi yenin yakmak üzere uzatılmış bir vefa eli olmalıdır.





Hulusi Üstün
 
Üst