Yaşar kemal

Bu konuyu okuyanlar

Murataltug

Dekan
Katılım
15 Ekim 2017
Mesajlar
5,873
Reaksiyon puanı
3,096
Puanları
113
Yaş
38
Yaşar kemal zulmün artsın kitabından alıntılar

Kara Bayram, yıllardan bu yana, daha yenilerde bir avuç toprağa sahip olmuş. Onun sevinci içinde. Toprağından başka düşündüğü yok.

Sen halksın, seni düşündürürler mi? Seni söyletirler mi? Gözünü oyarlar adımın gözünü, arkadaşım

Bana öyle geliyor ki, on altı yıldır biz demokrasicilik oynuyoruz. Nedir demokrasi, beş on adamın boyuna biribirine sövmesi mi?

Ben, Anadoluyu görmüş kişiyim. Binlerce köyü yer altında gördüm. Köyün içinde çırılçıplak, ala karda dolaşan insanlar gördüm

Binlerce köy göstereyim ki toprak altında, tıpkı köstebek yuvaları gibi yuvaları var. Yedikleri ekmek, kara balçık
parçası... İçtikleri su göl suyu

Etleri erimiş, yalnız gözden ibaret kalmış yüzler gördüm. Işık yüzü görmemiş, et parçası girmemiş evler. Doktor, ilaç
bilmemiş insanlar... Sonra açlık... Yüzyılların açlığı

Sonra açlık Bu insanları biz bu halde bırakmışız atalarımız bırakmışlar. Onlar ipekli sedirlerde yan gelip yatsınlar diye Anadolu halkı böyle aç, sefil, yoksul, perişan kalmış.

Anadolu halkı Yirminci yüzyılda mağara hayatından beter bir hayat yaşıyor.

Bir gerici gazete yazdı. Hiltonda eğleniyor diye, viski içiyor diye. Yalan söylüyor. Beni gravatsız diye Hiltona almazlar.

Arada sırada birkaç kadeh içiyorum. Gerçekten ondan da utanıyorum.

İçmek, güzel yemekler yemek, derin uykular uyumak, güzel düşler görmek, ne bileyim iyi şeyler yapmak, bu çağda, bu korkunç yoksulluğun kıyısında gerçekten vicdan olan bir vicdanın harcı olmamalı.

insanlığımdan utanıyorum
övünülecek bir şey de değil yoksulluk çekmek... Benim ömrüm acılardan acı beğenli geçti. Halkımızın hayatı gibi.

Siz bir koskoca ova insanının sıtmadan kıvrandığını gördünüz mü? Ben, gördüm... Siz sıtmalıların doktor kapısı önünde üç günlük sıtma kuyruğu yaptığını gördünüz mü

Siz, kıtlık yılları güzelim Çukurova toprağında, sakızağacı purcu yendiğini gördünüz mü?

Siz demokratlık oynuyorsunuz, siz milliyetçilik oynuyorsunuz. Ne demokrat, ne milliyetçisiniz

Türk halkına, yüzyıllar boyu ezilmiş insanlara bir el uzatılıyordu. Gerçek, yalın, yalansız, oyunsuz bir dost eli

Bu halk böyle kalmalı ki, üstünde türlü oyunlar oynansın, sömürülsün, ezilebilsin...

Köy Enstitülerini kapattılar. Gene Anadoluyu yüz bin yıllık karanlığına gerisin geri yuvarladılar

Şimdi gazetelerde topraklara ışık sızmasın, Anadolu yüz bin yıllık, kılıç kesmez karanlığında kalsın diye çırpınıyorsunuz
Siz milliyetçilik oynuyorsunuz.

Ben, Anadolunun korkunçluğunu görmüş, yüreğimde duymuş kişiyim.
Fakir de öyle... Oyunlarınızı bize yutturamazsınız.

Oyunlarınızı Bundan sonra mağaradan, yeraltından, açlıktan gelen hiç kimseye yutturamayacaksınız.

Heeeey, gözünü sevdiğimin yirminci yüzyılı, sen olmasan, sendeki halkın gücü olmasa, üstümüzdeki kara bulut kara
gece böyle kolay kalkar mıydı

Bu yirminci yüzyıldır. Yılanların Öcü oynanmasa da olur. Fakir yazmasa da, öğretmen olmasa da olur. Yüzlerce Yılanların Öcü yazılacak, binlerce Fakir Baykurt çıkacak.

Dün oyununuzu oynuyordunuz Yarın o paravan çekilecek. Ve siz Anadolunun ortasında çırılçıplak, yarasalar gibi, halkımızın karşısında, gerçek vatanseverlerin karşısında kalacaksınız

siz içimizde, insanlığımızda birer çirkin yarasınız. bizim memleketimizde sizin gibiler var diye, ben yirminci yüzyıldan utanıyorum.

emeğin karşılığı ne

Japonya uygarlığa ermiş, Avrupayla yarışa çıkmış bir ülkedir. Bu ülkede böyle bir yoksulluğun olduğu kimin aklına gelirdi.

Bizde koskocaman çırılçıplak bir Anadolu var. Bizim insanımızın gerçekliği, iyiliği, kötülüğü bu çırılçıplaklığın içinde. Bizim gerçeğimiz bu.

Şu Doğu Anadoludaki açlığı, Ayda insan varsa, onlar da duydular

Yıllardan beri, kedi gibi, yoksulluğumuzu saklıyoruz.

Yoksulluğumuzu söyleyenlere, bir zamanlar, vatan haini gözüyle bakıyorduk. Şimdi o kadar değil ya, gene de o akılda epeyce sivri akıllı var.

Yiğitsen Türkiyede Çıplak Ada gibi bir film yapmaya kalk, adamın gözünü patlatırlar, memleketten sürgün ederler, vatan haini ilan ederler.

yasak ediverirler memleketinin gerçeğine ait bir sanat eseri çıkaramazsın ortaya Çıkardığın eserler yapmacık, iğreti, gülünç olur. El alem sana gül babam gül eder.

Bir Türk filmini, yüz kızarmadan
azıcık seviyesi olan bir insana gösterebilir misiniz?

Herhangi bir Türk filmini gören kişi neden yoksun olduğumuzu anlamakta güçlük çekmeyecek
Biz iyi niyetten, biz akıldan,biz kültürden yoksunuz.

Bereket ki, hiçbir Avrupalı bizim herhangi bir filmimizi görmeye tahammül edemez. Biz de rezil olmaktan kurtuluruz.

Biz her şeyin aksini yapmışız. Azıcık düşünce kırıntısı olan bir senaryoyu yasak etmişiz. Ama yüzlerce baldır bacak, iğrençlik akan senaryoyu severek tasdik etmişiz

Düşünce kırıntısı olmayan aşağılık filmler yasak edilmeli. Düşünce kırıntısı olan, bir şeyler söyleyen filmlere de armağanlar verilmeli...

Umutsuzluğa Düşmenin Gereği Yok Hikaye bugünün hikayesi değil. Tam yüz elli yıldır aynı hikaye sürüp gidiyor. gericiler her yeniliğe karşı koyuyorlar

Yüz elli yıldır donmuşlar, gericiler yurdumuza gelen her yeniliğe karşı koyuyorlar.

Yurdumuzda toplu iğne daha yeni yeni yapılıyorsa, hep gericilerin yüzünden.

Size bir şey söyleyim mi, insanoğlu bütün bunların arasında bile güzel. Ya durumu bu olmasa... Kim bilir dünyayı ne cennete çevirir insanlar

Bana şöyle küçücük bir dünya... Hiç olmazsa her isteyenin aşkla şevkle onuru kırılmadan çalışacağı bir dünya verin. Böyle bir dünya yok mu

Diyarbakırın Kulp ilçesinin Şıkevtan köyündeyim. Şıkevt, mağara anlamına gelir. Bütün köyün evleri mağaralarda. oyulmuş kovuklarda.

Halim Yıldız on tane çıplak, çırılçıplak çocuğunu elinden tutmuş, beşini bir yanına almış bana göstermeye getirdi. “Ben Halim Yıldız, on çırılçıplak çocuğun babası... Ömründe gömlek yüzü görmemiş...”


Bana bakın, ben öyle tatlı matlı yazı yazamam. Kırarım bu kalemi. Dileyen okur, dilemeyen okumaz.Karşımda iki yıldız süzülmüş durur

Günahım çok deyi korku çekerim Günahım deftere yazılmış durur. Pir Sultan Abdal

dönen yıldızlar vardı. Yıldızları müthiş bir pırıltıyla gökyüzüne sermişler.

46
Şu bizim belalı Çukurova. Ben Çukurovaya bayılırım. Sıcağını, tozunu, dumanını, acı çiçeğini. Toza bulanmış, yalnız yalnız kalmış dut ağaçlarını severim.

Çukurovaya bakıyordum. yıldız yıldızdı Şu Çukurova toprağı bire otuz, bire kırk, bire elli vermeye hazırlanıyor. Traktör yıldızları, gökyüzü yıldızlarından daha tatlı.

Çok yaşlı, beli iki büklüm. Yüzünde bütün insanların kederi, acısı. Yalnız gözleri, amanallah gözleri. Gözlerinde gülme, ama ne candan gülme!

Gözlerinde umut, ama ne belalı umut! Gözlerinde cennet! Yani gözlerinde tümyıldızlarıyla bir belalı gökyüzü. Bu benim dostumdur, canım ciğerimdir.

İnsanoğlunda anlatılacak o kadar çok güzel şey var ki..Bütün mümkünümüz çarelerimiz kesilmiş, hiçbir çaremiz kalmamış.

Bir dal koptukça benim yüreğimden kan gider

Bundan zor iş bulunmaz
Bundan kolayı, bir orman bulup ağacını boğacaksın. Sonra yakacaksın, sonra tarla olacak, sonra ekeceksin... Sonra da sel alıp gidecek...

Ben kırk yıldır bunu yaparım
insanlarımızın, ölmemek için yaptıkları insanüstü savaş korkunç değil mi?

İnsanlar umutsuzluk, çaresizlik savaşına saygı duymayacak mı

Milletin gözü açıldı. Artık Anayasayı kimse çiğnetmeyecek.

Taş çatlasa da yurdumuzun gerçeğini roman yapacağız, film yapacağız, yazacağız, çizeceğiz, göstereceğiz

Yurdumuzu vermek, insanını vermek, göstermek, kültürünü, gerçek kültürünü dünyaya tanıtmak insan olarak hakkımız, ödevimiz.

gökten düşme sanat olmaz, sanat toprak, insan ilişkilerinin özelliğinden doğar, böylesi milli de olur, beşeri de olur,

toprağın hakkı, ödevidir. Kendini tanıması, sayması, iyi kötü yönüyle kendine varması bir yurttaşın hakkı, ödevidir.

Türk halkı tembel, köylüsü, işçisi yeteri kadar çalışmıyor. Basını yetersiz, her şey yetersiz. Geri kalmış bir memleketiz.

Bu Türk köylüsü niçin yetersiz? İşçisinin derdi ne? Tembeldir, deyip işin içinden çıkıyoruz.
Bu tembelliğin, varsa, sebebini bize bilim adamları niçin söylemiyorlar?

Türk köylüsü niçin yetersiz?
Besin yetersizliğinden mi, kötü bir gelenekten mi, toprağın yetersizliğinden mi? varsa, sebebini niçin söylemiyorlar?

Bu, gemisini kurtaran kaptandır düzeni, bu altta kalanın canı çıksın düzeni, bu temeli sömürme olan düzen...

bu temeli sömürme olan düzen Bütün kötülüklerin temelidir,

Ne dersiniz, geç kalmadan bu işe hemen başlasak mı?
Ucuz öfkelerden, ucuz yüklenmelerden, gününü gün etme yoksulluğundan, ucuz ünlerden vazgeçsek

Yirminci yüzyıla gülünç olmayalım Ucuz kazanç, ucuz bilim, ucuz sanat, ucuz ün... Her şey ucuza...

Şimdi bahardan, baharın güzelliğinden söz açacaktım.
Gene karşıma geldi dikildi, Anadolunun yüzlerce yıllık yoksulluğu.

Anadoludan söz açmak isterken, ister istemez, bu yoksulluk belası gelip karşına dikiliyor. Oysa ben bahardan, baharın güzelliğinden söz açmak istiyordum.

21 Mart baharın ilk günüdür. Anadoluda doğanın uyanışı kutlanır Anadolu halkı bahar üstüne efsaneler çıkarmıştır. Her yıl bahar, yeniden uyanış, yeniden bir hayata geliştir.

Baharın büyük bayramları vardır. Eskiden Anadoludaki en büyük bayram bahar bayramıydı

Çocukluğumda bizim köy en çok bahar bayramına önem verirdi Köyde bütün köy, dağlara ovalara düşerdi Doğa ve insan sevinç kasırgasında
birleşirlerdi.

Bahar bayramında Doğa, çiçeği, tomurcuğu, çimeni, güneşiyle gelir, insanlar da en güzel giyitleriyle, en güzel türküleri oyunlarıyla ona katılırdı.

Denizlerin ermişi boz atlı Hızır, karaların ermişi İlyas Birleşip el ele tutuştukları an doğada ne varsa Denizlerin dalgası, Göğün bulutu, yağmuru durur

Hızır ile İlyas biribirleri ile birleşip ayrılıncaya kadar yağmur durur. Tomurcukların çiçek açması durur.Topraktan filiz durur. Akar su akmaz olur.

Hızır ile İlyas biribirleri ile birleşip ayrılıncaya kadar
Ağaçlar büyümelerini keser.
doğada her şey durur. En küçük bir kıpırdanma olmaz
doğada ne varsa o an her şey ölmüştür.

Hızır ile İlyas biribirleri ile birleşip ayrılınca her şey büyük bir coşkunlukla devinmeye başlar. Tomurcuklar patlar, filizler toprağı yarar. Sular daha bir coşkunlukla çağıldar

Her yıl 21 Martta dünya, her bir şeyiyle ölür, her bir şeyiyle yeni bir hızla, daha da güzel yeniden kurulur. Doğa yeniden yaratılır insanlar yeniden yaratılır

Her yıl 21 Martta insanlar yeniden yaratıldıklarını kabul
ederler. Doğayla, doğanın yeniden doğuşu sevinciyle insanlar sarmaş dolaş olurlar

Her yıl 21 Martta Doğanın öldüğü, sonra da dirildiği an büyük bir andır. O gece Anadolu insanları Suların yeniden akdığı anı beklerler. Bu anı gören her kişinin bir dilekte bulunması gerektir

Her yıl 21 Martta doğanın durup da yeniden başladığı anı gören her kişi bir dilek diler:
“Bu toprak verimli olsun.”
O yıl toprak verimli olur

Her yıl 21 Martta doğanın durup da yeniden başladığı
Bu kutsal anı gören kişi ve dileğini dileyen kişi en güzel kişi sayılır.Doğayı uyanırken gören kişi herkesi ilgilendiren bir dilekte bulunmalıdır

Her yıl 21 Martta gelenektir.
Batıda Kazdağında Anadolu
nun en güzel bayramını Kazdağına gelenler yaparlar. Kazdağının tepesinde bir Sarıkız Türbesi vardır. Orada olur bayram... Büyük bir ateş yakarlar Kazdağının tepesine.

Her yıl 21 Martta kazdağında bahar bayramı kutlanır Sazcılar gelir Anadoludan En güzel giyitini giymiştir herkes. Üç gün, üç gece yüzlerce kadın erkek, büyük bir esriklik içinde “Mengü” dönerler.

Kafkaslılar bahar bayramını 21 Martta değil 6 Mayısta kutlar
Gönülleri hoş olsun.

Anadolunun güzel işleri var. Bu yoksulluk, bu çaresizlik içinde bile. Bu doğanın zulmü, bu insanların zulmü içinde bile. Vuruyorlar kendilerini doğanın uyanışına, sevincine

Alman ulusu Hitler canavarının üstüne yürüdü, bu canavarın bilinmeyen yönlerini pis yönleri
ni insanlığa bütün acı yönü ile gösterdi. Ve Hitler’den en çok Alman halkı zarar gördü

Amerikan ulusu insanlığın karşısında kalabilmek için, insanlıkla birlikte onuruyla
yaşayabilmek için Vietnamda yapılanların hesabını soruyor ve veriyor.

Amerikan ulusu bir abanmış Vietnamlıların üstüne ki, amanallah...ne kadar güçlü olursa olsun, Amerikan ulusu insanlıkla birlikte uzun bir süre yaşayamaz.

Bir ulus ne kadar kötülük yaparsa yapsın, ne kadar kötü durumlara düşerse düşsün, insanlıkla birlikte yaptığı kötülüklerin üstüne yürürse kurtulur, yoksa ağzıyla kuş tutsa insanlık onu siler.

Bu böylece biline Hiç bir kötülük, zulüm, insanlığa yakışmayan işkence yerde kalmaz.

Ve bir hapisane Ve tel örgüler içinde. Ve ana çiçek götürüyor İçeriye alınmıyor. Bir lokma yemek götürüyor çocuğu yesin diye ananın yaptığı bir lokma yiyeceği yüzüne fırlatılıyor

Kızlara kadınlara kelepçeler vuruluyor. Kızları kadınları zincire vuruyorlar Hapisanede kızları kadınları dövmek, onları zincire vurmak, onlara işkence etmek, tüm insanlığa aykırıdır

Hapisanede kızları kadınları dövmek, onları zincire vurmak, onlara işkence etmek
susuzluk cektirmek Kenyadan Ugandaya, Ugandadan Sudana, İrandan Turana kadar tüm insanlık geleneğine aykırıdır.

Kadınlara zulüm zulümlerin en beteridir.

Zinhaaaar, kadınlara zulmetmeyesin. Bu senin sonun olur. Dört kitap da bunu yazar, bütün insanlık bütün kitaplar da.

Tıp Fakültesinden çıkarken insanlık andı içen doktor, hastalara cellat davranışında bulunuyor. “Ölürseniz seviniriz,” diyebiliyor.

İşkenceden bir kanamalı hasta dokuz aydır hastaneye götürülmüyor. Ve gene kömür odun cezasına çarptırılıyorlar ve eksi on sekiz derecede tutuklular ayazda donuyorlar. Bunların çoğu kadın

Ve HAVA CEZASI veriliyor
Hapisanede Kim icat etmiş bu cezayı? Bu büyük icadı bu büyük icadın mucidi insanlığa gösterilmeli. Hapisanede bütün pencereler kapatılıyor
Günlerce hava görmüyorlar şişiyorlar oksijensizlikten...

insanlığa zulüm reva görülüyor. Bir ulus, hangi ulus olursa olsun, ister Yunan, ister İspanyol, ister Portekiz insana işkenceleri reva görüyorsa, o ulus hiç saklamadan kendi üstüne yürümeli.

Dünyanın vicdanı duymaz diye bir şey yok... Bu çağda, burada bir yaprak kıpırdasa, orada tüm insanlık bir anda duyuyor

uluslar ayakta kalacaklarsa, bir kısım insanların insan soyuna reva gördüklerinin üstüne yürüyecekler. Her ulusta işkence heveslileri, insanlığa, ulus geleneklerine, ulus
vicdanlarına kıyanlar çıkabilir

Eğer uluslar ayakta kalacaksa Kendi kötülüklerinin üstüne bütün insanlıktan önce yürümek zorundadırlar!

Yirmi yıl önceyle şimdi çok fark var. Yirmi yıl önceki ormandan bugüne, ancak ormanın yarısı kalmıştır. Antalya ormanları ne kadar eksildi

Bir ülkede endüstri ne kadar güçlü olursa olsun, o memleketin toprağı ölmüşse o ülke yarı ölü ülke sayılıyor.

Endüstri, toprağı ölmüş bir ülkenin insanlarını tekbaşına mutlu kılamıyor. Alın bela bir sorun işte...

Çağın sorunlarına katılmak, o sorunları gerçekten bilmekle olur. Dokuz milyon kişiye, onu mutlu kılacak iş sağlayabiliyor muyuz?

Sen dokuz milyon köylüyü sersefil, aç çıplak ormanda yaşamaya mahkum et, sonra da beni seni dört duvara mahkum ederim diye korkut... Vız gelir, tırıs gider hapisane.

Dokuz milyon kişiye, onu mutlu kılacak iş sağlayabiliyor muyuz? Dokuz milyon insana iş sağla ve köy komiteleri kurup ormanı köy komitelerine teslim et, bak bakalım kılına hile gelir mi, bir tek yaprağın..

Gerçekler hapsedilmeyecek kadar güçlüdür. Kimsenin ona gücü, kaba güçle yetmez

böyle giderse, Türkiyede açlıktan ölenleri göreceğiz. İnsanların bu topraklar üstünde kırfacan gibi kırıldıklarını göreceğiz, Allah göstermesin...

Görünen köy kılavuz istemez, dostlar.Sosyalist olmak büyük bir insani sorumluluk taşımaktır Ve sorumluluğun da gereklerini yerine getirmektir.

Sosyalist insan, yeni bir insandır. Çağların bizim çağımıza kadar görmediği bir insan tipidir. Düşüncesinin zaferi için, bir şey beklemeden savaşan bir kimsedir.

Sosyalist insan, bir tek şey düşünür, o da düşüncesinin zaferini.

insan küçüklüğünü bilir, insan olmanın, var olmanın büyük emekçi seline katılmak, onunla bütünleşmek ölümsüzlüğe varmak olduğunu bilir.

Sorun çağın sorumluluğunu duymak gerçekleştirmek sorunudur. Başka bir şey değildir. Gelecek çelişkileri saptamak büyük bir deha işidir.

Dünya o kadar karışık ki, çağımızın çelişkilerini saptamak bile bize zor geliyor. Yanılgılarımız da çağımıza bile varamadığımızdan dolayıdır

Sol bağımsızdır. Sosyalizm hiçbir sınıfın, tabakanın emrine girmez. Bu, kesindir. O, emekçi sınıfın ideolojisidir ve ideoloji hiç kimsenin tabakanın, sınıfın emrine girmez

Emekçilerin, yani fabrika işçilerinin bir yandaşı olan köylüler bile durumları sarsılmadıkça emekçi bayrağı altına zor gelirler.

köylü günde bir kiloluk bir somun yiyor bu bir kilo ekmek sürüp gittikçe köylü yerinden kıpırdamıyor. Ekmek 750 gr ma düşüncedir ki o zaman seyr
eyle gümbürtüyü. Bütün köylü devrimlerinin başında ekmek sorunu geliyor.

Bilinçlenen emekçiler sonuna kadar mücadeleyi sürdürürler de, bilinçlenen bürokratlar insanı yolun bir yerinde bırakıverirler.

iyi has iyi niyetli düşünceye can kurban. kardeşlerimiz,

işçilere ülkemizde kimse yardım etmiyor. Tırnağın var ise başını kaşı.Ne diyorsunuz, biribirimizin gözlerini oymaya devam edelim mi?

Anadolu halkı gülüm gülüm geçinip gidiyor. Seller de bir ili, bir kasabayı, bir köyü alıp götürmüyor. Şurada beş kişi, burada on kişi Her gün trafikte yüzlerce kişi ölüyor.

gene yanıldım, şişirdim rakamı, gene solculuk abartmasına vurdum işi, yüzlerce kişi ölür mü her gün kazadan? Ne abartma, ne abartma. Bugün yalnızca 26 kişi ölmüş.

Nüfus almış başını gidiyor. Her köylünün on çocuğu var. Bu yollar da olmasa biribirimizin gözlerimizi oyacağız açlıktan

Sayın yöneticiler, sayın sevgili kompradorlarımız,işbirlikçilerimiz. Ne yapalım, orman yanarsa yanar demektir. Orman dediğin yanmak içindir
Bu vatan bizim değil mi? İstediğimizi yaparız.

Bu vatan bizim değil mi? İstediğimizi yaparız. Satarız, yakarız, yeriz, içeriz. Size ne oluyor eeeeeeey, solcular. Irkı, kanı bozuklar.Bu vatan, bizim babamızın çiftliği,

Bu vatan, bizim babamızın çiftliği, Haydiyin bakalım. Yakıyoruz satıyoruz. bir diyeceğiniz var mı?

Elinizden ne geliyorsa geriye koymayın Bu solcular arlanmaz uslanmaz Bu solcuları kazığa çakmalı, Yetmedi, bu kadarı Dillerini kesmeli, derilerini yüzmeli.

bugünkü dünyamızı temsil eden büyük sanatçılar vardı. Zülfü Livaneli de bu büyük sanatçılar arasındaydı
 
Üst