aliihsangs12
Profesör
- Katılım
- 29 Nisan 2008
- Mesajlar
- 1,348
- Reaksiyon puanı
- 4
- Puanları
- 0
''Türkiye sadece Türkler tarafından yönetilmeyecek kadar değerli bir toprak parçası'' diyen Birand türbanlı ikizlere 'iddia ediyorum din devleti kurulamaz' dedi.
Kübra ve Büşra ile ikidebir köşesi
Gazetecilik serüvenine Galatasaray Lisesi'nde başlayan Birand, Abdi İpekçi ile kurduğu iyi diyologla mesleğini güçlendirmiş. Ona göre gazeteciliğin anlamı; sürü içinde kafayı kaldırabilmek.Türk televizyonlarının elmacık kemikli, ince uzun parmaklı, güleç yüzlü, Avrupai duruşlu bir anchormani var. O Mehmet Ali Birand. Hatta öyle güleç ki, siz onu ana haber bülteninde sunuşunda kahkaha atarcasına güldüğünü görebilirsiniz. Birand maddi sıkıntılarla geçirdiği çocuklukla üniversite okuyamamış.
Nasıl bir ailede büyüdünüz?[/b]
Babamı hiç tanımadım. Ben iki yaşındayken 42 yaşlarında kalp krizinden ölmüş. Beni abimle beraber annem büyüttü. Annemiz her şeyimizdi.
Zor olmadı mı?
Olmaz mı? Babam o zamanlar tekel bakanlığında çalışan müfettişti. Çok parası olan biri değildi, orta halli bir memur ailesiydik. Öldüğünde de kasası açıldığında içinden bir borç senedi çıktı o kadar.
Babasızlık sizde nasıl bir boşluk yarattı?
Mesela; Baba unsuru nedir? Hayatta insanın hangi eksiğini tamamlar? Bunları bilmiyorum.
Ya sonra…
Sonra annem bizi üç aylıklarla yaşatabilmek için büyük mücadele verdi. Çok zor bir dönem. Onun bize yaptığı fedakarlığı ona ödeyemeden kaybettik diye hala çok üzülüyorum. Bu bende hayatım boyunca travma yaratmıştır.
Annenizi kaybettiğinizde kaç yaşınızdaydınız?
32 yaşındaydım. Yeni evlenmiş, gazeteciliğe yeni başlamıştım. Hayatımı yola koyduğumda ise onu kaybetmiştim.
Babanız yoktu. Hayatınızdaki model kimdi?
Bir süre abimdi. Sonrasında modellerim değişmeye başladı. Dayımı ve ailedeki tüm erkekleri model aldım. Sonra kendi kendime bir model oluşturdum. Ama babanın verdiği bir koruma olmuyor tabi ki. Ona danışırsınız, sizi uyarır ama bende bunlar olmadı. Olan biten her şeyi kendim bulmak zorunda kaldım. Ama avantajım vardı elbette çünkü evlendiğim kadın çok sağduyuluydu. Bu sayede işim daha kolay oldu.
Maddi zorluklar nedeniyle üniversite okuyamadınız. Ama Middlesex Üniversitesi'nden fahri doktora ünvanını aldınız. Gidemediğiniz için hala üzülüyor musunuz?
Uzun bir zaman iz bıraktı. Bir süre sonra bu durum sizin sisteminizden çıkıyor artık. Üniversiteli olsanız da olmasanız da artık sizin için pek birşey fark etmiyor. Ama üniversite doğru dürüst okuyanlar için farklı bir dünya veriyor ve o zaman başarı şansınız artıyor. Tabi nice başarısız, okumamış sadece not alan üniversite menzunları da vardır o ayrı. Zamanında etkiledim tabi.
Gazetecilik sizin için zorunluluk muydu?
Hayır çok isteyerek başladım gazeteciliğe. Hatta ilk Galatasaray Lisesi'nde okul dergisiyle başladım. O günden itibaren kafama koymuştum. Sonra Galatasarayla irtibatlı olduğu için Abdi (İpekçi) abiyle irtibat kurdum. Binbir türlü şirinlik yaparak tavladım. Bana kimse de gazeteci ol demedi.
Peki sizin için nedir gazetecilik?
Bir koyun sürüsünden kafasını kaldırıp çevresine bakan tek koyun olarak görüyorum gazeteciyi. O sürünün içinde bir tanesi kaldırır. Siz bir şeyi bilmişsinizdir.
34 yıllık meslek yaşamınızda; Can Dündar, Soner Yalçın gibi bir çok başarılı isimi bu sahaya kazandırdınız…
Kıskanç değilimdir. Mesela; sevdiğim bir muhabirin yanlışını gördüğümde onunla karşılaştığımda hemen söylerim.
İnsan başarılı olup da hem kendisine hem de çevresine nasıl faydalı olabiliyor?
Çok kolay. Bunu ben Galatasaray'da öğrendim. Bir insana küçücük birşey öğretsen seni hep hatırlayacaktır. Ama en iyi işi yapsan da seni her zaman hatırlamayabilir. Çok iyi gazeteci olsan da böyle. Benim gösterdiğim en ufak şeyi hayatı boyunca tekrarlayan bir insan beni hatırlayacaktır. Çok büyük bir zevk, bunu tatmak gerekir.
Size geri dönüşü oldu mu?
Hem de nasıl. Ama ben hiçbir zaman benim yetiştirdiğim kişi demedim. Çünkü ben onlarla beraber yetiştim. Hâlâ da öğreniyorum.
Bu kadar seneden sonra bunu hâlâ söyleyebilir misiniz?
Bunu ben biliyorum dediğinde olmuyor. Birebir başımdan geçti. Milliyet gazetesindeyken beni röportaj yapmam için bir isme yönledirmişlerdi. “O adam bana röportaj vermez” dedim ve gitmedim. Ertesi gün başka bir gazetede röportajını gördüm. O anda bir değer yargısına vardım. O yüzden çevremdekilere bilgi verdim bugüne kadar. Zaman zaman eleştirilerime “niye söyledi?” diye kızmış olabilirler ama ne yapıyım. Ben buyum.
Yaser Arafat, Saddam gibi dünyaca tanınan bir çok önemli isimle röportaj yaptınız. En çok hangi isim de zorlandınız?
Hiç zorlanmadım. Çünkü şöyle düşünüyorum. Senin işin röpotaj yapmaksa benim için de Yeni Şafak'ta bir röportajımın çıkması enteresan. Bir yerde uzlaşıyoruz ve yapıyoruz. Bana da aynısını yapıyorlar. Saddam veya Merkel için de öyle. Türkiye için “röportaj vermem iyi olur” diyorlar ve kim olduğunu soruyorlar. Sizin için “iyidir” deniliyor ve görüşüyorsunuz. Ama artık kendim ayarlıyorum.
Dışarıyla irtibatınız çok iyi. O dönemde nasıl oluyor da sadece siz irtibata geçebiliyorsunuz?
Çünkü o dönemde benden başkası yoktu ve benim kadar başka kimse ilgilenmiyordu. O zamanlar Türk gazeteci dedikleri zaman karışılarında Mehmet Ali Birand'ı buluyorlardı.
En çok kimden etkilendiniz?
Abdi İpekçi. Çünkü Abdi İpekçi'nin o zamanlar için “Ben AP lilerle konuşurum CHP'lilerle konuşmam” gibi bir ayrımı yoktu. Hepsiyle konuşurdu. O yüzden ben bugün AKP lilerle, Askerle ve CHP'lilerle de konuşuyorum. Gazetecinin tarafı olmaması gerekir. Tarafınız olduğunda siz militan gazeteci oluyorsunuz. Şimdi en kötü dönemden geçiyoruz militan gazetecilikte.
CNN ve BBC spikerleri gibi görünüyorsunuz. Neden bu duruş?
O bilgiyle oluyor. Yirmi yılımı Avrupa'da geçirdim. İzleyicinin yüzde 99'u sadece buradaki insanların, tutumunu ve duruşunu görüyor. Ve onlar iyi örnek değil. Ben iyi örneklerini gördüm. O yüzden bazıları nefret eder benden.
Evet anchormanliğiniz çok eleştirildi. Hiç bırakmayı düşünmüyor musunuz?
O tür eleştirilere hiç kulak asmam. Ama haberle ilgili yanlış bir duruş varsa bakarım. Onun dışındaki konuşma şeklimle ilgili eleştirilere kulak asmam. Kendime güvendiğim için tabi.
Peki en iyi eleştirmeniniz kimdir?
En iyi eşim eleştirir. Bazen sinirlendiğim de oluyor ama kızdığım şeylerin büyük çoğunluğunu kızdıktan birkaç saat sonra kanıksarım.
Eflatun der ki: 'Mutluluk çok şeye sahip olmak değil, az şeye ihtiyaç duymaktan geçer.'
Kendimi çok mutlu görüyorum. Çünkü çok keyif aldığım bir işi yapıyorum. Her sabah kalktığımda “Bugün ne kadar güzel insanlarla karşılaşacağım.” diyorum.
Geçirdiğiniz 34 yılın içerisinde neler var?
Pespembe bir yaşam, mutluluk ve başarı var. Aslında sadece kalan şey mutluluk. Yoksa ben size başımdan geçen binlerce hikaye anlatabilirim. O çok önemli değil. Geçmiş ve bitmiş. Geriye bakmaktan hiç hoşlanmam. Bugünü yaşarım. Hayat birgün kelebek gibi. 90 sene yaşıyorsun ama ne ki 90 dakika.
KÜPE TAKMAYI ÇOK İSTEDİM
Duvarınıza asılı isminiz yazan çerçeveler, karikatürler ve aslında bir odaya sığmış başarı var. Bu sizi şımartmıyor mu?
Şımarmıyorum ama üzülüyorum.
Neden?
Kitap yazmak istiyorum ama çok yoğun olduğum için yazamıyorum.
Ne yazmak istiyorsunuz?
Hissettiklerimi yazmak istiyorum. Bir taraftan da baktığımda benim ne hissettiğim kimi ilgilendirir diyorum. Hayat o kadar büyük bir hızla gidiyor ki, benim bırakacağım ancak insancıl hisler ve tecrübeler olabilir.
Ölüme ne kadar yakınsınız?
Yakın değilim. Hiç sevmiyorum ölümü. Kaçıyorum hep.
Ömür bir gün deyince akla ölümü çok düşündüğünüz geliyor…
Ama son zamanlarda başladı. Ben artık otuz yıl sonrasını düşünemiyorum.
Orijinal bir insan olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Orijinal değilim. Bir insan orijinal olur mu? bundan da emin değilim. Çünkü herkes birbirinden çok etkileniyor. Ben kimseden etkilenmem insanlar benden etkilenir diyemem. Bende etkilerle bir yere geldim. Ben beğendiklerim etkisinde kaldım.
Peki uzun yıllar medyanın içindesiniz. Hiç bıkmadınız mı, ekrandan, siyasi takipten…
İnsan çok çabuk alışıyor. Başka işlerden uzaklaşmaya başlıyorsunuz. Ama tabi arada bir sıkılıyorsunuz. Birkaç gün uzak kalmak iyi ama bir aydan sonrası iyi gelmiyor.
Özel yaşamınızı neden bilmiyoruz. Gazeteci olma dışında kimsiniz?
Kimse görmesin etmesin diye çekinmem. Medyanın dışında çok arkadaşım olduğu için bilinmiyor. Ama bunların dışında benim başka bir dünyam vardır.
Bu dünyada aynı zamanda aksesuar merakınız da var. Şapka, dövme, yüzük gibi.. Nereye gitti onlar?
Evet çok seviyorum. Eskisi kadar sık takmıyorum ama küpe takmayı çok istedim olmadı. Çünkü insanlara küpeyi çok yakıştırıyorum. Bir de ağırlık koleksiyonum var. Ağırlık biriktiriyorum.
İddia ediyorum: Türkiye'de din devleti kurulamaz
“Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar zengin bir ülke” mi?
Yok öyle demedim. Türkiye sadece Türkler tarafından yönetilmeyecek kadar değerli bir toprak parçası. Eğer siz boğazın en güzel yerine gecekondu yapmaya kalkarsanız yaptırmazlar. Burada İranla ittifak halinde Amerika'ya karşı politika yaptırmazlar. Bu uluslararası gerçektir. Bu sözü söylediğimde herkes “Namussuzu görüyor musun ne dedi.” dediler bana. Şunu iddia ediyorum. Türkiye'de bir din devleti kurulamaz. İran gibi bir din devleti kuramazsın. Amerika, Avrupa hepsi bir araya gelirler ve bunu yapmanı engellerler.
Bağımlı mı diyorsunuz yani?
Yüzde yüz bağımsızlık diye birşey yok. Herkes birbirine bağımlı. Almanya da bağımlı Amerika da. Amerika en basitinden İncirlik üssünden dolayı Türkiye'ye bağımlı.
Kaynak

Kübra ve Büşra ile ikidebir köşesi
Gazetecilik serüvenine Galatasaray Lisesi'nde başlayan Birand, Abdi İpekçi ile kurduğu iyi diyologla mesleğini güçlendirmiş. Ona göre gazeteciliğin anlamı; sürü içinde kafayı kaldırabilmek.Türk televizyonlarının elmacık kemikli, ince uzun parmaklı, güleç yüzlü, Avrupai duruşlu bir anchormani var. O Mehmet Ali Birand. Hatta öyle güleç ki, siz onu ana haber bülteninde sunuşunda kahkaha atarcasına güldüğünü görebilirsiniz. Birand maddi sıkıntılarla geçirdiği çocuklukla üniversite okuyamamış.
Nasıl bir ailede büyüdünüz?[/b]
Babamı hiç tanımadım. Ben iki yaşındayken 42 yaşlarında kalp krizinden ölmüş. Beni abimle beraber annem büyüttü. Annemiz her şeyimizdi.
Zor olmadı mı?
Olmaz mı? Babam o zamanlar tekel bakanlığında çalışan müfettişti. Çok parası olan biri değildi, orta halli bir memur ailesiydik. Öldüğünde de kasası açıldığında içinden bir borç senedi çıktı o kadar.
Babasızlık sizde nasıl bir boşluk yarattı?
Mesela; Baba unsuru nedir? Hayatta insanın hangi eksiğini tamamlar? Bunları bilmiyorum.
Ya sonra…
Sonra annem bizi üç aylıklarla yaşatabilmek için büyük mücadele verdi. Çok zor bir dönem. Onun bize yaptığı fedakarlığı ona ödeyemeden kaybettik diye hala çok üzülüyorum. Bu bende hayatım boyunca travma yaratmıştır.
Annenizi kaybettiğinizde kaç yaşınızdaydınız?
32 yaşındaydım. Yeni evlenmiş, gazeteciliğe yeni başlamıştım. Hayatımı yola koyduğumda ise onu kaybetmiştim.
Babanız yoktu. Hayatınızdaki model kimdi?
Bir süre abimdi. Sonrasında modellerim değişmeye başladı. Dayımı ve ailedeki tüm erkekleri model aldım. Sonra kendi kendime bir model oluşturdum. Ama babanın verdiği bir koruma olmuyor tabi ki. Ona danışırsınız, sizi uyarır ama bende bunlar olmadı. Olan biten her şeyi kendim bulmak zorunda kaldım. Ama avantajım vardı elbette çünkü evlendiğim kadın çok sağduyuluydu. Bu sayede işim daha kolay oldu.
Maddi zorluklar nedeniyle üniversite okuyamadınız. Ama Middlesex Üniversitesi'nden fahri doktora ünvanını aldınız. Gidemediğiniz için hala üzülüyor musunuz?
Uzun bir zaman iz bıraktı. Bir süre sonra bu durum sizin sisteminizden çıkıyor artık. Üniversiteli olsanız da olmasanız da artık sizin için pek birşey fark etmiyor. Ama üniversite doğru dürüst okuyanlar için farklı bir dünya veriyor ve o zaman başarı şansınız artıyor. Tabi nice başarısız, okumamış sadece not alan üniversite menzunları da vardır o ayrı. Zamanında etkiledim tabi.
Gazetecilik sizin için zorunluluk muydu?
Hayır çok isteyerek başladım gazeteciliğe. Hatta ilk Galatasaray Lisesi'nde okul dergisiyle başladım. O günden itibaren kafama koymuştum. Sonra Galatasarayla irtibatlı olduğu için Abdi (İpekçi) abiyle irtibat kurdum. Binbir türlü şirinlik yaparak tavladım. Bana kimse de gazeteci ol demedi.
Peki sizin için nedir gazetecilik?
Bir koyun sürüsünden kafasını kaldırıp çevresine bakan tek koyun olarak görüyorum gazeteciyi. O sürünün içinde bir tanesi kaldırır. Siz bir şeyi bilmişsinizdir.
34 yıllık meslek yaşamınızda; Can Dündar, Soner Yalçın gibi bir çok başarılı isimi bu sahaya kazandırdınız…
Kıskanç değilimdir. Mesela; sevdiğim bir muhabirin yanlışını gördüğümde onunla karşılaştığımda hemen söylerim.
İnsan başarılı olup da hem kendisine hem de çevresine nasıl faydalı olabiliyor?
Çok kolay. Bunu ben Galatasaray'da öğrendim. Bir insana küçücük birşey öğretsen seni hep hatırlayacaktır. Ama en iyi işi yapsan da seni her zaman hatırlamayabilir. Çok iyi gazeteci olsan da böyle. Benim gösterdiğim en ufak şeyi hayatı boyunca tekrarlayan bir insan beni hatırlayacaktır. Çok büyük bir zevk, bunu tatmak gerekir.
Size geri dönüşü oldu mu?
Hem de nasıl. Ama ben hiçbir zaman benim yetiştirdiğim kişi demedim. Çünkü ben onlarla beraber yetiştim. Hâlâ da öğreniyorum.
Bu kadar seneden sonra bunu hâlâ söyleyebilir misiniz?
Bunu ben biliyorum dediğinde olmuyor. Birebir başımdan geçti. Milliyet gazetesindeyken beni röportaj yapmam için bir isme yönledirmişlerdi. “O adam bana röportaj vermez” dedim ve gitmedim. Ertesi gün başka bir gazetede röportajını gördüm. O anda bir değer yargısına vardım. O yüzden çevremdekilere bilgi verdim bugüne kadar. Zaman zaman eleştirilerime “niye söyledi?” diye kızmış olabilirler ama ne yapıyım. Ben buyum.
Yaser Arafat, Saddam gibi dünyaca tanınan bir çok önemli isimle röportaj yaptınız. En çok hangi isim de zorlandınız?
Hiç zorlanmadım. Çünkü şöyle düşünüyorum. Senin işin röpotaj yapmaksa benim için de Yeni Şafak'ta bir röportajımın çıkması enteresan. Bir yerde uzlaşıyoruz ve yapıyoruz. Bana da aynısını yapıyorlar. Saddam veya Merkel için de öyle. Türkiye için “röportaj vermem iyi olur” diyorlar ve kim olduğunu soruyorlar. Sizin için “iyidir” deniliyor ve görüşüyorsunuz. Ama artık kendim ayarlıyorum.
Dışarıyla irtibatınız çok iyi. O dönemde nasıl oluyor da sadece siz irtibata geçebiliyorsunuz?
Çünkü o dönemde benden başkası yoktu ve benim kadar başka kimse ilgilenmiyordu. O zamanlar Türk gazeteci dedikleri zaman karışılarında Mehmet Ali Birand'ı buluyorlardı.
En çok kimden etkilendiniz?
Abdi İpekçi. Çünkü Abdi İpekçi'nin o zamanlar için “Ben AP lilerle konuşurum CHP'lilerle konuşmam” gibi bir ayrımı yoktu. Hepsiyle konuşurdu. O yüzden ben bugün AKP lilerle, Askerle ve CHP'lilerle de konuşuyorum. Gazetecinin tarafı olmaması gerekir. Tarafınız olduğunda siz militan gazeteci oluyorsunuz. Şimdi en kötü dönemden geçiyoruz militan gazetecilikte.
CNN ve BBC spikerleri gibi görünüyorsunuz. Neden bu duruş?
O bilgiyle oluyor. Yirmi yılımı Avrupa'da geçirdim. İzleyicinin yüzde 99'u sadece buradaki insanların, tutumunu ve duruşunu görüyor. Ve onlar iyi örnek değil. Ben iyi örneklerini gördüm. O yüzden bazıları nefret eder benden.
Evet anchormanliğiniz çok eleştirildi. Hiç bırakmayı düşünmüyor musunuz?
O tür eleştirilere hiç kulak asmam. Ama haberle ilgili yanlış bir duruş varsa bakarım. Onun dışındaki konuşma şeklimle ilgili eleştirilere kulak asmam. Kendime güvendiğim için tabi.
Peki en iyi eleştirmeniniz kimdir?
En iyi eşim eleştirir. Bazen sinirlendiğim de oluyor ama kızdığım şeylerin büyük çoğunluğunu kızdıktan birkaç saat sonra kanıksarım.
Eflatun der ki: 'Mutluluk çok şeye sahip olmak değil, az şeye ihtiyaç duymaktan geçer.'
Kendimi çok mutlu görüyorum. Çünkü çok keyif aldığım bir işi yapıyorum. Her sabah kalktığımda “Bugün ne kadar güzel insanlarla karşılaşacağım.” diyorum.
Geçirdiğiniz 34 yılın içerisinde neler var?
Pespembe bir yaşam, mutluluk ve başarı var. Aslında sadece kalan şey mutluluk. Yoksa ben size başımdan geçen binlerce hikaye anlatabilirim. O çok önemli değil. Geçmiş ve bitmiş. Geriye bakmaktan hiç hoşlanmam. Bugünü yaşarım. Hayat birgün kelebek gibi. 90 sene yaşıyorsun ama ne ki 90 dakika.
KÜPE TAKMAYI ÇOK İSTEDİM
Duvarınıza asılı isminiz yazan çerçeveler, karikatürler ve aslında bir odaya sığmış başarı var. Bu sizi şımartmıyor mu?
Şımarmıyorum ama üzülüyorum.
Neden?
Kitap yazmak istiyorum ama çok yoğun olduğum için yazamıyorum.
Ne yazmak istiyorsunuz?
Hissettiklerimi yazmak istiyorum. Bir taraftan da baktığımda benim ne hissettiğim kimi ilgilendirir diyorum. Hayat o kadar büyük bir hızla gidiyor ki, benim bırakacağım ancak insancıl hisler ve tecrübeler olabilir.
Ölüme ne kadar yakınsınız?
Yakın değilim. Hiç sevmiyorum ölümü. Kaçıyorum hep.
Ömür bir gün deyince akla ölümü çok düşündüğünüz geliyor…
Ama son zamanlarda başladı. Ben artık otuz yıl sonrasını düşünemiyorum.
Orijinal bir insan olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Orijinal değilim. Bir insan orijinal olur mu? bundan da emin değilim. Çünkü herkes birbirinden çok etkileniyor. Ben kimseden etkilenmem insanlar benden etkilenir diyemem. Bende etkilerle bir yere geldim. Ben beğendiklerim etkisinde kaldım.
Peki uzun yıllar medyanın içindesiniz. Hiç bıkmadınız mı, ekrandan, siyasi takipten…
İnsan çok çabuk alışıyor. Başka işlerden uzaklaşmaya başlıyorsunuz. Ama tabi arada bir sıkılıyorsunuz. Birkaç gün uzak kalmak iyi ama bir aydan sonrası iyi gelmiyor.
Özel yaşamınızı neden bilmiyoruz. Gazeteci olma dışında kimsiniz?
Kimse görmesin etmesin diye çekinmem. Medyanın dışında çok arkadaşım olduğu için bilinmiyor. Ama bunların dışında benim başka bir dünyam vardır.
Bu dünyada aynı zamanda aksesuar merakınız da var. Şapka, dövme, yüzük gibi.. Nereye gitti onlar?
Evet çok seviyorum. Eskisi kadar sık takmıyorum ama küpe takmayı çok istedim olmadı. Çünkü insanlara küpeyi çok yakıştırıyorum. Bir de ağırlık koleksiyonum var. Ağırlık biriktiriyorum.
İddia ediyorum: Türkiye'de din devleti kurulamaz
“Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar zengin bir ülke” mi?
Yok öyle demedim. Türkiye sadece Türkler tarafından yönetilmeyecek kadar değerli bir toprak parçası. Eğer siz boğazın en güzel yerine gecekondu yapmaya kalkarsanız yaptırmazlar. Burada İranla ittifak halinde Amerika'ya karşı politika yaptırmazlar. Bu uluslararası gerçektir. Bu sözü söylediğimde herkes “Namussuzu görüyor musun ne dedi.” dediler bana. Şunu iddia ediyorum. Türkiye'de bir din devleti kurulamaz. İran gibi bir din devleti kuramazsın. Amerika, Avrupa hepsi bir araya gelirler ve bunu yapmanı engellerler.
Bağımlı mı diyorsunuz yani?
Yüzde yüz bağımsızlık diye birşey yok. Herkes birbirine bağımlı. Almanya da bağımlı Amerika da. Amerika en basitinden İncirlik üssünden dolayı Türkiye'ye bağımlı.
Kaynak