Türkiye Dünya İçin Niçin Önemli

  • Konuyu başlatan Konuyu başlatan tuvana
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

tuvana

Doçent
Katılım
14 Şubat 2009
Mesajlar
816
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
Türkiye’nin Jeo-Stratejik Önemi

Türkiye’nin dünya üzerindeki coğrafî konumundan kaynaklanan jeo-stratejik önemi tarih boyunca doğulu ve batılı bütün medeniyetlerin ilgisini çekmiştir. Bu ilginin, ekonomik, siyasî ve askerî sebepleri vardır ve bu sebepler göz önüne alındığında Türkiye’nin jeo-stratejik öneminin ne kadar vazgeçilmez olduğu daha açık bir biçimde anlaşılır. Nitekim tarih boyunca Helen-Pers, Roma-Sasanî, Bizans-Abbasi, Bizans-Türk[1] arasındaki mücadele ve bu coğrafyanın medeniyetler arasında el değiştirmesi bahsedilen jeo-stratejik öneme en güzel kanıttır. Bu mücadelenin son halkası yaklaşık bin yıldır Türk yurdu hakline gelen Türk hakimiyeti dönemidir.Türklerin, bu coğrafyayı ele geçirmeye başladıkları onuncu yüzyıldan önceki dönemlerde devamlı olarak bir mücadele sahası niteliğindeki bu alan, Türk hakimiyeti ile birlikte bu hakimiyeti tanıyan ve yaşayan bütün milletler açısından huzur, barış ve güvenin hakim olduğu bir dönem olarak kabul edilmektedir. Buna rağmen Türk coğrafyası her dönem jeo-stratejik önemine binaen doğu-batı arasındaki mücadelede tarafların ele geçirme çabasında oldukları topraklar olarak varlığını sürdürmüştür. Doğu-Batı ve Kuzey-Güney yönlerinde Avrupa ile Asya, Karadeniz’in kuzeyi ile Akdeniz, iki dünya arasında (İslam ile Hıristiyanlık) geçiş noktalarının üzerinde bulunması bölgenin jeo-stratejik önemin en güçlü unsurudur. Sözgelimi dünya haritasında Türkiye’nin olmadığı, bölgenin Karadeniz ile Akdeniz’in birleştiği bir deniz olarak düşünülmesi bu coğrafyanın önemini görsel olarak göstermeye yeter. Şüphesiz ki bu önem, üzerinde yaşayan milletler için her zaman sorunlarla karşılaşmaları sonucunu ve risk faktörünü de beraberinde getirmiştir. Bölgenin sahip olduğu jeo-stratejik önem dolayıyla bütün ülkelerin ele geçirme hedefleri arasında yer almasına sebep olmaktadır. Bu bakımdan Türkiye coğrafyasına sahip olmak beraberinde her zaman tedbirli olmayı ve tehlikelere karşı önlemler almayı da gerekli kılmaktadır.

Yukarıda da değinildiği gibi Türkiye’nin sahip olduğu bu konum aynı zamanda tarih boyunca bölgenin jeo-stratejik bakımdan önemli bir nokta olmasını da doğurdu. Türkiye’nin jeo-stratejik önemi her dönemde oldu gibi Türk hakimiyeti döneminde de varlığını sürdürdü. Özelikle Osmanlı döneminde Türklerin Balkanlara geçişleri[2] ile birlikte ister istemez bölgeyi elinde tutan Osmanlı Türkleri ile Kıta Avrupa devletleri arasında bir çatışmanın da ortaya çıkmasına yol açtı.[3] Nitekim bütün bu gelişmeler özellikle on dokuzuncu yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması ile sonuçlanan olaylar zincirinin de tetikleyici faktörleri arasında yer aldı.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünyadaki yeni gelişmeler ve özellikle savaş teknolojisindeki baş döndürücü değişimler dünya üzerinde coğrafî sebeplerden kaynaklanan jeo-stratejik önemin ortadan kalktığı yönündeki görüşlerin, teknoloji devriminin en üst seviyeye geldiği ve yaşanan son gelişmelerin ışığında, yirmi birinci yüzyılın hemen başlarında bile ne kadar geçersiz olduğu gerçeğini gözler önüne serdi. Türkiye’nin tarih boyunca her dönem önemini korumuş olan jeo-stratejik önemi en açık biçimde Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu politikalarında yeniden ve çok açık bir biçimde kendini gösterdi. 1990’lı yıllarda ABD’nin Irak politikasında Türkiye’nin desteğini alma çabalarının altında yatan gerçeklerden biri de Türkiye’nin jeo-stratejik öneminden kaynaklanmaktadır. ABD’nin birinci Irak harekatı sonrasında yaşananların devamında ve özellikle 2003 yılındaki ABD’nin ikinci Irak operasyonunda karşılaştığı manzara, buna ilave olarak 1 Mart Tezkeresi ile birlikte ortaya çıkan durum Türkiye’nin jeo-stratejik bakımdan öneminin ABD için ne kadar vazgeçilmez olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Hatta son Irak harekatından sonraki durumun ABD açısından bugünkü hale gelmesinde Türkiye’nin 1 Mart Tezkeresi ile ABD’nin kuzeyden Irak’a girememesinden kaynaklandığı dahi ileri sürüldü.

Yukarıda ileri sürülenlerle beraber Türkiye’nin jeo-stratejik önemi bugün yaşanan son gelişmelerde bir kez daha belirginleşti. Özellikle son günlerde İran’ın, başta ABD olmak üzere bütün Avrupalı ülkelerle yaşadığı nükleer kriz, bölgede etkin olmaya çalışan devlet(ler) için Türkiye’nin sahip olduğu jeo-stratejik önemini daha da önemli kıldı. Hemen herkesin kuvvetle muhtemel gördüğü ABD’nin İran’ı vurma operasyonu öncesinde yaşananlar Türkiye’nin jeo-stratejik öneminin en belirgin argümanı niteliğindedir. 1 Mart Tezkeresi sonrasında imkansız gibi görülen Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine girmesine ve PKK teröristlerine karşı sınır ötesi harekat yapmasına ABD’nin destek vermesi yada en azından ses çıkarmaması dikkate değer gelişmelerdir. ABD Dışişleri Bakanı’nın Türkiye ziyaretinin zamanlaması, başta ABD olmak üzere Avrupalı devletlerle İran arasında yaşanan sıkıntılı süreçle ve Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine yaptığı sınır ötesi harekatla aynı döneme denk gelmesi tesadüf olmamalıdır. Aksine bu durum, ABD’nin olası İran saldırısında Türkiye’nin jeo-stratejik önemine binaen Türkiye’nin memnun edilmesine yönelik girişimler olarak değerlendirilmesi gereken yeni Ortadoğu dengesidir. Nitekim Türk basınına yansıdığı kadarı ile ABD Dışişleri Bakanı’nın Türkiye ziyaretinde, PKK’nın önemli isimlerinde olan bazı teröristleri teslim edileceği bilgisini getirdiği yönündeki haberler bu görüşü destekler niteliktedir.

Bunların yanı sıra Iran tarafından bakıldığında da Türkiye’nin jeo-stratejik önemi göz ardı edilemez derecede önemlidir. Iran, bu gelişmelerin ışığında Türkiye’nin ABD ile olan yakınlaşmasına karşı bir atakta bulunmuştur. Özellikle son günlerde İran’ın, PKK kamplarını bombalaması Türkiye’ye karşı yapılmış olan bir yakınlaşma çabası olarak da algılanabilir. Nitekim yıllardır Türkiye’nin bütün ikaz ve uyarılarına rağmen hiçbir girişimde bulunmayan İran’ın tam nükleer kriz için kendisine tanınan sürenin bitimine rast gelen bu günlerde başlattıkları PKK kamplarını bombalama girişim, tıpkı ABD’nin tavrında olduğu gibi, bir tesadüf olamaz.

ABD-Ortadoğu ekseninde, diğer sebeplerin dışında sadece jeo-stratejik açıdan bakıldığında bile Türkiye’nin sahip olduğu önem yadsınmaz derecededir. Bu önem, tarihin en eski dönemlerinden bugüne önemini sürdürdüğü gibi bundan sonra devam ettirecektir. Büyük teknolojik yeniliklere ve ilerlemelere rağmen toprak ve toprağın jeo-stratejik önemi hala en önemli unsur olarak varlığını sürdürmektedir. Hele Türkiye gibi kıtalararası geçiş noktasında bulunan, ekonomik bakımdan transit yolların üzerinde yer alan ve geleceğin en önemli silahı olarak gösterilen su kaynaklarına sahip olan bir ülkenin jeo-stratejik önemi geçerliliğini her daima sürdürecektir. Bu gibi durumlarda Türkiye eline geçen imkanları sonuna kadar kullanmalı ve sahip olduğu jeo-stratejik önemin kendisine sunduğu imkanları değerlendirmelidir.
Ne yazık ki bütün bu unsurların Türkiye için önemli olduğu kadar bazı sorunları da beraberinde getireceğini de göz ardı etmemek gerekir. Jeo-stratejik bakımdan sahip olunan bu imkanlar aynı zamanda her daim Türkiye üzerinde oyunlar oynanması sonucunu da beraberinde getirecektir. Çünkü bu kadar önemli olan bir bölgede hakim olan devletin kendi halinde bırakılması hele ekonomik, siyasî, askerî ve sosyal açıdan güçlü olması, bölge üzerinde çıkarları olan hiçbir devletin işine gelmez. Bu bakımdan her zaman olduğu gibi bundan sonra da Türkiye’nin karşısına elini zayıflatacağı düşünülen sorunlar çıkarılarak içe kapalı bir devlet haline getirme çabalarının ardı kesilmeyecektir. Bu çabaların başında “Kürt Sorunu”, Sözde “Ermeni Soykırımı Sorunu”, “Kıbrıs Sorunu”, Fırat ve Dicle’nin suyunun kullanımı, alevi-sünnî çatışması, sağcı-solcu kavgaları gibi konular gündeme getirilecektir. Zaman ve şartlara göre kimi zaman biri öne çıkarılırken diğeri geri planda tutulacak ve zamanı geldiğinde kullanılmak üzere buzdolabına kaldırılacaktı. Geçmişten günümüze yaşananlar ile bu coğrafyayı elinde bulunduran Türklerin dini ve millî kimlikleri dikkate alınınca sonuç olarak şu söylenebilir ki, tarih boyunca değişik sebeplerle ve gerekçelerle ortaya çıkarılan sorunlar manzumesinde olduğu gibi bundan sonra da aynı gerekçelerle sözde sorunlar ortaya çıkarılarak Türk Devleti’nin önüne getirilmeye devam edilecektir. Böylece Türk Devleti’nin içeride ve dışarıda güçlü bir devlet olma yolu kesilmeye çalışılacaktır. Bu sonuç tarihi bir gerçekliktir. Çünkü bu topraklara sahip olmak siyasî, ekonomik, ve askerî bakımdan Avrupa, Ortadoğu ve hatta Asya’ya hükmetmenin anahtarıdır. Türk devleti ve toplumu bu bilinçle hareket etmeli ve tedbirler almalıdır.

Doç Dr. Haldun EROĞLU

Ülkemiz bu özelliklere sahip olması nedeniyle tarih boyunca üzerinde oyunlar oynanmış entrikalar yaşamış ihanete uğramıştır gözümüzü açıp ülkemize sahip çıkmalıyız geç olmadan.
 

ozerxcom

Müdavim
Müdavim
Katılım
24 Şubat 2009
Mesajlar
3,294
Reaksiyon puanı
14
Puanları
218
Yaş
38
Konum
Kayseri
Bilgi icin tesekkürler arsivimde..
 

karcx

Profesör
Katılım
26 Şubat 2009
Mesajlar
2,391
Reaksiyon puanı
39
Puanları
0
Paylaşımın için teşekkürler kardeşim..
"Ülkemiz bu özelliklere sahip olması nedeniyle tarih boyunca üzerinde oyunlar oynanmış entrikalar yaşamış ihanete uğramıştır gözümüzü açıp ülkemize sahip çıkmalıyız geç olmadan.
"
Doğru söze ne denir..
 

tuvana

Doçent
Katılım
14 Şubat 2009
Mesajlar
816
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
En önemli unsurlardan biri şudur ki Türkiye'nin bölgesi için değil tüm dünyanın huzur bulabilmesi için dünyanın türkiyeye ihtiyacı vardır ülkemizin gelişmesi gerek islam dünyasının ihtiyacı olsun gerek dünya ülkeleriiçin olsun önemi çok fazladır dünyada huzur istemeyenler türkiye' yi karıştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar yanlışım varsa düzeltin dünya'da kişi başına en çok yabancı ajan sayısı düşen tek ülke türkiyedir kişi başına 10 yabancı ajan düşmektedir malesef.
 

tuvana

Doçent
Katılım
14 Şubat 2009
Mesajlar
816
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
ABD'nin kurban seçtiği son İslam ülkesi

Ünal TANIK ve Osman ATEŞLİ'nin röportajı


İşadamı Zeynel Abidin Erdem, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Sudan Devlet Başkanı El Beşir hakkında çıkardığı tutuklama kararının ardında yatan girişimler hakkında konuştu.

Sudan’ın Marmara Bölgesi Fahri Başkonsolosu Zeynel Abidin Erdem, Haber 7 Genel Yayın Yönetmeni Ünal Tanık’a ve site editörlerinden Osman Ateşli’ye konuştu.
Sudan’da neler yaşanıyor? Bir annenin tavsiyesiyle Afrika’ya uzanan bir yardım elinin ilginç hikayesi Tarihi ve ekonomik hesaplar Dış müdahaleler sonucu kan ve gözyaşının dinmediği Sudan’ı ikinci bir Irak yapma planı :
kullan
Kaç yıldır Sudan’la ilgilisiniz bu ilginiz nereden gelmektedir? Türkiye için Sudan neden önemlidir?
10 buçuk yıldır Sudan konusu ile ilgiliyim. Meselenin başlangıç noktası hayli ilginç
Sudan’daki tarım ilaçları fabrikası bombalandığında 190 kişi yandı. O sırada annem Florance Nighthingale’de yatıyordu. Dedi ki; “Bu Sudanlılar hep mağdur oluyor siz hep böyle bakacak mısınız ?” dedi. “Niye anne?” dedim. “Hacı Yiğit Fatma size bu kadar baktı. O kadar sizde hukuku var. Şu yanan insanlara ilaç götürecek kadar hiç düşünmediniz mi dedi?” Bizim süt annemiz Sudanlıdır. Bu noktayı hakikaten düşünmemiştik.
Annem Midyatlıdır, Hacı İbrahim Abbud’un kızıdır. Çok makbul bir ailedirler. Şeyh Abdulkadir Geylani’nin akrabalarından. Annem “Siz bu kadar çocukluğunuzdan beri size baktılar. Çocukluğunuzdan beri süt annelik yaptı size Hacı Yiğit Fatma, hiç bunun bedelini ödemek gibi bir şey gelmiyor mu aklınıza, bir hukuk yok mu” dedi.
Açıkçası biz bunu düşünmemiştik ve derhal harekete geçtik. Türkiye “biz ilaç gönderemeyiz. Sudan’a Birleşmiş Milletler ambargosu var. Başka ülkeden gönderebilirsiniz” dediler. Hollanda üzerinden biz ertesi gün bir uçak dolusu ilaç götürdük. O ilaçlar oradaki insanların yaralarına merhem oldu. Binlerce kişi tedavi oldu.
Sudan Devlet Başkanı El Beşir, bu hareketi yapmamdan dolayı teşekkür etmek adına beni görmek istedi. O zaman Ali Enginoba büyükelçiydi Sudan’da Sanayi Teknoloji bakanlığında ziyaretteyiz. Haber geldi; “Devlet başkanı çağırıyor” diye. Ali Enginoba’yı da yanıma alarak kalktık gittik.
El Beşir çok teşekkür etti. Bu arada Sudan’la Türkiye arasındaki münasebetlerin nasıl olduğunu sordum kendilerine.
Aldığım cevap şaşırtıcıydı: “Türkiye’den 46 yıldan bu yana ne bakan ne üst düzey bir politikacı geldi. Batılılar bize terörist gözüyle bakıyorlar. İngilizler bizim önümüzü çok kestiler dolayısıyla barışık olamadık biz. Ne Suriye ile ne Türkiye ile ne Ürdün ile barışık olabildik. Sadece Mısırlılar Çadlılar ve Afrika’nın on tane ülkesi gelir gider. Libya’yla da kavgalıyız” dedi.
Bunun üzerine ben Türkiye ile ne yapmak istediğini sordum.

BİR OSMANLI’YI AYAĞIMA GETİRMEM
El Beşir sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye benim için büyük bir devlettir Osmanlının devamı olduğunu düşünüyorum.”
Ve hatta saraya girerken ben kapıya kadar geleceğini düşünmedim. Büyük kapı var girişte Kapıya geldi. Efendim biz ayağınıza gelecektik siz geldiniz deyince El Beşir: “Yok dedi ben bir Osmanlıyı ve bir seyyidi ayağıma getirmem bu saygısızlığı yapamam. Ben buna müsaade edemem” şeklinde cevap verdi. Aldığım cevaptan çok etkilenmiştim.
Siz nasıl fahri başkonsolos oldunuz? Gidip siz mi başvurdunuz?
Dönünce orada yaşadıklarımı Sayın Süleyman Demirel’e anlattım. Demirel, hakikaten çapı çok büyük insandır. Beni Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e gönderdi. Cem, bir çok araştırmanın neticesinde Süleyman Demirel’e döndü. Bir hafta içerisinde İsmail Cem’in Sudan’a gitmesi hususunda Meclis’ten karar çıkardılar.
O süreç yaşanırken 1998’de El Beşir bana bir öneri ile geldi. “İstanbul’da bizim bir konsolosluğumuz yok. Biz size fahri konsolosluk versek ne dersiniz” diye sordu. Ben bu göreve “tabi” dedim. Bir sene gayrı resmi çalıştık. Daha sonra iki ülkenin onayıyla kararlar çıktı. Yaklaşık 11 senedir Sudan’ın Marmara Bölgesi Fahri Başkonsolosu’yum hem de Fahri İşadamları Derneği Başkanıyım.
Şimdiye kadar biz oraya yaklaşık 180 yatırımcı gönderdik. Hepsini ben gönderdim. Benim imzam altında olmamış bir tek yatırımcı gitmemiştir. Plastik borudan musluğa, su pompalarından fırına, oto yedek parçalarından elektrik malzemelerine birçok alanda ihracat yapılıyor. Yani bizim batı ülkelerine satamayacağımız ne varsa oralara satabiliyoruz. Daha sonra AFRA diye bir grup buraya çok büyük bir alışveriş merkezi açtı. Türkiye ile Sudan arasında çok büyük ticaretler yapılmaya başlandı. Sudan ile halen 200-300 kalem arasında ticaret devam etmektedir.
Bizim ülkemizdeki tarım ve hayvancılık modeli bu ülkede uygulanmaktadır. Sık sık Tarım Bakanı, Sanayi Teknoloji Bakanı Türkiye’ye gelmektedir. Buradan heyetler göndermekteyiz. DEİK ve TUSKON önemli çalışmalar yapıyor.
Süt annenizin Türkiye’ye geliş öyküsü nedir?
Hacı Yiğit Fatma annemizin Türkiye’ye gelme hikayesi de enteresan.. Bizim ailenin büyükleri Mısır’daki Ezher Üniversitesi’nde okur. Oradan gelirlerken dedem Hacı Ali Bey, son bir hafta kala at üzerinde gezi yaparken bir çok tenteden çadır görür. Sorar yanındaki dostuna dedem: “Bunlar nedir” der.
Dostundan “Bunlar göçmendir bunlar Sudan’dan gelmiş orada burada süreli iş yapmaktadır. Sonra Sudan’a dönerler, kimi de kalır” cevabını alır.
Dedem; “Peki Türkiye’ye niye vermiyorsunuz” deyince dostu “Şu tentelerden kaç tane isterseniz bütün aileyi olduğu gibi verebiliriz” karşılığını verir. Dedem oradan 18 kişilik bir aile getirir. 1910 ya da 1908’lerde yaşanıyor bu söylediklerimiz. Bu insanlar bizimle yaşayarak geliştiler. Evlendiler çoğaldılar Çanakkale savaşına katıldılar. Şehit olanlar oldu. Bizim sütannemizin kocası, iki çocuğu ve dört kardeşi Çanakkale’de şehit düşmüştür.
Sudan Türkiye’ye tarihten çok bağlı bir ülkedir.

AVRUPA’YA 182 YIL YETECEK GAZI VAR

Bir süredir El Beşir’in yıldızı Batı ile bağdaşmıyor orada yanlış yapılan bir şey mi var. Batıyı rahatsız eden şey nedir?
Öncelikle ben size Sudan’ı anlatmak istiyorum. Sudan Türkiye’nin 3.1 büyüklüğünde bir coğrafya.. Nil nehrinin sağında ve solunda aşağı yukarı 100 kilometrelik alanda nereye giderseniz gidin kuyu açın su çıkar. Aşağı yukarı 2000 küsur Km’ye tekabül ediyor. Çok yakın mıntıkalarda 20 metreden su çıkarabiliyorsunuz. 20 metre derinliğe inince gözyaşı kadar temiz su bulabilirsiniz. Çünkü orada kirleten bir şey yok.
Darfur dediğimiz bölge Türkiye’nin 1.1 misli büyüklüğündedir. Sudan’ın tüm nüfusu 42 milyon civarıdır. Sudan’ın yer altı kaynakları çok zengin. Sadece Darfur’daki gaz kaynakları ortalama 182 yıl Avrupa hiçbir yerden gaz almasa yeter onlara.. Avrupa’nın 182 yıllık gaz ihtiyacını karşılayacak gaz Derfur’da stokta Güney Sudan zengin petrol yataklarına sahip. Yıllık yaklaşık 2 milyon 500 milyon varil petrol her yıl çıkarılarak işlenmektedir. Sudan çok büyük bir devlet. Çok hakim bir noktada ve Orta Afrika’nın denize açılan noktada iyi limanları ve servis yolları olan bir çok problemini hemen hemen çözmek üzere olan bir devlet.

IRAK’TAKİ SENARYONUN AYNISINI UYGULUYORLAR

Amerika Irak’ı işgal ederken bir çok gerekçe öne sürdü. Peki, Irak’ta nükleer silah bulundu mu? Kimyasal silah bulundu mu? Uluslararası barışı tahrip edecek derecede büyük bir güç bulundu mu? Fakat hep dediler “var”. “Gidiyoruz buluyoruz ve dünyayı kurtarıyoruz” dediler. Nerde o kurtardıkları dünya ve buldukları silahlar. Buna karşı 4 milyon insan öldü. Hak hukuk kayboldu. Ülke parçalara bölünerek ülke etnik güçlerin eline geçti.
Burada bir oyun var. Burada çok büyük bir oyun var. Amaç bu ülkenin iç meselelerini bahane edip topraklarına el atarak bu ülkenin yer altı kaynaklarına ortak olmaktır.
Bu oyun nedir: Bir kere Darfur’da yerli vatandaşın devlete isyanı ve yerli vatandaşın ona tasallutu yoktur. Darfur’da bindirilmiş kıtalar vardır. Batı Afrika ülkelerinden getirilir. Bunlar Müslüman değildir aralarında Müslümanlar varsa da Arap değildir. Darfur arazilerini işgal etmekte ve yerlileri tazyik altına almaktadır. Hükümette bu karşı bir tedbir olsun diye askeri birliklerini tampon bölgeye koyarak huduttakilerin içeri girişlerini engellemiştir. Girenleri de bazı bölgelerde toplayıp onlara insani yardımları devam ettirmektedir.

KATLİAMIN İSPATINI YAPABİLEN YOK

Katliam var diyorlar. Katliam var diyenler bunun ispatını yapabilir mi? Biz Bosna’da ispatını yaptık. Osmanlı döneminde Ermenilerin Erzurum’dan Van’a, Van’dan Kars’a ve Urfa’ya kadar coğrafya üzerinde yaptıklarını ispatladık ve bizi öldürdükleri yerleri bulup çıkardık. Peki, Darfur’da öldürüldü dedikleri toplu mezarlar nerede?
Hangi coğrafyaya gömüldü? Nasıl bunlar yüz bir iki yüz bin kişi denile biliniyor. Nerede bu binlerce kemik yığını
Bunu halkın ağzındaki bir hikaye ile anlatayım. Koyun çeşmenin alt taraflarında su içmeye yanaşıyor. Kurt çeşmenin tam çıktığı yerden bağırıyor. “Koyun” diyor: “suyu bulandırma.”
Koyun: Kurt abi! Ben aşağıdayım sen yukarıdasın. Ben nasıl suyu bulandırırım.”
Kurt “Bak koyun diyor sana bir daha söylemiyorum. Suyu bulandırırsan gelir seni yerim” diyor. Burada mesele suyu bulandırma işidir. Mazeret işidir Siyonların büyük oyunudur.
Onun için bu oyuna Irak’ta dünya geldi. Yarın İran’da da gelebilir. Öbür gün Sudan’da da gelebilir. Maalesef Müslümanların talihsizliğidir bu. Bu kadar iyi havari kesilmiş uluslar arası mahkemelerin Filistin’de ne yaptıklarını sormak istiyorum. Yaklaşık olarak 2 milyon insan öldürülmüştür. En son olaylarda 20 gün gibi bir sürede İsrail 1300 kişiyi öldürdü. Bunun hesabını kim sordu? Bunlar it, ot, toprak değil ki. Bunlar insan. Ve dünyanın gözü önünde çoluk öldürüldüler. Bunları İsrail’e kim sordu? Peki Sudan’dan olmayan bir katliamın hesabını nasıl soracaksın?
kullan

BATI, SUDAN’I İŞGAL ETME PEŞİNDE

Peki Sudan’da yapılmak istenen ne? Bu yalnızlaştırma politikası şimdi cezalandırmaya dönüştü bundan sonra ne olabilir?
İşgal. Şimdi onun zemini hazırlanıyor. Çiçek götürmeleri beklenemez.
El Beşir nasıl bir yol izliyor?
El Beşir çok güçlü. Halk onu çok destekliyor. Muhalifleri var tabi ki. Bir de Türkiye’de olduğu gibi ulusal düşmanlar var. Nüfus cüzdanını taşıyorsunuz. Türkiye’de Ermeni katliamından özür dileyen hainler var. İşbirlikçiler var. Satılmışlar var. Aynen orda da var. Bir adam çıkıyor diyor ki; öldürülen insanlardan ötürü özür diliyorum. Peki kim öldürdü? Baban mı öldürdü. Deden mi öldürdü? Babanla deden öldürdüyse özür dile kabul ediyorum. İşte bu hainler sürüsü, bu menfaat koridorunun içinden geçen bu sürü bugün Sudan’da da var, Filistinde de var yarın Ürdün’de de olacak. Şu an Suriye’de de mevcut, dün Lübnan’da da vardı. El Beşir’e tazyik yapıp düşürme çabaları nafile ama deneyecekler ve zorlayacaklar.
Sizinle yaklaşık 15 röportaj yaptık. Geri dönün Irak için söylediklerime bir bakın. Hiç bu gelişmeler yaşanmamışken Irak’ın nasıl bölüneceğini anlatmıştım size Kürt devleti kurulabileceğini, Türkiye’nin bölünme tehlikesi atlatabileceğini Sayfalarınızda yayınladınız. Şimdi Sudan’da da aynısı yapılmaya çalışılıyor. Ne olacağını ben size söyleyeyim: zengin petrol kaynaklarının bulunduğu alanları işgal edecekler. Birleşmiş Milletler adı altında gelip “sulh barış yapacağız” diyecekler. Sonra bu biz buraya el koyduk diyecekler. Kazma kürek getirin de şurada ne var ne yok bakalım diyecekler. Sonra petrol çıkınca da biz bunu bulduk. Bu mal bizim malımız diyecekler.

PETROLÜN BULUNMASI İLE İÇ SAVAŞ AYNI ANDA BAŞLADI

Ben burada bütün dünyaya sesleniyorum. 8 sene evvel petrol kaynaklarının bulunduğu Güney Sudan’da iç savaş başladı. Yüzde 2 olan Hıristiyan nüfusun bütün dünya imdadına koştu. Günde binlerce Müslüman öldürüldü. Bunların hesabını niye sormadılar? Sudan o kadar zorlandı ki bu eyleme karşı varsayın ki yüzde 5 Hıristiyan vardır varsayın ki yüzde 10. Yüzde 30’luk kesim devletin gelirlerine ve devletin yönetimindeki bakanlıklarına oturdular. Burada bir adaletsizlik yok mu?
Onun için 5 sene içerisinde isterse çizdiği sınırı ayıracak. Ki onu da yapacaklar. Başladılar çünkü. Onun için Sudan’ı 3 parçaya bölme provokasyonu şu an gündemde ve masanın üzerinde..
Hükümetin Sudan konusundaki tavrını nasıl buluyorsunuz?
Doğru buluyorum. Başbakan Erdoğan son olarak 5 Kasım’da ABD Başkanı George Bush’u ziyaret ederken beş altı madde içerisinde bir tanesi de Sudan diye ortaya çıktı. Başbakan bir anda Sudan gündemi açtı ve “Sudan’a bu haksızlığın yapılmaması konusunda tavsiyemdir” diyerek talepte bulundu. Herkes çok şaşırdı ama Başbakan’ın böyle bir plandan bilgisi vardı.
Politika yapanlar, ayakta uyumayanlar ve işbirlikçileri olmayanlar tarih bilgisine sahiptirler. Ve tarih bilgisinden bir slogan doğuyor. Birinin hakkına biri tecavüz eder öbürü susarsa bu uyumayanlar, sloganlarını başlatırlar: “Susma sustukça sıra sana gelecek”
Türkiye’nin bu kuyrukta olduğunu kimse unutmasın. Türkiye’ye yarın sinek uçurdun diye Sinekli köyündeki sineklere dokundun diye bir efekt atabilirler. Onun için Türkiye burada susmamalı.. Bunlar hak ve hukuktur.
Yüce Sultan Abdulhamid Han Kafkasya’nın problemini aştı ve Türkistan’a kadar uzandı. Türkistan’a dervişler, bilim adamları, ilim adamları gönderdi. Türkistan coğrafyasını uyandırdı. Çin uyanınca bunun bedelini Türkistan’a çok ağır ödetti. Çünkü Osmanlı yok olmuştu. Çünkü Osmanlı o dönemde akamete uğramıştı. Ve 1815’lerden sonra Arapların İngilizlerle işbirliği yapması sonucu Ortadoğu coğrafyasından Osmanlıları silince Kafkaslar da yukarıdan bastırınca, diğer taraftan Balkanlar tutuşunca artık Türkistan’la Abdülhamid’in uğraşma kapasitesi tükendi. Hatta kendini kurtarma gibi bir politika başlattı, onu da yapamadı. Bırakmadılar..
Niçin bırakmadılar peki?
Çünkü biz Türkler günlük fırın ekmeğinin ısınıp soğuması süresinde geleceğimizi düşünürüz.

VİYANA KUŞATMASINDA, KONSÜLÜN 3 KORKUSU

Ehli Salip yüz yıllık plan yapar. Bu süreç içerisinde egemen olacağı bölgelerin hayal bile edilemeyeceği coğrafyalarda ekonomik haklarının nasıl talep edileceğini planlar ve bu bir nesle daha ulaşır. Bir nesile daha ulaşır . Dördüncü nesilde hepsi gerçekleşir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ikinci Viyana kuşatması sırasında İtalya’da konsül toplanır. Ve der ki;
Viyana düşerse
1- Osmanlı parası basılacak
2- Osmanlıca eğitim Avrupa’da başlatılacak
3- İslamiyet tartışmaya açılacak
Bu arada konsülün başka bir kolu var ve o 36 yıl önce Macar imparatorunun finansmanı ile papanın konsülü ile birlikte strateji geliştiren ve Osmanlı’yı nasıl yıkacağız diye bir oda var. Ve bu çalışmalarını yürütüyor. Bu süreç içerisinde Osmanlı’yı
Ermenilerle mi yıkabiliriz,
İltica eden Yahudilerle mi parametrelerini bozabiliriz,
Mevcut etnik sınıflarla mı (Alevisi, Sünnisi, Yezidisi, Süryanisiyle mi) bunu verebiliriz?
Misyon gönderiyor, misyonerler gönderiyorlar. Ve misyonerler bu odaları belleklerine yazılmak üzere not alırlar
“Güneydoğu’da Kürt isyanı yaparsan şunu alırsın.
Alevi isyanı yaptırırsan bunu elde edersin,
Sünni isyanı yaptırırsan şunu,
Hıristiyan isyanı yaptırırsan şuna varırsın şeklinde..”
Etkinliği de tahminen derece itibariyle 5’tir 10’dur 30’dur 40’dır. Bunların hiç biri yanılmamış arkadaşlar.
Viyana kuşatmasının tarihini inceleyin ondan 36 yıl evvel 50 yıl sonraya gidin hadiseler bir bir üzerine biniyor ve sonuç alınıyor.
Şimdi Ortadoğu coğrafyasının enerjisi enerji kaynakları Asya ülkelerimizin kan kardeşlerimizin ayak bastığı Avrasya bölgesindeki enerji kaynaklarının geçin onu Türkiye’nin coğrafyası içerisindeki su ve petrol kaynaklarının çarpan cetvelindeki hesabı biz fırından ekmek alıp ısıtıp soğutana kadar onlar tam yüz yıldır hesapladılar ve sonuçlandırdılar. Ne yapacaklarını önümüzdeki 20-25 yıl içerisinde göreceksiniz.
Şimdi bir moda çıkardılar. Bu moda şu; “Ortadoğu’nun hakimi ve geleceğin Amerikası Türkiye..”
Siz Batı’dan yöneltilen çıkışı nasıl karşılıyorsunuz?
Tamamen köpükten şişirme bir iş. Ve geleceğin savaş haklılığının formüllerini arama yöntemidir bu. Yarın Türkiye biraz daha elini oraya buraya barış adına uzatır ve şunu yapayım bunu yapayım derken. “Birileri hop ne yapıyorsun” diyerek çullanma adına plan yapılıyor olabilir.
Bunları inceleyenler ve bunların üzerinde duranlar çok ince hesapla bunu çıkarıp önümüze koydular. Ama bugünkü yönetim tam onların hazırladıkları planı tek tek bozuyor. Nitekim Filistin’de gördünüz. Nitekim Gürcistan’da gördünüz. Nitekim Afganistan-Pakistan kavgasında gördünüz. Dün Hindistan’da olan eylemde dahi Türkiye’nin barışçıl bir adımla Hindistan’a destek olabileceğini ve Pakistan’la olan terör kontağının iki tarafça kesilmesi hususunda en etkili devlet olduğunu ortaya koydu.
Bunları şaşırttı. Şimdi Türkiye’de yeni bir misyon yetişti ve bu misyon geleceğin yüzyılını hazırlamaya çalışıyor. Ama altı oyuluyor. Her taraftan bir şekilde içeride kavgalar çıkıyor. Etnik sınıflar ayağa kaldırılıyor. Ama başaramayacaklar. Ancak Türkiye’nin de çok rahat olabileceğini ve bunları devam ettireceğini düşünmüyorum.
Türkiye, Sudan konusunda ne yapmalı?
Uluslar arası platformda Arap Birliği ile ve Rusya ile hareket etmeli. Arap Birliği bu hukuksuz kararın geri alınması konusunda çaba gösteriyor. Buna karşılık Rusya, Arap Birliği kararına dahil oldu. Çin de Afrika’yı istikrarsızlaştıracaksınız uyarısı yaptı. 10 tane devlet Sudan’ın eline bakıyor. Libya hariç coğrafyasındaki 10 devlete büyük etkisi var. Türkiye Arap Birliği Rusya ve Çin’in geliştirdiği slogana katkıda bulunmalı ve kararın değiştirilmesi hususunda ağırlığını hissettirmelidir. Sudan, Türkiye’ye lazım. Sudan, Afrika’ya lazım. Sudan istikrara lazım. Sudan İslamiyet’e lazım. Buradan gelecek enerji kaynaklarının güzel dağılımına lazım. Bu kaynakların başkasının eline geçmesine fırsat verilmemelidir.

Haber 7
 

TazzzY

Dekan
Emektar
Müdavim
Katılım
12 Kasım 2008
Mesajlar
7,353
Reaksiyon puanı
275
Puanları
263
Gerçekten büyük oyunlar dönüyor ortada Bölgesel olarak ne kadar önemliyiz ama köken olarak yüz yıllardır yan yana yaşamış Birbirlerine bağlanmış lazı çerkezi kürdü arnavutluğu çeçeni abazası Şimdi oyunlarını bizi bölmek için uğraşıyorlar bir taraftan Sözde ermeni soykırımı öbür taraftan Dağdaki 3 5 köpekle kürtlerin haklarını savunduğunu idda ediyorlar Bizi hep birbirimize vurdular sadece bu işi yabancılar yapmıyorlar Birde ergenekona bakalım Ses kasetleri telefon görüşmelerini dinleyince insan tüyleri ürperiyor osmanlılardaki yeni çeri baskısı şimdiki ordunun içinede sıçradı ama erken farkedilip temizlenmeye çalışıyorlar hatırlarsanız Osmanlının yıkılışının sebeblerinden biride Yeni çerilerdir Ve yıllardır benim milletimi sen sağ sen sol Diye ayırdılar şimdide bir tarafı atatürkçü öbür tarafı dinci olarak gösteriyorlar Hala uyanmıyor bu millet. sonumuz hayır etsin ama Türk birgün uyanır elbet o zmn dünyaya tekrar hakim oluruz...
 

tuvana

Doçent
Katılım
14 Şubat 2009
Mesajlar
816
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
içimizdeki hainler tıpkı bir kanser mikrobu gibi ülkemizi içten içe yemeye devam ediyorlar bir türk genci olarak biz ne yapmalıyız ülkemize her şekilde sahip çıkmalıyız ister sağcı ol ister solcu ol ister kürt ol ister laz ol ister çerkez ol bu ülke bizim başka türkiye yok yabancı ülkelerdeki akrabalarız varsa onlar dinleyin ülkemiz ne kadar kıymetli anadolu insanı ne kadar fedekar ülkemizi sevelim onu koruyalım.
 

Gfbercan

Asistan
Katılım
19 Mart 2009
Mesajlar
183
Reaksiyon puanı
3
Puanları
18
tuvana kardeşim dediğin doğru fakat zamanında bizi silah gücü ile yenemeyeceklerini bilen düşmanlarımız şu sözü kullanmışlar""BİZ TÜRKLERİ SAVAŞARAK YENEMEYİZ ANCAK KÜLTÜRLERİNİ DEJENERE EDEREK ONLARI ZAYIFLATIRSAK BAŞA ÇIKABİLİRİZ""
ve de kurtuluş savasından hemen sonra oyunlarına başlamışlar geldiğimiz nokta ortada uyuşturucu disco içki v.b. daha birçok şey kardeşi kardeşe küstürerek devam etmekteler .
 

tuvana

Doçent
Katılım
14 Şubat 2009
Mesajlar
816
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
tuvana kardeşim dediğin doğru fakat zamanında bizi silah gücü ile yenemeyeceklerini bilen düşmanlarımız şu sözü kullanmışlar""BİZ TÜRKLERİ SAVAŞARAK YENEMEYİZ ANCAK KÜLTÜRLERİNİ DEJENERE EDEREK ONLARI ZAYIFLATIRSAK BAŞA ÇIKABİLİRİZ""
ve de kurtuluş savasından hemen sonra oyunlarına başlamışlar geldiğimiz nokta ortada uyuşturucu disco içki v.b. daha birçok şey kardeşi kardeşe küstürerek devam etmekteler .
çok doğru bir çözümleme yapmışsın arkadaşım ama malesef uyanamıyoruz tek sorunumuz bu işte miller olarak duyarsızlaştık yozlaştık örf ve adetlerimizi yok eder oldular gençlerimiz tıpkı yabancı bir ülkede yaşıyormuş havası veiryorlar sevgi saygı kalmadı edep yok oldu ama inşallah bunlarda düzelecek Rabbim yardımcımız olsun.
 

tuvana

Doçent
Katılım
14 Şubat 2009
Mesajlar
816
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
Ekonomik boyut

Türkiye, hızla gelişen, kentleşen, dünya ile ekonomik ve kültürelbütünleşmesini sürdüren ve gittikçe büyüyen (şimdilik) 60 milyonluk birpazardır.

Ayrıca, gelişen teknoloji ve dünyaya açılan girişimcilik, Türkiye'yisadece bir "pazar" olarak değil, aynı zamanda "üretim" yapan birekonomik güç haline de getirmektedir.

Bu nitelikleri ile Türkiye, bir yandan Avrupa Topluluğu, öte yandanJaponya ile, "önemli" ekonomik ilişkileri kuracak ve geliştirecek biryapıya sahip görünmektedir.

Eski Sovyetler Birliği yerine kurulan bağımsız devletler ve otonomyönetimler açısından da Türkiye'nin önemli bir ekonomik potansiyelesahip olduğu söylenebilir.

Bütün bunlara ek olarak, Irak petrolü ve Kafkasya'dan gelecek petrol(Türkiye üzerinden pazarlanabildiği takdirde), uzunca bir süre,Türkiye'ye önemli bir ekonomik avantaj sağlayacaktır.

Türkiye'nin ekonomik önemi, daha yukarda üzerinde durulan jeopolitikönemi ile bütünleştiğinde çok daha derin bir boyut ve anlamkazanmaktadır.



Siyasal-Kültürel boyutu

Türkiye'nin bir "İslam ülkesi" olması, O'nun dış dünyadaki önemini,belki de buraya kadar üzerinde durulan bütün ögelerden daha fazlaarttırmaktadır.

Bunun en önemli nedeni "Türkiye'nin tek ve biricik, laik ve demokratik islam ülkesi olmasıdır":

Bu niteliği ile Türkiye, hem değişme ve gelişme potansiyeli bakımındanekonomik-askeri-siyasal bir güç olarak önem kazanmakta, hem de dahaönemlisi, "Müslüman Dünya" için, farklı bir model oluşturmaktadır.

Türkiye'nin, müslüman toplumlar için, laik ve demokratik bir modeloluşturması, sadece bölge açısından değil, tüm dünya ve insanlık tarihiaçısından önemli bir olaydır.

Huntington'un, 21. yüzyılın, Hırıstiyan, Müslüman ve Budistuygarlıkları arasında bir çekişmeye tanık olacağını söylemesi,Türkiye'nin "müslüman uygarlık" içindeki yerini olduğu kadar dünyaüzerindeki önemini de iyice arttırmaktadır.

Aslında, Atatürk'ün kurduğu Türkiye, tüm dünyanın önüne bir soruişareti gibi dikilmiştir: Acaba tüm toplumlar için evrensel ve tek birdeğişme modeli mi vardır, yani toplumların değişme ve gelişme aşamalarıekonomik açıdan biribirine eşitilendikçe, kültürel yaşamları da benzermi olacaktır, yoksa, farklı kültür din ve inançtaki toplumlar, farklıbiçimde de mi gelişecek ve ilerleyeceklerdir?

Daha doğru bir deyişle, Batı toplumlarının izlediği yolu reddederekgelişme olanaklı mıdır? Yoksa, değişme ve gelişme, tüm toplumları,eninde sonunda, aynı yollardan geçmeye mi zorlamaktadır?

İnsan hakları, kadın hakları, evrensel kavramlar mıdır? Bir toplumunhem gelişmiş olması, hem de temel hak ve özgürlükleri kısıtlamasıolanaklı mıdır?

İşte insanoğlu'nun önündeki tek aykırı model olan "Sovyet deneyimi"çöküp, tarihin derinliklerinde kaybolduktan sonra, "islam" aykırı birmodel olarak gündeme gelmiştir.

Oysa Türkiye, "İslam modeli"nin, evrensel değişme ve gelişmeçizgisinden farklı bir yol izlemediğinin en güzel örneğidir. Müslümanbir toplumda, hem laikliğin, hem de demokrasinin varolabileceğini vedeğişme ve gelişmenin bu çizgiler yönünde olabileceğini, varlığı ilekanıtlamaktadır.

Türkiye'de, evrensel değişme ve gelişme modelinden farklı, laikliktenve demokratiklikten sapan bir "İslam modeli" tartışmaları, daha çok,Sovyetler Birliği'nin gücünü sürdürdüğü "soğuk savaş" dönemindealevlenmiştir.

Sovyetler Birliği'ni, bir "çember" içine almak ve rejimi, içerden de"İslam" baskısı ile zorlamak politikası, Türkiye'de de "evrenseldenfarklı, islam>î çözüm" tartışmalarını desteklemiştir.

Artık, Sovyetler Birliği çöktüğüne göre, "dışardan böyle bir etki de" anlamını ve dolayısıyla gücünü yitirmiş gözükmektedir.

Şimdi, "dış dinamik ögeleri" tam tersine bir etkiyle, daha farklı birsoruyu, yukarda sorulan, "islam>î değişme ve gelişme modeli evrenselmodelden farklı mıdır?" sorusunu gündeme getirmiştir.

Kanımca bu sorunun yanıtı, 21. yüzyılda, evrensel modelin egemenliğiyönünde ortaya çıkacaktır. Yani bir toplum ister müslüman olsun, isterbaşka bir dinden, değişme ve gelişme sürecine girdiği ölçüde, insanhakları, demokratikleşme ve bunların ön koşulu olarak kaçınılmaz birbiçimde laikleşme, o toplumun gündemine girecektir.

Siyasal-kültürel boyut açısından yaptığımız irdelemeler, daha yukardabelirtilen jeopolitik boyut ve ekonomik boyut ile bütünleştiğinde,açıkça görülmektedir ki, Türkiye sadece bir "bölgesel güç" olarakdeğil, dünya tarihinde, uygarlıklar savaşı denilen değişme ve gelişmesüreçleri açısından da çok büyük bir önemle uluslararası arenada yerinialmaktadır.

http://www.ucakciyiz.biz
 
Üst