Tevbe Bahsi-Nedir Nasıl yapılır

Bu konuyu okuyanlar

risale

Doçent
Katılım
23 Mart 2010
Mesajlar
557
Reaksiyon puanı
13
Puanları
0
TÖVBE FARZDIR

Allahu Teala tövbenin farz olduğu konusunda bütün müminlere hitapla şöyle buyurmuştur:
“Ey müminler! Hep birden Allah’a tövbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.”
[1] Ayetin manası; nefsinizin kötü arzularından ve şehvetlerinize dalmaktan vazgeçip Allah’a dönünüz. Böyle yaparsanız ahirette arzuladığınızı elde edersiniz, zevali ve sonu olmayan bir nimet içinde Allahu Teala ile devamlı bir beraberlik içinde kalırsınız, cennete girmek sûretiyle mutlu ve mesut olursunuz, ateşten kurtulursunuz. İşte asıl kurtuluş budur, demektir.

NASUH TÖVBESİ NASIL OLUR?
Allahu Teala tövbenin fazileti konusunda kendilerini özel olarak muhatap aldığı müminlere şöyle emretmiştir:

“Ey iman edenler! Nasûh/samimi bir tövbe ile Allah’a tövbe ediniz. Umulur ki Rabbiniz günahlarınızı örter ve sizi altlarından nehirler akan cennetlere koyar.”
[2]
Ayette geçen “nasûh” ifadesi samimiyet manasına gelen nush kökünden gelmektedir. Bu kelime Arapça’da kullanılan “feûl” vezninde olup samimiyette çok ileri dereceyi ifade eder. Buna mübalağa sığası denir. Bu kelime “nasûhan” şeklinde de okunmuştur ki bu durumda masdar olmaktadır. Manası: “Sırf Allah için tövbe ediniz” demektir. “Nasûh” kelimesinin sırf, sade, yalın manasına gelen “nısah” kökünden türediği de söylenmiştir. Buna göre mana: Hiçbir şeye bağlı olmayan ve hiçbir şeyin de kendisine bağlı olmadığı, sırf Allah için olan bir tövbe ile tövbe ediniz, başka bir gaye gütmeyiniz, demektir. Bu da, hiçbir kötülüğe buluşmadan istikametle taate devam etmek, imkan bulduğunda herhangi bir günaha girme düşüncesine sahip olmamak, şehvetini ve kalbî hislerini birleştirerek hevası için günah işlediği gibi, aynı günahı sırf Allah rızası için terk etmektir.

Kul heva denen kötü arzulardan temiz bir kalp ile ve sünnete uygun güzel salih amelle Allahu Teala’nın huzuruna geldiği zaman, kendisine güzel bir netice verilir. O zaman daha önceden kaçırdığı güzel hâli de elde eder. İşte bu, nasûh tövbesidir. Onu yapan kul, çokça tövbe eden, güzelce temizlenen ve Allah’ın sevgilisi olan birisidir. Bunlar Allah tarafından daha önce hakkında iyilikle hüküm verilen kimselerin hâl ve haberleridir. Kime Rabbi tarafından kendisini destekleyecek bir nimet (tevfik-i ilâhî) verilmişse, Allah onunla kulunu kötülüklere bulunmaktan korur. Bu kimse Allahu Teala’nın ayet-i kerimede:

“Hiç şüphesiz Allah, çokça tövbe edenlerle güzelce temizlenenleri sever.”
[3] hitabıyla kast ettiği kimsedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) de:
“Tövbe eden Allah’ın dostudur.”
[4]
“Gerçekten tövbe eden kimse, hiç günah işlememiş kimse gibidir.”
[5]buyurmuştur.
Hasan-i Basrî’ye, nasûh tövbesinin ne olduğu sorulunca, şöyle cevap vermiştir: “O, kalp ile pişman olmak, dil ile istiğfar edip Allah’tan affını istemek, azalarla günahları terk etmek ve içten bir daha günaha dönmemeye karar vermektir.”

Ebu Muhammed Sehl demiştir ki: “Şu insanlara tövbeden daha gerekli bir şey ve tövbe ilmini bilmemelerinden dolayı daha şiddetli bir azap yoktur. Bugün insanlar tövbe ilmini bilmemektedirler.”
Yine o demiştir ki: “Kim, tövbe farz değildir, derse, o kafirdir. Onun bu sözüne razı olan da kafirdir.”
Şu söz de Sehl’e ait: “Gerçek tövbe eden, bir an ve bir nefes de olsa taatlarındaki gafletine tövbe eden kimsedir.”
Hz. Ali, tövbeyi terk etmeyi manevî körlük olarak görmüş, onu zanna tabi olmak ve zikri unutmakla bir arada ifade etmiş ve uzunca bir konuşmasının içinde şöyle söylemiştir:
“Kimin kalbi körelirse, Allah’ın zikrini unutur, zanna tabi olur, tövbe etmeden ve boyun bükmeden mağfiret olmayı ister.”
Samimi bir tövbenin farzı, günahı günah olarak kabul etmek, yapılan zulmü itiraf etmek, nefsin hevaî/kötü arzularına kızmak, onu kötü amellerdeki ısrarından vazgeçirmek, gücü yettiği kadar gıdasını/rızkını haramdan temizlemektir. Çünkü helal yemek salihlerin temel prensiplerindendir. Sonra da daha önceki günah ve isyanlara pişman olmaktır. Pişmanlığın hakikati ki eğer pişmanlık gerçek ise, kendisini pişman eden şeylerin benzerine bir daha dönmemektir.

Tövbenin bir farzı da, istikamet üzere emre uymak ve yasak şeylerden kaçınmaktır. Gerçek istikamet, kulun ömründe daha önceki gibi sakat ve bozuk şeylere düşmemek, bütünüyle Allah’a yönelmiş kimselerin yoluna tabi olmak, kendini eski haline döndürecek cahillerle arkadaş olmamak, sonra batılla meşgul olduğu günlerde ifsat ettiklerini düzeltmekle uğraşmak ve böylece tövbe edip bozuk halini ıslah eden salihlerden olmaya çalışmaktır. Hiç şüphesiz Allahu Teala iyilerin ecrini zayi etmediği gibi, bozguncuların amelini de (onlar tövbe etmediği sürece) düzeltmez.

Tövbe edene gereken şeylerden birisi de, kötülüklerini iyiliklerle, iyiliklerini de daha güzelleriyle değiştirmektir. Tövbesinin tam olarak gerçekleşmesi, Allah’a dönüşünün güzel ve günahları iyiliklere çevrilen kimselerden olması için böyle yapması zaruridir. Çünkü bu değişme dünyada olmaktadır. Kötü ameller iyi amellere çevrilmektedir. Şu ayet-i kerime buna bunu göstermektedir:
“Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar, Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.”
[6]

Demek ki, insanlar içlerindeki bir kötülüğü iyiliğe çevirdiklerinde, kötü halleri iyiliklere çevrilmiş olacaktır.
Sonra, gerçek bir pişmanlık ve kaçırdıklarına üzülmek, onları telafi ederken ifrat ve gevşekliğe düşmemek, tekrar eski durumuna dönmemek şeklinde olur. Böyle olmazsa; nefis geçmişte kaçırdıklarını telafiye çalışırken, ikinci bir vakti zayi etmiş olur. Uyanık hâlinde ele geçirdiği vakti zayi etmemelidir. Yoksa uyanık hâli geçmişteki gafleti gibi olur. Çünkü kaçırdıklarının telafisiyle gafletle geçirdiği günlerdeki hâline benzemiş olmaktadır. Nimetle (nimet ve rahat içinde bir hâlle) nimete ulaşılamayacağı gibi; eldeki vakti ve imkanları zayi ederek de geçmiş zararlar telafi edilemez. Bu durumda olanlar, şu ayet-i kerimede anlatılan kimselere benzemektedirler:

“Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler; iyi bir ameli kötü bir amelle karıştırdılar.”
[7] Bunun itiraf ve pişmanlık olduğu söylenmiştir.
Ebu Süleyman ed-Dârânî (rah) demiştir ki: “Akıllı bir kimse, kalan ömründe, sadece daha önceki taatsız geçirdiği vakitlerine ağlasa, bu, onu ölene kadar hüzün içinde ağlatmaya yeterdi. Artık kalan ömrünü de geçen ömründeki gibi cehalet ve gafletle karşılayan (ve eskisi gibi) yaşayan kimsenin hâli nasıl olur!”
Sehl b. Abdullah (rah) demiştir ki: “Gerçekten tövbe eden kimseyi hiçbir şey gevşetmez. O, nefsinden ayrılıncaya/ölünceye kadar kalbi Arş’a ilâhî huzura bağlı olur. Onun, ayakta durmasını sağlayacak zaruri şeyler dışında, konfor içinde bir hayatı yoktur. Geçmişine üzülür. Kalan ömründe de emirlere ciddi olarak sarılır, yasaklardan uzaklaşır. Bunların tamam olması ancak, her şeyde yakîn ilmine göre hareket etmesi ve salih amellere sarılmasıyla mümkündür. O zaman, Allah Teala’nın haklarında :

“Kötülüğü iyilikle giderirler.”
[8] Yani daha önce yapmış oldukları kötülükleri, işledikleri yeni hayırlarla giderip temizlerler, buyurduğu kimselerden olur. Aynı şekilde, Rasûlullah (s.a.v), Ebu Zerr’in hadisinde şöyle buyurmuştur:

“Bir kötülüğü işlediğin zaman, ondan sonra hemen bir iyilik yap. Gizli günaha karşı gizlice, açık olana karşı da açıkça hayır yap ki onu temizlesin.””
[9]

Rasûlullah (s.a.v), Muaz b. Cebel’e yaptığı bir vasiyyetinde de:
“Kötülüğün peşinden bir iyilik yap ki onu temizlesin.”
[10] buyurmuştur.
Yukarıda saydığımız vasıflarda tövbe eden bir kimse, salihler arasına girer. Nitekim Allahu Teala bir ayet-i kerimede:
“İman edip salih ameller işleyenleri, hiç şüphesiz salihlerin arasına katarız.”
[11] buyurmuştur.
Sonra tövbe eden kimsenin gücü yettiğinde daha önce elinden kaçırdığı fırsatları ve zayi ettiği vakitlerini telafi için hayırlarda koşması ve bu şekilde salihlerden olmaya çalışması gerekir. İşte bu makama çıktığında Mevla’sının huzuruna layık bir kul olur ve o zaman Allahu Teala onu muhafaza ve himayesine alır. Nitekim ayet-i kerimede:

“O, salihleri dost edinip işlerini üstlenir.”
[12] buyurulmuştur.
Tövbede kula gereken ve tövbeyle alakalı şeyler özetle on şeydir:
1-Allahu Teala’ya isyan etmemenin kendisine farz olduğunu bilmek.
2-Bir günaha düştüğünde onda ısrar etmemek.
3-Günahtan Allah’a tövbe etmek.
4-İşlediği günaha pişman olmak.
5-Ölene kadar istikamet üzere itaat içinde yaşamaya kesin karar vermek.
6-Günahın cezasından korkmak.
7-Mağfireti ümit etmek.
8-Günahı itiraf etmek.
9-O günahı Allahu Teala’nın takdir ettiğine ve onun Allah tarafından (zulüm değil) bir adalet olduğuna inanmak.
10- İşlediğine keffaret olması için, Rasûlullah’ın (s.a.v): “Kötülükten sonra bir iyilik yap ki onu temizlesin”[13] hadisine uyarak, günahın peşinden salih amel yapmak.
Burada zikrettiğimiz hasletler hakkında Sahabe ve Tabiûn’dan naklettiğimiz pek çok hadis, haber ve eser vardır. Ancak hepsini burada zikretmek çok uzun sürer.
Denilmiştir ki, ölüm meleği kula gözüktüğü zaman ona, ömründen çok az bir zaman kaldığını ve artık ölümün bir göz yumup açma müddeti kadar bile gecikmeyeceğini bildirir. O zaman kulda bir esef ve hasret meydana gelir. Öyle ki eğer bir baştan öbür başa bütün dünya kendisinin olsa, bu son saatine bir saat daha katıp tövbe etmek veya o andaki hükmü değiştirmek için hepsini elinden çıkarıp verirdi. Fakat buna imkan yoktur. Bu duruma şu ayet-i kerimede işaret edilmektedir:
“Kendileriyle istedikleri şeyler arasına engel çekilir.”
[14]
Burada istenen şeyin, tövbe etmek olduğu söylenmiştir. Ayrıca ömrün uzamasını veya güzel bir ölüm istemek olduğu da söylenmiştir. Ancak, onlardan önceki benzeri kimselere yapıldığı gibi, onların bu arzularına engel olunur. Aslında kulun geçirmiş olduğu her saat bu son saat gibi kıymetlidir. Sahibi anlayacak olsa, her saati bütün dünyadan kıymetlidir. Bunun için denilmiştir ki: “Kul Allah Teala’nın kullarına dilediği şeklinde tecelli ettiğini ve bunun bir hikmetle gerçekleştiğini yakînen bilince artık kalan ömrünün hiç bir kıymeti kalmaz.”

Allahu Teala’nın:
“Herhangi birinize ölüm gelip de “Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsaydım!” demesinden önce, size verdiğim rızıktan harcayın.”
[15] ayetinde geçen yakın süre hakkında şöyle denmiştir:

“Kul gözünden perde kalkıp ahiret ahvalini görünce, ölüm meleğine: “Ölümü bir gün olsun tehir et de, o günde Rabbime kulluk edeyim, günahıma yanayım ve nefsim için salih bir amel hazırlayayım.” der. Melek kendisine: “Bütün günlerini tükettin, artık sana hiçbir gün yok!” der. Kul: “Bir saat olsun mühlet ver!” der. Melek de: “Bütün saatlerini harcadın, artık bir saat olsun vakit yok” der. Ruh boğaza ulaşır, gırtlağa gelince hançerede tutulur. Artık tövbe kapısı kapanır, kulun dünya ile irtibatı kesilir, ameller son bulur. Vakitler gitmiş ve bitmiş olur. Nefesler yükselir, ahiret perdesinin açılmasıyla o tarafı müşahede başlar. Bundan sonra kulun gözü iyice keskindir. (Gerçekleri ve başına gelenleri net bir şekilde görür. )
Artık en son nefesine sıra gelince nefesi zorla çıkar. Kul, saadet ehlindense, önceden kendisine takdir edilen saadet hükmü üzerinde tecelli eder ve ruhu tevhid üzere çıkar. İşte bu, güzel sondur. Yahut kula ezeldeki şekavet hükmü tecelli eder ve ruhu şek ve şüphe içinde çıkar. Bu kimsenin hâli ayet-i kerimede şöyle anlatılmıştır.

“Kötü işleri yapıp dururken, kendisine ölüm gelince: “Ben şimdi tövbe ettim” diyen kimsenin tövbesi makbul değildir.”
[16]
İşte bu durum, kötü akıbettir. Ondan Allah’a sığınırız. Bu halde ölen kimsenin münafık olduğu söylenmiştir. Ayette anlatılanın günahta devam ve ısrar eden kimse olduğu da söylenmiştir.
Allahu Teala, tövbesi kabul edilenin hâlini de şöyle anlatmıştır:
“Allah’ın kabul edeceği tövbe ancak cahillikle bir kötülük yapıp da çok geçmeden tövbe edenin tövbesidir.”
[17]

Bunun ölümden önce ve ahiret alametleri zuhur etmeden son nefes gelmeden (can boğaza dayanmadan) önce yapılan tövbe olduğu söylenmiştir. Çünkü Allahu Teala, ahiret alametleri zuhur ettikten sonra tövbenin kabul edilmeyeceğini bildirmiş ve hükmünü şöyle vermiştir:
“Rabbinin bazı ayetleri geldiği gün, daha önce inanmamış ya da imanıyla bir hayır kazanmamış kimseye artık o andaki imanı bir fayda sağlamaz.”
[18]

Buradaki hayrın tövbe olduğu söylenmiştir. Çünkü tövbe imanın kazancı ve hayırların temelidir. Bahsi geçen hayrın salih ameller olduğu da söylenmiştir. Çünkü salih ameller imanın artmasını temin eder ve yakîn alametidir. Yukarıda geçen “Sonra hemen tövbe ederler.” ayetinin açıklanmasında şöyle söylenmiştir: “O kimse, hatasının hemen peşinden tövbe eder; onda devam etmez, tövbeden uzak kalmaz, günahının peşinden salih bir amel yapar, ondan sonra tekrar bir günah işlemez, kötülükten iyiliğe koşar ve başka bir kötülüğe de bulaşmaz.”

Denilmiştir ki bu ümmetten (ölürken dünyaya) dönmek isteyenlerin ilki (malının zekatını vermeyen ve gücü yettiği halde) Rabbinin evini (Kabe’yi) ziyaret etmeyen kimsedir. Allahu Teala’nın ayetinde geçen :
“Ölümü biraz geciktir de, bol bol sadaka verip salihlerden olayım.”
[19] Şeklinde yapılan itiraf, böyle yorumlanmıştır.
İbnu Abbas (r.a) derdi ki: “Bu ayet tevhid ehli için en şiddetli ikazda bulunmaktadır. Çünkü ayetin evveli şöyle başlamaktadır:
“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ın zikrinden alıkoymasın ...”
[20] Denilmiştir ki, Allah katında zerre kadar hayrı olan kimse dünyaya dönmek istemez. Bu manada şöyle bir haber rivayet edilmiştir:

“Ahirette zerre kadar hayrı olan kimse bütün dünya kendisine verilse (o hayırı bırakıp da) dünyaya dönmek istemez.”
[21]
Ariflerden birisi demiştir ki “Allah Teala’nın kuluna ilham yoluyla söylediği iki tane sırrı vardır: Bunlardan birisi: Kul annesinin karnından çıkıp doğunca Allahu Teala kendisine: “Ey kulum! Seni temiz ve günahlardan uzak bir şekilde dünyaya çıkarttım, sana ömrünü emanet ettim ve seni onu emniyetle koruman için görevlendirdim, artık bu emaneti nasıl koruyacağına ve huzuruma ne şekilde geleceğine bak.”
Diğeri de kulun ruhu çıkarken olur. O zaman Allahu Teala kula: “Ey kulum! Sana verdiğim emanetimi nasıl kullandın? Bana kavuşuncaya kadar seninle yaptığım ahde riayet ederek onu korudun mu ki ben de senin bu vefana karşılık olarak ecrini vereyim. Yoksa onu zayi mi ettin? Zayi etti isen sana hesabını sorar cezanı veririm. Kulun bu emanete sahip çıkışı ve Allah Teala’nın kulundan onu muhafaza etmesini istemesi şu ayetlerde ifade edilmiştir:

“Onlar emanet ve ahidlerini korur gözetirler.”
[22]
“Bana verdiğiniz sözü yerine getirin, ben de size vaat ettiklerimi vereyim.”
[23]
Kulun ömrü yanında bir emanettir; eğer onu (hak yolda geçirerek) korursa, emanetini yerine getirmiş (sahibine güzelce iade etmiş) olur. Eğer onu (küfür ve isyanla) zayi ederse, Allah Teala’ya hıyanette bulunmuş olur; hiç şüphesiz Allah hainleri sevmez.
İbn Abbas’tan nakledildiğine göre o, şöyle demiştir: “Kim, Allah’ın farzlarından birisini (terk ve ihmal ile) zayi ederse; Allah’ın emanetinden çıkmış olur. Kul nasûh bir tövbe edince; kötülükleri temizlenir ve cennete girmeye hak kazanır.”

Seleften birisi demiştir ki: “Allahu Teala’nın beni ne zaman mağfiret ettiğini bilmekteyim.”
Kendisine: “Ne zaman?” diye sorulduğunda; “Tövbemi kabul buyurduğu zaman!” diye cevap vermiştir.
Bir başkası da: “Tövbeden mahrum bırakılmam beni, mağfiretten mahrum edilmemden daha çok korkutuyor.” demiştir.
En doğru söz sahibi Allahu Teala buyurmuştur ki:
“Allah tövbenizi kabul edip sizi affetti.”
[24]

“O, kullarının tövbesini kabul eden ve kötülüklerini affedendir...”
[25]
Alimlerden birisi demiştir ki: “Kul, şehvetlerini unutup kalbinden hiç ayrılmayacak bir hüzün sahibi olmadıkça ve bir daha sırrını (gönlünü) meşgul etmeyecek şekilde günahtan uzaklaşmadıkça tövbesi sahih olmaz.”
Şam alimlerinden birisi de şöyle demiştir: “Bir mürid, solundaki meleğin yirmi sene kendisi için yazacak bir günah bulamayacağı şekilde (günahlardan uzak) olmadıkça tam tövbe etmiş olmaz.”
Seleften birisi demiştir ki: “Kulun tövbesinde samimi olduğunun alameti, hevasına uymanın tadını taatın tadıyla ve Allah’a güzelce dönme sevinciyle değiştirmesidir.”
Alimlerden birisi de bu manada şöyle demiştir: “Kul, nefsine uymanın tadı yerine, ona muhalefetin acısına katlanmadıkça tövbe etmiş olmaz.”

İsrailiyyattan hikaye edildiğine göre, adamın biri günahından tövbe edip uzun müddet ibadetle meşgul olduğu halde tövbesinin kabul olduğuna dair bir alamet göremeyince, zamanın peygamberine gelerek tövbesinin kabulü için dua etmesini istirham eder. Peygamber dua ettiğinde Allahu Teala peygamberine şöyle vahyetmiştir:

“İzzetim ve Celalime yemin olsun ki, yer ve gök ehli onun için şefaat etseler; kalbinde tövbe ettiği günahın tadı varken onun tövbesini kabul etmem.”
Kimin kalbinde günahın lezzeti kalmışsa, yahut onu hatırladığı zaman düşüncesiyle ona nazar ediyorsa, ona dönmesinden korkulur. Ancak, nefsiyle şiddetli bir mücahede, günahı çirkin görme ve hatırladığında korku ve ürperti ile onu hatırından defetme gücüne sahipse, tövbesini koruyabilir.”
[1]
Nûr 24/31.

[2]
Tahrim 66/8.

[3]
Bakara 2/222.

[4]
Yüce Allah’ın tövbe den kimseyi seveceğini bildiren biraz fazlı lafızdaki bir hadis için bkz: Ahmed, Müsned, I, 86; Ebu Ya’la, Müsned, No: 483; Ebu Nuaym, Hilye, III, 209; Elbani, Daife, No: 95-96.

[5]
İbn Mace, Zühd, 30; Beyhaki, Sünen, X, 154; Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, X, 200; Elbani, Zaife, 615-616.

[6]
Ra’d 13/11.

[7]
Tövbe 9/102.

[8]
Ra’d 13/22.

[9]
Tabarani, el-Kebir, XX, 159; Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, X, 74; Münavî, Feyzu’l-Kadir, No: 763.

[10]
Tirmizî, Birr, 55; Darimî, Rikak, 74; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 153, 158.

[11]
Ankebût 29/9.

[12]
A’raf 7/196.

[13]
Tirmizî, Birr, 55; Darimî, Rikak, 74; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 153, 158.

[14]
Sebe 34/54.

[15]
Münafikun 63/10.

[16]
Nisa 4/18.

[17]
Nisâ 4/17.

[18]
En’am 6/158.

[19]
Münâfıkûn 63/ 10.

[20]
Münâfıkûn 63/ 9.

[21]
Bu lafızlarla bulamadık. Cennetteki bir kamçı boyu kadar azıcık bir yerin bütün dünya ve içindekilerden daha hayırlı olduğunu ifade eden başka hadisler için bkz: Buhari, Rikak, 2; Tirmizi, Fedailü’l-Cihad, 17,25; İbnu Mace, Zühd, 39; Ahmed, Müsned, III, 315. (Müt: D. Selvi)

[22]
Müminun 23/8.

[23]
Bakara 2/90

[24]
Bakara 2/187.

[25]
Şura 42/25.



http://www.konakdersleri.org/belge.php?bilgi=1399&konu=TOVBE-FARZDIR
 
Üst