"Siz hiç Çanakkale’ye gittiniz mi?"

Bu konuyu okuyanlar

mazruf

Müdavim
Emektar
Katılım
30 Temmuz 2009
Mesajlar
23,098
Reaksiyon puanı
1,117
Puanları
113
Yaş
40
Şehit Piyade Er Ahmet Oğlu Mehmet'in öyküsü

Aziz şehitlerimizi yâd etmek için Genelkurmay Başkanlığı tarafından başlatılan ''Türkiye Şehitlerini Anıyor'' etkinliği kapsamında, 09 Mart 2016 tarihinde Harbiye Askerî Müzesi ve Kültür Sitesi Komutanlığında, Birinci Dünya Savaşı şehitlerinden Şehit Piyade Er Ahmet Oğlu Mehmet' in aziz ruhu için tören düzenlenmiştir.


“Siz hiç Çanakkale’ye gittiniz mi?”

"Denizin o kan kokan dalgalarına dalıp o masmavi sularda koyu bir hüzne dalan yiğitlerimizi, onların yaşadıklarını, hissettiklerini aklınıza hiç getirdiniz mi?

Ya da gecenin bir yarısında karanlığın içinden yükselen ve vatanı uğruna, bayrağı uğruna hayatını feda eden o kahramanların seslerini, gülüşmelerini, hasret kokan türkülerini, ahlarını hiç işittiniz mi?

Öyle derin fırtınalar kopar ki içinizde Çanakkale’de, hiç farkına varmadan çiğ taneleri süzülür gözlerinizden tane tane. Çünkü bastığınız her yerde titreyerek basarsınız o toprağa. Neden? Sanki kendinizi dedenizin üzerine basıyormuş gibi hissedersiniz de o yüzden, çünkü şüheda (şehitler) fışkırıyor o topraktan da o yüzden.

Basmaya korkarsınız o toprağa.

Her adım atışınızda bomba seslerini, kurşun vızıltılarını, şarapnel parçalarının can alan, yetim bırakan ıslıklarını duyarsınız kulağınızda.

Soğuktur gece, deniz rüzgarları altında usul usul soluklanır toprak. Çanakkale vakurdur, Çanakkale gururludur, Çanakkale umudumuzdur, canımızdır, namusumuzdur Çanakkale.

Silah sesleri, kan, kol, el, yüz, göz, bacak... Çanakkale mahşer, Çanakkale kıyamet, Çanakkale aç, yorgun, uykusuz, bitkin ve Çanakkale’de gün uyur, deniz uyur, hava uyur, savaş bile uyur ama Mehmetçik uyumaz, kırpmaz gözlerini.

Ağlar Çanakkale, kan dolmuştur yüreğine, yutkunur, yutkunur, yutkunur ama konuşamaz Çanakkale.

Konyalı Hikmet, Adıyamanlı Mahmut, İstanbullu Fazıl, Yemenli Hüseyin, Trabzonlu, Artvinli Mustafa, Amasyalı Ali ve Kınalı HASAN. Daha niceleri, her şeylerini bırakmışlar da gelmişler memleketlerinden. Yanlarına sadece canlarını almışlar da gelmişler.

Ve Anafarta’nın sarı çiçeği, ölmeyi emreden adam, en büyük kumandan, o ki mavi gözleriyle ölümü korkutan altın yeleli bir aslan. Attığı her adımda Çanakkale titriyor ve Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale’de Atatürk olmanın ilk adımlarını atıyor.

Bilecik’in Pazaryeri ilçesinden olan şehidin hayat hikayesi...

"Bir köy çocuğu, yiğit mi yiğit, gürbüz, atik, gözü pek ve güçlü. Şu anda salonumuzda bulunan diğer Mehmetçik kardeşleri gibi özüne sözüne güvenilir bir yiğit.

Akranları oyun oynarken o tarla tapanda babasına yardım etmeye çalışıyordu, evinin nafakasını çıkartmaya gayret gösteriyor, çorbada tuz olmaya çalışıyordu.

Zaman içerisinde bu köy çocuğu daha da güçlendi, ele avuca sığmaz bir yiğit oldu. Çok çalışkandı, gayretliydi, herkesin yardımına koşardı, buradaki Mehmetçiklerimiz gibi.

Komşu köyde bir düğünde gördüğü ve daha ilk gördüğü andan itibaren de vurulduğu, aşık olduğu Fatma Hanım’la davullu zurnalı bir düğün yaptılar ona. Dünyalar onun olmuştu. Ahmet ve Hatice dünyaya geldiğinde de bu mutluluk çok daha arttı.

Şu anda salonumuzda bulunan Şehidimizin torunları, şehidin şehadete erdiğinde henüz bir aylık olan oğlu Ahmet’in soyundan....

"Dünya Savaşı çıktı ardından Çanakkale.

Bir an bile tereddüt etmedi yiğidimiz, koştu cepheye, koştu Çanakkale’ye.

Bilmiyordu, bebelerini bir daha göremeyeceğini, bir daha onlara kavuşamayacağını ve onları bir daha hiç koklayamayacağını bilmiyordu.

Yedi düvelden Çanakkale’ye çullanan düşmanın püskürtülmesi gerekiyordu ve Ahmet Oğlu Mehmet de onları püskütecek yiğitler arasındaydı. Ne gecesi vardı ne gündüzü, ne ekmeği vardı ne aşı ama onun yüreğinde bir inanç vardı. Bu inanca göre de vatan tutsak olamazdı, bayrak yere inemezdi.

Atılıyordu siperden sipere ateş parçası Ahmet Oğlu Mehmet, dur durak bilmeden, bir an olsun şikayet etmeden ve elindeki tüfeği, süngüsünü bir an olsun yere düşürmeden saldırıyordu düşmana, dar ediyordu onlara er meydanını.

Birden bir sıcaklık hissetti göğsünde, al kanlara boyandı.

’Ben dağ gibi adamım’ dedi, ’Beni bir mermi ile yıkamazsınız’ dedi, çarpışmaya devam etti. Sonra bir mermi daha yedi mübarek omzundan. Bu defa çözüldü dizlerinin bağı, hani bir yaprak sonbahar gelir de nasıl süzülür toprağa doğru yavaş yavaş bırakır kendisini. İşte aynı onun gibi bıraktı yere kendini şehidimiz. Vatan topraklarıyla sımsıkı kucaklaştı, usulca kapadı gözlerini, son bir nefes çekti ve o nefesin içerisinde yavrularının o cennet kokusunu içinde hissetti."
 
Üst