- Katılım
- 29 Haziran 2007
- Mesajlar
- 64,457
- Reaksiyon puanı
- 529
- Puanları
- 0
Cenâb-ı Hak, Habib-i Ekremine, Kurânı sana, meşakkat çekip, bedbaht olasın diye indirmedik. (Tâ Hâ, 20/2) buyurmaktadır.
Yani; Kurânı Sana, bahtsız, talihsiz bir insan olasın diye indirmedik. Onun emirlerinden dolayı melûl, mahzun ve mükedder bir hale düşmeni istemedik. Bu Kitabı indirmekle Seni, takatini aşan bir yükün ve ağır bir meşakkatin altına sokmayı da murad etmedik. Kurân, anlayıp anlatabileceğin, emirlerini uygulayıp başka insanlara da öğretebileceğin bir kitaptır. O, Sana da ümmetine de beşerin tâkatini aşan bir mükellefiyet yüklememektedir. Bazı emirlerinde zahiren bir meşakkat görünse bile, onlar da aslında meşakkat değildir. Onlar, uzun bir yolculuğa çıkmış bulunan insanın, hedefine sağ-salim varabilmesi için yol azığı mesabesindedir; ileride çıkması muhtemel tehlike ve engellere karşı birer korunma vesilesidir.
Ayrıca Kurânı Sana, insanlarla münasebetlerinde sıkıntıya düşmene ve ona inanmıyorlar diye üzülmene bir sebep olarak da göndermedik. Onu, Allahtan korkanlara, Yaradana saygı duyanlara bir öğüt, bir uyarıcı olarak indirdik. (Tâ Hâ, 20/3) Senin vazifen tebliğ ve temsildir; insanları inandırmak şen-i rububiyete ait bir iştir. Kurânı, önyargısı bulunmayan, istifade etmeye açık duran, potansiyel olarak insanın içinde haşyet hâsıl edebilecek şeyleri duyduğu zaman içi haşyetle dolan ve manevî değerlere karşı saygı hissini bütün bütün kaybetmemiş olan kimseleri inzar edesin diye inzal ettik. Sen bu İlahî beyanın ışığında insanlara yol göstereceksin, onun rehberliğini kabul edip onun yolunda gidenler de saadete erecekler. Fakat onu kabul etmeyenlere zorla kabul ettirmek Senin vazifen değildir. Hem üzülme, o nasipsizlerden dolayı Sen talihsizliğe düşmeyecek ve bahtsız kalmayacaksın. Zira gönlü haşyetle dolu nice talihliler Hakkın çağrısına koşacak; ona inananlar Senin göz aydınlığın olacak.
Evet, bu ayet-i kerime bütün bunları ve daha başka derin manaları ihtiva etmektedir. Allah Resûlünün, ister ümmet-i davetin isterse de ümmet-i icabetin genel tavır ve durumları karşısındaki duyarlılığını, insanlığın kurtuluşu hakkındaki hassasiyetini, Ondaki ölesiye yaşatma arzusunu ve kurtarma cehdini nazara vermektedir.
Dahası, bu ayette bir müjde vardır. Bu Kurânı indiren Allah Teâlâ, onunla vaat ettiği şeyleri de elbette gerçekleştireceğini beyan buyurmaktadır. Peygamber Efendimizi inkisar içinde bırakmayacağını ve asla bahtsızlığa terk etmeyeceğini belirtmektedir.
Hem Müjde Hem İltifat
Haddizatında, bu ayet-i kerimeyi sadece Peygamber Efendimizin heyecanlarını tadil eden ve onu ikaz için inen bir İlahî beyan şeklinde anlamak eksik, hatta yanlış olur. Evet, burada tadil ve tembih söz konusu olduğu kadar, ciddi bir takdir ve iltifat da vardır. Cenab-ı Hak, Resûl-i Ekremine adeta Habibim! Şu İlâhî mesaja kulak verip ona dilbeste olmuyorlar ve inanıp onun rehberliğinde huzur-u daimiye yürümüyorlar diye öyle üzülüyor, öyle kederleniyorsun ki neredeyse bir mum gibi eriyip tükeneceksin. Senin bu yüce ve incelerden ince ruhun ilerde öyle bir kaynak haline gelecek ki, gönlünde azıcık haşyet duygusu barındıran herkes kalb kâsesini doldurmak için o kaynağa koşacak. Öyleyse, Sen tebliğ vazifeni yap, takdiri Allaha bırak; kendine o kadar eziyet etme! demektedir ki, bu hem çok ulvî bir iltifattır hem bir ızdırap insanında olması gereken ruh enginliğini gösterme adına arkadan gelenlere hedef tayin etme demektir ve hem de Kurânın mesajının hüşyar gönüllerde makes bulacağının bir müjdesidir.
Diğer taraftan, bu ayet bize de bir hedef göstermektedir: Nefsanî isteklerden, şahsî çıkarlardan ve gelecek endişelerinden bütün bütün sıyrılarak her zaman Rabbin huzurunda bulunuyor olma duygusuyla hareket etmeyi, Allaha karşı hep haşyet hissiyle dolu bulunarak İlahi mesaja açık yaşamayı ve bu sayede herkese sonsuzluk iksiri sunma niyetiyle çalışıp çabalamayı yegâne gaye-i hayal bilmemiz gerektiğini ima etmektedir.
İmanın varsa lakayt kalamazsın
Evet, şayet Allah Teâlâ hak ve hakikatin ne demek olduğunu senin ruhuna da azıcık duyurmuşsa, artık sen sokaktaki herhangi bir insan gibi davranamazsın. Çünkü herkes belli bir seviyede marifete erer. Sen hangi seviyenin insanı isen, mutlaka onun hakkını vermelisin, daha aşağıya inemezsin. Cenâb-ı Hakkı her an görüyor gibi temkinli davranacak kadar kuvvetli bir imana sahipsen ya da hiç olmazsa her an Onun tarafından görüldüğün şuuruyla hareket ediyorsan, o ufku tutturup harem dairesine girdikten sonra bir daha kapının önündeki insan gibi yaşayamazsın. Artık sen zihninden geçen hayallerine bile hesap sormalısın.
İşte bu, bilmeye bağlı bir husustur. Şayet, Cenâb-ı Hakka inanmışsan, Onun vadettiklerini biliyorsan, vaîdlerinden haberdarsan ve ahirete imanın varsa, insanlığın hâl-i hazırdaki durumu karşısında lâkayt kalamazsın. Eğer, ister saadet ister şekavet olarak, bir şeyin âkibetine inanmışsan, insanlığın o şekavetten sıyrılması, o talihsizliği aşması ve o saadete ulaşması için sen de günde birkaç defa ölüp ölüp dirilmeye razı olursun. Bu, öteye inanmış ve adanmış bir ruhun vasfıdır; bu Peygamberâne bir azmin, bir tavrın ve bir duruşun gereğidir.
1- Nefsanî isteklerden, şahsî çıkarlardan ve gelecek endişelerinden bütün bütün sıyrılarak her zaman Rabbin huzurunda bulunuyor olma duygusuyla hareket etmeliyiz.
2- Allah Teâlâ hak ve hakikatin ne demek olduğunu senin ruhuna da azıcık duyurmuşsa, artık sen sokaktaki herhangi bir insan gibi davranamazsın.
3- Cenâb-ı Hakka inanmışsan, Onun vadettiklerini biliyorsan ve ahirete imanın varsa, insanlığın hâl-i hazırdaki durumu karşısında lâkayt kalamazsın.
Zaman