- Katılım
- 29 Haziran 2007
- Mesajlar
- 64,455
- Reaksiyon puanı
- 530
- Puanları
- 0
Bir insanın kendisini diğer mümin kardeşlerinden aşağı görmesinin iki yönü vardır: Bu yönlerden biri çok faydalı ve Allah indinde çok makbul, diğeri de zararlıdır.
Bir insanın aşağılık duygusuyla kendisini kötülemesi ve kusurlu görmesi zararlıdır. Ancak kişinin yarınlarda karşısına ne çıkacağını bilememe hissiyle bunun dertlisi olarak Allah'ın diğer kullarının yanında kendisini aşağı görmesi bir bakıma fazilet ve meziyettir.
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendisine verilen fazla pâyeler karşısında, "Ben bir beşerim ve Allah'ın abdiyim. Siz bana Allah'ın kulu ve Resûlü deyin." buyururlardı. Devr-i Risâletpenahî'de sahabeden herhangi birisine, "Sen şusun.. busun..." dendiğinde, "Ben ancak Allah'ın kullarından herhangi bir kulum." diye cevap verirdi. Ehlullah dediğimiz Hak dostları da meseleyi böyle ele almışlardır. Mesela Şah-ı Geylani Hazretleri, kendisini yere göğe sığdıramayan kimselere karşı, "Ben sadece Allah'ın ibadından bir kulum" derdi.
İşte bu istikamette insanın kendisini geri görmesi, hatta bir hiç görmesi mahzursuzdur, belki de faidelidir. Bu arada bir kimsenin başkalarının vesâyası altında Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden istifade etmeye liyakati olabileceğini düşünmesinin, tezkiye-i nefis açısından yararlı olduğu bile söylenebilir. Ben yirminci asırda insanlığı kurtarmaya namzet gördüğüm nesilde bir bakıma bu duygu ve düşüncenin, ağırlığıyla kendisini hissettirmesini bekliyor, gözetliyor ve bu hasletin onlarda olmasını şiddetle arzu ediyorum. Hizmet ehlinden hiçbir fert kendisini diğer insanlardan daha üstün ve daha farklı görme hastalığına düşmemelidir. Ehl-i dünya felsefeden aldığı dersle üstünlük hastalıklarına kapılabilirler. Mümin kardeşlerimiz bu türlü hastalıklara kapılmamalı, herhangi bir sun'ilikle, Batı'da olduğu gibi insanları yükseltme adına abartılara girmemelidirler.
Ben Kimim ve Neyim!
Konuyu biraz daha açmak adına bir üslup değişikliği çerçevesinde "ben"den başlamak istiyorum. Başkaları da "ben" deyip konuyu kendi hesaplarına değerlendirebilirler.
Ben bir fert olarak imana ve Kur'an'a hizmet yönüyle Allah'a hamd ederim ki, Cenab-ı Hak önemli vazifelerle şereflendirdi. Ben mahiyetim ve maddem itibarıyla hiç ender hiçim. Fakat bu hiçlikte Allah farklı varlık cilvesi lütfetti. Allah bazen mücrim bir kuluna da değişik lütuflarda bulunabilir. Nitekim öyle yaptı ve nadide bir cemaatle beni hemhal kıldı. Ben bu yönden kendimi dünyanın en bahtiyar insanlarından sayar ve "Allah, zavallı bir insanı tuttu, nezahetle yaşayan, hizmet etmeye namzet insanların yanına getirip koydu." derim. Ben işte buna aşağılık duygusu demiyorum. Madde ve mahiyetim itibarıyla Rabb'imin nazarında kirli bir damla sudan ibaretim. (Bkz. Târık, 86/6) Buna rağmen halk şayet beni büyük sayıyor ve tebcilde bulunuyorsa, bu hususta yanılmış olabilirler. Ama kendi zaviyemden ve bakışım açısından ben hep böyle düşünürüm. Halk, düşüncesinde ve verdiği hükümlerde yanılmış olabilir. Bu noktada da çok korkarım ve korkmam da lazım, sonra da Efendimiz'in dediği gibi, "Rabbim beni halkın nazarında büyük, Senin nazarında küçük eyleme" derim. Halk, bir insanı büyük görebilir. Ancak ben, nezd-i ulûhiyetinde boyum ne kadar ise o kadar ve onun da altında görünmek isterim. Bugün el üstünde tutulan fakat yarın ayaklar altında bir merkub bile olamayacak hale düşmektense, "Doğrusu onlar hayvanlar, davarlar gibidirler, hatta onlar yolca yöntemce daha da sapıktırlar."
(Furkan, 25/44) sırrıyla mahkeme-i kübrada o duruma düşmektense, burada kat kat hatalarımın cezasını çekmek veya Senin namütenahi affına sığınmak isterim. Vahşi'yi bağışlayan, onu sahabi olmak şerefiyle serfiraz kılan o engin rahmetine iltica ederek ve Sana sığınarak, "Sen dilersen merkepten de insan yaparsın ama dilersen insanı da merkep kılarsın." derim.
Bizi insan olarak en güzel surette yarattın. Ancak biz, insanî sîretimizi irademizle bozduk. Çamur ve bataklık içine girdik. Şimdi öyle bir çamur içinde bocalayıp duruyoruz. Ama bir yerde dendiği gibi Senden gayrısına secde etmemiş bir başımız var. Gönül bozulsa, iç âlemi pörsüse bile Senden gayrısına secde etmedik ve kimseye bel kırmadık. İşte Sana vereceğimiz şey budur. "Ma arefnâke hakka ma'rifetike- Seni hakkıyla bilip tanıyamadık." kalkanıyla nezd-i ulûhiyetine iltica ediyor ve bizi bağışlamanı diliyoruz.
Bu bir anlamda muhasebe sayılır. Bu durumumla ben kendimi asrımızda kendinden ders aldığım kâmetin arkasında yürüyen biri gibi görürüm. İnsanımıza sahabe-i kiramı anlatırım. Hani bir kıtmir vardır ki şahları ve onların bağını, bostanını korur. Bir kıtmir de vardır ki, o da sahabeden en küçüğünün arkasında dolanır ve yanında bulunmayı şeref sayar. İşte ben, onların adından bahsederim ve onları tanıtmaya çalışırım. Samimi olduğumu söyleyemem. Bütün bütün samimiyetsizim de diyemem. Bunlardan biri fahir olur, diğeri de nankörlük.
Beceriksizliğimi ve kusurlarımı Rabb'im şimdiye kadar setrettiği, beni olduğum gibi size göstermediği için ben de size şerh etmek istemem. Burada "Ya Settâr" deyip yürürüm. Öbür âlemde de "Ya Settâr" deyip aman dilerim. O da belki gafletlerimi örter de beni bağışlar. Bu sözlerimde samimiyim ve ben kendime böyle bakıyorum. "Ah şu cemaat, benim ne yavuz bir dilbaz olduğumu bilseler, gelip beni dinlemezler." diyorum. Bu dediklerimin kaçta kaçını bazı arkadaşlarım da diyebilir bilemiyor, bilme diye bir vazifemin olduğunu da sanmıyorum.

Bir insanın aşağılık duygusuyla kendisini kötülemesi ve kusurlu görmesi zararlıdır. Ancak kişinin yarınlarda karşısına ne çıkacağını bilememe hissiyle bunun dertlisi olarak Allah'ın diğer kullarının yanında kendisini aşağı görmesi bir bakıma fazilet ve meziyettir.
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendisine verilen fazla pâyeler karşısında, "Ben bir beşerim ve Allah'ın abdiyim. Siz bana Allah'ın kulu ve Resûlü deyin." buyururlardı. Devr-i Risâletpenahî'de sahabeden herhangi birisine, "Sen şusun.. busun..." dendiğinde, "Ben ancak Allah'ın kullarından herhangi bir kulum." diye cevap verirdi. Ehlullah dediğimiz Hak dostları da meseleyi böyle ele almışlardır. Mesela Şah-ı Geylani Hazretleri, kendisini yere göğe sığdıramayan kimselere karşı, "Ben sadece Allah'ın ibadından bir kulum" derdi.
İşte bu istikamette insanın kendisini geri görmesi, hatta bir hiç görmesi mahzursuzdur, belki de faidelidir. Bu arada bir kimsenin başkalarının vesâyası altında Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden istifade etmeye liyakati olabileceğini düşünmesinin, tezkiye-i nefis açısından yararlı olduğu bile söylenebilir. Ben yirminci asırda insanlığı kurtarmaya namzet gördüğüm nesilde bir bakıma bu duygu ve düşüncenin, ağırlığıyla kendisini hissettirmesini bekliyor, gözetliyor ve bu hasletin onlarda olmasını şiddetle arzu ediyorum. Hizmet ehlinden hiçbir fert kendisini diğer insanlardan daha üstün ve daha farklı görme hastalığına düşmemelidir. Ehl-i dünya felsefeden aldığı dersle üstünlük hastalıklarına kapılabilirler. Mümin kardeşlerimiz bu türlü hastalıklara kapılmamalı, herhangi bir sun'ilikle, Batı'da olduğu gibi insanları yükseltme adına abartılara girmemelidirler.
Ben Kimim ve Neyim!
Konuyu biraz daha açmak adına bir üslup değişikliği çerçevesinde "ben"den başlamak istiyorum. Başkaları da "ben" deyip konuyu kendi hesaplarına değerlendirebilirler.
Ben bir fert olarak imana ve Kur'an'a hizmet yönüyle Allah'a hamd ederim ki, Cenab-ı Hak önemli vazifelerle şereflendirdi. Ben mahiyetim ve maddem itibarıyla hiç ender hiçim. Fakat bu hiçlikte Allah farklı varlık cilvesi lütfetti. Allah bazen mücrim bir kuluna da değişik lütuflarda bulunabilir. Nitekim öyle yaptı ve nadide bir cemaatle beni hemhal kıldı. Ben bu yönden kendimi dünyanın en bahtiyar insanlarından sayar ve "Allah, zavallı bir insanı tuttu, nezahetle yaşayan, hizmet etmeye namzet insanların yanına getirip koydu." derim. Ben işte buna aşağılık duygusu demiyorum. Madde ve mahiyetim itibarıyla Rabb'imin nazarında kirli bir damla sudan ibaretim. (Bkz. Târık, 86/6) Buna rağmen halk şayet beni büyük sayıyor ve tebcilde bulunuyorsa, bu hususta yanılmış olabilirler. Ama kendi zaviyemden ve bakışım açısından ben hep böyle düşünürüm. Halk, düşüncesinde ve verdiği hükümlerde yanılmış olabilir. Bu noktada da çok korkarım ve korkmam da lazım, sonra da Efendimiz'in dediği gibi, "Rabbim beni halkın nazarında büyük, Senin nazarında küçük eyleme" derim. Halk, bir insanı büyük görebilir. Ancak ben, nezd-i ulûhiyetinde boyum ne kadar ise o kadar ve onun da altında görünmek isterim. Bugün el üstünde tutulan fakat yarın ayaklar altında bir merkub bile olamayacak hale düşmektense, "Doğrusu onlar hayvanlar, davarlar gibidirler, hatta onlar yolca yöntemce daha da sapıktırlar."
(Furkan, 25/44) sırrıyla mahkeme-i kübrada o duruma düşmektense, burada kat kat hatalarımın cezasını çekmek veya Senin namütenahi affına sığınmak isterim. Vahşi'yi bağışlayan, onu sahabi olmak şerefiyle serfiraz kılan o engin rahmetine iltica ederek ve Sana sığınarak, "Sen dilersen merkepten de insan yaparsın ama dilersen insanı da merkep kılarsın." derim.
Bizi insan olarak en güzel surette yarattın. Ancak biz, insanî sîretimizi irademizle bozduk. Çamur ve bataklık içine girdik. Şimdi öyle bir çamur içinde bocalayıp duruyoruz. Ama bir yerde dendiği gibi Senden gayrısına secde etmemiş bir başımız var. Gönül bozulsa, iç âlemi pörsüse bile Senden gayrısına secde etmedik ve kimseye bel kırmadık. İşte Sana vereceğimiz şey budur. "Ma arefnâke hakka ma'rifetike- Seni hakkıyla bilip tanıyamadık." kalkanıyla nezd-i ulûhiyetine iltica ediyor ve bizi bağışlamanı diliyoruz.
Bu bir anlamda muhasebe sayılır. Bu durumumla ben kendimi asrımızda kendinden ders aldığım kâmetin arkasında yürüyen biri gibi görürüm. İnsanımıza sahabe-i kiramı anlatırım. Hani bir kıtmir vardır ki şahları ve onların bağını, bostanını korur. Bir kıtmir de vardır ki, o da sahabeden en küçüğünün arkasında dolanır ve yanında bulunmayı şeref sayar. İşte ben, onların adından bahsederim ve onları tanıtmaya çalışırım. Samimi olduğumu söyleyemem. Bütün bütün samimiyetsizim de diyemem. Bunlardan biri fahir olur, diğeri de nankörlük.
Beceriksizliğimi ve kusurlarımı Rabb'im şimdiye kadar setrettiği, beni olduğum gibi size göstermediği için ben de size şerh etmek istemem. Burada "Ya Settâr" deyip yürürüm. Öbür âlemde de "Ya Settâr" deyip aman dilerim. O da belki gafletlerimi örter de beni bağışlar. Bu sözlerimde samimiyim ve ben kendime böyle bakıyorum. "Ah şu cemaat, benim ne yavuz bir dilbaz olduğumu bilseler, gelip beni dinlemezler." diyorum. Bu dediklerimin kaçta kaçını bazı arkadaşlarım da diyebilir bilemiyor, bilme diye bir vazifemin olduğunu da sanmıyorum.
1- Kulun nefsini sıfırlaması, onun aşağılık duygusuyla kendisini kötülemesi anlamına gelmemelidir. Zira böyle bir anlayış insanı ümitsizliğe sevk eder.
2- Efendimiz bile kendisini yüceltip övenlere karşı, kendisinin kul olduğunu, dolayısıyla kulluğun en büyük paye olduğunu hatırlatmıştır.
3- İnsan nefsini hesaba çekerken, Allah'ın kendisine bahşetmiş olduğu nimetleri de görmezlikten gelmemelidir. Yoksa O'na karşı nankörlükte bulunmuş olur.
ZAMAN
2- Efendimiz bile kendisini yüceltip övenlere karşı, kendisinin kul olduğunu, dolayısıyla kulluğun en büyük paye olduğunu hatırlatmıştır.
3- İnsan nefsini hesaba çekerken, Allah'ın kendisine bahşetmiş olduğu nimetleri de görmezlikten gelmemelidir. Yoksa O'na karşı nankörlükte bulunmuş olur.
ZAMAN