Şehid Metin Yüksek Anısına

Bu konuyu okuyanlar

quasimodo

Müdavim
Katılım
20 Aralık 2008
Mesajlar
1,929
Reaksiyon puanı
57
Puanları
0
ŞEHİT METİN YÜKSEL


“ŞEHADET BİR ÇAĞRIDIR TÜM NESİLLERE VE ÇAĞLARA”

Bu gün aylardan yine Şubat:şehitlerle şahlanmış,güzelleşmiş,soğoğuna rağmen şuheda ile sıcacık bir aya dönüşen Şubat.Bu yüzden olacak ki,Şubatın
diğer aylara nazaran müstesna bir yeri vardır inananların gönüllerinde.

İşte bir kez daha,İslam’ın en bahtiyar dava erlerini yâd ediyor,en içten ve en derin hüzün,acı,hasret,özlem ve heyecan dolu duygularımızla,o güzide şehitlerimizi gıpta ile anıyor,onları selamların en güzeli ile selamlıyoruz.

Safa sizlerin başına,Ey Alem’i Ukba’nın efendileri,İslam’ın nurlu ve onurlu mücahitleri.Selam size Ey Rablerinin kendilerinden razı olduğu kutlu insanlar.

Ne yüce ve ne ulvi bir makamdasınız ki,Cenab-ı Mevla’nın huzurunda, hiçbir mümin Dünyaya bir kez daha geri dönmeyi istemezken,siz Ey kerim-i
Mâbud’un övdüğü,sevdiği,medhettiği bahtiyar kulları Metin Yüksel,Molla Mansur,Molla İbrahim,Fidan Güngör,Molla İhsan ve daha adlarını sayamayacağımız,canlarını seve seve Allah (c.c.)’ya adayarak,Rabbimiz nolur!
Bizi Dünyaya bir kez daha gönder de,her seferinde ila’âyi Kelimetullah uğrunda şehit olup öldürülelim.Sonra tekrar tekrar dirilip yeniden yüzlerce defa şehit olalım diyeceklerdir.

Ah Şehadet!Sen ne tatlı bir sevdasın ki, Mecnunun Leylayı arayıp bulabilme aşkıyla yanıp tutuşmak,bitmez tükenmez bir tutku,sahra çöllerinde can havliyle
hayatta kalma pahasına susuzluktan serap görecek kadar sana susamak,ne müthiş ve ne mukaddes ulvi bir gayedir Şehadet,Şehadet ve Ey Şehadet!..

Bana öyle geliyor ki,galiba seni anlatmak,sana ulaşmak,sana kavuşmak benim gibi bir günahkardan çok uzaktır.Ve Ey Şehadet!bir ömür boyu senin aşkınla yaşadık ve yaşamaya da devam edeceğiz,taki sen bizi bulana dek,büyük bir aşk,özlem ve sevdayla yolunu gözleyeceğiz,belki bir gün bizimde kapımızı çalarsın diye.

Biliyorum Ey Şehadet!Seni Dünyevi cüssemle anlatmam mümkün değil.Seni
gerçek manada anlayabilmek için,bizatihi şehadet şerbetini tatmak gerek.

İşte onun için Ey Şehadet! ve ey kutlu sevda,seni her hatırlayışımda,içimde tarifini bilemediğim garip acılar hisseder,müteessir olur,bir çocuk gibi için için ağlamak feryad-u figan etmek isterim.

Bu korku,heyecan ve aynı zamanda sevinç,bedenimin her zerresine sirayet eder.Acaba diyorum;Ya bir gün şehit Metin Yüksel gibi,şehadet şerbeti içmeden/içemeden,ya o eşsiz,emsalsiz ve ulvi duyguyu tadamadan şu iki günlük
fani Dünyadan göçüp gidersem diye,iki büklüm bir halde hayıflanır,yüreğim daralır,bağrım yanar tarifi imkansız duygu seli ile yanıp tutuşurum.

Sen Ey Şehitlerin nazlı gülü,Mevlasının şanlı eri,merhum aziz Molla Sadrettin’in yavrusu,can yoldaşı,ciğer paresi şehit Metin Yükselim:Ne mutlu sana ki,Cennet-i Âla’da,Rabbının huzurunda Şuheda ile yâd edilecek ve çağrılacaksın!

Ne muazzam bir mutluluk ki,başta alemlerin ve bütün kainatın yegane maliki ve sahibi Allah(e.v.c) Subhanehu ve Teala,sonra Hz Adem (a.s.)’dan Hz.
Fahri alem efendimize kadar ki bütün Peygamberler ve meleklerin hazır bulunduğu Mahkeme-i Kubra da denilecek ki;Molla Sadrettin’in oğlu Şehit Metin gelsin!Evet bütün mahlukat bu harikulade sahneye tanıklık edecektir.
Şehadet ne ulvi bir gaye,erişilmesi ne zor bir mertebedir Ya Rabb!

Ah canların canı Metin Yüksel!
Hayatın baharında,dört bir yandan masiyetlerle,pisliklerle çepeçevre kuşatıldığımız bu asırda,biz şu günahkar kardeşlerini nasılda bıraktın gittin.Oysa senin o hayırhah,haya abidesi,edep ve ahlak timsali ru-i mahcemaline,durmak dinlenmek bilmeksizin cihan şumul davan uğruna,gece gündüz çalışıp didinmene,her dakikası dolu dolu gayret,irşad ve tebliğine ne kadar da çok muhtaçtık,Ey İslam davasının gerçek mübelliği Şehit Metin Yüksel!

*** *** ***

İşte o zamanların gerek M.T.T.B. ve gerekse Akıncılar derneklerinin başını,Ümmetin medar-ı iftiharı,merhum Şehit Metin Yüksel çekiyordu.O yıllarda aziz ve çok değerli insan Metin Yüksel’in adını,sanını,azim,gayret ve çabasını,hemen hemen bilmeyen duymayan kalmamıştı memlekette. O İstanbulda,ama sanki hemen yanıbaşımızda,bizimle beraber yaşıyor gibiydi.

23 Şubat 1979’da İstanbul Fatih camisinde,yerlerin karlarla kaplı olduğu bir Cuma günü namaz çıkışında,komonist ve faşistler tarafından yayılım ateşine tutuluyor ve oracıkta şehadet şerbetini içiyordu.

Merhum Molla Sadrettin Hocamızın oğlu,Metin Yüksel 23 Şubat şehit edilirken,adeta biz Türkiye’deki bütün müslümanların Dünyası yıkılmış, yüreklerimiz parçalanmış,kıyametler kopmuş,feryadu figanlar arşu alaya yükselmişti Metin Yüksel şehit edildiği gün.Günler değil,haftalar değil aylarca
Metin Yüksel anıldı,yâd edildi,hatırlandı.Ve aradan otuz yıl geçmesine rağmen
Metin’in acısı hala yüreklerimizin ta derinliklerinde yanıp tutuşmaktadır.

Her yerde,her beldede,ve her mekanda Şehit Metin Yüksel konuşuluyor,o
menfur ve kalleş saldırı telin ediliyordu.Ve Metin Yüksel o gün bu gündür
unutulmadı ve asla unutulmayacaktır da.”Metin Yüksel,Ölmedin sen”

Metin Yüksel Şehit edildiğ zaman,her Müslümanın dilinde ve gönlünde şu dizeler ve ezgiler dökülüveriyor,bazen derin üzüntülerimizden göz yaşlarına boğuluyorduk:

Vurulmuş alnından bre canan,yerde yatıyor,
Hain düşman vurmuş bre kahpe,durmaz kaçıyor,
Şehit Metin Yüksel bre canan,rahat uyuyor,
İslam davasına bre canan,binler doğuyor,
Vurulmuş alnından bre canan,karda yatıyor,
Irkçı faşist vurmuş bre kahpe,durmaz kaçıyor.

Bu ezgileri dinleyipte ağlamayan hiç bir Müslüman varmıydıki o acı ve hüzün dolu günlerde.

Metin Yüksel’i bire bir hiç görmemiştik.Ama sanki her an onu yanıbaşımızda,yüreklerimizin ta derinliklerinde hisediyor ve adeta her lahza onunla içi içe yaşıyor,onunla oturup onunla kalkıyorduk.Özellikle şehit Metin
Yükselin şu manidar sözleri bizi derinden yaralıyor,bir hançer gibi yüreklerimize saplanıyordu.Onun aramızdan ayrılmasını bir türlü kabullenemiyorduk.İşte asla unutulmayacak Şehit Metin Yüksel’in tarihi haykırışları ve gelecek nesillere mesajı:

ŞEHADET BİR ÇAĞRIDIR TÜM NESİLLERE VE ÇAĞLARA!..

HAKK’I MÜDÂFA ETMEK,EN BÜYÜK İBADETTİR!..

Şehit Metin Yüksel,şehadete o kadar susamıştı ki,gittiği her yerde en ön safta,bir eylem,bir miting bir protesto veya her hangi bir etkinlik olacağı zaman,
en önde yer alır,cesurca mertçe,iman ve sadakatle davasını her yerde haykırmaktan bir an bile geri durmuyordu.

Metin Yüksel vurulduğu gün,yüreklerimize adeta kor düştü.Kalplerimize düşen o ateş bu güne kadar bütün inananların yüreklerini yakmaya devam etmektedir.Çünkü okul okuduğumuz o yıllarda,gittiğimiz her yerde o büyük şehidin adı,mücadelesi ve sarsılmaz azmi ile yaşıyor,bir gün onun gibi şehadet şerbeti içme heyecanıyla yanıp tutuşuyorduk.

O gerçekten samimi bir mücahit,bir lider,bir dava insanı,binlerce Müslüman genç gibi,bizimde ufkumuzu açıp bizi yönlendiren,cesur,muvahhid ve kalbi imanla dopdolu olan gerçek bir dava eriydi.Hangi etkinliğe,konferansa veya platforma gittiysek,hep”Şehadet bir çağrıdır tüm nesillere ve çağlara”sedaları ile karşılaşırdık.

M.T.T.B. ve Akıncılar derneklerine her gittiğimizde,ders halkalarında, piyes,tiyatro ve diğer aktivitelerde,İstanbul’da Metin Yüksel’in şanlı mücadelesi
ve korkusuz öncülüğünden bahsedilirdi.Onun bu onurlu ve azimli yaşamı bütün mücahitlere,genç dimağlara büyük bir örneklik teşkil ediyordu.

Metin Yüksel’in şehit edildiği 79’lu yıllarda,Memleket yine iç ve dış mihraklar tarafından ölüm tarlasına, fitne ve fesad arenasına dönüştürülmüştü. Herkesin hemen her gün yüreği ağzında,Acaba yarın ne olacak?kimler nerede?nasıl öldürülücekler,nerede olay çıkacak?hangi Üniversite ayaklanacak?korku ve endişesi ile iç içe,badirelerle dolu bir hayat yaşamak zorunda bırakılmıştı.

Bütün bir halkın diken üzerinde olduğu o yıllarda,İstanbul’dan çok uzaklarda,memleketin ücra köşelerinden biri olan Muş yatılı İmam-Hatip Lisesi
orta ikinci sınıf öğrencisiydim.

Okuldaki ikinci yılımdı.Okuduğumuz İ.H.L.inde bile kimse kendisinden emin değil ve başımıza ne geleceğini kestiremiyorduk.Okul değil,sınıftaki öğrenciler bile kimi faşist,kimi komonist ve kimi İslamcı gruplar halinde idiler.
Her yer ve her toplu alan patlamaya hazır bomba gibiydi.Her an her şey olabiliyordu.

Memlekette gün geçmiyordu ki bir olay,bir vakıa ve bir öldürme hadisesi olmasın.Her yerde sağ sol davası,her yer kavga,döğüş ve bela yumağı haline gelmişti.

Her sabah kalktığımızda,okulumuzun önündeki yüksek ve uzun duvarda değişik sloganlar yazılmış olduğunu görürdük.Çarşıda sokakta her gördüğümüz duvar değişik örgütlerin sloganlarıyla doluydu.

O günleri yaşayan kardeşlerimiz çok iyi hatırlarlar.Mesela o sloganlardan bazıları şöyleydi:”Hak yol İslam,Yaşasın M.T.T.B,Akıncılar geliyor,Şeriat isteriz,Tek yol İslam,Komonistler moskova’ya,Kahrolsun faşizm ve empeyalizm,Türkün Türkten başka dostu yoktur,Yaşasın milliyetçi gençlik,M.H.P,Biji rızgari,bımre koledari,Ala rızgari,Jı kurdara azadi,DHŞK-PC gibi o sloganlardan sadece bazıları.

Her kesimdeki gruplar özellikle okul gençliğini kendi tarafına çekme telaşı ve gayreti içindeydi.O zamanlar toy ve deneyimsizdik.Ancak sağ olsunlar ve Mevla hepsinin hayır ve ecrini versin,Müslüman abilerimiz bizi bir an bile boş bırakmıyorlardı.Onların sayesinde çok bilgisiz ve tecrübesiz olduğumuz halde,Seyyit Havva,Hasan El Benna,Bediuz Zaman,Seyit Kutup v.b. gibi alimlerin,dava erlerinin eserleriyle yetiştiriliyor,sağlam bir itikad ile bizleri geleceğe hazırlıyorlardı hamdolsun.

Okullar dağıldıktan hemen sonra,özellikle hafta sonları bu ağabeylerimiz bizleri alır o zamanki İslam’i tebliğin kaleleri,ilim-irfan kültür,yardımlaşma
ve dayanışma merkezleri olan M.T.T.B ve AKINCILAR derneklerine götürüyorlardı.

Kim ne derse desin M.T.T.B ve Akıncılar adlı dernekler,o zamanki genç nesil için çok büyük bir nimet,bir kültür yuvası bir hayat damarıydılar.Yolun başında ve henüz hayatın baharında olan binlerce gencecik körpe dimağlara,
İ.H.L.lerinin bile veremediği çok hayati,köklü sağlam bilgiler,deneyim ve tecrübe bu güzide mekanlarda veriliyordu gencecik Müslümanlara.

Mesela aradan otuz yıl geçmesine rağmen o günler,hala isimlerini çok iyi hatırladığım Mehmet,Musa,İhsan,Şefik adlı hoca ağabeylerimiz,bizlere Allah adına ve sadece ilahi rıza için hiçbir dünyevi menfaat gütmeden,madden ve mânen yardımcı olmaktan bir an bile geri durmuyorlardı.Bunun içinde çok büyük çaba ve gayret sarfediyorlar,hatta yazın bütünlemeye kalan öğrencilerin bütün masraflarını yine onlar üstleniyorlardı.

Özellikle hafta sonları,değişik medreselerde,evlerde,konferans salonları,M.T.T.B ve Akıncılar derneklerinde,bazende Nurcu ve Sofu kardeşlerimizin de dergahlarına (ki o zamanlar bütün İslami cemaatler birbirleri ile barışıktılar)giderek ders veriyorlar,parasız kitap dağıtıyorlar, piyesler, tiyatrolar düzenliyorlar,çoğu zaman kalabalık olduğumuz halde yemek yediriyorlar,bazende pikniğe götürüp dağlarda-ovalarda hem gezdiriyorlar hemde tevhid ve tekbir sesleriyle çok hoş-tatlı sohbetler veriyorlardı.

Abartısız söylüyorum ki,eğer bu gün her köşe başında,yurdun dört bir yanında ve her sathında ilim-irfanla yoğrulmuş dava insanı varsa,her geçen gün örtülü-cilbablı bacılarımız çığ gibi çoğalıyorsa,bunu o zamanki M.T.T.B. Akıncılar ve diğer İslami cemaatlere borçluyuz.

Bununla akabinde solcular ve sağcılarda boş durmuyorlar,onlarda her şeylerini ortaya koyarak öğrencileri,gençleri kendilerine doğru çekmeye gayret ediyorlar,onları bizden koparmaya çalışıyorlardı.

Bir gün birkaç tane solcu,her genç gibi benide markaja aldılar.O kadar samimi,mütevazi ve o kadar sıcak bir yakınlık gösterdilerki,doğrusu o mücahit abiler sayesinde sağlam ve sarsılmaz bir itikadımız olmasaydı,benimle hatta diğer gençlerlede çok ciddi anlamda ilgilenen o solcuların tuzağına düşmemiz içten bile değildi.

Çünkü çok enteresan taktikler uyguluyorladı.Mesela bizlerle çok samimi ilgilenirler,para verirler,lokantaya götürür yemek yedirirler ve masraftan hiç çekinmezlerdi.Hatta bir gün bir tanesi bana:”Bak kardeşimiz!bizim davamız
katıksız,menfaatsiz bir davadır.Marks,Lenin,Mao,Stalin Dünyanın en büyük liderleridir.Kuracağımız Sosyalist-Komonizm devletinde bütün insanlar eşit olacak,kimse kimseyi kapitalizmde olduğu gibi sömürmeyecek.

Devlet her vatandaşına eşit şartlarda ev,mülkiyet,para,araba ve ailesini geçindirecek maddiyatı hiç kimsenin diğerlerinden fazla olmadan,bütün her şey eşit bir şekilde vatandaşlar arasında bölüştürülecek.Her vatandaş zengin olacak,fakir hiç kimse bırakılmayacak.Bütün Dünya ülkeleri Sosyalizmle buluşup Komonizm kurulduğu zaman,Dünyada artık savaşlar bitecek,herkes artık hür ve özgür olacak”diyerek bu çok samimi ve duygusal konuşmasından sonra konuşurken göz yaşlarına boğuluveriyordu.Bundan etkilenmemek mümkünmüydü!?

Metin Yüksel’in şehit edildiği yıl,aynı zamanda Yeryüzündeki tüm müslümanlar için müjde dolu yeni ve güçlü bir kale doğuyordu.”İran İslam Cumhuriyeti”İmam Humeyni’nin (r.a.)otuz yıl boyunca çok büyük gayretlerle mücahitler yetiştirmiş,değişik yerlere sürgün edildiği halde,yine sürgünde olduğu Fransa’da Sadece bir emirle zalim Şah Pehlevi’nin saltanatına son vermiş ve tüm İslam aleminin koruyucusu,hamisi konumunu hala muhafaza etmeye devam etmektedir.

Ey şehitlerin gencecik şahı,Alem-i Ukbanın efendisi Şehit Metin Yüksel:
Seni asla unutmuayacağız.Açtığın şehadet yolunda ilelebet yürüyeceğimize dair sana söz veriyoruz.Taşıdığın İslam sancağını ebediyete kadar gurur ve mutlulukla dahada yücelere çıkaracağız inşallah.
Metin Yüksel'in şehid edilişinde teselli...



24 Şubat 1979. Günlerden Cumartesi. İstanbul- Fatih Camii'nin avlusu iğne atsanız yere düşmeyecek kadar kalabalık. Anadolu'nun her şehrinden akın akın gelen binlerce diriliş eri olan Akıncılar Derneği mensupları Caminin avlusunda musalla taşında yatmakta olan dava arkadaşları Şehid Metin Yüksel'i son yolculuğuna uğurlamak için bekliyorlar. Ortalıkta bir şehid sessizliği var. Hüzün kokuyor cami avlusu. Gözyaşları Akıncı yol bulmuş akıyor yüreklerden. Herkes birbirine sarılıp baş sağlığı diliyor. İzmir Akıncıları olarak diğer şehirlerden bizim bir farkımız var. Şehidimizi en son görenlerden biri de bizleriz çünkü. Metin Yüksel şehid edilmeden önce son akşamı rahmetli Osman Yurdabakan, Ali, Hüseyin, Serdar, Mehmet Ağabey, Zeki Ağabey, Hamza ağabey ve ben birlikte geçirip onu İzmir'den İstanbul'a yolcu etmiştik. Fatih'te Cuma namazı çıkışında caminin merdivenlerinde Ülkücü- Kavmiyetçi olarak bilinen güruh tarafından hunharca ve kalleşçe yaylım ateşine tutulan Metin Yüksel, daha orada Hakk'ın şerbetini içerek son nefesini verir. Metin'in şehadet haberini alan bizler Cuma akşamı bu kez onu son yolculuğuna uğurlamak üzere dayanılmaz bir acı ve elem içerisinde yola çıkıp, Cumartesi sabahı İstanbul'a geldik. Aylardan şubattı ve İstanbul revnaklı kar esintisiyle beyaza boyanmıştı. Havanın buzul kokan soğuğu içimize işlemiyordu sanki. Harem'den araba vapuruyla Sirkeci'ye, oradan da yürüyerek Fatih Camii'ne gidip, Hasan Hüseyin, Abdullah gibi pek çok öğrenci dostla buluştuk. Caminin iki yakasında bulunan yurtlarda misafir edildik. Metin'in şehid edilişiyle ilgili pek çok şaibeyi de konuştuk uzun uzun. Tabiî aziz şehidimize Fatihaları da eksik etmeyerek. Sonra cenaze namazı. Ve Metin Yüksel'in babası Sadreddin Hocaefendi konuştu şehid oğlunun başında. Sesi vakurdu. "İnanıyorum ki oğlum şehid düşmüştür" derken sesi titrese de çok anlamlı ve manidar bir konuşma yapmıştı. Konuşmasında Hz. Peygamber'in Sünen-i Ebu Davud'da geçen "Halkı kavmiyetçilik, ırkçılık fikrine çağıran bizden değildir. Kavmiyetçilik uğruna savaşan bizden değildir. Kavmiyetçilik için ölen de bizden değildir." şeklindeki hadisine vurgu yaparak kavmiyetçilik illetiyle oğlu Metin'i şehid edenleri uyarmıştı. Sonra sevgili şehidimiz Metin Yüksel'in naşını on binlerce Akıncı ellerimiz üzerinde taşıyarak geçici istirahatgâhına yerleştirdik.
Gel zaman git zaman derken Sadreddin Hocaefendi'nin oğlunun şehid edilişi karşısındaki metanet ve dirayetli tavrı beni hep düşündürdü. Ona sabır ve teselli veren ne olmuştu? Hangi hadise onun büyük acısına merhem olmuştu? Bunun cevabını ancak Metin'in şehadetinin üzerinden 8-9 sene geçtikten sonra öğrenebildim. Yakın geçmişte vefat eden merhum Sadreddin Hoca'nın 1986 yılında Madve Yayınlarınca neşredilen "Makaleler-II" başlıklı eserde geçiyordu, benim aradığım sorunun cevabı. Daha sonra bunu Sadi Yüksel de 1992'de yayınlanan "Şehadet ve Şehid Metin Yüksel" başlıklı aynı yayınevi tarafından neşredilen eserine de iktibas etmişti aynı cevabı.
Sadreddin Yüksel Hoca'nın teselli bulup metanet kazandığı bu hadiseyi onun kaleminden pek çok kez okudum. Bazı kereler okuyucularla paylaşmak istediysem de mümkün olmadı. Demek nasip bugüneymiş. Dostum, dava arkadaşım Şehid Metin Yüksel'i bir kez daha 30 yıl sonra rahmetle anarken, sevgili babası merhum Sadreddin Yüksel Hocamızı da rahmetle anıyor ve Sadreddin Hoca'nın kaleminden İslâm tarihindeki şehidlik ve şehadet üzerine çok ibret verici hadiseyi aşağıya aktarıyorum:
"Rahmetli oğlum Metin Yüksel'in şehadeti zamanında o ezici musibetime karşı bana en fazla manevi güç kazandıran ve teselli veren şeylerden birisi de "Kısas'ün min et- Tarihi" adlı eserde geçen şu aşağıdaki kısım oldu. Belki aynı duruma düşen din kardeşlerime de faydalı olur diye o bölümün tercümesini yaptım. Parça şöyledir:
"... Abdullah bin Zübeyir, bir daha hücuma geçince Şam'lı askerler hazan yaprakları gibi kılıcının altında dökülmeye başladılar. Sonra bir kaçışma ki, bir dağılma ki sorma... Fakat savaş alanında Abdullah'ın karşısına çıkmaktan ve kılıçla ona mukavemet etmekten son derece aciz bir namert adam, korkakça, alçakça Abdullah'ın yüzüne bir taş fırlattı. Ve onunla Abdullah'ın mübarek yüzünü parçaladı. Abdullah, kendisinde tarifi mümkün olmayan korkunç bir acı ve elem hissetti. Dünya onun etrafında dönmeye başladı. Gözünde manzaralar birbirine karıştı. Artık hiçbir şeyi göremez oldu. Ve sonra yere yıkıldı...
Fakat yere düşmesi ile kalkması bir oldu. Bu sefer daha sağlam ve zinde olarak ayağa kalktı. O kadar sağlam, o kadar zinde idi ki neredeyse sevincinden uçacaktı. Savaşmak niyetiyle Haccac-ı Zalim'in askerlerine doğru ilerledi. Fakat bu sefer kimse ona karşı koyamadı. Bu sebeple hayrette kaldı. Bir daha saldırdı baktı ki, bütün kalabalığı yarıp geçiyor. Ve hiç kimse ona engel olmuyor. Sonra düşman ordusunu geçerek fezaya ve hürriyete vardı. Düşünüp durumu hatırlamak için bir ara durdu... Ama hazır durumdan bir şey anlayamadı. Kendi ruhunun derinliğinde, tarifi imkânsız manevi bir lezzet ve sevinçten başka bir şey bulamadı. Bir daha Haccac ordusunun içine daldı. Yine değişen bir şey yoktu. Yine orduyu yarıp geçiyordu. Durup etrafına bakındı. İçinden "Keşke şu yüce dağlardan birisinin tepesinde oturup durumumu düşünebilsem", diye zihninden geçirdi...
Bu arzu içinden geçer geçmez hiçbir meşakkate katlanmadan, zorlanmadan, yorulmadan kendisini yüksek dağın tepesinde buldu. Bu durum karşısında hayret ve dehşeti arttıkça arttı. Yine etrafına bakındı. Bu sefer hiçbir beşerin göremediği nur içinde cezp edici ve büyüleyici manzaralarla harmanlanmış harika bir âlem gördü...
Efendim, kıssanın devamını yarına bırakalım...

[URL="http://www.milligazete.com.tr/makale/metin-yuksel-in-sehid-edilisinde-teselli-106863.htm"]http://www.milligazete.com.tr/makale...lli-106863.htm[/URL]

Dün bıraktığımız yerden devam ediyoruz: Abdullah bin Zübeyir şehid edilmiştir ama bunun farkında değildir. Zeyd ise onu şehid olduğuna inandırmaya, ikna etmeye çalışır. Bu konuşma diyalog şeklinde şöyle devam eder:
"... Abdullah, akıl almaz güzellikteki manzaralarla bezeli harika âlemleri görür. O âlemlere karşı bir dostluk, yakınlık duyar. Sonra o lezzetli ve sevimli, o hayret ve dehşeti üstün gelir. Gözlerini avuçlarıyla kapatarak tefekkür etmeye başlar. Bir de ne görsün: Şeffaf ve tertemiz bir camdan bakar gibi, avucunun arkasında kalan her şeyi görüyordur. Durduğu yerden usanıp rutin bir şekilde yürümeye başlar. Şimşek hızıyla gider, kalabalıkları deler ve dağların içinden geçer. Hayret ve dehşeti son haddine varmışken yine yürümeye devam eder. Birden ismiyle kendisine hitap edildiğini fark eder. Durup arkasına bakar. İbn Safvan'ı karşısında görür. Evvela sevincinden ona doğru ilerler. Fakat aklına gelen bir düşünceyle birden duraklar. Ona şöyle der:
- Fakat sen öleli çok oluyor!
Zeyd: - Evet ben öleli çok oluyor.
Abdullah: - Sen nasıl ölü olabilirsin? Sen dirisin ve konuşuyorsun!
Zeyd: - Tıpkı senin konuştuğun gibi.
Abdullah: - Fakat ben ölmedim.
Zeyd: - Evet efendim... Fakat benimle gel!
Şimşek hızıyla aşağıya doğru inerler, sanki kanatsız uçuyorlarmış gibi. Çok kısa bir sürede Mekke'ye ulaşırlar.
Zeyd: - Ey Abdullah, görüyor musun?
Abdullah: - Şu mızrağın ucuna asılı gördüğüm şey nedir?
Zeyd: - Senin başındır! Şu mızrağın ucuna asılı bulunan da senin cesedindir.
Abdullah: - Başım mı? Delirdin mi Zeyd? Ben seni akıllı ve zeki bilirdim. Benim başım hâlâ iki omuzum arasında duruyor.
Zeyd:- Bu sehpaya asılı duran senin cesedindir.
Abdullah: - Hayret ve dehşet içinde cesedine bakıyor ve dokunuyor...
Ey Zeyd: - Senin delirdiğinden artık hiç şüphem yok. Çünkü cesedim kesinlikle sağlamdır...
Zeyd: - Sehpaya asılı olan senin cesedindir. Konuşulanları duymuyor musun?
Abdullah kulak kabartır, halkın konuştuklarını işitir. Fakat yine itimad etmez.
Abdullah: - Görmüyor musun benim vücudum tamdır. Hiçbir eksikliği yoktur. Asılı olan ise küçük bir böceğin kalıntısıdır. Allah aşkına ben bir böceğin cesedine girebilir miyim?
Zeyd: - Fakat sen yetmiş seneden fazla bir zaman bu cesedin içinde yaşayabildin!
Abdullah: - Ben sana imkânsız olduğunu söyledim... Ben bu boğucu ve daracık zindana kat'iyen razı olamam.
Zeyd: - Asılı bulunan cesedinin çevresindeki insanlara bakmıyor musun?
Abdullah: - Evet, onun etrafında birçok değersiz böcekleri görüyorum...
Zeyd: - O böcekler Haccac'ın ordusudur!
Abdullah: - Gerçekten insan ruhu, zindanlardan farklı olmayan bu değersiz cesetlerin içine nasıl girer ki? Ben, bir dakika kadar dahi bu cesedin içinde hayat geçirmeyi düşündüğüm zaman boğulurum, nefesim tıkanır...
Zeyd: - Gördüğün bu insanlar da öyledir. Ana rahminde bir dakika bile yaşadıklarını düşündüklerini zaman nefesleri tıkanır. Sen ikinci zindanını unutmuşsun, onlarsa birinci zindanlarını...
Abdullah: - Fakat ben ölmedim, ben kuvvetli bir hayat içindeyim...
Zeyd: - İşte bu haşereler, gerçek hayata ölüm adını takıyorlar...
Abdullah: - Aman Allah'ım ne büyük bir budalalık! Fakat ben ölmedim, aksine ben, hayatı ancak bugün tanıyabildim!
Zeyd: -Tanıyabilmenin sebebi, çünkü ölmüşsün!
Abdullah: - Ölümde hürriyet sınırlaması yok mu?
Zeyd: - Evet orada da hürriyet sınırlıdır. Fakat biz şehidler hürüz, ayrıcalıklıyız.
"Allah yolunda şehid düşenleri sakın ölüler sanmayınız. Aksine onlar Rab'leri nezdinde diridirler. Rızıklandırılıyorlar..." Kur'an: 3/ 169).
Zeyd: - Şimdi gel beraberce gidelim!
Abdullah: - Bırak annemi de alıp geleyim...
Zeyd: - Bunu yapman mümkün değildir. Çünkü annenin ölüm vakti - eceli -gelmemiştir. Gel gidelim.
Bunun üzerine üç şehid Zeyd, Abdullah, Safvan birlikte gökler âlemindeki ebedi nimetlere doğru uçup giderler.
Yaşlı anne - Esma binti Ebu Bekir (r.a.) - ise, elem verici ızdırâblar içerisinde dünya da kalır..."
Evet. Merhum Sadreddin Yüksel Hocaefendi'ye oğlu Metin'in şehid edilmesinden sonra teselli bulduğu hadise bu. Artık Sadreddin Hoca'da ötelere gitti. Baba- oğul, âlim ve şehid mutlaka buluşmuşlardır. Bu vesileyle bütün şehidlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. Mekânları cennet olsun. Ahiret günü Rabbim onları, bizlere de şefaatçi kılsın!

<A href="http://www.milligazete.com.tr/makale/sadreddin-hocanin-teselli-buldugu-olay-ii-106928.htm" target=_blank>http://www.milligazete.com.tr/makale...-ii-106928.htm


metin(6).JPG



metin(7).JPG


http://www.istikamet.eu/showthread.php?p=211692#post211692
 

Son mesajlar

Üst