Riya

Bu konuyu okuyanlar

Pesimistyle!

Profesör
Katılım
13 Temmuz 2009
Mesajlar
2,115
Reaksiyon puanı
50
Puanları
0
RİYA

İnsanın manevi hayatını hasta eden bazı hastalıklar vardır. Bu hastalıkların başında riya gelmektedir. Riya İhlasın zıddıdır.
Riya; diğer insanların görmesi bilmesi amacıyla yapılan her türlü iştir. Riya kalbi bir niyettir. Yani beni görsünler diyerek Allahu Zülcelal'in rızasını bırakıp kalben niyet etmek riyadır. Bu durum çok tehlikelidir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.v) bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;

'Sizin müptela olmanızdan korktuğum şeylerin en korkuncu küçük şirktir.' Sahabeler; 'Ey Allah'ın Resulü! Küçük şirk nedir?' diye sordular. Hz. Peygamber (a.s.v) buyurdu ki;
'Küçük şirk riyadır. Allah kıyamet gününde kullarına yaptıkları amellerine göre mükafat verirken, riyakarlara şöyle seslenecektir; Dünya da riyakarlık yaptığınız kimselere gidin, bakın. Onların yanında mükafat bulabilecek misiniz?'

İnsan amelini, emeğini boşa çıkarmamak için ilk önce amelden önce niyetini Allah için yapması lazımdır. Allahu Zülcelal insana bir şey vermedikten sonra, gösteriş yaptığı insanlar ona hiçbir şey veremez. Onun için herhangi bir iş yaparken ilk önce Allah'ın rızasını düşünüp daha sonra o işi yapmak lazımdır.
Hz. Peygamber (a.s.v) başka bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
'Kıyamet günü riyakar adama, 'Ey Facir, ey gaddar, ey gösterişci, amelin mahvoldu, mükafatın kayboldu! Amelini kime gösteriş için yaptıysan, git ondan mükafatını al!' denir.' (İbn Ebi'd-dünya)

Fudayl bin İyad (rh.a) şöyle demiştir. 'İnsan yaptığı amelle riyakarlık yapmaya alışırsa, yapmadığı amelle de riyakarlık yapar.' Böyle bir kimse kendisine itibar kazandırabilen amelleri yapmadığı halde yaptığını idiia eder veya o vehmi verir. Nitekim Allahu Zülcelal böyle kimseler hakkında şöyle buyurmuştur;
'Yapmadıkları amellerle övülmek isterler. Sen bunların azabtan kurtulacaklarını zannet-me.' (Al-i İmran;188)

Hasan-ı Basri (rh. a) şöyle demiştir;
'Riyakar insan, Allahu Teala'nın takdirini değiştirmeye kalkışır. Çünkü o, Allahu Teala'nın yanında kötü iken, kendisini iyi göstermeye çalışır. Halbuki yapması gereken şey, kötü olduğu halde, kendisini iyi göstermek değil, iyi olmasını gerçekleştirmektir.'

Katade şöyle demiştir;
'Kul riyakarlık yaptığı zaman, Allahu Teala meleklere; 'Bakın, bu kulum beni hafife alıyor.' der. Çünkü bu kul insanları memnun etmeyi, Allahu Teala'yı memnun etmekten üstün tutuyor. Bu da dolaylı olarak insanları Allahu Teala'dan üstün tutmak demektir.'

Riyakar insan, riyakarlığını farketmez. Fark etse de inkar eder. İhlas sahibi insan ise, ihlasını yeterli bulmadığı için riyakar olduğunu söyler. Onun için Fudayl bin İyad (rh.a); 'Riyakar bir kimse görmek isteyenler bana baksınlar' demiştir.

Hülasa; riya yapmak cehalet eseridir. Onun için riya yapan bir kimse Alim de olsa, cehalete mağlup düşmüş demektir. Çünkü riya yapan kimse çok yanlış tercihler yapar. O ebedi bir sevabı eline geçip geçmeyeceği belli olmayan kısa ömürlü bir dünya çıkarına feda eder ve kendisi gibi aciz ve zararı yararından fazla olan birkaç insanın rıza ve memnuniyetini, herşeye gücü yeten ve hem rızkını, hemde ecelini elinde bulunduran Allahu Teala'nın rıza ve memnuniyetinden üstün tutar. Halbuki Allahu Teala merhamet ve yardımını kesip bu kimseyi gözlerine girmek istediği insanlara bıraksa, tercihte ne kadar büyük bir hata yapmış olduğunu anlamakta gecikmez. Çünkü bu insanlar ona ne bir rızk verebilirler, ne onun ömrünü uzatabilirler, ne de ondan belaları defedebilirler.

ZAMAN İTİBARİYLE RİYA ÜÇ KISIMDIR

Birincisi; amele başlamadan önceki riyadır. Bu riya, yapılacak olan işin Allah için değil, gösteriş, hesap için olduğunu önceden tayin eder. En kötü riya budur.
İkincisi; amel esnasında oluşan riyadır. Bu olayda amele, Allah rızası için başlanır, fakat onun yapılması sırasında riya meyli doğar ve güçlenip ağır basar. Bu iki riya ameli bozarlar.
Üçüncüsü; Amel Allah rızası için yapılıp tamamlanır,, fakat ondan sonra riya duygusu kendisini gösterir ve kişi, yaptığı ameli söyleyip teşhir eder ve duyulup takdir edilmesinden hoşlanır. Bu riya, amelin aslını bozmaz fakat sevabını götürür.

Bir adam gece şu kadar Kur'an okuduğunu söyleyince, Abdullah ibn-i Mesud (r.a) ona; 'Senin bu okumandan nasibin onu söylemekten ibarettir.' Demiştir.
Başkalarını hayra teşvik etmek niyetiyle amelini söylemek riya değildir. Ancak niyet aldatıcı da olabilir. Bu sebeble amelini teşvik için söylediğini zanneden bir kimsenin, aslında kendi nefsini tatmin etmek ve gösteriş yapmak içinde söylemiş olması muhtemeldir. Bu yüzden çok zorunlu bir durum hasıl olmadıkça amelini diline dolamaktan sakınmak, onun sevabını muhafaza etmek açısından en selametli bir yoldur.

İnsanı riya yapmaya götüren iki sebeb vardır. Bunlardan birisi çıkar beklentisi, diğeri de sevgi kazanmak ve takdir toplamak hevesidir. Riyayı doğuran sebebler bunlar olduğuna göre, ondan kurtulmanın çaresi de bunlardan sakınmaktır. Bize yarayacak olanda budur. Eğer hakikaten nefsimizi seviyorsak onun istek ve arzularına uymayıp, Allahu Zülcelal'in emir ve nehylerine sarılmamız lazımdır.

Ebu Osman el-Medeni şöyle anlatmıştır;
Bir gün medineye gittim. Orada insanların bir kimsenin etrafında toplandıklarını gördüm. 'Bu kimdir?' diye sordum. 'Ebu Hureyre' dediler. Ona yaklaştım ve önüne oturdum. İnsanlara hadis rivayet ediyordu. Sözlerini bitirince ona;
'Resulullah (a.s.v)'dan işitip anladığın ve hatırında kalan bir hadis-i bana rivayet etmeni istiyorum!' dedim. Ebu Hureyre (r.a);
'Sana Resulullah (a.s.v)'ın bana söylediği, ezberlediğim bir hadis-i şerif-i rivayet edeyim.' dedi ve dedikten sonra bayıldı. Biz biraz bekledik, Ebu Hureyre ayılınca şöyle dedi;
'Sana Resulullah (a.s.v)'ın buyurduğu bir hadis-i şerifi rivayet edeceğim. Bir gün Resulullah (a.s.v) ile birlikte Beytullah'ta idim. Yanımızda ikimizden başka hiç kimse yok idi.' dedi ve tekrar bayıldı. Sonra ayılınca yüzünü sildi ve şöyle devam etti;
'Sana Resulullah (a.s.v)'ın buyurduğu bir hadis-i şerifi rivayet edeceğim. Bir gün Resulullah (a.s.v) ile birlikte Beytullah'ta idim. Yanımızda ikimizden başka hiç kimse yok idi.' dedi ve tekrar bayıldı, neredeyse yüz üstü düşecekti. Ben düşmemesi için onu tuttum. Ayılınca;
'Bana Resulullah (a.s.v) şöyle buyurdu; Kıyamet gününde Allahu Teala kulları arasında hüküm vermek için tecelli eder. Bütün ümmetler dizleri üzerinde oturmuşlardır. İlk sorguya çekilecekler; Allah yolunda şehid düşen, Kur'an okumayı öğrenen ve çok malı olan zengin kişilerdir.
Kıyamet günü halktan ilk hüküm verilecek şehid olmuş kimsedir. Ki huzura getirilir. Allahu Teala ona nimetlerini bildirir. O da onları bilir. Allahu Teala;
'Bu nimetlere karşılık ne yaptın?' buyurur. O kimse;
'Sen'in yolunda savaştım. Ve şehid düştüm' der. Allahu Teala;
'Yalan söyledin. Çünkü sana cesur desinler diye savaştın ve sana da bu söz söylenmişti.' buyurur. Sonra emredilir. Ve yüzü üzerine sürüklenerek cehenneme atılır.

İlim öğrenip, öğreten ve Kur'an okuyan kimse getirilir. Allahu Teala ona iyilik nimetlerini bildirir, o da nimetleri ikrar eder. Allahu Teala;
'Bu nimetlere karşılık ne yaptın?' buyurur. O kimse;
'Ya Rabb ilim öğrendim. Kur'an okudum.' cevabını verince, Allahu Teala;
'Hayır, yalan söylüyorsun. İlmi sana alim desinler diye öğrendin. Kur'anı sana ne güzel okuyor desinler diye okudun ve sana da böyle denildi.' buyurur. Sonra emredilir. Bu kimse yüzü üstüne sürüklenerek cehenneme atılır.
Allahu Teala'nın kendisine zenginlik verdiği ve her türlü servetten ihsan buyurduğu kimsedir ki, huzura getirilir. Allahu Teala ona ihsan buyurduğu nimetleri sayar. O da itiraf eder. Allahu Teala;
'Bu ni;metlere karşılık ne yaptın?' buyurur. O kimse;
'Ya Rab! Servetimi sadece senin uğrunda, sevdiğin yollarda harcadım.'; deyince, Allahu Teala;
'Hayır! Yalan söylüyorsun, bunları sana cömert desinler diye yaptın.' buyurur. Sonra emrolunur. O kimse yüzü üstüne sürüklenerek cehenneme atılır.
Ey Ebu Hureyre! Bu üç sınıf kimse Allahu Teala'nın kulları içerisinde kıyamet gününde cehennemi tutuşturan ilk odun olacaklardır. (Müslim)

Buradan da anlaşıldığına göre riyanın sayılamayacak kadar çok zararı vardır. Her insan riyadan uzak durmanın çaresine başvurması lazımdır. İnsan biraz kendisine çeki düzen vermeli, riya niyetini kalbinden söküp atmalı ve niyetinin sadece ve sadece Allahu Zülcelal'in rızası için olmasına gayret göstermelidir. İnsanın bünyesi zayıf olduğundan dolayı bu riyadan muhafaza olmak için Hz. Peygamber (a.s.v)'in emrettiği şu dua her sabah üç kez okunmalıdır;

'Allahümme innâ neûzü bike min en nüşrike bike şey'en na'lemühü ve netağfiruke limâ lâ na'lemühü.'

Kim bu duayı her sabah üç defa okursa, Allahu Zülcelal o kimseyi inşaAlahu Teala riyadan muhafaza eder.

Manevi Hastalıklardan Riya ve Korunma Yolları




Dinin esası, Allah’ın varlık ve birliğini, hâkimiyet ve kudretini kabul edip, hareket ve davranışlarını O’nun rızasına uygun şekilde düzenlemeye çalışmaktır. Yani iyi bir insan ve iyi bir kul olmaktır. Gerçek kulluk her işte ihlâs ve samimiyeti gerektirir. O halde ihlâs nedir? Varlığı ile davranışlara değer katan ihlâs; riya, gösteriş ve şirkten kaçınmak demektir. Bir şeyi Allah için, sadece Allah’ın hoşnutluğu için yapmaktır. Bütün ibadet ve davranışlarımızda, başka maksatla değil, sadece ve sadece Allah rızasını ölçü olarak almaktır. Yapılan bütün işlerin başlangıç noktası niyettir. Niyet, bir işte güdülen maksat ve gaye demektir ve ihlâsın göstergesidir. İşte, ihlâsın tersi olan ve yapılan işlerin insanlara gösteriş ve kendini beğendirmek amacıyla yapılması anlamına gelen riya, günümüzde insanlar arasında çok yaygın hâle gelen manevî hastalıklardan biridir. Bu makalede riya üzerinde duracak, riyanın zararları ve ondan korunma yollarını açıklamaya çalışacağız.

1. Riyanın Tanımı
a) Sözlük Anlamı: Riya, iş, söz ve davranışlarda gösterişe yer verme; bir iyiliği veya bir ameli Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle değil, insanların beğenisi için yapmaktır. Böyle bir davranışta bulunan kimseye, riyakâr veya mürâî denir.1
b) Terim Anlamı: Ünlü mutasavvıflardan Haris el-Muhasibî riyayı şöyle tarif etmektedir: “Riya, kulun Allah’a itaat ederken kullara yaranmak istemesidir.”2 Başka bir ifadeyle riya, itaat ederken Allah’tan başkasına gönül vermektir. Öyleyse riya, Allah’a itaat etmiş gözüküyorken, aslında amacı Allah’ın kullarının arzularını, beğenilerini kendinde toplamaya çalışmaktır.3
Gazalî’ye göre riyanın dört derecesi vardır: Birincisi, riyanın en ağır olanıdır. Riya ile yaptığı ibadette hiç sevap niyeti yoktur. İnsanların yanında abdestsiz bile namaz kıldığı halde, yalnız kaldığı zaman hiç kılmayan kimse gibi. Bu namaz sırf insanlara gösteriş içindir, hiçbir hayrı yoktur.
İkincisi, ibadeti gösteriş için yapar. Fakat Allah’ın rızasını da niyet eder. Ancak bu niyet zayıftır. Yalnız kaldığında bu ibadeti yapmayacaktır. Sevaba niyet etmese de gösteriş için bunu yapacaktır.
Üçüncüsü, gösteriş ve sevap tarafları eşit olmaktır. Eğer riyanın yanında bir de sevap veya sevabın yanında bir de riya niyeti olmasa, bu ameli yapmayacaktır. İkisinin eşit olarak bulunmasıyla bu ameli yapmıştır. Kişi, bu amelinden zarar görmese de fayda da görmez.
Dördüncüsü de, ibadeti insanların duymuş olmasından dolayı daha da gayrete gelip takviye etmesi, artırmasıdır. Böyle birisi, kimse duymasa da ibadetini yapacaktır. Dolayısıyla ibadeti sırf riya maksadıyla yapmadığı için yaptığı ibadetten fayda görebilir.4

2. Kur’ân’da Riya Kavramı
İhlâs, ibadet kastıyla söylenen sözlerin, yapılan işlerin sadece Allah rızası için yapılmasıdır ki, ihlâs ile yapılmayan hiçbir ibadet, Allah katında makbul değildir. Dinin ruhu ihlâstır, yani ibadetin yalnız Allah’a yapılmasıdır. Başka bir gaye için yapılan ibadette ihlâs yoktur. İhlâsla yapılmayan her ibadet ise kabul görmeyecektir. İhlâsın karşıtı olan riya, haramdır ve gizli şirk sayılmaktadır.
Yüce Allah, Kehf suresi 110. ayette: “Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa salih amel yapsın ve Rabbine (yaptığı) ibadete hiç kimseyi ortak etmesin.” buyurmaktadır.
Bu ayette geçen, ibadette Allah’a şirk koşmaktan maksat, ibadette ihlâslı ve samimi olmamak, Allah’ın rızası dışında riya, gösteriş ve benzeri menfaat duygularını taşımak demektir.5
Allah Teala, ihlâslı mümin kullarının amellerinden bahsederken onların şöyle dediklerini haber vermektedir: “Biz sizi ancak Allah rızası için doyuruyoruz. Bu yaptıklarımıza karşılık sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz.” (İnsan, 76/9)
Tabiunun önemli müfessirlerinden Mücahid, bu ayeti açıklarken şu noktalara yer vermektedir: Sadık kullar, bu sözü dilleriyle değil, sadece kalpleriyle söylüyorlar. Dolayısıyla Allah Teala, onların bu durumunu, başkalarına örnek olsun diye anlatmaktadır. Kalplerinde, yaratılmışların övgüsünü ve onlardan gelecek herhangi bir karşılık duygusunu çıkarıp attıkları için, Allah onlardan hoşnut olmuştur.6

Riya, Kâfir ve Münafık Vasfıdır.
Riya, Kur’ân’da kâfir ve münafıkların vasfı olarak anlatılmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın.” (Bakara, 2/264)
“Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara gösteriş için sarf edenler de (ahiret azabına uğrarlar.) Yakın dostu şeytan olan kişi, ne kötü dost sahibidir.” (Nisa, 4/38)
“Münafıklar Allah’ı aldatmaya çalışırlar, Allah da onların hilelerini ve oyunlarını bozar. Onlar namaza kalkarken üşene üşene kalkarlar, müminlere gösteriş yaparlar. Yoksa aslında Allah’ı pek az hatırlarlar.” (Nisa, 4/142)
Yukarıdaki ayetlerde ifade edildiği üzere, kâfirler ve münafıklar gösteriş düşkünüdürler. Zira onlar, yaptıkları işleri insanlara gösteriş yaparlar. Mesela kâfirler, mallarını gösteriş için harcarlar, münafıklar da namaza, dinin emri olduğu için değil, gösteriş için üşene üşene giderler.7
Yine başka bir ayette Yüce Allah: “Memleketlerinden çalım satarak, halka gösteriş yaparak savaşa çıkan ve Allah yolundan insanları uzaklaştıranlar gibi olmayanlar var ya Allah onların bütün yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Enfal, 8/47) buyurur.
Bu ayette de yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak savaşa çıkan ve insanları Allah yolundan men eden müşrikler örnek verilerek müminler ikaz edilmekte ve onlar gibi yapmamaları istenmektedir. Çünkü Müminler, Allah’a inanan, ona dayanan ve Allah için hareket eden insanlardır. Onlar, Allah için birbirlerini sever ve gösterişten hoşlanmazlar.
Riya, Mâun suresi 4-7. ayetlerde de münafıkların çirkin huylarından biri olarak gösterilmektedir: “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır, hayra da mâni olurlar.”
Onlar, Allah’a inanarak samimiyetle değil, sırf gösteriş için namaz kılarlar. Bunun için de onlar kıldıkları namazdan gafildirler. Gafil oldukları için onu kılmış sayılmazlar. Çünkü insanlardan istenen sadece şeklen namaz kılmak değil, gerçek manada namaz kılmaktır. Onlar namazlarını gaflet içinde kıldıklarından dolayı namaz ruhlarında bir tesir göstermez. Ayrıca onlar zekât vermeyi, kardeşlerine yardım etmeyi ve iyilik etmeyi önlerler. Allah’ın kullarına hayrı engellerler. Eğer gerçek manada namaz kılmış olsalardı, Allah’ın kullarına yardım etmeye engel olmazlardı. İşte ibadetin Allah katında makbul olması için, gösterişten uzak, ihlâs ve samimiyetle yapılması gerekir.8
Razî, bu ayetlerin tefsirini yaparken münafık ve riyakâr arasındaki farkı şu şekilde açıklamaktadır: “Münafık, zahiren iman etmiş görünüp, içinde küfrü saklayan kimsedir. Riyakâr ise, kendisini görenler, dindar olduğuna inansınlar diye, kalbinde olmadığı halde, alabildiğine bir huşu gösteren kimsedir. Münafık, kimsenin olmadığı, görmediği yer ve zamanda namaz kılmayan; riyakâr ise, en güzel namazı insanların yanında kılan kimsedir.”9

3. Hadislerde Riya Kavramı
Birçok hadis-i şerifte, riyanın çirkinliği ve riya yapanların kazandıkları kötü sonuçlar açıklanmaktadır. Efendimiz (s.a.s.)’den rivayet edilen bir hadise göre, bir adam Allah Elçisine: “Ey Allah’ın Elçisi kurtuluşumuz neye bağlıdır?” diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a.s.): “Allah’ın emrettiği şeyleri, insanlar istiyor diye yapmaktan sakınmandır.” cevabını verdi. O kimse bu defa: “Amellerde kurtuluşa nasıl erilir?” diye sordu. Hz. Peygamber, o kişiye, riyayı terk etmesi gerektiğini bildirdi.10
Yapılan amellerin, Allah katında kabul görüp o ameli yapan kişiye sevap verilmesi için ihlâsla yapılması gerekir. Aksi halde geçici dünya hayatını ve süsünü amaçlayarak amel eden kimsenin amelinin boşa gideceği, hadiste şöyle haber verilmektedir: “Kulun amelini ilâhî huzura sundukları zaman Allah, meleklere şöyle karşılık verecektir: “İşte bu kulum ameliyle beni kastetmemiştir. Benim rızamı gözetmedi. Onu cehenneme atın.”11
Abdullah b. Amr b. As, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim amelinde riya/gösteriş yaparsa, Allah da o kişiye ona göre muamelede bulunur.”12
Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadis ise şöyledir: “Allah yolunda öldürülen, malını tasadduk eden ve Allah’ın Kitabını okuyan kimselerden her birine Allah Teala, kıyamet gününde şöyle diyecektir: “Birinciye, ‘Yalan söyledin, aslında filânca bilgindir’ denilmesini istemiştin.’ İkinciye ise: ‘Hayır tam tersine filânca korkusuzdur” denilmesini amaçlamıştın.’ Üçüncüye de, ‘falancanın eli boldur denilmesini murat etmiştin’ denilecektir.” Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) şu açıklamayı yapmıştır: “İşte bu üçü de ateşe girecektir.”13
Bu hadislerden açıkça anlaşıldığına göre, insan her ne amel yaparsa yapsın Allah rızası için yapmalıdır. Allah rızası olmadan, sadece riya/gösteriş için yapılan hiçbir amel Allah katında kabul edilmez ve kişinin o amellerinden sevap alması da mümkün değildir. Demek ki, riya, amellerin boşa çıkmasına sebep olmaktadır. Allah Resulü (s.a.s.): “Hardal tanesi kadar riya bulaşmış hiçbir amel kabul edilmeyecektir.”14 buyurur.
Hz. Ömer, Muaz b. Cebel’i ağlarken gördüğünde ona, “niçin ağlıyorsun?” diye sordu. O da, Hz. Peygamber’in kabrini göstererek, “şu kabrin sahibinden duyduğum söz” beni ağlatmaktadır. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.): “Riyanın en azı bile şirktir.” buyurmuştur.15
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), riyayı küçük şirk olarak değerlendirmekte ve “Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir.” diyerek, ümmetini riyadan şiddetle sakındırmaktadır.
Ashab-ı Kiram dediler ki: “Ya Resûl
Allah.gif
, küçük şirk nedir?” Resûlullah (s.a.s.):
- “Riyadır. Yani başkalarına gösteriş için ibadet yapmaktır. Allah Teala, kıyamet günü herkesin amelinin karşılığını verirken, insanlara gösteriş için ibadet yapanlara şöyle der: “Dünyada kendileri için gösteriş yaptığınız kimselere gidin. Bakın bakalım onların yanında size verecekleri bir şey bulabiliyor musunuz?”16
Şeddad b. Evs, Efendimiz (s.a.s.)’in “Ümmetim hakkında iki şeyden korkuyorum: Şirk ve gizli şehvet.17” uyarısı üzerine:
- “Ey Allah’ın Resulü! Senden sonra ümmetin Allah’a ortak mı koşacak?” demiş, Efendimiz (s.a.s.) de:
- “Evet, ama onlar Güneş’e, Ay’a, taşa ve puta tapmayacaklar. Fakat amelleri ile gösteriş yapacaklar.” buyurmuştur.18
Allah Resulü (s.a.s.), Müslümanlar için en çok korktuğu şeyin küçük şirk olan riya olduğunu belirterek riyayı, İslâm ümmeti için çok korkunç bir tehlike olarak nitelendirmektedir. Hadislerde riya, bazen şirk, bazen küçük şirk ve bazen de gizli şirk olarak nitelendirilmekte, amelde Allah’a başka bir şeyi veya kimseyi ortak etmek anlamına geldiği ifade edilmektedir. Ayrıca hadislerde yapılan iyiliklerin duyurularak gösterişe vesile kılınmasının da Allah katında kötü ve çirkin bir davranış olduğu belirtilir. Gösteriş olsun diye hafızlık yapmak, ne âlim adam desinler diye ilim elde etmek, insanlar cömert desinler diye sadaka vermek, ne yiğit adam desinler diye savaşmak daima yerilmektedir. Amellerini gösteriş için yapanların cehennem ateşiyle cezalandırılacakları ifade edilir.19

4. Riyanın Sebepleri
İnsanları riyakârlığa yönelten hususların bilinmesi ve bunlardan kaçınılması çok önemlidir. İnsanı riyaya sevk eden çeşitli sebepler vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 1. İman zayıflığı, 2. Övülme isteği, 3. Dünyada yerilme ve kötülenme korkusu, 4. İnsanların elindekilere karşı hırsla dolu olması.20
1) İman Zayıflığı: Her şeyden önce imandaki zayıflık riya sebebidir. Her ümidine ulaştıracak, her korktuğundan emin kılacak tek varlığın Allah olduğunu gönlüne yerleştirmeyen, maddî sebeplere ve insanlara gereğinden fazla değer veren, Allah’ı unutup onun dışındaki varlıklardan bir şeyler bekleyen zayıf imanlı kişiler, riyaya düşmeye mahkûmdurlar.21 Gerçek iman sahipleri ise, tüm davranışlarını Allah’ın en yüce kudret sahibi olduğu duygusuyla yalnız onun rızası için yapacaklarından dolayı, insanların değerlendirmelerine fazla önem vermezler. Çünkü onlar şunu çok iyi bilirler ki, eğer Allah Teala, bir hayrın kendisine dokunmasını takdir etmişse dünyadaki bütün insanlar karşı çıksalar, buna engel olamazlar. Eğer Allah Teala, bir kötülüğün ona isabet etmesini takdir etmişse bütün insanlar bunu kaldırmaya çalışsalar yine de başarılı olamazlar.
2) Övülme Arzusu: İnsan fıtratı gereğince daima övülmeyi, methedilmeyi ve yüceltilmeyi sever. Kötülenmekten hoşlanmaz, kötülenmemek, insanların beğenisini kazanmak için riya/gösterişe girer. Allah için yaptığı ibadetlere bile insanların övgüsünü kazanmak için riya karıştırır. Hâlbuki insanlar, onu övmekle ne hayat süresini uzatabilir, ne rızkını çoğaltabilir, ne ağzının tadını ziyadeleştirebilir, ne herhangi bir belayı başından savabilir ve ne de Allah’ın takdir etmiş olduğu kötü bir şeyi ondan uzaklaştırabilirler.22
Riyakâr kişi, insanlara kendini beğendirerek ya maddî bir menfaat ya makam mevki veya şöhret elde etmek ister. Aslında bunlar hayat gayesi yapılmaya değer şeyler değildir. Arınmış ruhlar, böyle geçici dünyalıklar peşinde koşmazlar.
Müminin kendisini çevresindeki insanlara sevdirebilmek için riyakâr bir tavra ihtiyacı yoktur. Çünkü kişiyi diğer insanlara sevdirecek olan Allah’tır. Hayatının her anında ihlâsla Allah’ın rızasını kazanmaya çalışan bir mümini, tüm inananlar doğal olarak kalben sevip desteklerler. Güzel ahlâklı, samimi, dürüst, ihlâslı ve içi dışı bir olan insanı sevmek müminlerin fıtratında vardır. Allah’ın rızası beraberinde kişiye müminlerin rızasını da kazandırır. Ama, sadece insanların rızası için yapılan bir işte Allah’ın rızasından yana hiçbir kazanç sağlanamaz.23
3) Yerilmekten Korkmak: Yerilme korkusu, kulun insanların kendisini kötülediğini doğruluğuna güvenmediğini ve iyi yaptığı işlerde bile ona kötü zan beslediklerinin farkına varması, bunu bilmesidir. Toplumda yerilen bir kimsenin sözüne güvenilmez, şehadeti geri çevrilir. Kimse onunla oturup kalkmak ve onunla sohbet etmek istemez. Böyle bir insanın selamına karşılık verilmez, talepleri geri çevrilir. Kendisine güvenilip hiçbir şey emanet edilmez. Adeta toplumdan dışlanır. Bunun için bazı insanlar, insanların kendisini yermelerinden korktuğu için söz ve fiillerinde gösterişe riyakârlığa yönelir. İnsanlara olduğundan farklı görünerek onların sevgisini çekip yergilerinden kurtulmak ister.
4) İnsanların Ellerindekine Göz Dikmek, Hırs ve Tamahkârlık Göstermek: Kuşkusuz kişi, kendisi için takdir edilmeyen hiçbir şeyi elde edemez. Eğer herhangi bir şeye kavuşmuşsa, kavuştuğu bu şey, her şeye rağmen, kendisi için takdir edilenin dışında değildir. Eğer Rabbine ihlâsla ibadet etseydi, ulaşacağı şeye mutlaka ve mutlaka ulaşırdı. Dolayısıyla insanların ellerindekine göz dikmenin hiçbir faydası yoktur. Kişi Allah’ın kendisi için takdir ettiğine razı olmalı ve haline şükretmelidir. Eğer kul, Allah’ın kendisine verdiği nimetlere şükrederse Allah, o kimseye nimetlerini artırır. Kur’ân’da Allah bu hususu şöyle ifade etmektedir: “…Eğer şükrederseniz, elbette size nimetimi artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7)
5. Riyaya Kapalı Davranışlar
Riya konusunu açıklarken burada riya ile karıştırılmaması gereken hususlara da işaret etmekte yarar bulunmaktadır. Bazı amel ve ibadetler vardır ki onlara riya, gösteriş girmez. Nitekim bazı İslâm âlimleri, farzlarda ve dinin alameti sayılan (şeâir) türünden amellerin açıktan yapılmasının riya olmayacağını belirtmişlerdir.24
Farz olan ibadetlere riya girmez. Çünkü bu ibadetleri bütün kulların yapmaları gerekir. Dolayısıyla her Müslüman için yapılması farz olan namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetlerin açıktan eda edilmesi efdaldir.
İslâmiyet alameti sayılan ya da “şeâir” dediğimiz dini tutum ve davranışlarda da riya bulunamayacağından dolayı açıktan yapılabilir. Çünkü “şeâir” İslâm toplumunun bütününü ilgilendiren bir ibadet şeklidir. Dolayısı ile bu şekilde “şeâir”den sayılan dinî davranışlara da riya girmemekte, hatta bu ibadet nafile nevinden bile olsa şahsi farzlardan daha üstün hale gelmektedir.25
Bediüzzaman Said Nursî, bu husustaki fikirlerini “Kastamonu Lahikası” adlı eserinde tafsilatlı bir şekilde şöyle açıklamaktadır: “Farz ve vaciplerde ve şeâir-i İslâmiyede ve sünnet-i seniyenin ittibâında ve haramların terkinde riya giremez; bu türlü ibadetlerin açıktan yapılması, riya olamaz. Meğer, gayet zaaf-ı imanla beraber, fıtraten riyakâr ola. (İnsanın imanının zayıf olmasından dolayı bu amelleri riya için yapması hariç) Belki, şeâir-i İslâmiyeye temas eden ibadetlerin açıktan yapılması, gizli yapılmasından çok daha sevaplı olduğunu, Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazalî (r.a) gibi âlimler açıklamışlardır. Diğer nafilelerin gizli yapılması çok sevaplı olduğu halde, şeâire temas eden, özellikle böyle bidatlerin yaygın hale geldiği zamanlarda, sünnete ittiba etmenin ne kadar önemli olduğunu gösteren ve böyle büyük (kebâir) haramların terkinde takvalı davranmak, değil riya, belki gizlenmesinden pek çok derece daha sevaplı ve halistir.”26
Ancak burada şunu da özellikle belirtmemiz gerekir ki, farzları ve şeâiri açıktan yapanlar kalplerine çok dikkat etmelidirler. Allah rızası için insanlara mesaj vermek, tebliğde bulunmak, insanlara örnek olmak ve güzel amellere teşvik etmek dışında en ufak bir duygunun kalplerine girmemesine özen göstermelidirler. Mesela insanları teşvik için sadaka, namaz, oruç, cihad, hac gibi ibadetleri eda eden kişi başkalarına örnek olabileceği durumlarda açıkça bu ibadetleri yapabilir. Kuşkusuz riya/gösteriş tehlikesi olduğu için de sürekli kalbini murakabe etmelidir.27 Aksi takdirde bu tür ibadetlere de farkında olmadan riya girebilir.

6. Riyanın Zararları
Riya/gösteriş inanan bir insanda bulunmaması gereken kötü bir huydur. Riya, ihlâsla kesinlikle bağdaşmaz. Kişi riya ile yaptığı hiçbir amelin ve ibadetin sevabına kavuşamaz. İbadetlerine riya karıştıran bir insan, ahirette sevaptan yoksun kalır. Yaptığı ameller sadece dünyada kalır. Dünyada iken ameli onu kurtarsa da ahirette boşa gider.28
1. Riya, ateşin odunu yediği gibi sevaplarımızı yiyip bitirir. Kişinin bu dünyada yaptığı amellerin Allah katında makbul olabilmesi için amellerini ihlâsla yapması gerekir. İhlâs ile yapılmayan hiçbir ibadet makbul değildir. Dinin ruhu ihlâs, yani ibadetin yalnız Allah’a yapılmasıdır. İhlâsla yapılmayan her ibadet reddedilir. Zira Yüce Allah: “Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa salih amel yapsın ve Rabbine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak etmesin.” (Kehf, 69/110) buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz de bir kutsi hadiste: Allah’ın “Kim benim için yaptığı bir işe benden başkasını ortak yaparsa onu şirkiyle baş başa bırakırım. Ben, ortaklıktan uzağım, ortaklıktan beriyim.”29 buyurduğunu ifade etmektedir.
Yine bir başka hadislerinde Hz. Peygamber (s.a.s.): “Sizin için en korktuğum şey, küçük şirktir.” buyurmuştur. Bunun üzerine Ashap sordu: Ey Allah’ın Resulü! Küçük şirk nedir? Hz. Peygamber: “Riya/gösteriştir. Kullar amellerinin karşılığında ceza ve mükâfatlandırılacakları gün gösterişçilere: Dünyada kime gösteriş yaptınızsa onlara gidin, yanlarında bir karşılık bulabilecek misiniz bir bakın?” denilecektir.30
Demek ki riya/gösteriş insanın amellerini, ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi yok etmekte ve o kişiyi sevapsız bırakmaktadır. Ahirette amellerimizin sevabını istiyorsak, riya/gösterişten uzak, sadece Allah rızasını gözeterek amel yapmalıyız.
Nitekim Bediüzzaman Said Nursi: “Amelinizde Allah rızası olmalı. Eğer O, razıysa bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O, kabul etse bütün halk reddetse tesiri yok. O, razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti lazım gelirse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette doğrudan doğruya yalnız Cenab-ı Hakk’ın rızasını esas maksad yapmak gerektir.”31 sözleriyle insanların hoşnutluğundan arınıp sadece Allah’ın rızasını kazanmaya yönelmenin önemini belirtmektedir.
Yine Bediüzzaman Said Nursi, yapılan amellerde ihlâsın önemini açıklarken şöyle demektedir: “… Rıza-yı İlahî kâfidir. Eğer O yâr ise, herşey yârdır. Eğer o yâr değilse, bütün dünya alkışlasa beş paraya değmez. İnsanların takdiri, istihsanı (beğenisi, hoş karşılaması), eğer böyle işte, böyle amel-i uhrevîde illet ise, o ameli iptal eder. Eğer tercih ettirici bir sebepse, o ameldeki ihlâsı kırar. Eğer o ameli yapmaya teşvik edici ise saflığını izale eder. Eğer sırf alâmet-i makbuliyet olarak, istemeyerek Cenab-ı Hak ihsan etse, o amelin ve ilmin insanlarda hüsn-ü tesiri namına kabul etmek güzeldir ki, ‘Beni gelecek nesiller içinde yâd-ı cemil eyle’ (Şuara, 26/84) buna işarettir.”32 “Ey nefis eğer takva ve amel-i salih ile Halikını razı etti isen, halkın rızasını tahsile lüzum yoktur, o kâfidir. Eğer halk da Allah’ın hesabına rıza ve muhabbet gösterirlerse iyidir. Şayet onların ki dünya hesabına olursa kıymeti yoktur. Çünkü onlar da senin gibi aciz kullardır. Maahaza ikinci şıkkı takip etmekte şirk-i hafi olduğu gibi, tahsili de mümkün değildir. Evet bir maslahat için sultana “müracat eden adam sultanı” razı etmiş ise, o iş görülür. Etmemiş ise halkın iltimasıyla çok zahmet olur. Mamafih yine sultanın izni lazımdır. İzni de rızasına bağlıdır.”33
2. Riya, insanın Allah’ın gazabına ve lanetine uğramasına sebep olur. İnsanın Allah’ın dışında herhangi bir başka varlığın rızasını düşünerek hareket etmesi Kur’ân’da ‘şirk’ ya da ‘Allah’a ortak koşmak’ olarak ifade edilmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz hadislerde de görüldüğü gibi riya/gösteriş şirktir. Şirk ise Allah’ın asla affetmediği en büyük günahtır.34 Kim amellerini Allah’tan başkasının beğenisini ve rızasını gözeterek yaparsa, bu davranışıyla Allah’ın gazabına ve lanetine uğrar.
İnsanın bu konuda nefsinin telkinlerine karşı da son derece uyanık olması ve nefsini kendini kandırmadan dürüstçe değerlendirmesi gerekmektedir. Çünkü nefsin en büyük arzularından biri de Kur’ân ahlâkına zıt olarak, insanların hoşnutluğunu, beğenisini ve takdirini kazanabilmektir. Nitekim çoğu insan yaptığı pek çok işi kendi istek ve tercihleri doğrultusunda değil de, sırf çevrelerinden takdir toplayabilmek ve bu takdir ile de toplumda bir yer edinebilmek için yapar. Dolayısıyla da bu insanların hayatlarını yönlendiren ana mantık ‘insanların hoşnutluğunu kazanabilme arzuları’ olur.
İhlâsı kazanmak isteyen bir müminin, cahiliye toplumlarında hayatın en temel dayanağı olan “insanlar ne der” mantığından tamamen kurtulması gerekir. Çünkü insanların hoşnutluğuna dair endişeler yaşandığı sürece insanın katıksız bir ihlâs anlayışından bahsedebilmesi mümkün değildir.
İşte insanın ihlâsı kazanabilmek için her zaman için niyetini halis tutması ve katıksızca Allah’ın rızasına yönelmesi gerekmektedir. Allah dilemediği sürece rızası kazanılmış olan insanların kişiye bir faydası olmaz, ama Allah’ın rızasını, desteğini, sevgisini ve hoşnutluğunu kazanan bir insan, tüm bu insanların kendisine sağlayacağı desteği zaten kazanmış demektir. İhlâsla hareket ettiği için Allah zaten ona dünyada da ahirette de en güzel hayatı yaşatacak, ona hiçbir insanın sağlayamayacağı desteği sağlayacak, hiçbir insanınkiyle kıyaslanamayacak bir dostluğu nasip edecektir.

7. Riyadan Kurtulma Yolları
Riya/gösterişten kurtulmak çok zordur. Ancak bir Müslüman olarak bu zoru başarmak mecburiyetindeyiz. Bunun için her şeyden önce Allah Teala’ya dua edip yardımını talep etmeliyiz. Bu hastalıktan kurtulmak için çok ciddi gayret göstermeliyiz. Şunu iyi bilmeliyiz ki, riyanın tek ilacı ihlâstır. İhlâs ise, söylenen her sözde ve yapılan her işte Allah Teala’nın rızasını talep etmektir. Yaptığı her işte Allah Teala’nın rızasını talep eden böylece kalbini ihlâsla dolduran bir mümin, kulların rızasını almak için amellerini yok ederek riyakârlığa duçar olur mu? Böyle bir cinayete cüret edebilir mi?
O halde riyadan kurtulmak için, ihlâsı kazanmak, muhafaza etmek ve ihlâsa engel olabilecek manilerden kurtulmaya çalışmak gerekir. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi, “Lem’ alar” adlı eserinde ihlâsı kazanıp muhafaza ederek ve manileri defetmek için birtakım düsturlara sarılıp yapışmayı ve hayatımızda uygulamamızı tavsiye etmektedir. Bu düsturları şöyle özetleyebiliriz:
1. Amelimizde rıza-yı ilahî olmalı, yani yapılan ameller sırf Allah rızası gözetilerek yapılmalı,
2. Kur’ân’a hizmet eden din kardeşlerimizi tenkit etmemeli ve onların üstünde faziletfüruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemeli,
3. Bütün kuvvetimizi ihlâsta ve hakta bilmeli,
4. Din kardeşlerimizin meziyetlerini şahıslarımızda, faziletlerini kendimizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmeliyiz.35
İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en etkili bir sebebi de, “Rabıta-i Mevt”tir. Evet, ihlâsı zedeleyen ve insanı riyaya ve dünyaya sevkeden, tul-i emel olduğu gibi; riyadan nefret ettiren ve ihlâsı kazandıran, rabıta-i mevttir. Yani, ölümü düşünüp, dünyanın fani olduğunu mülahaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır.36
Riyanın asıl çözümü ve riyadan korunma yolu ise, nefsi arındırmaktır. Zira nefis arınmadığı sürece, yalnız da olsa kişi, amelini nefsi için yapmak gibi bir hale düşebilir ki, bunda hem riya ve hem de şirke girme ihtimali vardır.
Son devir Osmanlı Ahlâkçılarından Ahmet Rıfat’a göre, riyayı yok etmenin çaresi şudur: “Riyakâr, riyanın amelleri boşa çıkardığını, Allah’ın kahrını üzerine çektiğini, bundan umulan dünyevî faydaların ilk anda iyi olsa da, sonunda acıya dönüşeceğini düşünerek nefsiyle mücadele etmesidir. Bu mücadele neticesinde insan, çaresi zor olan bu hastalıktan kurtulabilir.”37
Eğer insan, riya belasından kurtulamazsa sonunda daha da tehlikeli olan “nifak” hastalığına yakalanır.38 Bununla ilgili olarak yine Ahmet Rıfat: “Riyanın ifratı halinde meşru olmayan maddî ve manevî menfaatler gözetilmeye başlanır, sonunda münafıklık ortaya çıkar.” demektedir.39
Netice olarak diyebiliriz ki, riya, insanın kalp, ruh ve düşünce dünyasının kirlenmesine sebep olan, Allah’ın asla sevmediği ve razı olmadığı kötü ve çirkin bir davranıştır. İnsanın bu dünyada yaptığı güzel amellerden ahirette de istifade edebilmesi için amellerini ihlâs ve samimiyetle yapması gerekir. Aksi takdirde, başkalarına riya için yapılan amelden sevap beklemek doğru değildir. Çünkü riya, insanın amellerini, ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi yakıp bitirir ve o kimseyi sevaptan mahrum bırakır.
Riya'nın Hakikati ve Kendisiyle Riyakârlık Yapılan

Riya 'rüyet' kökünden gelir. Süma ise sima (duymak) kökünden gelir. Riyanın temeli, halka hayırlı hasletleri göstermek suretiyle kalplerinde taht kurmak istemektir. Kalplerde taht kurmak, bazen ibâdet olmayan şeylerle, bazen de ibadetlerle istenilir. Riya tâbiri ise âdet hükmüne göre, ibâdetler ve onları belirtmekle kalplerde taht kurulmasına mahsustur. Bu bakımdan Riya 'Allah'a ibadet ederek kulları kandırmaktır'.

Riyakâr; âbid, kendilerine riya yapılmak istenenler ise halktır. Maksat, onların kalbinde taht kurmak için onlara riyakârlık yapmaktır. Kendisiyle riya yapılan şey, riyakârın göstermek istediği hasletlerdir. Riya ise, onları gösteriş için yapmasıdır.

Kendileriyle riyakârlık yapılan şeyler pek çoktur, fakat onları beş kısımda toplayabiliriz: Bu beş kısım da kulun halk gözünde kendisiyle süslendiği şeylerin toplamıdır. Onlar: Beden, kisve, söz, amel, etbâ ve haricî şeylerdir. Dünya ehli de bu beş şeyle riyakârlık yaparlar. Ancak ibadet olmayan amellerle mertebe istemek ve riyakârlık yapmak, ibâdetle talep edilen riyâdan (ceza bakımından) daha hafiftir.

Birinci Kısım

Beden yönünden dinde riya yapmak. Bu da beden zayıflığını belirtmek ve rengin sarardığını göstermektir ki bu durum, muhâtablarına, ahiretten çok korktuğunu ve din hususunda çok üzüldüğünü göstermek içindir. Beden zafiyetiyle, az yediğine ve sararmakla da geceleyin uykusuz kaldığına, fazla çalıştığına ve din için pek üzüldüğüne inandırmak ister. Böylece saçının tozlu, topraklı olmasıyla da riyakârlık yapar. Bununla da devamlı dinle meşgul olduğunu, saç ve sakalını taramaya bile vakit bulamadığı vehmini verir. Bu sebepler belirdiğinde, halk o adamda bu güzel hasletlerin olduğuna istidlâl eder. Nefis onların bilmesinden dolayı rahata kavuşur. Bu sırra binaen nefis, sahibini bunları göstermeye davet ederek rahata kavuşmak ister. Sesin alçalması, gözlerin çukurlaşması ve dudakların pas tutması da buna yakındır. Bunları bu şekilde göstermekle, daimî bir şekilde oruçlu olduğunu, ilâhî nizama riayet ettiğinden ve fazla aç kaldığından bu şekilde zayıf düştüğünü göstermek ister.

Hz. İsa (a.s) bunun için şöyle demiştir: 'Biriniz oruç tuttuğunda başını yağlasın! Saçını tarasın ve gözlerine sürme çeksin'. Benzeri Ebu Hüreyre'den de rivayet edilmiştir. Bütün bunların sebebi, riya ile şeytanın hilesinden korkmaktır. Bunun için İbn Mes'ud arkadaşlarına 'Onları yağladığınız halde oruçlu olarak sabahlayın!' demiştir. İşte bunlar, dindarların beden ile yaptıkları riyakârlıklarıdır.

Dünya ehline gelince, onlar şişmanlığı belirtmek, pürüzsüz bedeni göstermek, tığ gibi vücut, güzel yüz, beden temizliği, âzaların kuvveti ve uygunluğuyla gösteriş yaparlar.

ikinci Kısım

Görünüş ve kisve ile riyakârlık yapmak. Görünüş, saçın pejmürdeliği, bıyığın tamamının traş edilmesi, yürürken başın öne eğilmesi, harekette sükûnet göstermesi, yüzünde secde eserinin bırakılması, kaba ve sert yünlü elbise giymesi, baldırının yakınına kadar elbisesini kısaltması, yenlerini kısaltıp, elbisesini kirli ve yırtık bırakmasıdır. Bütün bunlarla riyakârlık yapar. Sünnet'e tâbi olduğunu ve bu hususta Allah'ın salih kullarına uyduğunu belirtmek ister. Bâtınında (kalbinde) tasavvufun hakikatlerinden mahrum olduğu halde sûfîlere benzemek için kırmızıya çalar boya ile boyanmış elbiseleri giymesi, seccade üzerinde namaz kılması ve parçalanmış, yamalı elbise giymesi de bu türdendir.

Sarık üzerine izar denilen elbiseyi sarkıtmak, gözlerinin üzerine abâsını salmak, 'yolun tozundan bile sakınır derecede gözleri yorulmuştur' zannını uyandırmak ve o alâmetlerden dolayı gözlerin kendisine dikilmesi için, bunları yapmak da yukarıda bahsi geçen konunun içindedir. Derâ (kaftan) ve teylesanî adlı kisveleri ilimden mahrum olan bir kimse kendisini ehl-i ilimden göstermek için giyerse, o da bu türdendir.

Kisve ile riyakârlık yapanlar birçok tabakaya ayrılırlar. Onlardan bir grup vardır ki zâhidlik göstererek takva sahiplerinin gözüne girmek isterler. Bu bakımdan kirli, yırtık, kısa ve kaba elbiseleri giyerler ki kabalığı, kirli, kısa ve yırtıklığıyla dünyayı önemsemediğini göstersinler! Eğer bu kimseye, normal, temiz ve selefin giydiği elbiselerden giymek teklif edilirse, onun için bu teklif, kendisini boğazlamak kadar zor gelir! Bu kadar zor gelmesinin sebebi, halkın 'o zühd ve takvadan döndü, o yolu terketti ve dünyaya daldı' deme ihtimalidir.

Başka bir tabaka vardır. Bunlar da hem dindarlar, hem de padişah, vezir ve tüccarlar yanında kabul görmek isterler. Eğer güzel elbise giyerlerse, kurra (okuyucular) onları reddeder. Eğer yırtık pırtık elbiseleri giyerlerse, idareciler ile zenginlerin gözünden düşerler. Bu zümre din ve dünya ehlinin gözünde makbul olmayı ister ve ona göre giyerler. Bunların elbiselerinin kıymeti, zenginlerin elbisesinin kıymetindedir. Rengi ve şekli, sâlihlerin elbisesinin renk ve şeklindedir. Bu bakımdan iki grubun da kalplerini kazanmak isterler. Eğer bu kimselere kaba veya kirli bir elbisenin giyilmesi teklif edilirse, idarecilerin ve zenginlerin gözünden düşme korkusundan, bu teklif onlara kesilmekten daha ağır gelir.

Eğer kıymetçe elbisesinden daha az olan Diybekî,44 beyaz ve ince veya desenli ketenden bir elbisenin giyilmesi bunlara teklif edilirse, ehl-i salâh'ın 'Bunlar dünya ehlinin elbiselerine rağbet ettiler' demelerinden korktukları için kendilerine bu teklif zor gelir.

Bu grupların herbiri, mertebesini özel bir kıyafette görmektedir. O kıyafetten daha üstün veya daha düşük bir kıyafete bürünmek kendisine ağır gelir! Her ne kadar bu elbiseyi giymek mübah ise de, kötülenmekten korkarak giymez.
Dünya ehlinin riya ve gösterişi ise, güzel elbiseler, kıymetli binekler, genişlikler, mesken, ev eşyası (mobilya), atlar, rengârenk libaslar ve nefis teylesanlardır.

Bu durum, halk arasında ayan-beyandır. Çünkü halk, evlerinde kabâ elbise giyerler. Fakat aynı kılıkla halk ile oturup-kalkmak kendilerine gayet zor gelir. Süslerini takmadan edemezler!

Üçüncü Kısım

Sözle yapılan riya, Din ehlinin riyası va'zetmek, hatırlatmak,hikmetle konuşmak, haber (hadîs)leri ve eserleri ezberlemekledir.Bunları, ilminin çokluğunu isbat etmek, selef-i salihînin durumlarına işaretle itina ettiğini göstermek, halkın huzurunda dudaklarını zikirle kıpırdatmakla gözleri önünde emr-i bi'l-ma'ruf (iyiyi emretme) ve nehy-i an'il münker (kötüyü yasaklama) yapmak,münkerlere karşı kızıp reaksiyon göstermek, halkın günahları pervasızca yapmasına teessüfünü belirtmek, konuşurken sesini zayıf çıkarmak, Kur'an'ı mahzun olup korktuğunu göstermek için ince sesle okumak, hadîs-i şerifler hıfzettiğini iddia edenin lâfzında bir eksikliği hadîste mâhir olduğu tebeyyün etsin diye- olduğuna dikkati çekmek, hadîsin sahih veya sahih olmadığına dikkati çekmek, bu hususta faziletini belirtmek için acele ile söylemek, hasmını susturmak için mücadele etmektir. Bütün bunları din ilmindeki kuvvetini halka göstermek için yapar!

Sözde olan riya çoktur ve türleri kontrol altına alınamaz. Dünya ehlinin sözle riyaları, şiirleri ezberlemek, darb-ı meselleri hıfzetmek, ibarelerde fesahat ve belâgat göstermek, ehl-i fazilete karşı garabet göstermek ve kalplerini tarafına çekmek için halka izhar-ı muhabbet etmek bakımından nahiv ilminin garip meselelerini ezberlemektir.

Dördüncü Kısım

Amelle yapılan riya. Namaz kılanın uzun bir zaman ayakta durması, sırtını düzeltmesi, uzunca secdede ve rükûda kalması, başını eğmesi, sağa-sola bakmayı terketmesi, sükûneti belirtmesi, ayaklarını ve ellerini düzgün tutması gibi. Oruç, gazâ, hac, sadaka, yemek yedirmek ve karşılama sırasında yürürken huşû göstermek gibi. Konuşmada vekâr, başı eğmek ve göz kapaklarını indirmek gibi. Hatta riyakâr, ihtiyacına bir an önce varmak için bazen acelece yürür. Ne zaman din ehlinden birini görürse derhal vâkara ve başını önüne eğmeye döner. Çünkü hafifliğe ve aceleciliğe nisbet edilmekten korkar. Eğer o kişi gözden kaybolursa, yine aceleyle yürümeye başlar. Yine onu gördüğünde yavaşça yürümeye döner. Allah hatırına gelmez ki Allah'tan korksun. Aksine bir insanın kendisi için âbid ve salihlerden olmadığına inanmasından korkar!
Onlardan bir grup daha vardır ki bunu dinlediği zaman, halvetteki yürüyüşünün halkın yanındaki yürüyüşüne benzememesinden utanır. Nefsini halvette güzel yürümeye zorlar ki halk kendisini gördüğünde yürüyüşünde bir değişiklik yapmaya muhtaç olmasın! Bu kişi böyle yapmakla riyadan kurtulduğunu zanneder. Oysa riyası katmerleşmiştir. Çünkü halvethanesinde de riyakâr oldu; zira o halvet ve tenhada halkın gözleri önünde güzel yürüyebilmek için güzel yürümeye kendini alıştırmıştır. Allah'tan korkarak veya ondan hayâ ederek yapmış değildir.

Dünya ehline gelince, onların riyakârlıkları, kibir, hayalperest-lik, elleri kolları sallamak, sık adımlarla yürümek, zeylin (eteğin) etrafına yapışmak, omuz silkmektir ki bunlarla önemine dikkat çekmiş olsun!

Beşinci Kısım

Arkadaşlara, ziyaretçilere ve oturup-kalktığı insanlara riyakârlık yapmak. 'Filân adam filanı ziyaret etti' desinler diye, ulemadan birinin kendisini ziyaret etmesini sağlar veya 'Din ehli kendisini ziyaret ediyor, ona gidip geliyor' denilsin diye bir âbidin, ya da bir sultanın valilerinden birinin 'dinî rütbesinin büyüklüğünden dolayı bunlar kendisinden feyz alır, bereketlenirler' denilsin diye kendisini ziyaret etmelerini sağlar. Şeyhlerle görüştüğünü ve istifade ettiğini göstermek için fazlasıyla şeyhleri anan bir kimse gibi
nokta.gif
. Bu kimse, kendilerinden ilim ve irfan aldığı kimseler ile böbürlenir. Böbürlenmesi ve riyakârlığı mücadele ettiği anda kendisinden dışarıya sızar.


Başkasına 'Sen hangi âlimleri gördün. Oysa ben falan ve falan zatları gördüm, memleketler gezdim ve üstadlara hizmette bulundum' der ve bu sözlere benzer daha nice sözler söyler.

İşte bu, riyakârların kendileriyle riyakârlık ettikleri şeylerin esas noktalarıdır. Hepsi de bununla kulların kalplerinde rütbe ve makam kazanmak peşindedirler.
Başka bir grup vardır ki sadece kendisi için güzel amellere kanaat eder. Nice rahip vardır ki uzun seneler manastırında inzivaya çekilir! Nice âbid vardır ki uzun bir zaman için bir dağın başına çekilmiştir. Sakin sakin durup ibâdete devam etmesi, ancak halkın kalbinde mertebesinin olduğunu bildiğindendir. Eğer halkın kendisini manastırında bir suça nisbet ettiğini bilse, muhakkak bundan ötürü kalbi karmakarışık olur. Allah'ın kendisinin suçsuz olduğunu bilmesiyle kanaat etmez. Aksine bu dedikodudan dolayı üzüntüsü pek büyük olur! Her ne pahasına olursa olsun, o nisbeti insanların kalbinden silmeye çalışır. Mallarından tamahını kesmesine rağmen böyle inanmalarını temine çalışır. Çünkü mertebe peşindedir! Biz Sebepler bahsinde dediğimiz gibi mertebe pek tatlı ve lezzetlidir! Çünkü her ne kadar süratle gelir geçer ise de hal-i hazırda bir nevi kemâl ve kudrettir. Bununla ancak cahiller aldanırlar. İnsanların çoğu da cahildirler.

Riyakârlardan bir grup vardır ki halkın kalbinde mevkî sahibi olmakla kanaat etmez. Bununla beraber dilleriyle kendisini övmelerini de ister.
Başka bir grup da halk fazlasıyla ziyaretine gelsin diye nâm ve şöhretinin yayılması peşindedir!

Diğer bir cemaat ise sultanların yanında meşhur olmayı ister ki aracılığı kabul olunsun, kendisinin eliyle ihtiyaçlar görülsün, dolayısıyla cahiller tabakası yanında menzil ve mertebesi bulunsun!

Başka bir grup, şöhret ile mal toplamak için vakıflardan, yetim malları ve başka haram kaynaklardan da olsa mal kazanmaya çalışır. Bunlar, zikrettiğimiz sebeplerden dolayı gösteriş peşinde olan riyakârların en şerlileridir. İşte riyanın hakikati ve vesileleri bunlardır.

Soru: Riya mutlaka haram mı yoksa mekruh veya mübah mıdır veya haram, mekruh ve mübah oluşu, açıklamaya mı muhtaçtır?

Cevap: Riya konusunda birçok tafsilât vardır. Çünkü riya, rütbe ve mevkî istemektir. Bu istek, ya ibâdetlerle veya ibâdetlerin dışındaki şeylerle olur. Eğer ibâdetlerin dışındaki şeylerle mertebe istenilirse, bu mal istemek gibidir. Yeterli mal kazanmak haram olamaz. Çünkü insanın muhtaç olduğu az mal, övülen maldır. Bu bakımdan kişinin felâketlerden selâmet kalmasına vesile olan mevkîyi elde etmesi de övülür.

Hz. Yusuf un istediği mertebe bu kadardır.
Beni Mısır'ın hazineleri üzerine me'mur et! Çünkü ben iyi korur, iyi bilirim.(Yusuf/55)


Nasıl malda hem öldürücü zehir ve hem de faydalı panzehir varsa mertebe de böyledir. Fazla malın insanı şaşırtıp yoldan çıkardığı, Allah'ın zikrini ve ahireti unutturduğu gibi, fazla makam ve mertebe de böyledir. Hatta daha şiddetlidir. Mertebe ve makamın fitnesi, malın fitnesinden daha (tehlikeli ve daha) büyüktür. Nasıl biz 'fazla mal edinilmesi haramdır' demiyorsak, 'fazla kalpleri elde etmek de haramdır' demiyoruz. Ancak fazla mal veya fazla rütbe, insanı yapılması caiz olmayan şeylere sürüklerse o zaman hüküm değişir.
Evet! Bütün gayreti fazla ve geniş mertebe elde etmeye sarfetmek, malın çoğalmasına sarfetmek gibi, şerlerin başlangıcıdır. Mertebe ve mal aşığı, kalp, dil ve diğer âzaların günahlarını terketmeye muktedir olamaz.


Haris olmadığın ve gittiği zaman da üzülmeyeceğin mertebe genişliğine gelince, bunda hiçbir zarar yoktur; zira Hz. Peygamberin, Hulefâ-i Râşidîn'in ve onlardan sonra gelen din âlimlerinin mertebesinden daha geniş bir mertebe yoktur. Fakat himmeti mertebenin talebine sarfetmek, dinde bir noksanlık ve eksiklik ise de haramlıkla vasıflanmaz. Bu bakımdan deriz ki: Kişinin halk arasına çıkmak için giydiği elbise gösteriştir. Fakat haram değildir. Çünkü ibâdetle değil, dünya ile riyakârlık yapmaktır.

İnsanlar için takılan süsleri de buna kıyas et! Bunun delili, Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadîs-i şeriftir: 'Hz. Peygamber birgün ashabının yanına çıkmak istedi. Bunun üzerine su küpüne bakarak sarığını ve saçını düzeltti. Bu manzara karşısında Hz. Aişe (r.a) 'Ey Allah'ın Rasûlü Sen de mi?' dedi. Hz.


Peygamber şöyle dedi:
Evet! Allah, kulunun arkadaşlarının huzuruna çıkmak istediğinde onlar için süslenmesini ister!

Evet! Bu, Hz. Peygamber için bir ibâdetti. Çünkü o, halkı dâvet etmeye, onları kendisine uymaya, teşvik ve terğib etmeye ve kalplerini kazanmaya memurdur. Eğer halkın gözünden düşerse, ona tâbi olmaya rağbet göstermezler. Bu bakımdan gözlerinde küçük görünmemek için görünüşünün güzel olmasına gayret etmesi kendisi için farzdı; zira halkın gözleri, gizli taraflara değil, görünür taraflara kayar. Hz. Peygamber'in kasti buydu. Fakat eğer bir kimse böyle yapmakla onların kötülemesinden, ayıplamasından kurtulmayı, hürmet ve tâzim göstermelerini kastederse, bu kasdı mübah bir kasıttır; zira kınanmanın eleminden korunmak, insanlarla yakınlık kurup rahata kavuşmayı istemek, insanın tabii hakkıdır. İnsanlar kendini pis ve kötü gördükleri zaman insan tahammül edemez hale gelir. Bu takdirde onlarla yakınlık kurması sözkonusu olamaz. O halde anlaşıldı ki ibadetlerin dışında olan şeylerde riya ve gösteriş yapmak, bazen mübah olur, bazen de kötü olur, bazı vakitlerde de ibâdet olur. Bunlar o gösterişten istenen maksada göre değişir. Bu sırra binaen deriz ki kişi malını, ibâdet ve sadaka için değil, kendisine 'cömert' dedirtmek için ihtiyaç sahibi olmayanlara infak ederse, yaptığı gösteriştir. Fakat haram değildir. Benzerleri de böyledir.
Sadaka, namaz, oruç, gazâ ve hac gibi ibadetlere gelince, riyakârın burada iki hali vardır.

Birinci hal: Katıksız riyadan başka emeli olmamaktır! Bu riya ameli iptal eder; zira ameller, ancak niyet ve kasıtlara bağlıdır. O ise bunun ibâdet niyetiyle yapmamıştır. Sonra riyakârlık sadece ibâdetin bozulmasıyla kalmaz ki biz 'İbâdetten önceki gibi oldu' diyelim. Âyet ve hadîslerin delâlet ettiği gibi, riyadan dolayı günahkâr olur!

Mânâda iki şey vardır: Birincisi, kullara hile yapmaktır. Çünkü kişi halka, muhlis ve Allah'a mutî olduğunu gösterir, din adamı olduğu hissini verir. Oysa hiç de öyle değildir. Dünya işlerinde de hile yapmak haramdır. Hatta bir cemaatin alacağını edâ ederken halk -cömert olduğuna inansın diye- onlara yardım ettiğini hissettirirse, hilekârlığından dolayı günahkâr olur; zira kalpleri hile ve dalavere ile elde etmektedir!

İkincisi, Allah ile ilgilidir. O da, Allah'a yaptığı ibâdetiyle, in-sanları kandırmayı kasdetmektir. Bu bakımdan o kimse Allah ile alay etmiştir. Bu sırra binaen Katâde şöyle demiştir: "Kul riyakârlık yaptığında Allah Teâlâ meleklerine 'Kuluma bakın! Benimle nasıl istihza ediyor!' der".
Bunun misâli, hizmetkârların âdetinden olduğu gibi bütün gün sultanlardan birinin huzurunda elpençe durmasıdır. Oysa orada durması ancak sultanın cariyelerinden bir cariyeyi veya hizmetkârlarından bir hizmetkârını seyretmek içindir. Muhakkak ki bu durum, sultanla alay etmek demektir; zira hizmetiyle sultana yaklaşmak istemiyor! Aksine o hizmetle onun kölelerinden birini kastediyor!

Acaba kulun, Allah'ın ibâdetiyle zayıf, fayda ve zarara sahip olmayan bir mahlûka yaklaşmak isteğinden daha korkunç bir ha-reket tasavvur edilebilir mi?!

Bu ancak şu demektir: Riya yapan kişi zanneder ki kendisini seyreden kul, gayelerinin tahakkuku hususunda -maâz
Allah.gif
-Allah'tan daha kudretlidir. Allah'a yaklaşmaktan ona yaklaşmak daha iyidir! Çünkü onu padişahlar padişahına tercih ederek ibâdetinde hedef yapmıştır.

Acaba bir kulu Allah'tan daha fazla yüceltmekten daha korkunç bir istihza var mıdır? İşte bu, mühlikât (helâk ediciler)in en büyüklerindendir. Bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) bu duruma 'küçük şirk' adını vermiştir. Evet! Riya derecelerinin bazısı
bazısından daha şiddetlidir. Nitekim -eğer Allah dilerse- bunun beyanı Riyanın Dereceleri bahsinde gelecektir.


Riyanın az veya çok günahtan uzak olan bir kısmı yoktur. Günahlar, riyanın vesilelerine ve âletlerine göre sınıflanır. Eğer riyada Allah'tan başkasına secde etmek ve rükû yapmaktan başka bir hata yoksa, bu (cinayet ve günah bakımından) yeter de artar. Çünkü riyakâr, Allah'a yaklaşmayı kasdetmediği takdirde, muhakkak Allah'ın gayrisine yaklaşmayı kasteder!
Yemin olsun, eğer Allah'tan başkasını secde ile tâzim ederse, açıkça kâfir olur. Ancak riya, gizli küfürdür. Çünkü riyakâr, kalbinde halkı büyütmüştür. O büyütmede ona secde ve rükû etmek vardır. Bu bakımdan onun secdesiyle tazim edilip büyütülen bir yönden insanlardır.


Secde ile Allah'ın tâzîmi ortadan kalkıp halkın tâzîmi kalınca, bu durum şirke yakın bir durum olur. Ancak görünüşte secde ile Allah'ı tâzim etmekte, aslında ise gayesi büyük saydığı kimsenin kalbinde kendi nefsini büyütmektedir. Bu sırra binaen riya açık şirk değil gizli şirk olur. Bu durum cehaletin katmerlisidir. Ancak şeytan tarafından kandırılmış kullar kendisine fayda veya zarar, rızık, ecel, hali hazırdaki veya gelecekteki durumu hakkında Allah'tan daha fazla yardım edeceğini hayal eder! Bunun için de Allah'tan yüz çevirip onlara yönelir, kalplerini kazanmak için taptıklarına havâle ederse, yaptığının en az karşılığı bu olur. Çünkü bütün kullar nefislerini idare etmekten acizdirler. Kendilerine bile fayda veya zarar vermeye kudretleri yoktur. Acaba dünyada bunu nasıl başkasına verebilirler? Acaba babanın evladı yerine, evladın baba yerine cezalandırılmadığı, peygamberlerin bile 'nefsim, nefsim' dediği bir günde, nasıl başkasına fayda veya zarar verebilirler? Acaba cahil, dünyadaki yalancı tamahkârlığıyla halktan beklediği şeylerde nasıl ahiret sevabını ve Allah'ın (rahmetine) yaklaşmayı değiştirir? Bu bakımdan şüphe etmemek gerekir ki Allah'ın ibâdet ve taati ile riyakârlık yapan bir kimsenin, kıyasla (akılla) da, nakille de Allah'ın gazabına uğrayacağı sabit olmuştur.
Bu durum, eğer ecir istemezse sözkonusudur. Sadakasında veya namazında ecir ile hamdi birlikte istediği zaman bu istek ihlâsın ruhuna zıd düşen şirktir. Biz şirkin hükmünü İhlâs bölümünde belirtmiştik. Bizim naklettiklerimizin doğruluğuna Said b.Müseyyeb ile Ubade b. Sâmit'in 'Burada onun hiç bir eşi yoktur' demeleri delâlet eder.


____________________

43) Bu âbid zat Şam'ın şeyhidir. Ebî Müshir'den sonra bu mertebeyi ihraz etmiştir. H. I53'de doğmuş, H. 215'de vefat etmiştir.
44) Diybek köyüne mensub bir elbisedir. Dimyat'a yakın bulunan bu köy şimdi harebe halindedir. Bu elbise ipekten yapılır.
Cehennem ve cehennemliler, Riyakâr insanlardan rahatsız olacaktırlar.
Allah’ın karşısında Riya ediyorlar ve Allah’ı çok az anıyorlar.
Acaba Şimdiye kadar cennetlik veya cehennemlik olduğunuzu düşündünüz mü? Sizi bilmiyorum ama ben cennetlik olduğumu düşünüyorum.
Gerçekten şimdiye kadar bunu düşündünüz mü? Birçoğumuz cennetlik olduğunu düşünüyor.
Ahiret’e gittiğimizde ise yaptığımız iyi işlerin yarısı veya daha fazlasının kara defterde görünce çok şaşıracağız, işte o zaman niyetlerimizin biraz sorunlu olduğunu anlayacağız. Örneğin cemaat namazına katılırken Allah rızası için katıldığımızı zannederken aslında farkında olmadan başka şeyler için katılıyormuşuz. Tabi sorun bununla da bitmiyor, bir de bakacaksınız ki bir başkası için namaz kıldığınızdan dolayı sol elinizdeki o kara defterin üzerine bir de şirk damgası vurmuşlar. Allah’a şirk mi koştun diyeceklerdir, sonra da Peygamberin bu hadisini hatırlatacaklardır: Riya, küçük şirktir ve Yüce Allah şöyle buyuruyor: Gidin de kimin için ibadet ettiyseniz, karşılığını da ondan alın.
Şimdiye kadar niyetlerinizi incelediniz mi? Birinci veya ikinci bakışta Allah için olduğunu zannedebilirsiniz ama biraz daha derine indiğinizde aslında bir iyilik veya ibadetten hemen önce aklından geçenlerin şöyle olduğunu göreceksiniz: “Bu iyi işi yapayım da, sevap kazanmış olurum, aynı zamanda milletin de gözüne girerim”. İşte bunun adı riya’dır.

Riya’nın büyük günahlardan olduğunu biliyor muydun? Riya’nın ne demek olduğunu daha iyi anlamak için Kuran’a da bir göz atalım. Yüce Allah, Nisa suresinin 142 ve 143. ayetlerinde şöyle buyuruyor:

142. Münafıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı pek az anarlar.143. Onlar küfür ile iman arasında bocalayıp dururlar. Ne bunlara (müminlere) ne de şunlara (kâfirlere) bağlanırlar.


Riya ibadetlerin geçersiz olmasına, hatta sevap yerine günah yazılmasına sebep oluyor. Riya çok çirkin ve ağır bir günahtır, bunun boyutlarını anlamak için Resulullah’ın bu hadis’i çok anlamlıdır: Cehennem ve cehennem ehli, Riyakâr insanlardan rahatsız olacaklardır, “nasıl rahatsız olacaklardır” sorulduğunda ise şöyle buyurdular: Onların üzerindeki ateşin sıcaklığından rahatsız olacaktırlar.

Riyakarların özellikleri:

Peki, Riyakâr olup olmadığımızdan nasıl emin olabiliriz? Bunun cevabını hadislerden almak mümkün.
Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:Riyakâr kişinin özellikleri şunlardır:

1- Birilerinin yanında olduğu zaman ilahi işler yapmaya çalışır ama yalnız olduğunda çok pasif davranır 2- bütün yaptığı iyiliklerde insanlardan teşekkür ve övgü bekler 3- insanların gözünde iyi görünmek ister.
Kuran ve diğer hadislere baktığımızda ise riyakâr insanlar için aşağıdaki özellikleri söyleyebiliriz:

1- Riyakâr insanlar, ikiyüzlü ve münafık kişilerdirler.

2- Riyakâr insanlar, diğer insanların gözü önündeyken ibadetlerini kusursuz yapmaya çalışırlar ama yalnızken bu konuda çok pasif davranıyorlar.


3- Riyakâr insanlar, iyi bir iş yaptıklarında veya birisine bir iyilik yaptıklarında mutlaka insanların övgü ve teşekkürlerini duymak isterler, insanların övgüleri onların daha çok hayır işler yapmasına yol açarken insanların teşekkür etmemesi onları iyi işlerden alı koyar.


4- Riyakâr insanlar, yalancı, düzenbaz kişilerdirler, yaptıkları iyiliklerden ötürü insanlara minnet koyar insanların elindekine göz dikerler, Allah’a tevekkül etmez, görünürde Allah’ı anıyor gibi görünürler ama aslında kalplerinde çok az Allah’ı anarlar.


5- Riyakâr insanlar, bencil, kibirli, midesine düşkün rahatlığı seven insanlardırlar.


Riyakârlık, gösteriş için ibadet yapmaktır, Riyakârlık aynen cüzam hastalığı gibi insanın amellerini çürütüyor ve içini boşaltıyor, Riyakârlık aynen rüzgârın esintisiyle yerinden kopan köksüz, kukla bir ağaç gibidir.

İmam Sadık (as) şöyle buyuruyor: Riya’nın her türlüsü, şirktir. Allah için amel edenlerin mükâfatı Allaha’dır, insanlar için amel edenlerin mükâfatı ise insanlaradır.
Birtakım hadislerde ise yapılan iyiliklerin daha sonra söylenmesinin aslında riya gibi o iyiliği yok ettiğini anlıyoruz.
İnsanın en büyük erdemi Allah’a karşı iyi bir kul olabilmek olmalıdır, ancak bu şekilde saadet ve mutluluğa ulaşılır, Allah için ibadet ederken niyetimize Allah dışında herhangi birisini sokarsak işte burada ona ortak koşmuş oluruz, yani şirk’e bulaşmış oluruz ve bu amel hiçbir zaman Allah katında kabul edilmez.
Yüce Allah insana sayısız nimetler vermiş, ondan kendisini tanıyıp ibadet etmesini, ilâhî emir ve yasaklarına uymasını, bütün bunları yalnız kendi rızası için yapmasını istemiştir. Nitekim Mümin sûresinin 65. ayetinde meâlen şöyle buyurulmaktadır: O diridir. O ndan başka hiçbir ilah yoktur. O halde sadece Allahâ(c.c)a itaat ederek (samimi olarak) O na ibadet edin. Hamd alemlerin rabbine mahsustur.[1]


Riya; iş, söz ve davranışlarda gösterişte bulunmak; bir iyiliği veya salih bir ameli Allah'ın rızasını kazanmak niyetiyle değil, insanların beğenisi için yapmaktır. Özellikle maddî ve manevî çıkarlar elde etmek için, yüce dinimiz İslamın aracı kılınması, insanın Allah katındaki kıymetini yok ettiği gibi toplum içerisindeki itibarını da zedeler. Zira Yüce Allahâ(c.c)a karşı samimi olmayan, insânî ilişkilerde de samimiyet gösteremez. Kişinin söz ve davranışlarındaki samimiyetsizlikleri, diğer insanlar tarafından kısa zamanda anlaşılır. Neticede bu kişilere kimse güvenmez. Bununla birlikte riya, ibadetin özünü bozar, sevabını giderir, ortada yalnız ibadetin şekli kalır. Bunun için kul, ibadet esnasında riyadan, gösterişten uzak kalmalı, ibadetlerini sırf Yüce Allahâ(c.c)ın rızası için yapmalıdır.


Bu konuda Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: Her kim işlediği bir hayrı, menfaat umarak halka duyurursa, Allah da onun gizli işlerini duyurur. Yine her kim işlediği bir hayrı gösteriş için yaparsa Allah da onun riyakârlığını ortaya çıkarır.[2]


Riya bahane edilerek ibadet terk edilmemeli, kesin bilinmedikçe de başkaları riyâkarlıkla suçlanmamalıdır. Riya kalbe ait bir durumdur. Kalplerde olanı ise ancak Allah bilir.


İbadetlerimizi ve işlerimizi eksiksiz yerine getirme gayreti içinde olmalı, gösterişten uzak, ihlaslı ve samimi duygularla hareket etmeliyiz. Amellerimizin sevabını gösteriş ve riya ile kaybetmemeliyiz. Yüce Allahâ(c.c)ın rızasını, insanların övgüsüne tercih etmeyi hayat prensibi haline getirmeliyiz.


Yüce Allah buyuruyor ki: Ey iman edenler! Allahâ(c.c)a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.â[3]

[1] Mümin,40/65


[2] Müslim, Zühd, 38


[3] Bakara, 2/264
İnsanın manevi hayatını hasta eden bazı hastalıklar vardır. Bu hastalıkların başında riya gelmektedir. Riya İhlasın zıddıdır.
Riya; diğer insanların görmesi bilmesi amacıyla yapılan her türlü iştir. Riya kalbi bir niyettir. Yani beni görsünler diyerek Allahu Zülcelal'in rızasını bırakıp kalben niyet etmek riyadır. Bu durum çok tehlikelidir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.v) bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;

'Sizin müptela olmanızdan korktuğum şeylerin en korkuncu küçük şirktir.' Sahabeler; 'Ey
iccon04.gif
'ın Resulü! Küçük şirk nedir?' diye sordular. Hz. Peygamber (a.s.v) buyurdu ki;
'Küçük şirk riyadır.
iccon04.gif
kıyamet gününde kullarına yaptıkları amellerine göre mükafat verirken, riyakarlara şöyle seslenecektir; Dünya da riyakarlık yaptığınız kimselere gidin, bakın. Onların yanında mükafat bulabilecek misiniz?'
İnsan amelini, emeğini boşa çıkarmamak için ilk önce amelden önce niyetini
iccon04.gif
için yapması lazımdır. Allahu Zülcelal insana bir şey vermedikten sonra, gösteriş yaptığı insanlar ona hiçbir şey veremez. Onun için herhangi bir iş yaparken ilk önce
iccon04.gif
'ın rızasını düşünüp daha sonra o işi yapmak lazımdır.

Hz. Peygamber (a.s.v) başka bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
'Kıyamet günü riyakar adama, 'Ey Facir, ey gaddar, ey gösterişci, amelin mahvoldu, mükafatın kayboldu! Amelini kime gösteriş için yaptıysan, git ondan mükafatını al!' denir.' (İbn Ebi'd-dünya)

Fudayl bin İyad (rh.a) şöyle demiştir. 'İnsan yaptığı amelle riyakarlık yapmaya alışırsa, yapmadığı amelle de riyakarlık yapar.' Böyle bir kimse kendisine itibar kazandırabilen amelleri yapmadığı halde yaptığını idiia eder veya o vehmi verir. Nitekim Allahu Zülcelal böyle kimseler hakkında şöyle buyurmuştur;
'Yapmadıkları amellerle övülmek isterler. Sen bunların azabtan kurtulacaklarını zannet-me.' (Al-i İmran;188)

Hasan-ı Basri (rh. a) şöyle demiştir;
'Riyakar insan, Allahu Teala'nın takdirini değiştirmeye kalkışır. Çünkü o, Allahu Teala'nın yanında kötü iken, kendisini iyi göstermeye çalışır. Halbuki yapması gereken şey, kötü olduğu halde, kendisini iyi göstermek değil, iyi olmasını gerçekleştirmektir.'

Katade şöyle demiştir;
'Kul riyakarlık yaptığı zaman, Allahu Teala meleklere; 'Bakın, bu kulum beni hafife alıyor.' der. Çünkü bu kul insanları memnun etmeyi, Allahu Teala'yı memnun etmekten üstün tutuyor. Bu da dolaylı olarak insanları Allahu Teala'dan üstün tutmak demektir.'


 

Pesimistyle!

Profesör
Katılım
13 Temmuz 2009
Mesajlar
2,115
Reaksiyon puanı
50
Puanları
0
Sağol sendende Allah razı olsun.
 

wenus

Asistan
Katılım
14 Haziran 2009
Mesajlar
126
Reaksiyon puanı
3
Puanları
0
Her söz kayda geçiyor!

Konuşmanın zararları, dilin âfetleri çoktur.

O âfetler;

yanlışlık,
yalan,
gıybet,
kovuculuk,
riya,
münafıklık,
fâhiş konuşmak,
cedelleşmek,
nefsi temize çıkarmak,
bâtıla dalmak,
başkasıyla kavga etmek,
fuzulî konuşmak,
hakîkati tahrif etmek,
hakîkate ilâvelerde bulunmak veya hakikatten eksiltmek,
halka eziyet etmek veya halkın namusuna saldırmaktır.


Bunlara dalan bir kimsenin diline sahip olması mümkün değildir.

Bu bakımdan konuşmaya dalmakta tehlike vardır, susmakta ise selâmet...

Bunun için susmanın fazileti oldukça büyüktür.

Susmakta

himmetin derli toplu bulunması,
vakarın devam etmesi,
fikir,
zikir,
ibadet için boşalmak,
dünya hakkında konuşmanın mesuliyetinden selâmet kalmak ve âhirette hesabını vermekten kurtulmak gibi iyi hasletler vardır.

Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur: “İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapteden (bir melek) hazır bulunmasın.” (Kâf/18)

Ey nefsim!

Allah seni yaratmasaydı sen olmayacaktın. Şimdi nasıl olur da elinle tuttugun hayrı, dilinle konuştugun başarıyı kendin yaptın sayarsın.

Ne cesaretle kalkar bunca hayrım var deyip, kendini hayırlı sayarsın!
Sen hayırlı degil zararlısın! Sen hayrın sahibi degil, bilakis hırsızısın!

Ey nefsim, sen bir mürâisin!


Öyleki başkaları tarafindan bilinmek için canını bile verirsin.
Bu gösteriş zaafı, bu bilinme arzusu, bu tanınma düşkünlügü, bu konuşulma sevdası sende öyle bir dereceye vardı ki, artık dem ile damar, et ile tırnak gibi oldu. Riya, sana ait bir san’at oldu.

Bazen riyanı öyle kılıflıyor, öyle bir pazarlıyorsun ki, beni bile kandırıyor, o muhlisane hallerin altındaki zifiri riyayı bana dahi sezdirmiyorsun.

Elde ettigin bir hayrı, ya insanları teşviktir anlatmalıyım diyerek, yada sinsi bir kombinasyonla başkalarına söylettirerek herkese ilan ediyor ve bütün bunların arkasında bir şirk-i hafîyi hemen her gün işliyorsun.





 
Üst