Reşat Nuri Güntekin'in Sanatı

Kilavuzer

Asistan
Katılım
23 Nisan 2014
Mesajlar
218
Reaksiyon puanı
1
Puanları
18
Konum
Ankara
Reşat Nuri'nin romanları. XX. yüzyılın ilk yansında değişen toplum koşullanılın ortaya çıkardığı yeni insanı getirmiştir", tik döneminde Çalıkuşu, Dudaktan Kalbe, Akşam Güneşi gibi serüven yönü ağır basan romanlarında bile kişilerin duygusal yaşamları ülke gerçeklerinden soyutlanmadan verilir. Halka ulaşan ilk önemli yapıtı Çalıkuşu'nda, kişiliğinin bilincine varma aşamasındaki kadını köy, kasaba, küçük kent yaşamı içinde görürüz. Romanın başkişisi Feride'nin yaşam serüveniyle birlikte geri bıraktırılmış Anadolu'nun gerçekleri yansıtılmıştır. Bugünün beğeni düzeyinden bakınca kurgusu, yan olayların hazırlanışı, hele ilkellik sınırlarına varan duygusallığı ile hiç kuşkusuz eleştiriye çok açık olan Çalıkuşu, romanın konusunu genişleterek değişik sınıf ve tabakalara ulaşma başarısıyla önemlidir. Bir önemi de dialoglarındaki doğallıktır. Reşat Nuri Güntekin, Mustafa Baydar'la yaptığı konuşmada bu yöndeki becerisine ışık tutacak bilgiler vermiştir:

"... İstanbul Kızı diye dört perdelik bir piyes yazmıştım. Onu bozarak büyücek bir roman yaptım, ilk romanım denilmek lazım gelen bir roman: Çalıkuşu. Piyeslerde herkes kendi adına konuşur. Romana çevrilince sözün romancıya geçmesi ve şahıslar hesabına onun konuşması lazım geldi. (Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar, 1960)"

Yazarın öteki romanlarının da dialogları yönünden çağdaşı romancıların yapıtlarıdan üstün oluşu oyun yazarlığından kazandığı deneylere bağlanabilir.

Reşat Nuri'nin 1927'lerden sonraki ürünlerinde toplumsal özün amaç durumuna geldiğini söyleyebiliriz. Bu döneminin örnek yapıtları arasında sayılan Yeşil Gece, Miskinler Tekkesi, Yaprak Dökümü, Kan Davası'nda yazar anlatımına egemen olan gereksiz duygululuklardan kurtulmuştur.

Nâzım Hikmet'in "Türkiye'deki yeni insanın, olumlu cumhuriyet kahramanının üzerinde ilk defa" durulduğunu belirttiği Yeşil Gece. köylü kökenli bir öğretmenin 1908-1923 döneminin büyük toplumsal sarsıntılara sahne olan ülke koşullan içinde tutucu güçlerle savaşımını yansıtır.

Sonradan yazarı tarafından oyunlaştırılan Yaprak Dökümü'nde eski görenek ve ahlak anlayışına bağlı kalan küçük bürokratın değişen sosyo-ekonomik koşulların belirlediği yeni hayal biçimindeki durumu sergilenir. Devlet hizmetinde "mutasarrıflığa" kadar yükselen emekli memur Ali Rıza Bey'in kimliğinde, burjuva ahlakının etkisine kapılan çocuklarını düşüşten kurtarmayı başaramayan yıkılmış "aile reisi" tipini görürüz. Miskinler Tekkesi'nde dilencilik. Kan Davası'nda Anadolu halkının yüzyıllar boyunca sürüp giden kan davası sorunları işlenir.

Reşat Nuri'nin yirmiye yakın romanında öğretmen, memur, subay, işçi. köylü, kenlli, asker, esnaf, yaşlı genç, kadın erkek ülkemizin insanları bulundukları çevre ve tarih koşulları içinde yaşarlar. Çalıkuşu'nda Feride ile birlikle sınıf bilinci aşamasındaki küçük burjuvalarla karşılaşırız. Bir yanı soylu bir Osmanlı ailesine dayanan Feride'nin emeğiyle yaşamayı kutsal sayması toplumun değişen koşullarına uymak isteyen yeni insan tipini gösterir. İlköğrenimini medresede yaptığı halde, öğretmen okulunda çağdaş eğitim olanaklarından yararlanarak İslamcı ideolojinin amaçlarından kopan Şahin Öğretmeni (Yeşil Gece) egemen sınıflara yandaş olan tutucular karşısında öğretim sisteminde yapılacak "köklü reformlarla" toplumun değişeceğine inanan bir Meşrutiyet aydını kimliği ile tanırız. Reşal Nuri'nin kişileri değişmekte olan toplumu varlıklarında simgeleyen insanlardır. Yazarın, çıkarcılar, sömürücüler düzeninin gerçeklerini ancak puslu camlar arkasından görebilen bu kişilerden sevgisini esirgemediği çok bellidir.

Bütün romanlarının tiyatro halinde senaryolan olduğunu söyleyen Reşat Nuri, Hikmet Feridun'la yaptığı bir konuşmada çalışma yöntemlerini şöyle açıklar:

"Roman ve hikaye yazarken konunun evvela asıl canlı noktası, amudi fıkarisi (belkemiği) gelir. Bu amudi fıkaridir ki bana yazmak arzusunu verir. Bu bazen bir vak'a olur, beni alâkadar eden bir vak'a.. Fakat çok kere pek alakadar olduğum insan tipi. (Şu vak'ayı veya şu insanı, şu tipi yazayım) derim. Bu suretle eserin iki adımı atılmış olur. Mevzuu pek iptidai bir şekilde fikrime gelir. Hiçbir zaman hemen derhal bu mevzunun planını yapıp da yazmağa başladığım vaki değildir. Bulduğum mevzuu zihnimde bir köşeye atarım. Onun francala hamuru gibi kendi kendine kabarması için uzun müddet bırakırım. Çok defa aradan birçok senelerin geçtiği de vakidir. Bu müddet zarfında mevzua bazı ilaveler yaparım. Bazı kısımlarını tayyederim, atarım, çıkarırım. Vakaları retuş ederim. Tipleri develope ederim (geliştiririm).. Yazma işine başladığım zaman da çok muntazam çalışırım. Romanın sonunu nasıl bitireceğimi tayin etmeden yazıya başlamam. Evvela umumi bir şema yaparım. Fakat eser henüz definitif (kesin, belirli) olmamıştır. Ortada şahıslar vardır, vakalar vardır, eserin ana hatları vardır. Fakat yazmaya başladıktan sonra şahıslar ekseriyetle hüviyetlerini değiştirirler, evvelce hiç düşünmediğim vak'alar, yeni şahıslar gelir. (Muhit dergisi, 1933; anan: Muzaffer Uyguner, Reşat Nuri Güntekin, Ağustos 1967) Kişilerine sevgiyle sokulan bir romancıdır Reşat Nuri. Genellikle onların gerçek yaşamlarındaki en belirgin özelliklerini yitirmeden yansıtmaya çalışır. Gözlem yeteneği yaşama çok geniş bir perspektiften bakma olanağını sağladığı için romanları geçiş dönemi yaşayan ülkemizden "insan manzaraları" çizme başarısına ulaşmıştır."

Reşat Nuri daha ilk yapıtlarında öykü ve romanda temel aracın dil olduğunun bilincine varmış yazarlardandı. Düzyazıda kendisinden önce Ömer Seyfettin ve Refik Halit gibi yazarların girişimlerini değerlendirmiş, konuşma dilinin olanaklarından yararlanmıştır. Nedir ki. Yalıya Kemal'in "... halis Türkçeden öyle sahifeler görmüş ki bayıldım" (Edebiyata Dair, J971, s. 99) diye övgüyle karşıladığı Çalıkuşu, kuşkusuz yeni bir anlatım dilinin gelişmesine yol açıcı özellikleri taşımasına karşın, yer yer Saffet Nezihi'nin (1871-1939) Zavallı Necdet (bas, 1900. 5. bas. 1942) romanında karşılaşabileceğiniz türden tümcelerden arınmamıştır.

"Kâmran'la adeta kucak kucağa gibiydik. Nefeslerimiz birbirine karışıyordu. (Çalıkuşu, 6. bas., s. 47)"
"Feride yüzünü kapamak istiyor, fakat bileklerini Kâmran'dan kurtaramıyor, başını saklamak için kıvranıyor, onun göğsünden, omuzundan başka bir yer bulamıyordu, (s. 359)"
"Kâmran kolunu Feride'nin belinden geçirmiş, genç kızı nefes aldırmayacak gibi sıkıyor, avuçlarının içinde parmaklarını incitiyordu, (s. 360)"
"Dudaklarında kesik, tutuk nefesler, vücudunda derin ürpermelerle çırpınan Feride'yi zorla, küçük bir çocuk gibi, kucağına aldı. (s. 360)"
"Genç kız artık uğraşmaya takati kalmamış gibi başını Kâmran'ın göğsüne koydu. (s. 360)"

Çalıkuşu'nda gördüğümüz bu nitelikteki tümceler sonraki yapıtlarda önemli ölçüde azalmıştır. Bu evresinde değişik sınıf ve tabakalardan gelen kişileri onların kendi dil özellikleriyle yansıtan romancının, konuşma dilinde kullanılan deyimlerden de geniş ölçüde yararlandığı görülür. Kızılcık Dalları'ndan aldığımız aşağıdaki parçada saptadığımız türden deyimlere 1929'lardan sonraki yapıtlarında bolca raslama olanağı vardır.

"Kız baktı ki iş fena. Eli boş geldiği geceler kalfanın yüzünden düşen bin parça oluyor; o gün konakta onun aleyhinde bir söz sadeden olmamışsa bunun için kendisine kızıp surat ediyor. Gülsüm, kalfayı memnun etmek için bir çare keşfetti. Konuşulan sözlere kulak vermek, kapılardan dinlemek, bu da olmazsa, kalfanın lakırdısını açarak ötekinin berikinin ağzından söz almak, nihayet pek darda kaldığı zaman kendinden bir dedikodu uydurmak. Çocuk bu madeni keşfettikten sonra kalfayı avucunun içine almakta gecikmedi. (5. bas., s. 79)"

Devamı: http://www.yenimakale.com/resat-nuri-guntekin.html#ixzz30rFNHsqh
 
Üst