Patrikhanenin istediği oldu sokağın ismi de değiştirildi!

ashabulyemin

Müdavim
Müdavim
6 Aralık 2008
3,389
20
0
PATRİKHANENİN İSTEDİĞİ OLDU

Fener patrikhanesinin bulunduğu "Sadrazam Ali paşa caddesi"nin adını Dr.Sadık Ahmet caddesi olarak değiştirdi,

İBB Meclis Başkanlığından YAKIN TARİHİMİZDEKİ İHANETE HİZMET

Elbetteki Dr. Sadık Ahmet tarihi kişiliği ile çok önemlidir, Fakat caddeye isminin verildiği Sadrazam Ali paşa ve Patrikhane açısından misyonu tarihi önemi açısından unutulmaması gereken bir şahsiyettir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında bu caddeye tesadüfen bu isim verilmemiştir, Bilhassa M.K.Atatürk Nutukta patrikhaneyi (mavri mira, İstanbul rum ortodoks patrikhanesi’nde patrik vekilinin başkanlığında kurulmuş ve bizans İmparatorluğu’nu batı’nın desteği ile canlandırmayı amaç edinmiştir.)
merkezi olarak vurgulamıştır, bu caddeye bu adı M.K.Atatürk vermiştir.Tarih bilmez yöneticilerimiz,"Sadrazam Ali paşa"nın siyasi ve tarihi önemini bilmeden yaptıkları işe bak,

Bu isim değişikliği teklifi önceleri Fatih belediye başkanı Sayın Sadettin Tantan'ın belediye başkanlığı zamanında gündeme geldi, Tarihi bilgi ve tecrübesi ile Sayın S.Tantan bu değişikliği onaylamayarak uygulanmasına fırsat vermedi. ezeli niyetlerinde ısrarcı olan patrikhane bir yolunu bulup günümüz belediyesini bu konuda ikna ederek maalesef caddenin adını değiştirdi. şimdi artık caddenin başındaki tabelada Dr.Sadık Ahmet caddesi yazmaktadır.

Konunun önemini bilmeyenler için "Sadrazam Ali paşa" ve Patrikhane konusunu açalım.
Sadrazam Benderli Ali Paşa II. Mahmut saltanatında 26 Mart 1821 - 30 Nisan 1821 tarihleri arasında bir ay üç gün sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır.
Yeni sadrazam gelenek olan hil'atları giydikten sonra, birkaç gün önce padişah sarayının suyunu zehirlemek, Demirkapı'da suyolcuların oturdukları kale burcuna mazgallar açmak gibi suçlarla itham edilerek hapsedilen üç Rum suyolcuyu idam ile işe başlamıştır.
Tarihte Mora isyanı olarak geçen Yunan ayaklanması'nı gizlice desteklediği gerekçesi ile 22 Nisan 1821'de Fener Patriği Grigoryos'un asılmasına ferman buyurmuştur.
Peşinden aynı ihanet içinde oldukları tespit edilen Kayseri, Edremit, ve Tarabya metropolitleri dahi Balık pazarında ve Kaşıkçılar hanı önünde ve Parmakkapı'da idam edildiler.

Bu şekilde balkanların kaynadığı bir ortamda sadrazam olan Ali paşa fitneyi kökünden kazımanın yolunu böyle buldu,
Patrikhane batı devletlerinden büyük destek alıyordu. ayrıca Ali Paşa aleyhine komplolar içinde olan Halet fendi padişah 2. Mahmut'a baskı yaparak, Ali Paşanın azlini istemişler,padişah 2. Mahmut baskılara dayanamayarak bu irade sonrasında 30 Nisan 1821'de görevden uzaklaştırılarak sürülmüş ve idam edilmiştir. Tarihte padişah emri ile asılan 44. ve yine asılan sonuncu sadrazamdır.

S.Akşin'e göre, Benderli gelip sadarete oturunca, kötülüklerin (herhalde başta Yunan gailesi) kökeninde Mehmet Sait Halet Efendi'nin bulunduğu kanısına ulaştı ve Sultan Mahmut'a onun idamını önerdi. Sultan Mahmut "düşünelim" dediyse de o akşam Halet Efendi kendisiyle görüştüğü için, ertesi gün Halet yerine Benderli'nin azil, sürgün ve sonra da idamı için irade çıktı (30 Nisan 1821). Fiili sadareti böylece 9 gün sürmüş oldu. Sicill-i Osmani'ye göre 9 Receb 1236'da (12 nisan 1821) azledilerek Rodos'a sürülmüş ve orada vefat etmiştir. Cenazesi Karacaahmet'e defnedildi.
Patrikhanenin kışkırtmaları sonucu batı ve Rus donanmaları The Navarin Deniz Savaşı, Ekim 1827, Osmanlı'nın Yunanistan üzerindeki yönetim etkisini sonlandırdı.

Bu gün yapılan bu iş sanıldığı kadar basit değildir, 186 yıldır bu idam kararlarını kabul etmeyerek, patriklerinin asıldığı bu kapıda en büyük Türk yöneticileri asılıncaya kadar açılmayacaktır diyerek, tarihi bilgi ile bilinen ve adına KİN kapısı denen patrikhane ana giriş kapısı halen kullanılmayarak , patrikhaneye hizmetliler kapısından girilmektedir.
Her fırsatta Türkiye'yi ataları gibi batıya jurnalleyen patrik, kendileri için kutsal yemin saydıkları Ali paşa intikamının gereğini 186 yıl sonra bir nebze yaşamaktadırlar, Bu kin kapısı açılmadığı sürece patrikhane ve patriklerle görüşmenin fayda getirmeyeceğine inanıyoruz,

Ülkemiz kanunlarına göre bir imamdan fazla yetkisi olmayan bu zevatın batı tarafından devlet başkanı sıfatı ile anılmasını, her fırsatta ülkemiz aleyhine demeçler vermesini, Bizans kıralı havalarına girmesini, Bizans forsu kullanmasını kabul etmiyoruz, kanunların bu zevata eşit uygulanmasını istiyoruz.

Batı şovenlerinin 180 yıl geçmesine rağmen kinlerinin gereğini yaptırmak adına ortaya koydukları istikrarı bizde devlet adına koltuk işgal edenlerden haklı olarak bekliyoruz.

Son yıllarda ülkemizi ziyaret eden papanın istekleri arasında bulunan bu istek kabul görmüş caddenin adı değiştirilmiş, böylece Rum Mavri Mira ideallerine hizmet edilmiştir. biz semt sakinleri olarak yakın tarihimizde önemli mihenk taşlarından olan ve patrikhane tarafından bu kadar ciddiye alınan bir konuyu bizde ciddiye alıyor, caddenin isminin iade edilmesini istiyoruz.

SADRAZAM ALİ PAŞA KİMDİR:
Benderli Ali Paşa II. Mahmut saltanatında 26 Mart 1821 - 30 Nisan 1821 tarihleri arasında bir ay üç gün sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır. Günümüzde Romanya'nın kuzey komşusu olan Moldova Cumhuriyeti'nde yer alan Bender şehrinde doğmuştur. Gençliğinde orada bir suç işleyince Hotin'e gidip eşraftan Ali Ağa'ya bağlanmıştı. Sonra Laz Ahmet Paşa'ya İbrail'de iken silahdar oldu ve birlikte Erzurum'a gidip kapıcıbaşı oldu. Onun vefatında dönerek Gümülcine mübayaacısı ve sonra mirimiran olup ardından Rebiyülahir 1227'de (Nisan-mayıs 1812) Edirne mutasarrıfı ve ordu çarhacısı oldu. Ardından vezir olarak Çıldır valisi oldu. Sadrıazam Seyyit Ali Paşa, Yunan isyanı çıkınca azledildi (28 Mart 1821). Yerine Cemaziyelahir 1236'da (Mart 1821) Benderli Ali Paşa getirildi. Benderli atandığı sırada Çirmen'de göreve gitmekteydi. Sicill-i Osmani'ye göre 1 Receb'de (4 Nisan) İstanbul'a gelmiş ve idareyi ele almış, Tarih-i Cevdet'e göre ise Receb'in onbeşinde Maltepe'ye geldiğini saraya bildirmiştir. Yine Tarih-i Cevdet'e göre, Receb'in onsekizinci günü Benderli Ali Paşa, Silahdar ağa vasıtasiyle rikab-ı hümayuna davet ve şeyhülislam Abdulvahap Efendi ile birlikte gelenek olan sadaret hil'atini giydikten sonra Bab-ı Ali'ye gelmiştir.

Yeni sadrazam gelenek olan hil'atları giydikten sonra, birkaç gün önce padişah sarayının suyunu zehirlemek, Demirkapı'da suyolcuların oturdukları kale burcuna mazgallar açmak gibi suçlarla itham edilerek hapsedilen üç rum suyolcuyu idam ile işe başlamıştır.

Üçüncü defa istanbul Rum patriği olan Grigoryos'un Mora'lılar ile haberleştiği ortaya çıktığından, yine Receb'in ondokuzuncu günü ki, Rumların paskalyası idi, azil ve katlinin lüzumundan bahisle yerine onikilerden birinin seçilmesi hakkında çıkan ferman, divan-ı hümayun tercümanı istavraki Bey'e verilince idam sözünü işittiği gibi şayet cemaat korkarsa başka patrik seçimi zor olur diye hatırlatınca idam sözü tashih edildi. İstavraki Bey patrikhaneye giderek metropolitleri toplayarak fermanı okuyup, Pisidye metropoliti Oyenos'u patrikliğe seçtirmiştir.

İşte bu seçim sırasında sadrazam Grigoryos'u Bab-ı Ali'ye getirterek "Senin bu fesaddan önceden haberin yok mu idi ki, saklayıp söylemedin" diye sorduğunda inkar etti. Sadrazam tekrar sorguya başlayarak: "Ya! Bir fahişe avratın yaptığı zinaya kadar haberiniz olduğu halde, böyle milletçe büyük bir fitne fesaddan cahilce haberim yoktu demekle inandırabilir misiniz?" diye ısrarla suçlayınca, Grigoryos: "Devletli efendim! Bendeniz doksan yaşını geçmiş şuursuz bir ihtiyarım. Eğer bilirse onikiler bilir," diye cevap vermiş ise de, bayağı bir papaz ve Kocabaşı güruhunun uzun zamandan beri haberdar olduğu milliyet işinden patriğin haberinin olmaması akıl dışı bir olaydı. Bundan dolayı Sadrazam "bunu şimdilik Kadıköyüne götürünüz" diyerek kovduğu sırada, yeni patriğin seçildiği haberi gelince Grigoryos hemen Fener'e gönderilerek yaftası göğsüne takıldı, patrikhanenin orta kapısında idam edildi (22 Nisan 1821).

Peşinden Kayseri, Edremit, ve Tarabya metropolitleri dahi Balık pazarında ve Kaşıkçılar hanı önünde ve Parmakkapı'da idam edildiler.

S.Akşin'e göre, Benderli gelip sadarete oturunca, kötülüklerin (herhalde başta Yunan gailesi) kökeninde Mehmet Sait Halet Efendi'nin bulunduğu kanısına ulaştı ve Sultan Mahmut'a onun idamını önerdi. Sultan Mahmut "düşünelim" dediyse de o akşam Halet Efendi kendisiyle görüştüğü için, ertesi gün halet yerine Benderli'nin azil, sürgün ve sonra da idamı için irade çıktı (30 Nisan 1821). Fiili sadareti böylece 9 gün sürmüş oldu. Sicill-i Osmani'ye göre 9 Receb 1236'da (12 nisan 1821) azledilerek Rodos'a sürülmüş ve orada vefat etmiştir. Cenazesi Karacaahmet'e defnedildi. Tarih-i Cevdet'e göre ise Sadrazamlığının onuncu ve Receb'in yirmiyedinci günü sabahleyin silahşör takımı ile dört nefer bostancı Çuhadarı gelerek kendisini saraya davet ettikleri zaman, garip bir davet şekli olduğundan biraz tereddüt ettikten sonra kalkıp saraya gidince bostancıbaşı karşılayarak kalfa yerine çevirdi. Derhal darüssaade ağası gelerek padişah mührünü alıp, kendisini Balıkhane'ye gönderdi ve Sadrazamlık eski kaymakam Salih Paşa'ya verildi. Vak'a-nüvis Ahmed Lütfi Efendi tarihinde Çıldır valisi Benderli Ali Paşa sadarete gelene kadar yerine vekaleten bakan Salih Paşa'nın, otuzaltı recebinin yirmi yedinci (30 Nisan 1821) günü Ali Paşa'nın üzerine sadrazam olduğu belirtilmektedir. Daha sonra Benderli Ali Paşa (Tarih-i Cevdet'e göre) Kıbrıs'a sürüldü. Arkasından idamı için özel mübaşir ile padişah emri gönderildi. Vefatında yaşı 50'yi aşkın, işgüzar ve cesurdu. Kardeşi kapıcıbaşı Halil Bey'dir.

Patrik Gregorius'un Benderli'nin sadareti sırasında halledildiği anlaşılmaktadır. Dolayısı ile Halet Efendi ile olan çekişmenin yanısıra, yabancı ülke elçilerinin Patriğin idamı üzerine Padişaha yaptıkları baskı neticesi, bu idamdan sorumlu gösterilerek azledilmiş olabilir. Bu dönemde İstanbulda görevli elçiler arasında Avusturya-Macaristan elçisi Kont Lützow, Prusya elçisi von Miltitz ve İsveç elçisi von Palin'i sayabiliriz. Rus elçisi Strogonov nota vermiş, ancak Bab-ı Ali tarafından çok ciddiye alınmamış bir tavırla cevaplanmıştır (bkz.R.Clogg; N.Jorga). Yine de Sarayın batılı tepkilerden korunmak için sadrazam Benderli Ali Paşa'yı feda etmiş olma olasılığı vardır.

Ç.Altan'ın kaleminden Benderli'nin idam öyküsü ise şöyledir (02 Şubat 2005, Milliyet): "İdam edilmiş 44'üncü ve sonuncu Sadrazam Benderli Ali Paşa dönemine şöyle bir göz atalım...

"Yıl 1821. II. Mahmut 36 yaşında ve padişahlığının 13'üncü yılında. Fransız İhtilali'nin esintisiyle, Yunanlılar Mora'da başkaldırmışlar Osmanlı'ya... Benderli Ali Paşa, 9 günlük bir vezir-i azam; Mora başkaldırısını kaba kuvvetle bastırma yerine, bazı özerklikler tanıyarak da yatıştırmanın mümkün olacağı kanısında... Benderli'yi içten içe kıskanan, II. Mahmut'un akıl hocası Halet Efendi, Padişahın kulağına, Benderli Ali Paşa'nın alttan alta Yunanlı asilerle ilişki kurmuş bir Yunan casusu olduğunu fısıldıyor. Fatih Mehmet'in emriyle ilk idam edilen Sadrazam Çandarlı Kara Halil Paşa'nın, Bizans casusluğuyla suçlanması gibi; son idam edilmiş Sadrazam Benderli Ali Paşa da, Yunan casusluğuyla suçlanıyor."
Ç.Altan, Benderli ve politikası ile ilgili naklettiği diğer bilgiler (15 Ağustos 2004, Milliyet):
"1821 Mora başkaldırısı sürecinde, bir haftalık sadrazam Benderli Ali Paşa; Padişah II. Mahmut'a, Osmanlı egemenliğindeki Yunanistan'a bir çeşit otonomi tanınmasını önermiş ve idam edilen son sadrazam olmuştu."

MORA İSYANI:
Mora İsyanı

Fener’in köklü ailelerinden (İpsilanti) Konstantin İpsilanti’nin oğlu olan Aleksandros İpsilanti, Filiki Eterya’nın başkanı oldu ve örgütün ilk merkezi Etniki Kasa adıyla 1818’de İstanbul’un Fener semtinde faaliyete geçti.

Örgüte katılanlar “Arhe” (Baş) olarak andıkları Rusya Çarı I. Aleksandr’ın örgütün başkanı olduğunu sanıyorlardı.

Osmanlı ordusunun Tepedelenli Ali Paşa İsyanı’nı bastırmakla meşgul olmasından yararlanarak, isyan başlatıldı.

Filiki Eterya’nın ilk ayaklanma planı, Bulgarların ve Miloş Obreneviç önderliğindeki Sırpların da desteğini alarak harekete geçmekti. “Megali İdea” haritasına uygun olarak, İstanbul’da da isyan çıkartılacak ve Osmanlı Donanması ele geçirilecekti. “1820 Kasım’ında İstanbul ve Mora’da eşzamanlı bir ayaklanma planlanıyordu. Ancak 1820 yazında II. Mahmut artık gücünü kırmaya karar verdiği Tepedelenli Ali Paşa üzerine asker yollayınca Osmanlı askerleri kuvvetlerinin başka bir mesele ile uğraştığı sırada” ayaklanma başlatıldı.

İlk ayaklanma, Eflak Boğdan’da başladı. 6 Mart’ta harekete geçen İpsilanti, kuvvetleri ile Prut Nehri’ni geçerek Bükreş’e girdi. Ancak halkın İpsilanti’nin yanında yer almaması ve Çar’ın da İpsilanti’nin Romanya’yı işgal etmesine soğuk bakması sonucu hareket başarısız oldu. Osmanlı ordusu, İpsilanti’yi yenilgiye uğrattı. İpsilanti, Avusturya’ya kaçtı orada tutuklandı ve 1828 yılında cezaevinden çıktıktan sonra Viyana’da öldü.

Örgütün başına gelen kardeşi Dimitrios İpsilanti ikinci isyan için, 25 Mart 1821’de Mora’da harekete geçti. İpsilanti’yle birlikte Patra’da Aya Larva Kilisesi’nde Alman asıllı Patras Piskoposu Pol Germanos’un teşviki de ayaklanmanın büyümesinde etkili oldu. 6 Nisan 1821’de ayaklanma, Yanya’dan bütün Mora’ya yayıldı. Germanos’un, “Düşmanlar dağılsın ve Yunanistan yücelsin” sözleriyle başlayan yağma ve saldırılar sırasında, bir ay içinde binlerce Türk öldürüldü. Ayaklanma Ege Adaları’na da yayıldı.

İstanbul Patriği Grigorios V, Mora İsyanı’nı desteklediği için suçlu bulundu. Sadrazam Benderli Ali Paşa’nın Patrikhane’ye yaptığı baskında, şu belgeleri bulduğu belirtilir: “Moralı asi kaptanlara yazılan mektuplar, İstanbul’daki hazırlıklar için verilen bilgiler, Dışişleri Bakanlığı’nın maiyetinde çalışan Fenerli Rum beylerinden alınan Devlet’in gizli hazırlıkları; İngiliz ve Fransız elçiliklerinden edinilen bilgiler, özellikle Rusya’daki hazırlık safhaları; Odesa’daki F.Eterya merkezinden gönderilen silahlar; dünya Ortodoks alemine hitap eden yardım beyannameleri; yardımlara ait makbuzlar… Hepsi ele geçmiştir.”

Ayrıca Rus Elçisi General Ignadyef’in hatıralarında Patrik Grigorios’un Rus Çarı Aleksandr’a gönderdiği öne sürülen bir mektup da, Patrikhane’nin Mora İsyanı’na destek verdiğinin kanıtı olarak değerlendirilir.

“Kin Kapısı”



Patrik Grigorios ile Efes, Ahyolu ve İzmit metropolitleri, 22 Nisan 1821’de Fener meydanında Patrikhane’nin ortakapısı önünde idam edildiler. Daha sonra bunlara Terkos, Edirne ve Selanik metropolitleri de eklendi.

O gün Fener Patrikhanesi yöneticilerinin aynı seviyede bir Türk din veya devlet adamı asılmadıkça o kapının açılmayacağına dair yemin ettikleri söylenir.

Bugün hâlâ Fener Patrikhanesi’ne girişte kullanılan kapı, hizmetkârların kapısıdır. Ana kapı, yani Grigorios’un idam edildiği kapı hâlâ kullanılmamaktadır.

Patrik Grigorios asıldı ama, Mora İsyanı durdurulamadı. İsyan sonunda Mora’yı da içine alan Yunanistan Krallığı 15 Ocak 1822’de bağımsızlığını ilan etti. Osmanlı, 1827’ye kadar uğraşarak isyanı bastırdı.

4 Nisan 1827’de İngiltere ve Rusya Sen Petersburg protokolünü yaptı. Protokol, Yunanistan’ın bağımsızlığı yolunda atılan ilk adımdır. Protokolde, tüm Türk gayrimenkullerinin Rumlar tarafından satın alınması öngörülüyordu. Daha sonra İngiltere, Fransa ve Rusya, 6 Temmuz 1827’de Londra’da bir araya gelerek, Osmanlı’ın Sen Petersburg Protokolü’ne uymasını isteyen bir antlaşma yaptılar. Osmanlı, bunu içişlerine karışmak olarak değerlendirdi. Bunun üzerine İngiliz, Fransız ve Rus donanması, Navarin’de Osmanlı savaş gemilerini kuşattı. 20 Ekim 1827’de, tarihe “Navarin Faciası” olarak geçen baskın gerçekleştirildi. İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları, Osmanlı donanmasını imha etti.

Rusya 26 Nisan 1828’de Osmanlı’ya savaş ilan etti. 14 Eylül 1829’da Edirne Barışı imzalandı. Yunan özerkliğini içeren protokol kabul edildi.

Üç devlet Yunanistan’ın bağımsızlığını 3 Şubat 1830’da yaptıkları protokolle, Osmanlı da 24 Nisan’da kabul etti, ortaya Yunanistan diye bir devlet çıktı.



Ayaklanmada Kilise’nin Rolü



Mora ayaklanmasını hazırlayan gelişmeler düşünüldüğünde; Fransız Devrimi’nin yarattığı rüzgârın ardından ortaya çıkan ulusçuluk akımları, Napolyon’un Yedi Ada’ya yerleştikten sonra burada yaşayan Rumlar arasında yapılan milliyetçilik telkinleri, Çarlık Rusyası’nın olduğu kadar Avrupa’nın da yoğun bir faaliyet yürütmesi, merkezî bir örgütlenme yaratan Filiki Eterya’nın çalışmaları ilk anda akla gelenler.

İsyanda İstanbul Kilisesi’nin rolü ise Ortodoks dünyasında ve tarihçiler arasında tartışılagelmiştir. Bazı araştırmacılar Mora İsyanı’nı, tamamen Kilise’den bağımsız, hatta Kilise’ye karşı olan, sadece Fransız Devrimi’nden etkilenen, Avrupa’da eğitim gören Fenerli beyler ve oluşmakta olan Rum Burjuvazisinin marifeti olarak değerlendirmektedir.

Oysa, Kilise’nin ve ruhanilerin ayaklanmada ve Yunan ulusçuluğundaki rolü, sanıldığı gibi küçük bir ayrıntı değil.

Rumlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun hemen her yerinde ama ağırlıklı olarak Mora, Teselya ve Ege Adaları’nda bulunuyordu. Ortaçağdan beri ulus niteliğinden yoksun ve ortak bağları Ortodoks kilisesi ve dilleriydi. Kilise, Yunan milliyetçiliğinden hiçbir zaman bağımsız olmadı. İlber Ortaylı’ya göre, “Balkanlar’da ulusalcı ideolojinin yayılmasında gerçek anlamda bir burjuvazi ve burjuva ideolojisi ile ilgisi çok az olan Ortodoks kilisesinin rolü büyük olmuştur.”

Ancak en çarpıcı değerlendirmeyi Niyazi Berkes yapıyor: “(…) Kilise Yunan milliyetçiliğinin asıl temsilcisi olarak kaldı. Yunan milliyetçiliğine gıda veren kaynak ne Eflatun ve Aristo’nun Hellas’ı, ne de Batı Avrupa’nın liberal ve sosyalist fikirleridir. Yunan milliyeti en başarılı şekilde papaz teokrasisinin yaratığıdır. Biz de yobazlar ulusal duygulara her zaman yabancı kalmışlardır; Yunanlılarda ise ulusçuluğun rehber ve bekçileri papazlar olmuştur. Kilise’yi ve Ortodoksluğu yok farz ediniz, Yunan ulusunun birlik içinde bir ulus olarak ayakta durabileceği şüphelidir. Türk ulusçuluğu, Halife teokrasisini önleyebildiği zaman mümkün olabildi; Yunanlılarda ise bunun tersi olmuştur. (…)

“Bu satırları yazdığım sırada, Adamantios Polyzodies (Polyzoidis –Y.N.) adında bir Rum yazarın Türkiye hakkında 1924’te Amerika’da çıkmış olan bir kitaba yazdığı yazının bir parçası gözüme ilişti. Benim söylediklerimin aynını daha kuvvetle belirttiği için, burada kendi yazdığım paragrafı çıkarıp onun şu satırlarını koyuyorum: ‘İstanbul’un zaptından sonra, Rumlar hayli din özgürlüğüne kavuştular. Bu özgürlüğü, hem eğitsel, hem yurtsever amaçlar için kullanma açıkgözlülüğünü gösterdiler. Her Rum Kilisesi bir gizli okul, her papaz bir öğretmen oldu… Herkesin bildiği olay şudur ki, Rum Kilisesi olmasaydı bir Yunan ihtilali ve bir Yunan bağımsızlığı olamazdı. Bu olay bize Rum milletinin neden kiliselerine bu kadar bağlı olduğunun nedenini gösterir. Bu kilise salt bir dinî kurum olmaktan fazla bir şeydir; çünkü o, her zaman Yunan ırkının gelenekleriyle, hayalleriyle ve özdeyişleriyle bir görülmüştür.”

HALET EFENDİ ! KİMDİR:
Kahyaların düzeni…
"Ne kendi eyledi rahat ne halka verdi huzur
Yıkıldı gitti cihandan dayansın ehl-i kubur"

Bu ünlü anonim beyit; siyasiye, devletliye yönelik bir halet-i ruhiyeyi ifade eder. Osmanlı dün öyle düşünmüş.

Beşir Ayvazoğlu, bu beyitin "Mehmet Said Halet Efendi için söylendiği rivayet edilir" diyor, bir yazısında...

Halet Efendi, önemli bir isimdir, isimden de önemli bir semboludür, hem dünü anlatır hem bugünü.

İlk işi, rikab-ı hümayun kethüdası Mehmet Raşid Efendi'nin yanında mühürdar yamaklığı olmuş. Mühürdar yamaklığından sonra Rumeli Valisi Ebubekir Sami Paşa'nın dairesine girmek istemiş. Ama başarılı olamamış...

İstanbul'a dönmüş. Bir süre sonra Galata Mevlevihanesi Şeyhi Galip Efendi'ye intisap etmiş. Asıl amacı genç şeyhle Sultan III. Selim arasındaki dostluktan faydalanmakmış. Nitekim, Galata Mevlevihanesi'ne devam ederken, keyfine düşkün "büyükler"in "saz ve işret sofralarına katıldığını" vurguluyor, Ayvazoğlu. Ve bunlardan birinin desteğiyle, "haceganlık rütbesine yükseltildiğini ve çok geçmeden 1802'de başmuhasip payesiyle Paris Elçisi" olduğunu söylüyor.

Paris dönüşünde önce divan-ı hümayun beylikçisi olmuş. Elçiliği sırasında kazandığı devletlerarası politika tecrübesi sayesinde aranan, görüşüne başvurulan bir bürokrat haline gelmiş. İç ve dış politika meselelerinin konuşulup tartışıldığı mahfillerde kısa sürede büyük itibar kazanmış.

Halet Efendi II. Mahmut'un tahta çıkmasından sonra, yeni bir hami edinir: Padişah masrafçısı ve Şehremini, padişahın gizli danışmanlarından İbrahim Rafet Efendi... Rafet Efendi'nin sarayla gizli ve karmaşık ilişkisinde kuryelik yapar. Ve hamisinin etkisiyle yükselir. Önce Rikabı Hümayun Kethudası, ardından Nişancı tayin edilir. Hamisinin ölümüyle onun gizli ve gayriresmi danışmanlık görevini üstlenir. Ve müthiş bir güce ulaşır. Bu gücü korumak için her yola başvuracak ve rakiplerine karşı son derece acımasız davranacaktır.

Artık o halkın deyişiyle Devlet'in Kahyası'dır.

Devletle ilgili her şey ondan sorulur ve padişaha ona rağmen bir şey yaptırmak mümkün değildir.

II. Mahmut dönemi reform dönemidir. Sultan, Yeniçeri Ocağı'nı kaldırarak modern bir ordu kurma niyetini Halet Efendi'ye açacak; o da katılıyor gibi görünecektir. Ama, bir reform hareketinin kendi iktidarına son vereceğini ve iktidar oyununda bir anlık gafletin bile kellesine malolacağını çok iyi bilmektedir. Alışılmış nizamın korunması iktidarının devamı için şarttır.

Bu amaçla, saraydan bilgi almaya yönelik bir hafiye teşkilatı kurar. Ocaktan, devlet kapılarından sarayın en gizli odalarına kadar bütün İstanbul onun casuslarıyla kaynar.

Cevdet Paşa Tarih'inde yer alan Berberbaşı ile Halet Efendi'nin gizli mektuplarından biri, padişahın bile bu efendiden ne denli çekindiğini ortaya koyar. Mektup Şöyledir: "Şevketlü efendimiz buyururlar ki, Mora denizden korunması için Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'yı donanmayla memur etsek acaba Halet efendi kulumuz münasip görür mü?"

Halet Efendi kelimenin gerçek anlamıyla o günün "derin devlet"ini temsil etmektedir. Gücünü Yeniçeri Ocağı'ndan almaktadır. Voyvodalık, divan-ı hümayun tercümanlığı gibi bazı önemli memuriyetleri keyfince satmaktadır. Eflak ve Boğdan voyvodalarını haraca kesmektedir.

Acımasızdır…

Sadrazam Benderli Ali Paşa ile Tepedelenli Ali Paşa onun telkiniyle katledilmiş, Sadrazam Salih Paşa onun yüzünden azledilmiştir. Daha alt seviyelerde, iktidarının önünde duran nice kelle almıştır.

Devlet içinde devlet, gizli ve gayrimeşru ilişkiler, rant, muktedir olma kavgası…

Dünden bugüne ne, ne kadar değişmiş dersiniz?
İsterseniz son üç dört günün gündemine bakın ve yanıtlayın; Halet Efendiler kimler, sizce?

alibayramoglu[MENTION=3953]turk[/MENTION].net
http://www.fatihhaber.com/patrikanedenindedigi.htm

linkte fotoraf eklidir.Fatihimizde hoş olmayan gelişmeler yaşanmaktadır.Sokak isminin değişimi sadece bir tanesidir.Patrikhane çevrebinaları satın alarak birşeyler yapmak istemektedir.
 
Üst