- Katılım
- 29 Haziran 2007
- Mesajlar
- 64,457
- Reaksiyon puanı
- 529
- Puanları
- 0
Osman Gaziye devlet müjdesi, Şeyh Edebalinin evindeki Kuran-ı Kerime gösterdiği saygı üzerine gördüğü rüyayla verilmişti. Osmanlı tarihi, mukaddesata karşı duyulanbu saygının Osman Beyden nesline de miras kaldığını gösteriyor. İslam tarihinin sahabe devrinden sonraki en ihtişamlı zamanı, Osmanlı Devleti dönemidir. Bu dönemin belki de en önemli özelliği padişahtan halka kadar herkesin Peygamber Efendimize (sas) karşı muhabbetle dolu olmasıdır. Peygamber Efendimizin (sas) adı her anıldığında salât ü selam getirme ve onun muhabbetinin gönüllerde yer ettiğine işareten elini kalbinin üzerine koyma adeta bir hayat tarzı haline gelmişti. Şeyh Edebalinin manevi terbiyesinde yetişen Osman Gazi, tebasını İslam ahlakıyla donatarak her işinde Allahın rızasını ve Resulullahın şefaatini arayan bir topluluk haline getirmişti. İlâ-yı kelimetullah davasını üç kıtada hakim kılmak, işte bu küçük topluluğa nasip olmuştu.
Osmanlı Devleti döneminde fethedilen yerler bütün İslam tarihi boyunca fethedilen yerlerden daha fazla. Devlet en geniş sınırlara ulaştığında yaklaşık 24 milyon kilometrekare yüzölçüme sahipti. Bu fetihlerin altında Kuran-ı Kerime gösterdiği hürmet sebebiyle muazzam bir devletle müjdelenen Osman Gazinin, oğlu Orhan Gaziye söylediği, Ey oğul değildir bizim davamız kuru cihangirlik davası, bizim davamız nizam-ı âlem, ilâ-yı kelimetullahtır. nasihati yatar. Orhan Gazi ise oğlu I. Murada Oğul, Kuran-ı Kerimin hükmünden ayrılma. Adaletle hükmet, gazileri gözet, fakirleri doyur, dine hizmet edenlere bizzat hizmet etmeyi şeref bil. Zalimleri cezalandırmakta gecikme, en kötü adalet geç tecelli edendir. Sonunda hüküm isabetli dahi olsa geciken adalet de bir nevi zulümdür. demişti. Bundan dolayıdır ki Osmanlı Devleti gittiği yerlere adalet, insanlık, kültür ve medeniyet götürdü.
İstanbulu aç, gülzar yap
I. Muradın Kosovada şehid düşmesinden sonra Osmanlı Devletinde hizmet bayrağını Yıldırım Bayezid devraldı. Yıldırım Bayezide yaptığı fetihlerden dolayı Abbasi Halifesi tarafından Sultanı İklim-i Rum unvanı verilmişti. İlk defa onun döneminde Mekke ve Medinenin fukarasına sürre gönderildi. Peygamber Efendimizin müjdelediği komutan olabilmek için İstanbulu kuşatan ilk Osmanlı padişahı da Yıldırımdır. Oğlu Çelebi Mehmed ise Yıldırım Bayezid döneminde başlayan Mekke ve Medineye sürre gönderilme âdetini resmileştirdi. Süleyman Çelebi, Peygamber Efendimiz (sas) için Vesiletün-Necat adlı mevlid-i şerifini de bu dönemde yazdı.
Yıldırım Bayezidden sonra torunu II. Murad, Peygamber Efendimizin müjdesine mazhar olabilmek niyet ve azmiyle İstanbulu bir kez daha kuşattı. Oğlu Fatihin doğumunda sabaha kadar uyumamış, Kuran-ı Kerim okumuş ve doğacak çocuğun müjdesini beklemişti. Tam Sûre-i Fethi okurken beklediği müjde geldi. Sultanım, müjdeler olsun bir oğlunuz oldu. denilince Sultan Murad Elhamdülillah ravza-i Muradda bir gül-i Muhammedi açtı. dedi ve oğlunun adını Mehmed koydu. Bu isim ki Peygamber Efendimizin ismiyle aynı manayı ifade etmekteydi. İleriki yıllarda oğlunun İstanbulu fethedeceği Hacı Bayram-ı Veli tarafından kendisine müjdelendiği için kendi isteği ile tahttan çekildi. Sultan İkinci Murad, bıraktığı eserlerin çokluğu sebebiyle Ebül Hayrat lakabıyla anılır.
Fatih Sultan Mehmet İstanbulu fethederek Peygamber Efendimizin (sas) Konstantiniyye bir gün fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onun askerleri ne güzel askerlerdir. hadis-i şerifinin müjdesine nail oldu. Fatih, yaptırdığı medresenin girişine bir çukur açtırmış ve üzerine bir ızgara koydurmuştu. Vasiyetinde de medrese talebelerinin ayaklarının çamurundan biriken toprakla mezarının kapatılmasını istemişti. Böylece Allahın rızasını kazanmayı arzu etmişti.
Fatihin oğlu ll. Bayezid ise halk arasında Bayezid-i Veli olarak bilinir. Peygamber Efendimiz için naatlar yazmış, Allah yolunda tozlanan kulun tozları ile cehennem dumanı katiyyen bir araya gelmez. hadis-i şerifini hayatının ölçüsü yapmıştı. Bunun için seferlerde üzerine yapışan tozları toplattırmıştı. Bu tozları vefatından sonra kabrine, başının altına konulmasını vasiyet etmişti. Böylece Efendimizin (sas) şefaatine nail olmayı ümit etmişti.
Mekke ve Medineye Osmanlı bayrağı çekilmedi
Mekke ve Medinenin hizmetini ve hilafeti devralmak ise Bayezid-i Velinin, Biz canımızı Müslümanların ittihadı (birliği) uğrunda feda etmiş bir milletiz. sözüyle dikkat çeken oğlu Yavuz Sultan Selime nasip oldu. Şu hadise onun samimiyet ve tevazuunun bir göstergesidir: Mısırın alınmasından sonra (1517) Melik Müeyyed Camiinde Yavuz Sultan Selim adına hutbe okunur. Adet üzere hatip hutbede halifenin adıyla birlikte Hakimül-Haremeyniş- Şerifeyn sıfatını kullandığında Yavuz Sultan Selim itiraz eder ve Hadimül-Haremeyniş-Şerifeyn denilmesini ister. Yani Yavuz kendini Mekke ve Medinenin hakimi değil hadimi, hizmetçisi olarak görmektedir.
Yavuz Sultan Selim, Cenabı Hakkın haremi Mekkeye ve Resulullahın (sas) haremi Medineye askerle yürüyüp bu beldeleri teslim almadı. Mısırın Osmanlıya katılmasından sonra Mısır sultanlarına bağlı olarak Hicazın idaresinde bulunan Mekke Emiri Şerif Berekat, Emanât-ı Mübarekeyi oğlu ile Yavuza gönderdi ve Osmanlı Devletine bağlılığını bildirdi. Ancak ne Yavuz, ne de sonraki padişahlar Mekke ve Medine kalelerine Osmanlı bayrağı çektirmedi. Nedeni ise bir zamanlar Peygamber Efendimizin (sas) sancağının dalgalandığı yerde başka bayrakların dalgalanmasını uygun görmemeleriydi. Asırlar sonra diplomatik sebeplerle Sultan Abdülaziz zamanında Medineye ve ikinci Abdülhamit zamanında ise Mekkeye Osmanlı bayrağı çekildi. Osmanlının sonuna kadar Hicaz, Hz. Peygamberin soyundan gelenler tarafından idare edildi. İstanbuldan gönderilen görevliler, vali değil muhafız unvanını kullandılar.
Kosovada kabul olunan dua
Kosova savaşından önceki gece idi. I. Murad ya da tarihte meşhur adıyla Sultan Murad-ı Hüdavendigâr, asker ertesi sabah gerçekleşecek çarpışma öncesi istirahate çekildikten sonra abdest alıp iki rekat namaz kıldı. Yüzünü toprağa koyup gözyaşları içinde kendisinin şehid düşmesini, ordunun ise muzaffer olmasını diledi. Ertesi gün zafer Osmanlı ordusunun oldu. Padişah ise İslâm askerinin zaferini gördükten sonra, savaş meydanını gezerken şehid edildi. I. Muradın Kosovada yaptığı ve Osmanlının peygamber sevgisiyle samimi inancının bir delili olan duası, eski kaynaklarda şiir diliyle şöyle aktarılır:
Ab-ı ruy-i Habib-i Ekrem için,
Kerbelada revan olan dem için,
Şeb-i firkatte ağlayan göz için,
Reh-i aşkında sürünen yüz için,
Ehl-i derdin dil-i hazini için,
Cana tesir eden enini için,
Eyle Ya Rabbi lutfunu hemrah,
Hıfzını eyle bize püşt-ü penah,
Ehl-i İslama ol muin-i nasir,
Dest-i adayı bizden eyle kasir,
Bakma Ya Rab bizim günahımıza,
Nazar et can ü dilden ahımıza,
Etme Ya Rab mücahidini telef,
Tîr-i adaya kılma bizi hedef,
Çeşmimiz sakla gerd-i marekeden,
Cünd-i İslamı cümle mehlekeden,
Bunca yıl sa-yü içtihadımızı,
Gazavat içre yahşi adımızı,
Etme Ya Rabbi kahrın ile tebah,
Yüzümü halk içinde etme siyah,
Rah-ı din içre ben feda olayım,
Siper-i asker-i Hüda olayım,
Din yolunda beni şehid eyle,
Ahirette beni said eyle,
Mülk-i İslamı payimal etme,
Menzil-i fırka-i dalâl etme,
Keremin çoktur ehl-i İslâma
Dilerim ki erişe itmâma...
Rüyadaki müjdeyle başlayan sefer
Yavuz, Mısır seferi öncesinde sıkıntılı günler geçirmektedir. Nedeniyse bir İslâm devleti üzerine düzenleyeceği sefere Müslümanların nasıl tepki vereceğidir. Daha da önemlisi Peygamber Efendimizin bu seferden hoşnut olup olmayacağıdır. İşte bu dönemde görülen bir rüya Yavuz Sultan Selimi rahatlatır. Kapı Ağası Hasan Ağanın gördüğü rüyaya göre gecenin bir vakti sarayın kapısı çalınır. Gelenler Arap kıyafetli, Arap simalı, nurani şahıslardır. Ellerinde birer sancak vardır.
Kapıyı vuran nurani şahsın elinde padişahın ak sancağı bulunur. Hasan Ağaya der ki: Bu gördüğün Rasulullahın (sas) ashabıdır. Bizi Resulullah (sas) gönderip selam etti. Gördüğün dört kimseden bu Hz. Ebubekr-i Sıddık, bu Ömerül-Faruk, bu Osman-ı Zinnureyndir. Ben ise Ali bin Ebu Talibim. Var Selim Hana selam söyle. Haremeyn hizmeti ona verildi. Padişah bu rüyayı dinledikten sonra hazırlıklar tamamlanır ve Mısır Seferine çıkılır. Sefer sırasında çöl geçilirken öyle bir an olur ki, Yavuz Sultan Selim atından iner ve tarif edilmesi zor bir tevazu ve edeple yürür. Padişahın yürüdüğü yerde devlet erkânının at üstünde gitmesi söz konusu olamaz. Bu sırada Hasan Can, Hünkarım neden yürüyorsunuz? der. Gözlerini bir noktaya diken padişah sessizce cevap verir: Görmüyor musunuz Kainatın Efendisi (sas) önümüzde yürüyor.
Zaman