Osmanlı arşivlerinden çıkan hazin bir öykü

  • Konuyu başlatan Konuyu başlatan amidi
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

amidi

Doçent
Katılım
10 Kasım 2010
Mesajlar
631
Reaksiyon puanı
8
Puanları
18
Yemen'deki Osmanlı arşivlerinden çıkan hazin bir arkadaşlık hikayesi. Biri ölüm döşeğinde, dönen arkadaşına ağır bir görev yükler. Ama öykü gittikçe hazinleşir...

YEMEN, AH YEMEN


Osmanlı imparatorluğunun her tarafa uzanan bütün dallarının tek tek doğrandığı ve Anadolu’nun her köşesinden bu ulu çınarı korumak için genç fidanların cepheden cepheye koştukları yıllardır. Ve, bu mukaddes görevde şerefli bir yer almak uğruna bu fidanların bir bir toprağa düştükleri yıllar. Anaların sevmeye doyamadıkları kınalı kuzularını, ölümün matemli kucağına uğurlarken bir buse kondurdukları alınların çatına, bir müddet sonra cephede kurşunların isabet edeceğini bile bile gönderdikleri yıllar.


Çanakkale’de Kut’ül Amare’de, Trablus’ta, Süveyş kanalında ve adı anılınca yüreklerin yandığı feryad-ı figanların türkü olup söylendiği Yemen’de yağız delikanlıların bir bir toprağa düştüğü o hicranlı yıllar.


İşte sevdaların vatan uğruna feda edildiği o yıllarda İstanbul’dan Yemen cephesine her şekilde harikulade yetişmiş iki Osmanlı namzeti de gider. Bunlar Hüseyin ve Adil adında iki çocukluk arkadaşıdır. Aynı sokaklarda oynamış, aynı okullarda okumuş ve hatta aynı mesleği seçmişlerdir.Ancak bunlardan daha önemlisi nerede ve ne şartlarda olursa olsun ayrılmayacaklarına dair birbirlerine söz vermiş ve bu güne kadar da bu sözlerinde durmayı başarmışlardır. Haydarpaşa tren garında sevdikleri ile vedalaşıp trene bindiklerinde acı acı sesler çıkarak hareket eden bu hasret treninin onları hangi meçhule götürdüğünden habersizdirler. Bu meçhule gidişin verdiği belirsizlik onları yolculuklarının başında şöyle bir karara sevketmişti. Şayet çıktıkları bu mukaddes yolculukta ölüm önce kimin kapısını çalarsa, geride kalan aile efradı ve sevdiklerine diğer arkadaşı bakacaktı. Aslında ikisinin de geride yalnızca birer yaşlı anneleri vardı. Ancak Hüseyin, bu öneriyi ortaya attığında şüphesiz canında çok sevdiği nişanlısı Hatice’yi düşünmüştü.


Yemen’e geleli altı ay olmuş artık sıcağa, açlığa, hastalığa hatta savaşa bile alışmışlardı. Ama alışamadıkları tek şey, vatan ve sevdiklerinden ayrı olmanın verdiği dayanılmaz hasret acısıydı. Hele Hüseyin aklına nişanlısı Hatice geldiği zaman deruni bir boşluğa düşer içini yakan kor ateşi dindirmek için nişanlısından gelen mektupları okuya okuya ezberlerdi.
Ama heyhat, bu vuslatı düşünmesine yardımcı olsa da asla içindeki yangını dindirmeye yetmezdi. Yemen ellerinde Mehmetçik bir yandan düşmanla savaşırken diğer yanda da hastalıklarla mücadele ediyordu.


Aslında son zamanlarda hastalıklar savaşın önüne geçmişti. Eratın birçoğu yeterli beslenememe ve temiz su sıkıntısından sıtma ve kolera gibi hastalıklara yakalanıyor ve düşmana bir tek mermi dahi atamadan şehadet şerbetini içiyordu.
Hastalıktan dişleri ve çeneleri dökülen asker sayısı oldukça fazlaydı. Bu hastalığa yakalananlardan biride Adil’in arkadaşı can yoldaşı İstanbullu Hüseyin’di. Cephedeki olumsuz şartlar bir yandan, sevdanın verdiği dayanılmaz hasret acısı öbür yandan Hüseyin’i bitap düşürmüş ve sonunda o da hastalığa yakalanmıştı. Ne kadar su içerse içsin doymuyor ve hastalığın verdiği ateş nedeniyle yine içmek istiyordu. Nişanlısına son mektubunu kendi yazamadığı için arkadaşı Adil’e yazdırmıştı. Bu hastalığa yakalananların kurtulamadığını bile bile son mektubunda hastalığından hiç söz etmemiş ve sağlığının iyi olduğunu söylemişti. Mektubu kaleme alan Adil arkadaşının bu asil düşüncesi karşısında ona bir kez daha hayran olmuş ve gözyaşlarını tutamamıştı.


Adil son demlerini yaşayan arkadaşı Hüseyin’i yalnız bırakmıyor bir yandan da beraber geçirdikleri günleri yad ediyordu. Geçmişte kendi durumundan daha iyi olduğu için devamlı Hüseyin’den yardım görmüş işte şimdi bir nebzede olsa bu yardımların karşılığını vermeye çalışıyordu. Hüseyin’in kaydolduğu okula kendi giremeyince vefakar arkadaşı da okuldan ayrılmış ve sonra ikisi de aynı okula kaydolmuşlardı. Adil’i maziye götüren bu derin düşüncelerden Hüseyin’in cılız sesi sıyırmıştı. Hüseyin Adil’e Yemen’e gelirken trende verdikleri sözü hatırlatmış ve o sözünde durmasını istemişti. Adil önündeki hastalıktan kemik yığınına dönmüş bu adama büyük bir ızdırapla bakıyor ve sözünü yerine getireceğine dair bir kez daha yemin ediyordu. Ancak Hüseyin’in söylediği son cümle başından kaynar suların dökülmesine neden olmuş ve derin bir sessizliğe gömülmüştü. Çünkü Hüseyin Adil’e döndüğünde nişanlısı Hatice ile evlenmesini istemiş ve bunun için yemin etmesini bekliyordu. Adil’in buna karşı çıkacağını bilen Hüseyin ona haklarını helal etmesinin tek şartının bu olduğunu söylemişti. Hüseyin artık konuşamıyor ve Adil’den cevap bekler gibi gözlerini gözlerinden ayırmıyordu. Can yoldaşının ciğerparesinin şehit olduğunu anlayan Adil’in dizleri çözülmüş neye uğradığını şaşırmış ve kaskatı kesilmişti.Artık konuşamıyor ve gözyaşlarından başka hiçbir uzvu hareket edemiyordu.


Haydarpaşa garına yanaşan trenin yolcuları vatan uğruna sevdiklerinden ayrı düşmüş ve nihayet bu şerefli görev sonunda sevdiklerine ve vatanlarına dönen Mehmetçik’lerdir. Herkes vuslata erdikleri için çocuklar gibi sevinirken vatanına geldiğine sevinemeyen tek bir kişi vardı. Bu kişi, yalan dünyada kendisiyle her şeyini paylaşmış, onun can yoldaşı olmuş ve son nefesini kollarında vermiş olan arkadaşına nişanlısı ile evleneceğine dair söz vermiş Adil’den başkası değildir. İçinde kopan tarifsiz fırtınalar ve beynini allak bullak eden duygularla evine gelir. Adil’in evi bayram yerine döner ancak yüreği matem dolu Adil hala arkadaşına verdiği sözün etkisindedir. Adil iç dünyası ile yaptığı büyük çekişmelerden sonra ertesi gün Hatice’ye durumu anlatmak üzere Üsküdar’daki evine gitmeye karar verir. Gece yastığa başını koyduğunda uyku tutmaz ve Yaradan’dan yarın kendisine yardım etmesini diler.


Gözyaşı ve dua ile biten gecenin sabahında Hüseyin ile geçtiği yolları takip ederek Hatice’nin evinin yolunu tutar. Ancak her köşe başında can yoldaşı ile yaşadığı bir hatırası canlanır. Izdırabı had safhada olmasına rağmen metin olmaya çalışarak Hatice’nin evinin olduğu sokağa varır. Hatice’nin evinin önündeki kalabalık ve matem havası dikkatini çeker. Kalabalığı yara yara evin bahçe kapısına gelip tanıdık bir sima ararken gözlerine evden çıkarılan tabut ilişir. Adil cenazenin kime ait olduğunu öğrenince olduğu yere yıkılır ve bir adım dahi atamaz. Çünkü cenaze nişanlısının acısına dayanamayan Hatice’den başkası değildir.


Suat ARSLAN / Haber7 / Sudan


Gözyaşları içinde okuduğum bir gerçek hayat hikayesi evet bu vatan bize öylesine rahat gelmedi bir de aşağıdaki hoca hanımı dinleyin isterseniz beni çok fazla etkilemiştir aşağıdaki video


[video=youtube;hONnRTJX56o]http://www.youtube.com/watch?v=hONnRTJX56o[/video]


"Unutmayın gençler birileri nefesini kaybettiği için biz bu özgürlüğü yaşıyoruz..."

hocam ağzına,gönlüne o güzel yüreğine sağlık.
Vatan ve toprak sevgisi konusunda izlediğim ve her seferinde ayrı bir zevk aldığım bir konuşma.Çanakkaleyi ve vatan sevgisini birde Seval EROĞLU hoca hanımın dilinden dinlemek isterseniz mutlaka bu videoyu izlemelisiniz.
Hocam çok sağolun
 

tr_alparslan

Asistan
Katılım
11 Ocak 2008
Mesajlar
495
Reaksiyon puanı
8
Puanları
18
Yüreğine Sağlık. Bizimde Bilmemizi Sağladğn için Tşkrler.
 

bayadres

Profesör
Katılım
11 Haziran 2009
Mesajlar
1,206
Reaksiyon puanı
4
Puanları
218
Nede güzel konuşmuş hocam.Teşekkürler.
 

surmelim37

Profesör
Katılım
12 Şubat 2009
Mesajlar
1,133
Reaksiyon puanı
8
Puanları
0
Hiç duraksamadan okudum çok güzeldi video'yu daha önce izlemiştim böylesine güzel bir hikayeyi bizimle paylaştığın için teşekkürler.
 
Katılım
12 Mart 2011
Mesajlar
35,200
Reaksiyon puanı
10,315
Puanları
293
seval hoca bildik şeyler söylemiş. ne ki hitabeti son derece etkileyici ve güzel
ha bir de şu var: inanmış insanların sesinde çok farklı bir akustik vardır, kalplere, gönüllere işler. hani derler ya, insanın kanını donduran cinsten! belki de en önemli sebep bu.

köyün hocası varmış. yaşlı ama büyük bir sevgi ve hürmetle karşılanan... oğlunu okutmuş saraylarda, büyük medreselerde... müderris olmuş, ilmi yutmuş, ülkesinin belki en ileri alimlerinden biri olmuş ve sora bir gün köyüne dönmüş. bir cuma babası onu cami kürsüsüne bırakmış, kendi sığırlarını çayıra salmak için gidivermiş. konuşmuş ulemadan olan alim oğlu, belki bi saate yakın konuşmuş. hani derler ya yeri göğü kavuşturan bir konuşma yapmış. ne ki uykusu gelmiş milletin, onca konuşma kimsenin kulağına bile girmemiş. derken ezan okunmaya yakın girmiş babası camiye.... sormuş biri "a hocam nerelerdeydiniz bunca zamandır?" cevap vermiş hoca... "bir ineğimi kaybettim, onu arıyordum evlat!"

bazı kişilerin bundan bile etkilenip ağladıkları görülmüş. inanmış insanların hali budur işte... ben de etkilendim seval hocadan Allah razı olsun. güzel konuşmuş vesselam.
 

mustang

Dekan
Katılım
30 Ekim 2008
Mesajlar
8,662
Reaksiyon puanı
34
Puanları
228
Çok teşekkürler paylaşımın için.
Çok hazin bir hikaye imiş hakikaten.
Seval Hocamın videosunu daha önce seyretmiştim.
Hatta okulunuda netten bulup mail ile kendisine teşekkür etmiştim.
 
Üst