centigrade
Doçent
- Katılım
- 24 Mayıs 2008
- Mesajlar
- 994
- Reaksiyon puanı
- 4
- Puanları
- 18
Aktütün skandalı aydınlatılmalıdır
Bu yazıyı yazmak için dün sabah bilgisayarın başına oturmadan önce bir kez daha Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi sitesini tıkladım; Taraf gazetesinin salı günkü, okuyanı dehşete düşüren manşeti hakkındaki beklenen resmi açıklamayı nihayet yapmışlar mı diye... Yoktu.
Özetlemek gerekirse haberde, “Aktütün sınır karakolunu tehdit eden PKK hareketlenmesiyle ilgili somut istihbarata dayanan raporların günler öncesinden Genelkurmay’a ulaşmaya başladığı” bildiriliyordu.
Taraf gazetesi haberini, insansız hava araçlarından (İHA) elde edilen anlık görüntülerden kareler ve Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı’na ait raporlardan kesitler yayımlayarak desteklemişti.
Milliyet dün Taraf’ın haberini birinci sayfasından, “Aktütün raporu şoku” başlığıyla büyükçe gösterip; haber sayfasında da geniş olarak alıntılayarak gazetecilik görevini yerine getirdi.
Taraf’ın haberinden yapılabilecek somut çıkarım ise şudur: Bu raporların basit bir analizi zamanında yapılsaydı PKK’nın o bölgede büyük bir saldırıya hazırlandığı anlaşılabilir ve gerekli askeri tedbirler acilen alınarak bu saldırı önlenebilirdi. Ama 3 Ekim günü Aktütün’de olanlara bakıldığında bu raporların değerlendirilmediği anlaşılıyor. 17 şehit başka nasıl açıklanabilir?
Dün öğleden sonra ise Genelkurmay’dan bir buçuk gündür beklenen resmi açıklama yerine Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un Balıkesir’deki sancak töreninde konuyla ilgili olarak yaptığı çok sert bir konuşmanın haberi geldi.
Konuşmanın içeriğini sert üslubundan ayrıştırdığınız zaman geriye iki somut çıkarım kalıyor. Birincisi; TSK, Aktütün’de ne olduğunu soruşturmaktadır ve bir sonuca ulaştığında bunu kamuoyuyla paylaşacaktır. İkincisi de yayımlanan belgeler ve İHA görüntüleri gerçektir. Orgeneral Başbuğ belgelerin gerçekliğini yalanlamamış, bilakis, “Bilgileri sızdıranlar hakkında adli işlemlere başlanmıştır” sözleriyle zımnen teyit etmiştir.
Orgeneral Başbuğ’un sert üslubu, Aktütün hadisesinin en kötü cinsinden bir skandal olduğu, 17 kurbanın yakınları için de artık korkunç bir trajediye dönüştüğü gerçeğinin üzerini örtemez.
Aktütün karakolunun saldırı tehdidi altında olduğunu gösteren istihbarat bulguları neden değerlendirilmemiştir?
Türkiye Cumhuriyeti bu sorunun cevabını en kısa zamanda bulmak, bunu kamuoyuna açıklamak ve Aktütün skandalının sorumlularını cezalandırmak mecburiyeti ile yüz yüzedir.
Aktütün skandalı aydınlatılmazsa Türkiye’nin terörle mücadelesi zaafa uğrar. 24 yıldır ülke için canını vermekten, sakat kalmaktan çekinmemiş insanlardan aynı fedakârlığı sürdürmelerini beklemek artık eskisi kadar kolay olmaz.
Skandal aydınlatılmazsa, PKK’nın bundan sonra vuku bulacak saldırılarının kanlı sonuçları hakkında kamuoyunun şüphe duyması önlenemez.
Aktütün aydınlatılmazsa, Genelkurmay ve onun PKK terörüyle mücadelesi, laik-İslamcı kutuplaşmasının toksik etkisi altında kalarak prestij kaybına uğrayabilir. Çünkü AKP mahfillerinde ve medyasında TSK’nın terörle mücadeleyi siyaset üzerindeki rol ve etkisini sürdürmenin bir aracı olarak kullandığı şeklindeki bir propaganda yaygın biçimde yapılmaktadır.
Her türlü çıkarın üstünde tutulması gereken ülke güvenliği komplo teorilerine kurban edilmek istenmiyorsa bu skandal kuşkuya yer vermeyecek şekilde aydınlatılmalıdır.
Başka bir endişe kaynağı da ülke güvenliğinden sorumlu olan bir kurumun gizlilik duvarlarının böylesine delik deşik olduğunu görmektir. Gizli istihbarat raporları ve görüntüleri Genelkurmay’dan nasıl çıkarılabilmektedir? Bugün bir skandalı gözler önüne seren belgeler çalınmakta veya sızdırılmaktayken yarın ülke güvenliğiyle ilgili en hassas bilgilerin başka ellere geçmeyeceğini bu şartlarda kim, nasıl garanti edebilir?
Kadri Gürsel
http://www.milliyet.com.tr/Yazar.as...D=78&Date=16.10.2008&b=&a=Kadri Gursel&ver=96
“Sorumsuzlukların şeffaflaştırılması”, “kasıtlı bir yıpratma” sayıldığında...
Önce Bernard Shaw’a yakıştırılan bir fıkra: Shaw, davet edildiği bir baloya gitmiş bir gece.
Baloda bir hayli dekolte giyinmiş çok sıska bir “lady” ile tanışmış ve kendisine:
- Ah sevgili Lady, demiş; açıldıkça daha az görünüyorsunuz.
* * *
Bir türlü “gelişmiş” olamayan “Üçüncü Dünya” ülkeleri de; ne kadar çağdaş görünmeye çalışırlarsa çalışsınlar, fizikçiler sayesinde hızla şeffaflaşmakta olan bir küreselleşmenin projektörleri altına doğru kaydıkça, daha az görünmeye başlıyorlar.
Ve böyle bir şeffaflaşmayı suçlamak için, tepin tepin tepiniyorlar.
* * *
Milliyet de dahil, dünkü gazetelerin bazıları; dergi dağıtırken gözaltına alınıp tutuklanan Engin Ceber’in, işkenceyle öldürüldüğü ortaya çıkınca; Adalet Bakanı’nın ilk kez “hükümet ve devlet” adına dilediği özürü manşetleştirmişlerdi.
* * *
Türkiye’de “devlet” kavramı, “monarchie absolue-mutlakiyet” dönemlerindeki algılama ve tanımlamayı aşamadı.
* * *
Oysa “demokratik bir cumhuriyet” etiketli bir siyasal yapılanmada; ne “yasama örgütü olan parlamento ve üyeleri”, ne “uygulama örgütü olan hükümet ve üyeleri”, ne “yasaların çiğnenip çiğnenmediğini denetleyen ve çiğneyenleri cezalandıran yargı örgütü ve üyeleri”, “devlet”i temsil etmez ve devlet adına beyanda bulunamazlar.
* * *
Çünkü o 3 örgütten her biri, 3 ayaklı bir sacayağının 1 ayağı gibidir ve ancak 3’ü birden; sacayağının çemberini, yani “milletin örgütlenmiş biçimi” olarak tanımlanan “devlet”i oluşturur.
* * *
Demokratik cumhuriyetlerde “devleti” sadece cumhurbaşkanları ve dışarıda büyükelçiler temsil eder, hepsi o kadar.
* * *
İçeride Hazine’den geçinmeli “mevki sahipleri”, sadece “kamu görevlileri”dir ve “mutlakiyet” rejimlerinde olduğu gibi vaktiyle kul yığınlarına karşı devleti temsil etmiş olsalar da; cumhuriyet rejimlerinde, vatandaşlara karşı sadece görevlerini yerine getirirler.
* * *
Türkiye henüz, “kamu hukuku doktrinleri”nin çağdaş ve evrensel kavramlarını özümsemiş olmaktan çok uzak.
O nedenle de, Hazine’den geçinmeli mesleksiz “mevki sahipleri”nin yönetiminde, “gizli bir iç sömürge” cenderesinin içine sıkışmakta; etki ve tepkiler sonucu, toplumsal kutuplaşmalarla çalkantılar da yaygınlaşmakta.
* * *
Bu arada, Hazine’den geçinmeli “mevki sahipleri”nin sorumsuzlukları, şeffaflaşmaya başlayınca da, kutuplaşmaların sloganları çıngıraklaşmada.
Bir kutup, “Ergenekon davası”nın uydurma söylentiler olduğunu benimserken; bir başka kutup, “Deniz Feneri” skandalını Türkiye’nin dışına süpürmeye çalışmakta.
* * *
Prof. Dr. Eser Karakaş’ın bir açıklamasından öğrendiğime göre, ABD’nin şimdiye dek aldığı Nobel ödülü sayısı 307’ye ulaşmış; Almanya’nınki de 100’ü aşmış.
* * *
İlki 1901’de verilmeye başlayan Nobel ödüllerini, kimlerin neden aldıkları merak edildiğinde; “konjonktür”leri de kimlerin değiştirdiği çok kolay anlaşılır.
* * *
Çok kolay anlaşılır “ulus-devlet modeliyle, yerel politikacı inisiyatifleri”nin nasıl aşılmakta olduğu.
* * *
Yaşanmakta olan ekonomik kriz neden küreselleşti ki?
Çözümü de elbet küresel olmak zorunda...
* * *
Türkiye’nin ise, bu tür konuları kamu bilincinde pekiştirecek evrensel kalitedeki kadroları çok cılız...
* * *
450 bin “erkek erkeğe” kahvesindeki politik çözüm önerileri de 2’ye ayrılmakta.
“Kışla” parfümlü siyasetin etkisi altında kalmışlar:
- Sallandır 2 kişiyi, bak her şey nasıl düzelir, demekte.
“Cami” parfümlü siyasetin etkisi altında kalmış olanlar ise şöyle demekte:
- Önce ahlakı düzeltmek gerek.
* * *
150 yıl önce Ziya Paşa da, o dönemlerin siyasal bulamacı karşısında şunları yazıyordu, azıcık Türkçeleştirerek:
Yiğitlik, mertlik, merhamet derler biraz bir şey vardı âlemde;
İşi mevki sahiplerinin, servet sahibi olmak hemen şimdi.
Önceden de su getirmek testi kırmak bir idi amma;
Acayiptir, üstünlük kazanır oldu testi kıran şimdi.
Değişime uğramıştır âlemin o yüksek ahlakı;
Bize tarihin gerçekleri, gelir güya yalan şimdi
Değildi devletin evvel de hali gerçi pek yahşi;
Yazıklar ah kim, oldu yamanlardan yaman şimdi!
* * *
Neyse ki, ne Sultan Abdülmecid, ne Sultan Abdülaziz, ne Sultan V. Murat; Türk ve İslam düşmanı bir vatan haini olarak suçlamadılar Ziya Paşa’yı.
* * *
1880’de 55 yaşında ölen Ziya Paşa, yukarıdaki mısraları günümüzde yazsaydı; kim bilir başına neler gelir ve içeride öldürülmesi planlandığı söylenen, Türkiye’ye ilk Nobel ödülünü kazandırmış yazarımız Orhan Pamuk’un, Frankfurt Kitap Fuarı’nın açılışında yaptığı konuşmada da, TCK 301’inci maddenin kurbanları arasında örnek diye gösterilirdi.
* * *
Hukuk bilincinden yoksunluğun yarattığı siklonlar içinde kaybolmaktan korkanlar da, eski bir beyiti bir halk deyimi haline getirmişlerdir:
El için yakma başını nâra (ateş)
Yak çubuğunu sefanı ara.
* * *
Okullarda “vatana layık olma” ilkesinin yerini, “mesleğine layık olma” ilkesi alabilmiş olsaydı; bizim bugünkü “şeffaflık”la ilgili yazı da, herhalde bambaşka olacaktı.
Çetin Altan
http://www.milliyet.com.tr/Yazar.as...ID=53&Date=16.10.2008&b=&a=Cetin Altan&ver=32
Medya-TSK ilişkilerinde yeni bir dönem
Org. Başbuğ’un, önceki gün Taraf Gazetesi’nde yayınlanan, dün de birçok gazete ve TV kanalı tarafından alıntılanan Aktütün saldırıyla ilgili haberlere cevap vermesi şaşırtıcı olmadı, fakat aşırı sert üslubu birçok açıdan şaşırtıcıydı. Önce Org. Başbuğ’un neden cevap verme noktasına gelmiş olabileceğine bakalım:
1) Üst düzey subaylara yönelik telefon ve ortam dinleme faaliyetlerinin son dönemde tırmanması ve bunların youtube başta olmak üzere bazı internet sitelerinde, hatta bazı gazetelerde yayınlanması
2) Org. Büyükanıt ve Org. Başbuğ başta olmak üzere üst düzey bazı subayların özel hayatları ve sağlık durumlarıyla ilgili doğru ya da yanlış bilgilerin medyada yer bulması
3) Genelkurmay’a ait çoğu gizli birçok kritik belge ve bilginin medyaya sızması
4) Bu belge ve bilgilerin, TSK’nın, özellikle terörle mücadelede başarısız olduğunu ya da yeterince başarılı olmadığını göstermek için kullanılması.
Herkes yayınlıyor
Org. Başbuğ’un Kara Kuvvetleri Komutanı’yken bu tür yayınlardan epey rahatsız olduğu biliniyordu. Genelkurmay Başkanı olmasından sonraysa yayınların durmadığını, tam tersine daha arttığını söyleyebiliriz. Özellikle Aktütün saldırısı medyada çok geniş ve özgür bir biçimde tartışıldı Org. Babaoğlu’nun golf oynarkenki fotoğrafları bu tartışmanın akışında epey etkili oldu nihayet Taraf Gazetesi istihbarat fotoğrafları ve raporlarını yayınlayarak, saldırının önceden bilindiğini ve anbean izlendiğini yazdı.
Dolayısıyla Org. Başbuğ’un dünkü basın açıklamasını ilk olarak, “anlaşılan asker için bardak taşmış” şeklinde değerlendirebiliriz. Fakat burada çok önemli bir detayın altını çizmek gerekiyor: Örneğin Ergenekon soruşturmasının ilk aşamalarında Taraf Gazetesi bazı belge ve bilgileri yayınlar ertesi gün bunların aynılarını Taraf referansıyla Sabah, Star, Yeni Şafak, Zaman gibi gazetelerde görürdük. Yani bu tür yayınlar sadece “hükümete yakın” bilinen gazetelerle sınırlı kalırdı. Ancak son dönemde işin rengi değişti. Örneğin golf olayını ilk olarak Ertuğrul Özkök büyüttü ve diğerleri takip etti. En son Aktütün haberini de Milliyet, Vatan, Akşam gibi gazeteler sayfalarına taşıdı. Yani Org. Başbuğ “askeri yıpratma” olarak nitelediği yaklaşımın medyanın geneline sirayet ettiğini düşünüp buna engel olmak istemiş olabilir.
Şaşırttı
Org. Başbuğ TSK’ya yönelik bazı yayınlardan şikayet etmekte haklı mı, haksız mı? Bu tartışmayı, demokrasilerde basın özgürlüğünün hayati konumunu aklımızdan hiç çıkarmadan tabii ki yapmalıyız. Kimimiz yazılıp çizilenleri tamamen basın özgürlüğü kapsamında bulabilir kimimiz yayınlarda amacın üzüm yemek değil bağcı dövmek olduğunu düşünebilir kimimiz de bazı haber ve yorumlarda çizginin aşıldığını ileri sürebilir. Her ne olursa olsun, dünkü şaşırtıcı ölçüde aşırı sert üslubu nedeniyle Org. Başbuğ haksız bir pozisyona gelmiş gözüküyor.
Terör, laiklik gibi konularda “şahin” olduğu kabul edilmekle birlikte yeni Genelkurmay Başkanı sakin ve soğukkanlı bir profil çiziyordu. Dün bu imajı ciddi olarak yara aldı. Yine dünkü kısa açıklamasında, Org. Başbuğ’un entelektüel birikiminin izlerini pek göremedik. En önemlisi, “bölücü terör örgütünün yaptığı eylemleri başarılı gibi gösterenler akan ve akacak olan her damla kanın sorumluluğuna ortak olurlar. Bunu herkesin iyi anlamasını istiyorum” ve “herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum” sözlerini basın özgürlüğüyle bağdaştırabilmek imkansızdır.
Dönüm noktası
Dün medya-TSK ilişkilerinde yeni bir dönem başlamış olabilir. Tabii bugün gazetelerin bu olayı nasıl sunup yorumlayacakları çok önemli olacak. Buna bağlı olarak, Genelkurmay’ın genellikle olumlu tepkiler alan yeni medya stratejisinde de değişiklikler gündeme gelebilir. Şimdi soru şu: Medya Aktütün sonrası olduğu gibi TSK’yı tartışmaya devam mı edecek ya da askeri eleştirmekten geçmişte olduğu gibi genellikle uzak mı duracak? Yoksa arada bir formül mü geliştirilecek?
Her ne olursa olsun Türkiye’nin terörle mücadelesi bütün bu gelişmelerden doğrudan ve olumsuz etkilecektir.
*****
İç içe iki hayati soru
Taraf Gazetesi’nin gizli Genelkurmay bilgi ve belgelerinden hareketle yaptığı yayınlar iki temel soruyu beraberinde getiriyor:
1) Bu belgeler sahici mi gazetenin bunlardan hareketle yaptığı, Dağlıca ve Aktütün saldırılarının önceden saptanmış olduğu gibi değerlendirmeler doğru mu?
2) Bu belgeleri kimler, hangi amaçla sızdırıyor?
TSK’nın şu ana kadarki tepkilerinden belgelerin sahici olduğunu anlıyoruz. Ancak dün Org. Başbuğ’un da açıkça gösterdiği gibi, ordu üst kademesi, Taraf’ın bunlardan hareketle yaptığı yorumları, vardığı sonuçları yalanlıyor ve bunlara çok kızıyor.
Genelkurmay, Dağlıca ve Aktütün baskınlarını kendi içinde inceliyor, fakat bunların sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmaları söz konusu olmayabilir. Veya yine birileri sızdırırsa o zaman belki öğrenebiliriz.
Her ne kadar bu tür yayınları yapan meslektaşlarımız, “kaynağı değil içeriği tartışalım” deseler de bu belgeleri kimlerin, neden sızdırdığını bilmek de “vatandaşın bilgi edinme hakkı” kapsamına giriyor.
Taraf Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar bir yazısında “Birkaç İyi Adam” adlı Amerikan filmine atıfta bulunarak bu bilgileri “ordu içindeki birkaç iyi kişi”nin sızdırdığını söylemişti ancak bu açıklamanın tam olarak tatminkâr olduğu söylenemez. Bu derece üst seviyede kritik bilgi ve belgelerin sistemli bir şekilde sızdırılması “birkaç kişi”den ziyade “birkaç odak”ın söz konusu olabileceğini düşündürtüyor.
Bu noktada birçok spekülasyon yapıldı, daha da yapılacağa benziyor. Bu tartışmalara katkıda bulunmak için, ne zamandır polisi zor durumda bırakacak herhangi bir gizli belgenin, örneğin Hrant Dink Davası’ndaki “devlet sırrı 76 sayfa”nın medyaya sızdırılmadığını hatırlatalım.
Ruşen Çakır
http://www9.vatanim.com.tr/haberdetay.asp?tarih=11.11.2007&Newsid=203845&Categoryid=4&wid=73
Aşırı tepki
Orgeneral Başbuğ’dan dün bilgi içerikli bir açıklama bekliyorduk ama öyle olmadı.
Tepki içerikli bir ihtar çekti medyaya!
“Hizaya gel” türü bir komutu işittik.
Aktütün sınır karakolunda 17 askerimizin şehit olduğu saldırı öncesi Genelkurmay’a gönderilen istihbarat raporlarının Taraf Gazetesi’nce yayınlanması, evet tereddütler yaratmıştı.
Birçok vatandaşın kafasında “Acaba çocuklarımız ziyan mı oldu?” sorusu uyanmıştı.
Böyle soruları cevapsız bırakmayacağına beslediğimiz inançla Genelkurmay Başkanı’nın yapacağı önceden haber verilen açıklamasını merakla bekledik.
Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Hasan Iğsız bu şüphelerin yersizliğini ayrıntılarıyla medyaya on gün önce açıklamıştı zaten. Orgeneral Başbuğ yeteri kadar farkedilmemiş o bilgilerin altını çizerek beklenen cevapları verir “Daha ayrıntılı tespitleri, soruşturma tamamlanınca size aktarırım” diyebilirdi.
Çünkü Orgeneral Iğsız, alınan istihbarat bilgileri ışığında hazırlık yapıldığını ve o sayede karakolun baskına uğramadığını on gün öncesinden söylemişti.
En önemli iki sebep
O brifingi dikkatle izleyenler, saldırı hazırlığının tespitinden sonra harekete geçen birliklerimizin bölücü örgütü çatışmaya mecbur bıraktığını öğrenmişlerdi.
Nitekim Orgeneral Başbuğ da dün Aktütün karakolunun güvenliğini sağlayan Bayraktepe’ye yönelik saldırının terör örgütü açısından bir “intihar saldırısı” sonucu doğurduğunu belirtmiştir.
Fakat bunu niçin hedefi genişletilmiş bir suçlama eşliğinde ve asabi bir tonla söylemiştir anlamak zor.
Bir komutan, düşük yoğunluklu da olsa savaş içindeki ordusunun moralini her daim üst seviyede tutmak zorundadır.
Doğru ama adaletli davranmak da görevi değil mi?
Belli ki tepki iki sebebe dayanıyor.
1. Gizli istihbarat raporlarının Genelkurmay’dan sızması
2. Bu raporların halkta güvensizlik uyandıran abartılı sunuş biçimi ve yorumlar eşliğinde halka yansıtılması...
Önce mıntıka temizliği
Genelkurmay Başkanı, medyanın doğru olduğuna inandığı bilgiyi, yasal engel yoksa her yerde değerlendirdiğini, bizde de değerlendireceğini kabul etmelidir.
Bunu önlemenin yolu, o bilgileri kullananları “terör örgütünü başarılı gibi gösterme” yanlışına düşmüş kişiler olarak damgalamak ve “akan ve akacak olan her damla kanın sorumluluğuna ortak” olacaklarını söyleyerek baskı altına almaya çalışmak değil, gizli raporların sızmasına mani olmaktır.
Bilgiyi sızdıranı değil de yayanı baskılamak, yanlış hedefe ateş etmektir.
Orgeneral Başbuğ düşmanı dışarda değil içerde aramalı, gizli belgelerin giderek daha sıklıkla sızdığını görerek buna önlem almalıdır.
Bu gerçekleştiği zaman her şeyin yoluna gireceğini herkes görecektir.
Orgeneral Başbuğ dünkü açıklamasını şu sözlerle bitirdi:
“Herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum!”
Demokratik bir ülkede herkes zaten “doğru” olduğuna inandığı yerde durur.
Kimse tedirginliğe itilmemelidir.
Böyle bir uyarıyı adresi belirtilmemiş bir çağrı olarak yapmak, askerine güvenmeyi gelenek haline getirmiş bu ulusa haksızlık olur katil sürüsüne de hiç hak etmedikleri bir övünme sebebi verir.
Komutanın hassasiyetlerine saygı gösteriyor fakat üslubuna itiraz ediyorum.
Güngör Mengi
http://www9.vatanim.com.tr/haberdetay.asp?tarih=11.11.2007&Newsid=203807&Categoryid=4&wid=2
Kuralsız değil, “korkusuz” demokrasi!
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ Aktütün’le ilgili yayınlara ve sorulara karşı sert bir açıklama yaptı.
Ordunun “çekirge gibi dağlara yayılan terör örgütüyle” zor bir mücadele içinde olduğunu biliyoruz. Yapılan eleştiriler ve sorular belki TSK için gerçekten bir ölçüde yıpratıcıdır, bu yıpranmayı 4 gözle bekleyenler olduğu da biliniyor.
Türk toplumu bunları ayırabilir ve ordusuna sahip çıkar, onun yıpranmasına göz yummaz ama... Ama Dağlıca saldırısı ve orada verdiğimiz şehitlerden sonra, Irak’ın Kuzey’ine yapılan operasyondan sonra bir yanda hükümetin ABD’ye tümüyle bağlı dış politikası, bu nedenle Talabani ve Barzani’nin neredeyse Türkiye’yle alay eder gibi ikili oyunları, arkasından Aktütün saldırısı milletin sabrını taşırdı artık... Ordunun da bunu görmesi gerekiyor.
Başbuğ’un dediği gibi “Terör örgütünün saldırısı intihar eyleminden farksız” olabilir. Böyle olsa bile halk ve medya kendi topraklarımızda birliklerimizin -hele de bir gün önceden teröristlerin izlendiği Genelkurmay 2. Başkanı Iğsız tarafından açıklandığına göre- duruma hakim olmasını ve 17 şehit verilmesinin önlenmesini beklemekte tamamen haksız mıdır?
Bayraktepe’de şehit düşen askerlerimizin kahramanlığından kimsenin şüphesi yok, olamaz da ama gazetelerde kare kare verilen fotoğraflar, Genelkurmay’ın, Jandarma Komutanlığı’nın “baskın hakkında çok önceden bilgiye sahip olduğu” iddiaları, öfkelenmek ve “bu bilgileri sızdıranlar, kullananlar hakkında adli işlem başlatıldı” demek yerine sükunetle iddiaları cevaplamak daha doğru değil miydi?
Aynı olay İngiltere’de, Fransa’da, ABD’de olsa medya bunları tartışmayacak mıydı?
Evet şimdi gözler iktidarla ilgili dünyada benzeri görülmemiş yolsuzluklardan ve hükümetten beklenen cevaplardan teröre, orduya yöneltilmiştir doğru. Ama hiç değilse ordu, iktidardan farklı akılcı, net ve toplumu rahatlatan bir tutum içinde olamaz mıydı?
Onların medyaya uyguladığı düşmanca baskı yetmiyormuş gibi bir de TSK’nın sert ve tavizsiz karşı tavır alması gerekli mi?
Demokrasilerde hoşa gitmeyen yayınlar da olabilir, farklı hesaplar içinde yayınlar da... Bu durumlarda bile kurumların toplumsal barış havasını, sükuneti elden bırakmamaları gerekir.
TSK soru işaretlerini muhtıra verir gibi değil, bu hava içinde cevaplamaya dikkat etmelidir.
Ruhat Mengi
http://www9.vatanim.com.tr/haberdetay.asp?tarih=11.11.2007&Newsid=203812&Categoryid=4&wid=4
Kime kızmalı?
GENELKURMAY Başkanı Org. İlker Başbuğ’un dünkü asabi ifadeli açıklaması bize 1970’li yılların meşhur "Pentagon Belgeleri" olayını anımsattı.
O belgelere gelmeden önce Sayın Başbuğ’un dün Balıkesir’de yanına Kara ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı’nı alarak yaptığı konuşmayı birlikte okuyalım:
"İlk önce şunu herkesin iyi anlamasını istiyorum. Bayraktepe’de meydana gelen olay, bölücü terör örgütü açısından adeta bir intihar saldırısıdır. Bunu açın okuyun, öğrenin. Bayraktepe’de, çarpışan askerlerimiz açısından ise daha önce de ifade edildiği gibi bu bir kahramanlık destanıdır.
Değerli basın mensupları,
Olayın hemen akabinde, her zaman olduğu gibi, olayın bütün boyutlarının incelenmesi görevi Kara Kuvvetleri Komutanı tarafından, İkinci Ordu Komutanı’na verilmiştir. Kendine güvenen bütün kurumlar gibi, -ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kendine olan güveni tamdır- bu incelemenin sonuçlanmasını müteakip, elbette kamuoyuyla paylaşılması gereken hususlar kamuoyuna bilgi olarak verilecektir.
Ayrıca bu konulara ilişkin bilgileri sızdıranlar ve bu gizli bilgileri kullananlar hakkında da adli işlemler başlatılmıştır.
Şimdi şu söyleyeceğim hususa dikkatinizi çekmek istiyorum:
Bütün bunlara rağmen, bölücü terör örgütünün yaptığı eylemleri, altını çiziyorum başarılı gibi gösterenler, tekrar ifade ediyorum başarılı gibi gösterenler, akan ve akacak olan her damla kanın sorumluluğuna ortak olurlar. Bunu herkesin iyi anlamasını istiyorum."
Bu tepkiye özellikle Taraf Gazetesi’nin son Aktütün baskını olayı ile ilgili yayınlarının sebep olduğu anlaşılıyor.
Gazete, baskının önceden bilindiği halde gerekli önlemlerin zamanında alınmadığı mesajını içeren haberler ve daha da önemlisi, üzerinde "Gizli" olduğu yazılı askeri haberleşme belgeleri yayınlamıştı. Buna ek olarak adını vermek istemediğimiz iki ayrı gazetenin Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmayı amaçladığı izlenimini veren sistemli yayınları da yukarıdaki sözlerin söylenmesine yol açmış olabilir.
Sayın Başbuğ’un başında bulunduğu kurumu her koşulda savunması elbette hakkıdır, görevidir. Yasaları çiğneyen yayınlar nedeniyle yargıyı tahrik etmesine de saygı ile bakılır. Ama nasıl sivil politikacılara, özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan’a anımsatmak zorunda kalıyorsak, Sayın Başbuğ’a da söylemek zorundayız:
"Gazetecinin verdiği haber gerçek ise, gazeteciden davacı olmak çıkar yol değildir. Çıkar yollardan biri, sözü edilen gerçek -özellikle kötü bir gerçek ise- onun değişmesi, düzelmesi ve tüm çabanın bu yönde olmasıdır. İkinci yol da gazeteciye değil o bilgi gerçekten devlet sırrı türünden ise, bunu medyaya verene fatura çıkarmaktır."
Yeri gelmişken yukarıda değindiğimiz olayı özetleyelim:
ABD hükümetinin Vietnam savaşı ile ilgili planlarını, izlediği ve izleyeceği politikaları içeren "Gizli" damgalı bir rapor 1971 yılında The New York Times Gazetesi tarafından yayınlanınca ABD’de kıyamet koptu. Başkan Richard Nixon’un emriyle gazete ve ilgili muhabir hakkında dava açıldı. Ama uzun süren hukuk kavgasını The New York Times kazandı. Böylece kusuru "gazetecide" değil, "kendi kurumunda" aramak gerektiği tartışmasız şekilde kabul edildi.
Oktay EKŞİ
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/10133324.asp?yazarid=1&gid=61&sz=87585
Ev kadınları bile tepki gösteriyor
Taraf gazetesi geçen gün Aktütün saldırısıyla ilgili bazı önemli belge ve görüntüler açıkladı. Bu verilere göre saldırı bir ay önceden beri, militanların adları dahil biliniyordu.
Ancak gereken tedbirler alınmamıştı. Sonucu biliyoruz: 17 şehit ve yaralılar.
Habere çeşitli tepkiler geldi. En dikkate değeri hiç kuşkusuz Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un yaptığı açıklamaydı.
8 Orduda Gruplaşma Var: Özellikle son bir yılda TSK'den çok sayıda belge sızdı. Bu belgelerin bir kısmı toplumu rahatsız edecek nitelikteydi: Fişlemeler, psikolojik operasyon planları, andıçlama faaliyetleri.
Taraf'ta yayınlanan son belge ise PKK ile mücadelenin, kamuoyuna söylendiği gibi olmadığını gösteriyordu. Komutanların açıklamaları ile belgelerde yazılanlar ve görünenler çelişiyordu.
Bütün bunlar TSK'de " en az " iki grup olduğunu gösteriyor. Bir grup " toplum ve siyaset mühendisliği " yapmaya çalışıyor, diğer grup bunu deşifre ediyor.
-Niye Sinirliydi: Org. Başbuğ, belgeleri yayınlayan Taraf'a ve eleştirilere kızıyor. Ama bence onu asıl sinirlendiren, teşkilata hakim olamamak.
Yukarıda sözünü ettiğim gruplaşma engellenebilmiş değil. Başbuğ'un açıklamasını, sadece "bize" değil, " kendi kamuoyuna " da yapılmış bir uyarı ve "teessüf" ifadesi diye de okumak gerek.
-Yanlış Hedef: Org. Başbuğ dünkü açıklamasında, genel olarak medyaya, özel olarak da (isim vermeden) Taraf'a yüklendi. İyi ama ordudan sızan belgelerin sorumlusu medya değil ki! Gazeteciler hırsızlık yapmıyor. Kendilerine ulaşan belgeleri yayınlıyor.
Not: Başbuğ herhalde en çok, Aktütün belgelerinden dün hiç söz etmeyen Hürriyet gazetesini seviyordur.
-İnternet Çağını Kavramamış: Bir gazeteyi suçlamak işin kolay yönü. Eğer Taraf olmasaydı bu belgeler internetten yayınlanırdı.
Not: Bu satırları yazmadan önce PKK militanlarının hazırlıklarını ve Aktütün/Bayraktepe saldırısını internetten izledim.
Ve hatırlatırım: Resmi verilere göre, şu anda Türkiye'de 16 milyon internet kullanıcısı var!
-Bürokrat 'Teknik' Açıklama Yapar: Hangi statüde olursa olsun, bir bürokrat kamuoyuna " teknik " düzeyde açıklama yapar.
Yani: Yayınlanan belgeler gerçek mi, değil mi? "Teknik" açıklama bu sorunun cevabını vermektir.
Org. Başbuğ ise suçlamayı ve tehdit etmeyi seçti. Bu da belgelerin gerçekliğini " dolaylı olarak kabul ettiğini " gösteriyor.
-Kıssadan Hisse: Türkiye eski Türkiye değil. İletişim araçlarının gelişmesi, okuryazarlığın artması, orta sınıflaşma, dünyaya açılma gibi etkenler, mevki makam sahiplerinin her dediğini kabul etme anlayışını değiştirdi.
İnsanlar sorguluyor! ' En pasif kesim' sanılan ev kadınları dahi internet ve cep telefonu aracılığıyla tepkilerini dile getiriyor.
" Vatan için ölmeye hazırım " diyenler bir şart koşuyor: " Ama komutanların doğru yaptığına, samimi olduklarına inanmam gerek. "
O halde kurumların da otoriter zihniyeti terk etmesi gerek. Devir, bağırıp çağırma devri değil.
EMRE AKÖZ
http://www.sabah.com.tr/akoz.html
Sorun "Bilgi sızması" değil de istihbaratta çok başlılık ve uyumsuzluk mu?
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un, basında yer alan TSK'ya dönük eleştirilere ve haberlere öfkelenmesi ne kadar doğalsa, basının bu eleştirileri ve haberleri yapması da o kadar doğaldır.
Bütün dünyada böyle durumlarda bu tablo çıkar ortaya.
Nitekim Genelkurmay Başkanı da şu söylemle bunu ifade etti dün:
-Bu tip saldırılar karşısında -ki bu saldırılar doğru bilgiye dayanmayan sınırlarını aşan eleştirilerdir- her ordunun vereceği cevap bellidir ve bu husus bütün ordular için de geçerlidir.
Şeffaflığın ve basın özgürlüğünün simge ülkesi olan ABD'de bile bu böyle oluyor.
Hatırlayın "Çok gizli" (Top Secret) damgalı "Pentagon Papers" adı verilen belgeler The New York Times'da (1971) yayınlandığı zaman olanları...
Bu gizli belgeleri sızdıran Ellsberg de, yayınlayan Sheean da, polisle adliye arasında sürünmüşlerdi. Bu belgeler kamuoyuna açıklananlarla, gerçekler arasındaki uyumsuzlukları ortaya koyuyordu.
Bize dönersek...
Orgeneral Başbuğ'un öfkesine sebep olan yayın, Taraf gazetesinin Aktütün baskını ile ilgi olarak önceki gün yayınladığı fotoğraflar ve bunlara ilişkin haberlerdir.
Bilgi sızdıranlar
Genelkurmay Başkanı'nın tepkisi de şu cümleler içinde ifade edilmiştir:
-Bayraktepe'de meydana gelen olay bölücü terör örgütü açısından adeta bir intihar saldırısıdır. Bunu açın okuyun öğrenin. Bayraktepe'de çalışan çarpışan askerlerimiz açısından daha önce de ifade edildiği gibi bu bir kahramanlık destanıdır.
-Olayın hemen akabinde, her zaman olduğu gibi olayın tüm boyutlarının incelenmesi görevi Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından 2. Ordu Komutanı'na verilmiştir. Kendine güveni olan bütün kurumlar gibi -ki TSK'nın kendine güveni tamdır-, bu incelemenin sonuçlanmasını müteakip elbette kamuoyu ile paylaşılması gereken hususlar bilgi olarak verilecektir.
-Ayrıca bu konulara ilişkin bilgileri sızdıranlar ve bu gizli bilgileri kullananlar hakkında da adli işlemler başlatılmıştır.
-Bütün bunlara rağmen bölücü terör örgütünün yaptığı eylemleri, altını çiziyorum "başarılı gibi gösterenler", tekrar ifade ediyorum başarılı gibi gösterenler akan ve akacak olan her damla kanın sorumluluğuna ortak olurlar.
Bu noktada "Kim haklı" arayışına girmek, kanımızca en son başvurulacak yöntem olmalı.
Basının görevi gerçekleri yansıtmak, Genelkurmay Başkanı'nın görevi de TSK'nın gücünü ve itibarını korumaktır.
Aktütün bilgileri
Taraf gazetesinde yayınlanan Aktütün'le ilgili fotoğraflara ve haberlere gelince...
Burada sorunun "Bu konulara ilişkin bilgileri sızdıranlar ve bu gizli bilgileri kullananlar" dan ibaret olduğunu kabullenmek pek mümkün değil.
Ortada ciddi bir "İstihbarat sorunu" olduğunu galiba kabullenmemiz gerekiyor.
Devletin çeşitli istihbarat birimleri arasında hangi düzeyde işbirliği ve eşgüdüm olduğu sorusu, bu noktada mutlaka gündeme getirilmelidir.
Çünkü Güneydoğu'daki terörle mücadelenin özünde istihbarat faaliyetleri vardır.
Anlaşıldığına göre söz konusu istihbarat, bir bölüm birimler tarafından diğerleri ile paylaşılmamaktadır. Örneğin Taraf'ta yayınlanan bilgilerin, bu bilgilere sahip birim tarafından baskın öncesinde mesela Başbakan'ın önüne getirilip getirilmediği bilinmiyor.
Yine ABD'yi hatırlayalım.
2001 Eylülünde El Kaide'nin ABD'yi hedef alan terörist saldırısının, bölük pörçük daha önce çeşitli istihbarat kurumları tarafından bilindiği ve bunlar arasında koordinasyon ve işbirliği olmadığı için, saldırının önlenemediği çok yazıldı.
Nitekim daha sonra bir yeni kurum bu istihbaratı eşgüdüme sokmak için kuruldu.
Özetle Genelkurmay İstihbaratı ile MİT, Emniyet İstihbaratı ile (varsa) JİTEM, birbirlerinin rakibi değildir.
Daha doğrusu bu böyle olmamalıdır...
Yani mesele "Sızıntı" değil "Eşgüdümsüzlük" tür.
MEHMET BARLAS
http://www.sabah.com.tr/barlas.html
Bir tuhaf...
Eğer varsa... Bir ihmal, gaflet veya ihanet mi mühim, yoksa bunun dışarıya sızdırılması mı mühim?
Zaten farketmiyor.
Birincisi felâket, ikincisi rezalet.
Bu durumda Gazeteci ne yapsın?
***
Ortada bir tuhaflık olduğu muhakkak.
Hatırlarsanız 17 şehit verdiğimiz gün, seyahatini iptal eden Cumhurbaşkanı, çok çarpıcı bir laf etti.
Dedi ki:
- Yardım ve yataklık edenlerin hepsi hesap verecek.
Kimse üzerinde durmadı. Çünkü ve galiba, Barzani’yi, Talabani’yi kastediyor gibi algılandı.
Ben öyle algılamadım. Barzani’den ve Talabani’den hesap sorulmayacağını biliyorum. Bilakis, onları diplomasi yoluyla şerefyâb’ediyoruz.
***
Bana göre Cumhurbaşkanı ya bir koku almıştı ya da bir istihbarat... Neticede Başkomutandı.
O gün bir yazı yazdım.
Kelimeleri titizlikle seçerek yazdığımı hatırlıyorum.
Ordu’yu rahatsız etmeyecek biçimde şunu sordum:
- Sayın Gül’ün bildiği bir şey mi var?
Çünkü o demeci verirken, yüzündeki ifade ayrıca düşündürdü beni.
Bir de şunu sordum:
- Ne demek yataklık? Bizim içimizden böyle insanlar çıkar mı?
Sonra da meselenin üstüne kapandım, “ihanet eden varsa bile lânet olsun, öğrenmek istemiyorum, devlet sırrı olarak sizde kalsın” deyip noktayı koydum.
***
Hiç ses çıkmadı.
Halbuki Cumhurbaşkanı bunu mesele yapar ve sözlerine mutlaka bir açıklık getirirdi. Bilirim ki Çankaya bu konularda titizdir.
Öyle bir şey olmadı.
Sonra da Taraf Gazetesi’nin yayını patladı işte.
Şimdi Orgeneral Başbuğ ne diyor:
- Olay’ın bütün boyutları Kara Kuvvetleri Komutanı tarafından incelenmektedir.
İncelenen nedir?
Fazla uzatmayayım.
Bu yazının 1’inci paragrafını tekrar okuyun.
***
Son söz: Sonuç ne olursa olsun, Ordu’ya güvenimiz sarsılmaz ve asla tükenmez.
İşini kötü yapan insanlar her meslekte vardır. Üstelik bu Türkiye, hainler cenneti’dir.
Rauf TAMER
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/10132235.asp?yazarid=183&gid=61&sz=35327
Divan-ı Harp
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın davetlisi olarak Frankfurt’tayım...
Gecenin ileri saatleri...
Türkiye’nin onur konuğu olduğu dünyanın en büyük kitap fuarının resmi açılışı bitmiş...
Gece, Opera’daki ‘Yunus Emre Oratoryosu’ dinlenmiş...Hatta biz dışarıda oturarak bir şeyler de atıştırmışız...Son olarak, otelde Ertuğrul Günay’la günün son değerlendirmesine yönelik kısa bir ahbaplık da söz konusu...
* * *
Bizler için, Frankfurt Kitap Fuarı’nın o koca salonundaki açılış konuşmaları önemli olmalı...
Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, Türkiye olmadan AB’nin entegrasyonunun sağlanamayacağını söylüyor... Eğer, hükümet açısından hala öyle bir süreç kaldıysa, AB sürecinde Türkiye lehine açık bir ağırlık koyuyor...
Orhan Pamuk ise konuşmasında önce TCK 301. maddeyi, daha sonra da Türkiye’de hala youtube yasağının sürmesini eleştiriyor:
‘Son yüzyılda kitapları yasaklamak, yakmak, yazarları öldürmek, hapse atmak, onları vatan haini ilan edip sürgüne yollamak, basında hep bir ağızdan yazarları aşağılamak, Türk kültürünü zenginleştirmedi, tam tersine fakirleştirdi. Devletin yazar ve kitap cezalandırma alışkanlığı hala devam ediyor. Benim gibi pek çok yazarı susturmak, sindirmek için kullanılan TCK’nın 301. maddesi yüzünden yüzlerce yazar ve gazeteci şu anda mahkemelerde yargılanıyor, mahkûm oluyor.’
Son konuşmacı olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise Orhan Pamuk’u selamlıyor...
Ama ben oralarda değilim...
* * *
Gecenin bir yarısı olmasına rağmen aklım Taraf Gazetesi’nin haberinde...
Almanya’ya gelirken yolda Taraf Gazetesi’nin, ‘Aktütün’ü İtiraf Edin Demiştik. Biz Açıklıyoruz’ başlığı ile duyurduğu manşet haberiyle sarsılıyorum...
Haberde, Genelkurmay Başkanlığı’nın 17 askerin şehit olduğu Aktütün Karakolu baskınını önceden ayrıntılarıyla bildiği ileri sürülüyor...
Saldırıdan bir ay önce, 5 Eylül 2008’de, 80 kişilik bir PKK’lı grubun koordinatları ile net görüntülerinin tespit edildiği belirtiliyor.
‘Bu hareketlilikle ilgili olarak GES (Genelkurmay Elektronik Sistemler) Komutanlığı, bölgedeki dinleme ve istihbarat birimlerinden gelen günlük raporlarla Genelkurmay’ı ve komutanlıkları sürekli uyardı’ deniliyor...
Haberde ayrıca, istihbarat raporunda, bölücü örgütün kadın liderlerinden Habat’ın yeni bir saldırı için bölgeye döndüğüne ilişkin bilgilerin yer aldığı kaydediliyor...
Ve bazı belgeler yayınlanıyor...
Kısacası, söylenenler doğru ise, insanlarımızı bile bile, göz göre göre yitiriyoruz...
İnsan, dehşetinden ürperiyor...
* * *
Gece yarısı üç gibi Genelkurmay’ın web sitesine bakıyorum...
Birkaç saat uyuyup, yazının başına oturmadan gene aynı şeyi tekrarlıyorum...
Henüz bir açıklama yok...
Haberde söylenenler doğru ise, bu nedir?
* * *
Belirli yönetim odakları ‘Kürt Sorunu’ konusunda insanlarımızı feda ederek, yeni demokratik açılımları mı önlüyor acaba?
Çünkü Aktütün olmasa, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün farklı bir yaklaşımı söz konusu olabilecekti... Ama bu baskın bütün havayı değiştiriyor.
Nitekim Abdullah Gül, Türk müteahhitlerin yaptığı Kuzey Irak’taki yeni hava limanı inşaatının açılışına gidemiyor...
Konu olduğu gibi askere havale edilmiş halde kalıyor... Baskınları bilerek önlememek buna mı yarıyor?
* * *
Son zamanlarda Genelkurmay’dan çelişkili açıklamalar var...
Kuvvet Komutanı ‘baskını duydum, gerekeni yaptım’ mı diyor, hemen bir açıklama ‘hayır duymadı, akşamüstü haberi oldu’ yalanlamasını patlatıyor...
Biri ‘para yok, karakolları onaramıyoruz ‘ mu dedi, diğeri anında topa girerek ‘para sorunumuz yok’ açıklamasını yapıyor...
Dayanışma içinde görünmeyen bir yönetim anlayışı var.
Zaten ürpertici haberin, belki de insanı bir nebze de olsa rahatlatan tek yanı, bunları benimsemeyenlerin olup biteni kamuoyuyla paylaşma isteği...
Ama olayı anlamak da sindirmek de kolay değil... Çünkü eğer bunlar doğruysa, askeri inisiyatifi kaybetmemek ve tüm çözümleri önlemek için insanların ölümü pahasına bile bile saldırıyı önlememek, tam Divan-ı Harp’lik bir suç.
* * *
Yazıyı bitiriyorum ama içim rahat değil...
Taraf’ın haberindeki iddianın yaşandığı bir ülkede olmak bir yana, haberi okumuş olmak bile çok huzursuz ediyor...
Biraz sonra Hazineden sorumlu devlet bakanı Mehmet Şimşek’in de katılacağı bir bölümde ‘Küresel İşbirlikleri İçin Yeni Seçenekler, Beklentiler’ başlıklı bir panel yöneteceğim...
Beklenti mi?
Adam gibi bir Türkiye...
Aktütün’ün bilinip de önlenmediği iddiasıyla çalkalanan bir ülkede, ‘adam gibi bir Türkiye’ çok uzak...
Genelkurmay Başkanı’nın televizyon ekranına yansıyan o öfkeli ve tehditkar konuşması, Aktütün konusunda herkesi susturmaya çalışırken bu konuda tek satır açıklama yapmaması ise kuşkuları ve ümitsizliği daha da artırıyor.
Yeryüzü dünyanın kitap cennetinde beyinsel olarak gıdalanırken, biz ‘askeri cumhuriyet’ kışlasında ömür tüketiyoruz...
Ve bu hiç bitmiyor... Hiç bitmiyor...
Mehmet ALTAN
http://www.stargazete.com/gazete/yazar/mehmet-altan.htm
sonuç olarak;
Bütün gazetelerde aynı tepkiyi gösteren köşe yazarlarının yazılarını bulmanız mümkün.biraz araştırma yaparak daha pek çok yazı bulabilirsiniz.
ancak bekir coşkunun köşe yazısını koyanlar nedense oktay ekşi nin yazısını unutmuş görmemiş veya maksatlı olarak gizlemiş.ozaman sizin neye hizmet ettiğiniz gayet açık.siz doğrulardan taraf değilsiniz demekki.bizim gibi düşünenler herşeyi yapmakta serbest olsun ,bizim gibi düşünmeyenleri (ki buna bile tahammülünüz yok)susturalım ,içeri atalım ya da sınırdışı edelim en son çözüm yokedelim.bunların hepsi zamanında denendi ve hiçbir sonuç alınamadı.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana bu memlekette sukunet ortamı sağlanmak için gariban kesimin her türlü hakkı gasp edilmiş ve hiçbir zaman kendi kendini yönetme erki bu memlekete verilmemiştir.
sürekli olarak 'dayatmacı' politika benimsenmiş ancak her seferinde de sonu hüsranla sonuçlanış ve dayatmalar yine dayatanlar tarafından kaldırılmıştır.çünkü onların sözünün dışında bir dayatmanın kaldırılması bu memleketin yönetimine müdahale edilmesi için en haklı sebeptir.
çoğunluk olmanız birşey ifade etmez ;davulun yükünü siz çekin biz çomak ını taşırız.''siz istediğiniz kadar çalışın çabalayın ama sesi çıkaran biz olacağız'' mantığının son zamanlarda tutmamaya başlamasına karşı çığlıklar yükselmeye başladı.
eskiden konuşulmasına cesaret dahi edilemeyen konuları konuşmaya başladık.bu da bir gelişmedir.
'her kafadan bir ses çıkıyor'ya da 'yahu durduk yerde icat çıkarma' veya 'eski köye yeni adet getirme' gibi sözler hep bizim şimdiye kadar bastırılmış fikir ürünlerimizin ya da bastırmak zorunda kalan ve aklımızı verimli kullanmamamız için bizleri şartlandıranların mahsülüdür.
ama artık eski köye yeni adet getirmemiz gerektiği gün gibi ortadadır.çünkü eski kanıksanmış geleneklerimizle ilerliyemeyeceğimizi anladık yani tıkandık.
ozaman yeni açılımlar yapmamız şart.eleştirilemeyeni eleşetirebilmek,gösterilmeyeni görmek, bilinmesi gerekeni açığa çıkarmak lüzumiyetini hepimizin içten içe istediği açık ve nettir.
bu konunun savunduğunuz görüşle(sosyalist ,kaptialist,kominist,cumhuriyetçi ,muhafazakar vs...)veya taraf olduğunuz kurumla alakalı olmadığını görme zamanındır.
doğrudan ve doğruluktan uzaklaşmamak dileğiyle...
Bu yazıyı yazmak için dün sabah bilgisayarın başına oturmadan önce bir kez daha Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi sitesini tıkladım; Taraf gazetesinin salı günkü, okuyanı dehşete düşüren manşeti hakkındaki beklenen resmi açıklamayı nihayet yapmışlar mı diye... Yoktu.
Özetlemek gerekirse haberde, “Aktütün sınır karakolunu tehdit eden PKK hareketlenmesiyle ilgili somut istihbarata dayanan raporların günler öncesinden Genelkurmay’a ulaşmaya başladığı” bildiriliyordu.
Taraf gazetesi haberini, insansız hava araçlarından (İHA) elde edilen anlık görüntülerden kareler ve Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı’na ait raporlardan kesitler yayımlayarak desteklemişti.
Milliyet dün Taraf’ın haberini birinci sayfasından, “Aktütün raporu şoku” başlığıyla büyükçe gösterip; haber sayfasında da geniş olarak alıntılayarak gazetecilik görevini yerine getirdi.
Taraf’ın haberinden yapılabilecek somut çıkarım ise şudur: Bu raporların basit bir analizi zamanında yapılsaydı PKK’nın o bölgede büyük bir saldırıya hazırlandığı anlaşılabilir ve gerekli askeri tedbirler acilen alınarak bu saldırı önlenebilirdi. Ama 3 Ekim günü Aktütün’de olanlara bakıldığında bu raporların değerlendirilmediği anlaşılıyor. 17 şehit başka nasıl açıklanabilir?
Dün öğleden sonra ise Genelkurmay’dan bir buçuk gündür beklenen resmi açıklama yerine Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un Balıkesir’deki sancak töreninde konuyla ilgili olarak yaptığı çok sert bir konuşmanın haberi geldi.
Konuşmanın içeriğini sert üslubundan ayrıştırdığınız zaman geriye iki somut çıkarım kalıyor. Birincisi; TSK, Aktütün’de ne olduğunu soruşturmaktadır ve bir sonuca ulaştığında bunu kamuoyuyla paylaşacaktır. İkincisi de yayımlanan belgeler ve İHA görüntüleri gerçektir. Orgeneral Başbuğ belgelerin gerçekliğini yalanlamamış, bilakis, “Bilgileri sızdıranlar hakkında adli işlemlere başlanmıştır” sözleriyle zımnen teyit etmiştir.
Orgeneral Başbuğ’un sert üslubu, Aktütün hadisesinin en kötü cinsinden bir skandal olduğu, 17 kurbanın yakınları için de artık korkunç bir trajediye dönüştüğü gerçeğinin üzerini örtemez.
Aktütün karakolunun saldırı tehdidi altında olduğunu gösteren istihbarat bulguları neden değerlendirilmemiştir?
Türkiye Cumhuriyeti bu sorunun cevabını en kısa zamanda bulmak, bunu kamuoyuna açıklamak ve Aktütün skandalının sorumlularını cezalandırmak mecburiyeti ile yüz yüzedir.
Aktütün skandalı aydınlatılmazsa Türkiye’nin terörle mücadelesi zaafa uğrar. 24 yıldır ülke için canını vermekten, sakat kalmaktan çekinmemiş insanlardan aynı fedakârlığı sürdürmelerini beklemek artık eskisi kadar kolay olmaz.
Skandal aydınlatılmazsa, PKK’nın bundan sonra vuku bulacak saldırılarının kanlı sonuçları hakkında kamuoyunun şüphe duyması önlenemez.
Aktütün aydınlatılmazsa, Genelkurmay ve onun PKK terörüyle mücadelesi, laik-İslamcı kutuplaşmasının toksik etkisi altında kalarak prestij kaybına uğrayabilir. Çünkü AKP mahfillerinde ve medyasında TSK’nın terörle mücadeleyi siyaset üzerindeki rol ve etkisini sürdürmenin bir aracı olarak kullandığı şeklindeki bir propaganda yaygın biçimde yapılmaktadır.
Her türlü çıkarın üstünde tutulması gereken ülke güvenliği komplo teorilerine kurban edilmek istenmiyorsa bu skandal kuşkuya yer vermeyecek şekilde aydınlatılmalıdır.
Başka bir endişe kaynağı da ülke güvenliğinden sorumlu olan bir kurumun gizlilik duvarlarının böylesine delik deşik olduğunu görmektir. Gizli istihbarat raporları ve görüntüleri Genelkurmay’dan nasıl çıkarılabilmektedir? Bugün bir skandalı gözler önüne seren belgeler çalınmakta veya sızdırılmaktayken yarın ülke güvenliğiyle ilgili en hassas bilgilerin başka ellere geçmeyeceğini bu şartlarda kim, nasıl garanti edebilir?
Kadri Gürsel
http://www.milliyet.com.tr/Yazar.as...D=78&Date=16.10.2008&b=&a=Kadri Gursel&ver=96
“Sorumsuzlukların şeffaflaştırılması”, “kasıtlı bir yıpratma” sayıldığında...
Önce Bernard Shaw’a yakıştırılan bir fıkra: Shaw, davet edildiği bir baloya gitmiş bir gece.
Baloda bir hayli dekolte giyinmiş çok sıska bir “lady” ile tanışmış ve kendisine:
- Ah sevgili Lady, demiş; açıldıkça daha az görünüyorsunuz.
* * *
Bir türlü “gelişmiş” olamayan “Üçüncü Dünya” ülkeleri de; ne kadar çağdaş görünmeye çalışırlarsa çalışsınlar, fizikçiler sayesinde hızla şeffaflaşmakta olan bir küreselleşmenin projektörleri altına doğru kaydıkça, daha az görünmeye başlıyorlar.
Ve böyle bir şeffaflaşmayı suçlamak için, tepin tepin tepiniyorlar.
* * *
Milliyet de dahil, dünkü gazetelerin bazıları; dergi dağıtırken gözaltına alınıp tutuklanan Engin Ceber’in, işkenceyle öldürüldüğü ortaya çıkınca; Adalet Bakanı’nın ilk kez “hükümet ve devlet” adına dilediği özürü manşetleştirmişlerdi.
* * *
Türkiye’de “devlet” kavramı, “monarchie absolue-mutlakiyet” dönemlerindeki algılama ve tanımlamayı aşamadı.
* * *
Oysa “demokratik bir cumhuriyet” etiketli bir siyasal yapılanmada; ne “yasama örgütü olan parlamento ve üyeleri”, ne “uygulama örgütü olan hükümet ve üyeleri”, ne “yasaların çiğnenip çiğnenmediğini denetleyen ve çiğneyenleri cezalandıran yargı örgütü ve üyeleri”, “devlet”i temsil etmez ve devlet adına beyanda bulunamazlar.
* * *
Çünkü o 3 örgütten her biri, 3 ayaklı bir sacayağının 1 ayağı gibidir ve ancak 3’ü birden; sacayağının çemberini, yani “milletin örgütlenmiş biçimi” olarak tanımlanan “devlet”i oluşturur.
* * *
Demokratik cumhuriyetlerde “devleti” sadece cumhurbaşkanları ve dışarıda büyükelçiler temsil eder, hepsi o kadar.
* * *
İçeride Hazine’den geçinmeli “mevki sahipleri”, sadece “kamu görevlileri”dir ve “mutlakiyet” rejimlerinde olduğu gibi vaktiyle kul yığınlarına karşı devleti temsil etmiş olsalar da; cumhuriyet rejimlerinde, vatandaşlara karşı sadece görevlerini yerine getirirler.
* * *
Türkiye henüz, “kamu hukuku doktrinleri”nin çağdaş ve evrensel kavramlarını özümsemiş olmaktan çok uzak.
O nedenle de, Hazine’den geçinmeli mesleksiz “mevki sahipleri”nin yönetiminde, “gizli bir iç sömürge” cenderesinin içine sıkışmakta; etki ve tepkiler sonucu, toplumsal kutuplaşmalarla çalkantılar da yaygınlaşmakta.
* * *
Bu arada, Hazine’den geçinmeli “mevki sahipleri”nin sorumsuzlukları, şeffaflaşmaya başlayınca da, kutuplaşmaların sloganları çıngıraklaşmada.
Bir kutup, “Ergenekon davası”nın uydurma söylentiler olduğunu benimserken; bir başka kutup, “Deniz Feneri” skandalını Türkiye’nin dışına süpürmeye çalışmakta.
* * *
Prof. Dr. Eser Karakaş’ın bir açıklamasından öğrendiğime göre, ABD’nin şimdiye dek aldığı Nobel ödülü sayısı 307’ye ulaşmış; Almanya’nınki de 100’ü aşmış.
* * *
İlki 1901’de verilmeye başlayan Nobel ödüllerini, kimlerin neden aldıkları merak edildiğinde; “konjonktür”leri de kimlerin değiştirdiği çok kolay anlaşılır.
* * *
Çok kolay anlaşılır “ulus-devlet modeliyle, yerel politikacı inisiyatifleri”nin nasıl aşılmakta olduğu.
* * *
Yaşanmakta olan ekonomik kriz neden küreselleşti ki?
Çözümü de elbet küresel olmak zorunda...
* * *
Türkiye’nin ise, bu tür konuları kamu bilincinde pekiştirecek evrensel kalitedeki kadroları çok cılız...
* * *
450 bin “erkek erkeğe” kahvesindeki politik çözüm önerileri de 2’ye ayrılmakta.
“Kışla” parfümlü siyasetin etkisi altında kalmışlar:
- Sallandır 2 kişiyi, bak her şey nasıl düzelir, demekte.
“Cami” parfümlü siyasetin etkisi altında kalmış olanlar ise şöyle demekte:
- Önce ahlakı düzeltmek gerek.
* * *
150 yıl önce Ziya Paşa da, o dönemlerin siyasal bulamacı karşısında şunları yazıyordu, azıcık Türkçeleştirerek:
Yiğitlik, mertlik, merhamet derler biraz bir şey vardı âlemde;
İşi mevki sahiplerinin, servet sahibi olmak hemen şimdi.
Önceden de su getirmek testi kırmak bir idi amma;
Acayiptir, üstünlük kazanır oldu testi kıran şimdi.
Değişime uğramıştır âlemin o yüksek ahlakı;
Bize tarihin gerçekleri, gelir güya yalan şimdi
Değildi devletin evvel de hali gerçi pek yahşi;
Yazıklar ah kim, oldu yamanlardan yaman şimdi!
* * *
Neyse ki, ne Sultan Abdülmecid, ne Sultan Abdülaziz, ne Sultan V. Murat; Türk ve İslam düşmanı bir vatan haini olarak suçlamadılar Ziya Paşa’yı.
* * *
1880’de 55 yaşında ölen Ziya Paşa, yukarıdaki mısraları günümüzde yazsaydı; kim bilir başına neler gelir ve içeride öldürülmesi planlandığı söylenen, Türkiye’ye ilk Nobel ödülünü kazandırmış yazarımız Orhan Pamuk’un, Frankfurt Kitap Fuarı’nın açılışında yaptığı konuşmada da, TCK 301’inci maddenin kurbanları arasında örnek diye gösterilirdi.
* * *
Hukuk bilincinden yoksunluğun yarattığı siklonlar içinde kaybolmaktan korkanlar da, eski bir beyiti bir halk deyimi haline getirmişlerdir:
El için yakma başını nâra (ateş)
Yak çubuğunu sefanı ara.
* * *
Okullarda “vatana layık olma” ilkesinin yerini, “mesleğine layık olma” ilkesi alabilmiş olsaydı; bizim bugünkü “şeffaflık”la ilgili yazı da, herhalde bambaşka olacaktı.
Çetin Altan
http://www.milliyet.com.tr/Yazar.as...ID=53&Date=16.10.2008&b=&a=Cetin Altan&ver=32
Medya-TSK ilişkilerinde yeni bir dönem
Org. Başbuğ’un, önceki gün Taraf Gazetesi’nde yayınlanan, dün de birçok gazete ve TV kanalı tarafından alıntılanan Aktütün saldırıyla ilgili haberlere cevap vermesi şaşırtıcı olmadı, fakat aşırı sert üslubu birçok açıdan şaşırtıcıydı. Önce Org. Başbuğ’un neden cevap verme noktasına gelmiş olabileceğine bakalım:
1) Üst düzey subaylara yönelik telefon ve ortam dinleme faaliyetlerinin son dönemde tırmanması ve bunların youtube başta olmak üzere bazı internet sitelerinde, hatta bazı gazetelerde yayınlanması
2) Org. Büyükanıt ve Org. Başbuğ başta olmak üzere üst düzey bazı subayların özel hayatları ve sağlık durumlarıyla ilgili doğru ya da yanlış bilgilerin medyada yer bulması
3) Genelkurmay’a ait çoğu gizli birçok kritik belge ve bilginin medyaya sızması
4) Bu belge ve bilgilerin, TSK’nın, özellikle terörle mücadelede başarısız olduğunu ya da yeterince başarılı olmadığını göstermek için kullanılması.
Herkes yayınlıyor
Org. Başbuğ’un Kara Kuvvetleri Komutanı’yken bu tür yayınlardan epey rahatsız olduğu biliniyordu. Genelkurmay Başkanı olmasından sonraysa yayınların durmadığını, tam tersine daha arttığını söyleyebiliriz. Özellikle Aktütün saldırısı medyada çok geniş ve özgür bir biçimde tartışıldı Org. Babaoğlu’nun golf oynarkenki fotoğrafları bu tartışmanın akışında epey etkili oldu nihayet Taraf Gazetesi istihbarat fotoğrafları ve raporlarını yayınlayarak, saldırının önceden bilindiğini ve anbean izlendiğini yazdı.
Dolayısıyla Org. Başbuğ’un dünkü basın açıklamasını ilk olarak, “anlaşılan asker için bardak taşmış” şeklinde değerlendirebiliriz. Fakat burada çok önemli bir detayın altını çizmek gerekiyor: Örneğin Ergenekon soruşturmasının ilk aşamalarında Taraf Gazetesi bazı belge ve bilgileri yayınlar ertesi gün bunların aynılarını Taraf referansıyla Sabah, Star, Yeni Şafak, Zaman gibi gazetelerde görürdük. Yani bu tür yayınlar sadece “hükümete yakın” bilinen gazetelerle sınırlı kalırdı. Ancak son dönemde işin rengi değişti. Örneğin golf olayını ilk olarak Ertuğrul Özkök büyüttü ve diğerleri takip etti. En son Aktütün haberini de Milliyet, Vatan, Akşam gibi gazeteler sayfalarına taşıdı. Yani Org. Başbuğ “askeri yıpratma” olarak nitelediği yaklaşımın medyanın geneline sirayet ettiğini düşünüp buna engel olmak istemiş olabilir.
Şaşırttı
Org. Başbuğ TSK’ya yönelik bazı yayınlardan şikayet etmekte haklı mı, haksız mı? Bu tartışmayı, demokrasilerde basın özgürlüğünün hayati konumunu aklımızdan hiç çıkarmadan tabii ki yapmalıyız. Kimimiz yazılıp çizilenleri tamamen basın özgürlüğü kapsamında bulabilir kimimiz yayınlarda amacın üzüm yemek değil bağcı dövmek olduğunu düşünebilir kimimiz de bazı haber ve yorumlarda çizginin aşıldığını ileri sürebilir. Her ne olursa olsun, dünkü şaşırtıcı ölçüde aşırı sert üslubu nedeniyle Org. Başbuğ haksız bir pozisyona gelmiş gözüküyor.
Terör, laiklik gibi konularda “şahin” olduğu kabul edilmekle birlikte yeni Genelkurmay Başkanı sakin ve soğukkanlı bir profil çiziyordu. Dün bu imajı ciddi olarak yara aldı. Yine dünkü kısa açıklamasında, Org. Başbuğ’un entelektüel birikiminin izlerini pek göremedik. En önemlisi, “bölücü terör örgütünün yaptığı eylemleri başarılı gibi gösterenler akan ve akacak olan her damla kanın sorumluluğuna ortak olurlar. Bunu herkesin iyi anlamasını istiyorum” ve “herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum” sözlerini basın özgürlüğüyle bağdaştırabilmek imkansızdır.
Dönüm noktası
Dün medya-TSK ilişkilerinde yeni bir dönem başlamış olabilir. Tabii bugün gazetelerin bu olayı nasıl sunup yorumlayacakları çok önemli olacak. Buna bağlı olarak, Genelkurmay’ın genellikle olumlu tepkiler alan yeni medya stratejisinde de değişiklikler gündeme gelebilir. Şimdi soru şu: Medya Aktütün sonrası olduğu gibi TSK’yı tartışmaya devam mı edecek ya da askeri eleştirmekten geçmişte olduğu gibi genellikle uzak mı duracak? Yoksa arada bir formül mü geliştirilecek?
Her ne olursa olsun Türkiye’nin terörle mücadelesi bütün bu gelişmelerden doğrudan ve olumsuz etkilecektir.
*****
İç içe iki hayati soru
Taraf Gazetesi’nin gizli Genelkurmay bilgi ve belgelerinden hareketle yaptığı yayınlar iki temel soruyu beraberinde getiriyor:
1) Bu belgeler sahici mi gazetenin bunlardan hareketle yaptığı, Dağlıca ve Aktütün saldırılarının önceden saptanmış olduğu gibi değerlendirmeler doğru mu?
2) Bu belgeleri kimler, hangi amaçla sızdırıyor?
TSK’nın şu ana kadarki tepkilerinden belgelerin sahici olduğunu anlıyoruz. Ancak dün Org. Başbuğ’un da açıkça gösterdiği gibi, ordu üst kademesi, Taraf’ın bunlardan hareketle yaptığı yorumları, vardığı sonuçları yalanlıyor ve bunlara çok kızıyor.
Genelkurmay, Dağlıca ve Aktütün baskınlarını kendi içinde inceliyor, fakat bunların sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmaları söz konusu olmayabilir. Veya yine birileri sızdırırsa o zaman belki öğrenebiliriz.
Her ne kadar bu tür yayınları yapan meslektaşlarımız, “kaynağı değil içeriği tartışalım” deseler de bu belgeleri kimlerin, neden sızdırdığını bilmek de “vatandaşın bilgi edinme hakkı” kapsamına giriyor.
Taraf Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar bir yazısında “Birkaç İyi Adam” adlı Amerikan filmine atıfta bulunarak bu bilgileri “ordu içindeki birkaç iyi kişi”nin sızdırdığını söylemişti ancak bu açıklamanın tam olarak tatminkâr olduğu söylenemez. Bu derece üst seviyede kritik bilgi ve belgelerin sistemli bir şekilde sızdırılması “birkaç kişi”den ziyade “birkaç odak”ın söz konusu olabileceğini düşündürtüyor.
Bu noktada birçok spekülasyon yapıldı, daha da yapılacağa benziyor. Bu tartışmalara katkıda bulunmak için, ne zamandır polisi zor durumda bırakacak herhangi bir gizli belgenin, örneğin Hrant Dink Davası’ndaki “devlet sırrı 76 sayfa”nın medyaya sızdırılmadığını hatırlatalım.
Ruşen Çakır
http://www9.vatanim.com.tr/haberdetay.asp?tarih=11.11.2007&Newsid=203845&Categoryid=4&wid=73
Aşırı tepki
Orgeneral Başbuğ’dan dün bilgi içerikli bir açıklama bekliyorduk ama öyle olmadı.
Tepki içerikli bir ihtar çekti medyaya!
“Hizaya gel” türü bir komutu işittik.
Aktütün sınır karakolunda 17 askerimizin şehit olduğu saldırı öncesi Genelkurmay’a gönderilen istihbarat raporlarının Taraf Gazetesi’nce yayınlanması, evet tereddütler yaratmıştı.
Birçok vatandaşın kafasında “Acaba çocuklarımız ziyan mı oldu?” sorusu uyanmıştı.
Böyle soruları cevapsız bırakmayacağına beslediğimiz inançla Genelkurmay Başkanı’nın yapacağı önceden haber verilen açıklamasını merakla bekledik.
Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Hasan Iğsız bu şüphelerin yersizliğini ayrıntılarıyla medyaya on gün önce açıklamıştı zaten. Orgeneral Başbuğ yeteri kadar farkedilmemiş o bilgilerin altını çizerek beklenen cevapları verir “Daha ayrıntılı tespitleri, soruşturma tamamlanınca size aktarırım” diyebilirdi.
Çünkü Orgeneral Iğsız, alınan istihbarat bilgileri ışığında hazırlık yapıldığını ve o sayede karakolun baskına uğramadığını on gün öncesinden söylemişti.
En önemli iki sebep
O brifingi dikkatle izleyenler, saldırı hazırlığının tespitinden sonra harekete geçen birliklerimizin bölücü örgütü çatışmaya mecbur bıraktığını öğrenmişlerdi.
Nitekim Orgeneral Başbuğ da dün Aktütün karakolunun güvenliğini sağlayan Bayraktepe’ye yönelik saldırının terör örgütü açısından bir “intihar saldırısı” sonucu doğurduğunu belirtmiştir.
Fakat bunu niçin hedefi genişletilmiş bir suçlama eşliğinde ve asabi bir tonla söylemiştir anlamak zor.
Bir komutan, düşük yoğunluklu da olsa savaş içindeki ordusunun moralini her daim üst seviyede tutmak zorundadır.
Doğru ama adaletli davranmak da görevi değil mi?
Belli ki tepki iki sebebe dayanıyor.
1. Gizli istihbarat raporlarının Genelkurmay’dan sızması
2. Bu raporların halkta güvensizlik uyandıran abartılı sunuş biçimi ve yorumlar eşliğinde halka yansıtılması...
Önce mıntıka temizliği
Genelkurmay Başkanı, medyanın doğru olduğuna inandığı bilgiyi, yasal engel yoksa her yerde değerlendirdiğini, bizde de değerlendireceğini kabul etmelidir.
Bunu önlemenin yolu, o bilgileri kullananları “terör örgütünü başarılı gibi gösterme” yanlışına düşmüş kişiler olarak damgalamak ve “akan ve akacak olan her damla kanın sorumluluğuna ortak” olacaklarını söyleyerek baskı altına almaya çalışmak değil, gizli raporların sızmasına mani olmaktır.
Bilgiyi sızdıranı değil de yayanı baskılamak, yanlış hedefe ateş etmektir.
Orgeneral Başbuğ düşmanı dışarda değil içerde aramalı, gizli belgelerin giderek daha sıklıkla sızdığını görerek buna önlem almalıdır.
Bu gerçekleştiği zaman her şeyin yoluna gireceğini herkes görecektir.
Orgeneral Başbuğ dünkü açıklamasını şu sözlerle bitirdi:
“Herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum!”
Demokratik bir ülkede herkes zaten “doğru” olduğuna inandığı yerde durur.
Kimse tedirginliğe itilmemelidir.
Böyle bir uyarıyı adresi belirtilmemiş bir çağrı olarak yapmak, askerine güvenmeyi gelenek haline getirmiş bu ulusa haksızlık olur katil sürüsüne de hiç hak etmedikleri bir övünme sebebi verir.
Komutanın hassasiyetlerine saygı gösteriyor fakat üslubuna itiraz ediyorum.
Güngör Mengi
http://www9.vatanim.com.tr/haberdetay.asp?tarih=11.11.2007&Newsid=203807&Categoryid=4&wid=2
Kuralsız değil, “korkusuz” demokrasi!
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ Aktütün’le ilgili yayınlara ve sorulara karşı sert bir açıklama yaptı.
Ordunun “çekirge gibi dağlara yayılan terör örgütüyle” zor bir mücadele içinde olduğunu biliyoruz. Yapılan eleştiriler ve sorular belki TSK için gerçekten bir ölçüde yıpratıcıdır, bu yıpranmayı 4 gözle bekleyenler olduğu da biliniyor.
Türk toplumu bunları ayırabilir ve ordusuna sahip çıkar, onun yıpranmasına göz yummaz ama... Ama Dağlıca saldırısı ve orada verdiğimiz şehitlerden sonra, Irak’ın Kuzey’ine yapılan operasyondan sonra bir yanda hükümetin ABD’ye tümüyle bağlı dış politikası, bu nedenle Talabani ve Barzani’nin neredeyse Türkiye’yle alay eder gibi ikili oyunları, arkasından Aktütün saldırısı milletin sabrını taşırdı artık... Ordunun da bunu görmesi gerekiyor.
Başbuğ’un dediği gibi “Terör örgütünün saldırısı intihar eyleminden farksız” olabilir. Böyle olsa bile halk ve medya kendi topraklarımızda birliklerimizin -hele de bir gün önceden teröristlerin izlendiği Genelkurmay 2. Başkanı Iğsız tarafından açıklandığına göre- duruma hakim olmasını ve 17 şehit verilmesinin önlenmesini beklemekte tamamen haksız mıdır?
Bayraktepe’de şehit düşen askerlerimizin kahramanlığından kimsenin şüphesi yok, olamaz da ama gazetelerde kare kare verilen fotoğraflar, Genelkurmay’ın, Jandarma Komutanlığı’nın “baskın hakkında çok önceden bilgiye sahip olduğu” iddiaları, öfkelenmek ve “bu bilgileri sızdıranlar, kullananlar hakkında adli işlem başlatıldı” demek yerine sükunetle iddiaları cevaplamak daha doğru değil miydi?
Aynı olay İngiltere’de, Fransa’da, ABD’de olsa medya bunları tartışmayacak mıydı?
Evet şimdi gözler iktidarla ilgili dünyada benzeri görülmemiş yolsuzluklardan ve hükümetten beklenen cevaplardan teröre, orduya yöneltilmiştir doğru. Ama hiç değilse ordu, iktidardan farklı akılcı, net ve toplumu rahatlatan bir tutum içinde olamaz mıydı?
Onların medyaya uyguladığı düşmanca baskı yetmiyormuş gibi bir de TSK’nın sert ve tavizsiz karşı tavır alması gerekli mi?
Demokrasilerde hoşa gitmeyen yayınlar da olabilir, farklı hesaplar içinde yayınlar da... Bu durumlarda bile kurumların toplumsal barış havasını, sükuneti elden bırakmamaları gerekir.
TSK soru işaretlerini muhtıra verir gibi değil, bu hava içinde cevaplamaya dikkat etmelidir.
Ruhat Mengi
http://www9.vatanim.com.tr/haberdetay.asp?tarih=11.11.2007&Newsid=203812&Categoryid=4&wid=4
Kime kızmalı?
GENELKURMAY Başkanı Org. İlker Başbuğ’un dünkü asabi ifadeli açıklaması bize 1970’li yılların meşhur "Pentagon Belgeleri" olayını anımsattı.
O belgelere gelmeden önce Sayın Başbuğ’un dün Balıkesir’de yanına Kara ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı’nı alarak yaptığı konuşmayı birlikte okuyalım:
"İlk önce şunu herkesin iyi anlamasını istiyorum. Bayraktepe’de meydana gelen olay, bölücü terör örgütü açısından adeta bir intihar saldırısıdır. Bunu açın okuyun, öğrenin. Bayraktepe’de, çarpışan askerlerimiz açısından ise daha önce de ifade edildiği gibi bu bir kahramanlık destanıdır.
Değerli basın mensupları,
Olayın hemen akabinde, her zaman olduğu gibi, olayın bütün boyutlarının incelenmesi görevi Kara Kuvvetleri Komutanı tarafından, İkinci Ordu Komutanı’na verilmiştir. Kendine güvenen bütün kurumlar gibi, -ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kendine olan güveni tamdır- bu incelemenin sonuçlanmasını müteakip, elbette kamuoyuyla paylaşılması gereken hususlar kamuoyuna bilgi olarak verilecektir.
Ayrıca bu konulara ilişkin bilgileri sızdıranlar ve bu gizli bilgileri kullananlar hakkında da adli işlemler başlatılmıştır.
Şimdi şu söyleyeceğim hususa dikkatinizi çekmek istiyorum:
Bütün bunlara rağmen, bölücü terör örgütünün yaptığı eylemleri, altını çiziyorum başarılı gibi gösterenler, tekrar ifade ediyorum başarılı gibi gösterenler, akan ve akacak olan her damla kanın sorumluluğuna ortak olurlar. Bunu herkesin iyi anlamasını istiyorum."
Bu tepkiye özellikle Taraf Gazetesi’nin son Aktütün baskını olayı ile ilgili yayınlarının sebep olduğu anlaşılıyor.
Gazete, baskının önceden bilindiği halde gerekli önlemlerin zamanında alınmadığı mesajını içeren haberler ve daha da önemlisi, üzerinde "Gizli" olduğu yazılı askeri haberleşme belgeleri yayınlamıştı. Buna ek olarak adını vermek istemediğimiz iki ayrı gazetenin Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmayı amaçladığı izlenimini veren sistemli yayınları da yukarıdaki sözlerin söylenmesine yol açmış olabilir.
Sayın Başbuğ’un başında bulunduğu kurumu her koşulda savunması elbette hakkıdır, görevidir. Yasaları çiğneyen yayınlar nedeniyle yargıyı tahrik etmesine de saygı ile bakılır. Ama nasıl sivil politikacılara, özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan’a anımsatmak zorunda kalıyorsak, Sayın Başbuğ’a da söylemek zorundayız:
"Gazetecinin verdiği haber gerçek ise, gazeteciden davacı olmak çıkar yol değildir. Çıkar yollardan biri, sözü edilen gerçek -özellikle kötü bir gerçek ise- onun değişmesi, düzelmesi ve tüm çabanın bu yönde olmasıdır. İkinci yol da gazeteciye değil o bilgi gerçekten devlet sırrı türünden ise, bunu medyaya verene fatura çıkarmaktır."
Yeri gelmişken yukarıda değindiğimiz olayı özetleyelim:
ABD hükümetinin Vietnam savaşı ile ilgili planlarını, izlediği ve izleyeceği politikaları içeren "Gizli" damgalı bir rapor 1971 yılında The New York Times Gazetesi tarafından yayınlanınca ABD’de kıyamet koptu. Başkan Richard Nixon’un emriyle gazete ve ilgili muhabir hakkında dava açıldı. Ama uzun süren hukuk kavgasını The New York Times kazandı. Böylece kusuru "gazetecide" değil, "kendi kurumunda" aramak gerektiği tartışmasız şekilde kabul edildi.
Oktay EKŞİ
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/10133324.asp?yazarid=1&gid=61&sz=87585
Ev kadınları bile tepki gösteriyor
Taraf gazetesi geçen gün Aktütün saldırısıyla ilgili bazı önemli belge ve görüntüler açıkladı. Bu verilere göre saldırı bir ay önceden beri, militanların adları dahil biliniyordu.
Ancak gereken tedbirler alınmamıştı. Sonucu biliyoruz: 17 şehit ve yaralılar.
Habere çeşitli tepkiler geldi. En dikkate değeri hiç kuşkusuz Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un yaptığı açıklamaydı.
8 Orduda Gruplaşma Var: Özellikle son bir yılda TSK'den çok sayıda belge sızdı. Bu belgelerin bir kısmı toplumu rahatsız edecek nitelikteydi: Fişlemeler, psikolojik operasyon planları, andıçlama faaliyetleri.
Taraf'ta yayınlanan son belge ise PKK ile mücadelenin, kamuoyuna söylendiği gibi olmadığını gösteriyordu. Komutanların açıklamaları ile belgelerde yazılanlar ve görünenler çelişiyordu.
Bütün bunlar TSK'de " en az " iki grup olduğunu gösteriyor. Bir grup " toplum ve siyaset mühendisliği " yapmaya çalışıyor, diğer grup bunu deşifre ediyor.
-Niye Sinirliydi: Org. Başbuğ, belgeleri yayınlayan Taraf'a ve eleştirilere kızıyor. Ama bence onu asıl sinirlendiren, teşkilata hakim olamamak.
Yukarıda sözünü ettiğim gruplaşma engellenebilmiş değil. Başbuğ'un açıklamasını, sadece "bize" değil, " kendi kamuoyuna " da yapılmış bir uyarı ve "teessüf" ifadesi diye de okumak gerek.
-Yanlış Hedef: Org. Başbuğ dünkü açıklamasında, genel olarak medyaya, özel olarak da (isim vermeden) Taraf'a yüklendi. İyi ama ordudan sızan belgelerin sorumlusu medya değil ki! Gazeteciler hırsızlık yapmıyor. Kendilerine ulaşan belgeleri yayınlıyor.
Not: Başbuğ herhalde en çok, Aktütün belgelerinden dün hiç söz etmeyen Hürriyet gazetesini seviyordur.
-İnternet Çağını Kavramamış: Bir gazeteyi suçlamak işin kolay yönü. Eğer Taraf olmasaydı bu belgeler internetten yayınlanırdı.
Not: Bu satırları yazmadan önce PKK militanlarının hazırlıklarını ve Aktütün/Bayraktepe saldırısını internetten izledim.
Ve hatırlatırım: Resmi verilere göre, şu anda Türkiye'de 16 milyon internet kullanıcısı var!
-Bürokrat 'Teknik' Açıklama Yapar: Hangi statüde olursa olsun, bir bürokrat kamuoyuna " teknik " düzeyde açıklama yapar.
Yani: Yayınlanan belgeler gerçek mi, değil mi? "Teknik" açıklama bu sorunun cevabını vermektir.
Org. Başbuğ ise suçlamayı ve tehdit etmeyi seçti. Bu da belgelerin gerçekliğini " dolaylı olarak kabul ettiğini " gösteriyor.
-Kıssadan Hisse: Türkiye eski Türkiye değil. İletişim araçlarının gelişmesi, okuryazarlığın artması, orta sınıflaşma, dünyaya açılma gibi etkenler, mevki makam sahiplerinin her dediğini kabul etme anlayışını değiştirdi.
İnsanlar sorguluyor! ' En pasif kesim' sanılan ev kadınları dahi internet ve cep telefonu aracılığıyla tepkilerini dile getiriyor.
" Vatan için ölmeye hazırım " diyenler bir şart koşuyor: " Ama komutanların doğru yaptığına, samimi olduklarına inanmam gerek. "
O halde kurumların da otoriter zihniyeti terk etmesi gerek. Devir, bağırıp çağırma devri değil.
EMRE AKÖZ
http://www.sabah.com.tr/akoz.html
Sorun "Bilgi sızması" değil de istihbaratta çok başlılık ve uyumsuzluk mu?
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un, basında yer alan TSK'ya dönük eleştirilere ve haberlere öfkelenmesi ne kadar doğalsa, basının bu eleştirileri ve haberleri yapması da o kadar doğaldır.
Bütün dünyada böyle durumlarda bu tablo çıkar ortaya.
Nitekim Genelkurmay Başkanı da şu söylemle bunu ifade etti dün:
-Bu tip saldırılar karşısında -ki bu saldırılar doğru bilgiye dayanmayan sınırlarını aşan eleştirilerdir- her ordunun vereceği cevap bellidir ve bu husus bütün ordular için de geçerlidir.
Şeffaflığın ve basın özgürlüğünün simge ülkesi olan ABD'de bile bu böyle oluyor.
Hatırlayın "Çok gizli" (Top Secret) damgalı "Pentagon Papers" adı verilen belgeler The New York Times'da (1971) yayınlandığı zaman olanları...
Bu gizli belgeleri sızdıran Ellsberg de, yayınlayan Sheean da, polisle adliye arasında sürünmüşlerdi. Bu belgeler kamuoyuna açıklananlarla, gerçekler arasındaki uyumsuzlukları ortaya koyuyordu.
Bize dönersek...
Orgeneral Başbuğ'un öfkesine sebep olan yayın, Taraf gazetesinin Aktütün baskını ile ilgi olarak önceki gün yayınladığı fotoğraflar ve bunlara ilişkin haberlerdir.
Bilgi sızdıranlar
Genelkurmay Başkanı'nın tepkisi de şu cümleler içinde ifade edilmiştir:
-Bayraktepe'de meydana gelen olay bölücü terör örgütü açısından adeta bir intihar saldırısıdır. Bunu açın okuyun öğrenin. Bayraktepe'de çalışan çarpışan askerlerimiz açısından daha önce de ifade edildiği gibi bu bir kahramanlık destanıdır.
-Olayın hemen akabinde, her zaman olduğu gibi olayın tüm boyutlarının incelenmesi görevi Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından 2. Ordu Komutanı'na verilmiştir. Kendine güveni olan bütün kurumlar gibi -ki TSK'nın kendine güveni tamdır-, bu incelemenin sonuçlanmasını müteakip elbette kamuoyu ile paylaşılması gereken hususlar bilgi olarak verilecektir.
-Ayrıca bu konulara ilişkin bilgileri sızdıranlar ve bu gizli bilgileri kullananlar hakkında da adli işlemler başlatılmıştır.
-Bütün bunlara rağmen bölücü terör örgütünün yaptığı eylemleri, altını çiziyorum "başarılı gibi gösterenler", tekrar ifade ediyorum başarılı gibi gösterenler akan ve akacak olan her damla kanın sorumluluğuna ortak olurlar.
Bu noktada "Kim haklı" arayışına girmek, kanımızca en son başvurulacak yöntem olmalı.
Basının görevi gerçekleri yansıtmak, Genelkurmay Başkanı'nın görevi de TSK'nın gücünü ve itibarını korumaktır.
Aktütün bilgileri
Taraf gazetesinde yayınlanan Aktütün'le ilgili fotoğraflara ve haberlere gelince...
Burada sorunun "Bu konulara ilişkin bilgileri sızdıranlar ve bu gizli bilgileri kullananlar" dan ibaret olduğunu kabullenmek pek mümkün değil.
Ortada ciddi bir "İstihbarat sorunu" olduğunu galiba kabullenmemiz gerekiyor.
Devletin çeşitli istihbarat birimleri arasında hangi düzeyde işbirliği ve eşgüdüm olduğu sorusu, bu noktada mutlaka gündeme getirilmelidir.
Çünkü Güneydoğu'daki terörle mücadelenin özünde istihbarat faaliyetleri vardır.
Anlaşıldığına göre söz konusu istihbarat, bir bölüm birimler tarafından diğerleri ile paylaşılmamaktadır. Örneğin Taraf'ta yayınlanan bilgilerin, bu bilgilere sahip birim tarafından baskın öncesinde mesela Başbakan'ın önüne getirilip getirilmediği bilinmiyor.
Yine ABD'yi hatırlayalım.
2001 Eylülünde El Kaide'nin ABD'yi hedef alan terörist saldırısının, bölük pörçük daha önce çeşitli istihbarat kurumları tarafından bilindiği ve bunlar arasında koordinasyon ve işbirliği olmadığı için, saldırının önlenemediği çok yazıldı.
Nitekim daha sonra bir yeni kurum bu istihbaratı eşgüdüme sokmak için kuruldu.
Özetle Genelkurmay İstihbaratı ile MİT, Emniyet İstihbaratı ile (varsa) JİTEM, birbirlerinin rakibi değildir.
Daha doğrusu bu böyle olmamalıdır...
Yani mesele "Sızıntı" değil "Eşgüdümsüzlük" tür.
MEHMET BARLAS
http://www.sabah.com.tr/barlas.html
Bir tuhaf...
Eğer varsa... Bir ihmal, gaflet veya ihanet mi mühim, yoksa bunun dışarıya sızdırılması mı mühim?
Zaten farketmiyor.
Birincisi felâket, ikincisi rezalet.
Bu durumda Gazeteci ne yapsın?
***
Ortada bir tuhaflık olduğu muhakkak.
Hatırlarsanız 17 şehit verdiğimiz gün, seyahatini iptal eden Cumhurbaşkanı, çok çarpıcı bir laf etti.
Dedi ki:
- Yardım ve yataklık edenlerin hepsi hesap verecek.
Kimse üzerinde durmadı. Çünkü ve galiba, Barzani’yi, Talabani’yi kastediyor gibi algılandı.
Ben öyle algılamadım. Barzani’den ve Talabani’den hesap sorulmayacağını biliyorum. Bilakis, onları diplomasi yoluyla şerefyâb’ediyoruz.
***
Bana göre Cumhurbaşkanı ya bir koku almıştı ya da bir istihbarat... Neticede Başkomutandı.
O gün bir yazı yazdım.
Kelimeleri titizlikle seçerek yazdığımı hatırlıyorum.
Ordu’yu rahatsız etmeyecek biçimde şunu sordum:
- Sayın Gül’ün bildiği bir şey mi var?
Çünkü o demeci verirken, yüzündeki ifade ayrıca düşündürdü beni.
Bir de şunu sordum:
- Ne demek yataklık? Bizim içimizden böyle insanlar çıkar mı?
Sonra da meselenin üstüne kapandım, “ihanet eden varsa bile lânet olsun, öğrenmek istemiyorum, devlet sırrı olarak sizde kalsın” deyip noktayı koydum.
***
Hiç ses çıkmadı.
Halbuki Cumhurbaşkanı bunu mesele yapar ve sözlerine mutlaka bir açıklık getirirdi. Bilirim ki Çankaya bu konularda titizdir.
Öyle bir şey olmadı.
Sonra da Taraf Gazetesi’nin yayını patladı işte.
Şimdi Orgeneral Başbuğ ne diyor:
- Olay’ın bütün boyutları Kara Kuvvetleri Komutanı tarafından incelenmektedir.
İncelenen nedir?
Fazla uzatmayayım.
Bu yazının 1’inci paragrafını tekrar okuyun.
***
Son söz: Sonuç ne olursa olsun, Ordu’ya güvenimiz sarsılmaz ve asla tükenmez.
İşini kötü yapan insanlar her meslekte vardır. Üstelik bu Türkiye, hainler cenneti’dir.
Rauf TAMER
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/10132235.asp?yazarid=183&gid=61&sz=35327
Divan-ı Harp
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın davetlisi olarak Frankfurt’tayım...
Gecenin ileri saatleri...
Türkiye’nin onur konuğu olduğu dünyanın en büyük kitap fuarının resmi açılışı bitmiş...
Gece, Opera’daki ‘Yunus Emre Oratoryosu’ dinlenmiş...Hatta biz dışarıda oturarak bir şeyler de atıştırmışız...Son olarak, otelde Ertuğrul Günay’la günün son değerlendirmesine yönelik kısa bir ahbaplık da söz konusu...
* * *
Bizler için, Frankfurt Kitap Fuarı’nın o koca salonundaki açılış konuşmaları önemli olmalı...
Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, Türkiye olmadan AB’nin entegrasyonunun sağlanamayacağını söylüyor... Eğer, hükümet açısından hala öyle bir süreç kaldıysa, AB sürecinde Türkiye lehine açık bir ağırlık koyuyor...
Orhan Pamuk ise konuşmasında önce TCK 301. maddeyi, daha sonra da Türkiye’de hala youtube yasağının sürmesini eleştiriyor:
‘Son yüzyılda kitapları yasaklamak, yakmak, yazarları öldürmek, hapse atmak, onları vatan haini ilan edip sürgüne yollamak, basında hep bir ağızdan yazarları aşağılamak, Türk kültürünü zenginleştirmedi, tam tersine fakirleştirdi. Devletin yazar ve kitap cezalandırma alışkanlığı hala devam ediyor. Benim gibi pek çok yazarı susturmak, sindirmek için kullanılan TCK’nın 301. maddesi yüzünden yüzlerce yazar ve gazeteci şu anda mahkemelerde yargılanıyor, mahkûm oluyor.’
Son konuşmacı olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise Orhan Pamuk’u selamlıyor...
Ama ben oralarda değilim...
* * *
Gecenin bir yarısı olmasına rağmen aklım Taraf Gazetesi’nin haberinde...
Almanya’ya gelirken yolda Taraf Gazetesi’nin, ‘Aktütün’ü İtiraf Edin Demiştik. Biz Açıklıyoruz’ başlığı ile duyurduğu manşet haberiyle sarsılıyorum...
Haberde, Genelkurmay Başkanlığı’nın 17 askerin şehit olduğu Aktütün Karakolu baskınını önceden ayrıntılarıyla bildiği ileri sürülüyor...
Saldırıdan bir ay önce, 5 Eylül 2008’de, 80 kişilik bir PKK’lı grubun koordinatları ile net görüntülerinin tespit edildiği belirtiliyor.
‘Bu hareketlilikle ilgili olarak GES (Genelkurmay Elektronik Sistemler) Komutanlığı, bölgedeki dinleme ve istihbarat birimlerinden gelen günlük raporlarla Genelkurmay’ı ve komutanlıkları sürekli uyardı’ deniliyor...
Haberde ayrıca, istihbarat raporunda, bölücü örgütün kadın liderlerinden Habat’ın yeni bir saldırı için bölgeye döndüğüne ilişkin bilgilerin yer aldığı kaydediliyor...
Ve bazı belgeler yayınlanıyor...
Kısacası, söylenenler doğru ise, insanlarımızı bile bile, göz göre göre yitiriyoruz...
İnsan, dehşetinden ürperiyor...
* * *
Gece yarısı üç gibi Genelkurmay’ın web sitesine bakıyorum...
Birkaç saat uyuyup, yazının başına oturmadan gene aynı şeyi tekrarlıyorum...
Henüz bir açıklama yok...
Haberde söylenenler doğru ise, bu nedir?
* * *
Belirli yönetim odakları ‘Kürt Sorunu’ konusunda insanlarımızı feda ederek, yeni demokratik açılımları mı önlüyor acaba?
Çünkü Aktütün olmasa, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün farklı bir yaklaşımı söz konusu olabilecekti... Ama bu baskın bütün havayı değiştiriyor.
Nitekim Abdullah Gül, Türk müteahhitlerin yaptığı Kuzey Irak’taki yeni hava limanı inşaatının açılışına gidemiyor...
Konu olduğu gibi askere havale edilmiş halde kalıyor... Baskınları bilerek önlememek buna mı yarıyor?
* * *
Son zamanlarda Genelkurmay’dan çelişkili açıklamalar var...
Kuvvet Komutanı ‘baskını duydum, gerekeni yaptım’ mı diyor, hemen bir açıklama ‘hayır duymadı, akşamüstü haberi oldu’ yalanlamasını patlatıyor...
Biri ‘para yok, karakolları onaramıyoruz ‘ mu dedi, diğeri anında topa girerek ‘para sorunumuz yok’ açıklamasını yapıyor...
Dayanışma içinde görünmeyen bir yönetim anlayışı var.
Zaten ürpertici haberin, belki de insanı bir nebze de olsa rahatlatan tek yanı, bunları benimsemeyenlerin olup biteni kamuoyuyla paylaşma isteği...
Ama olayı anlamak da sindirmek de kolay değil... Çünkü eğer bunlar doğruysa, askeri inisiyatifi kaybetmemek ve tüm çözümleri önlemek için insanların ölümü pahasına bile bile saldırıyı önlememek, tam Divan-ı Harp’lik bir suç.
* * *
Yazıyı bitiriyorum ama içim rahat değil...
Taraf’ın haberindeki iddianın yaşandığı bir ülkede olmak bir yana, haberi okumuş olmak bile çok huzursuz ediyor...
Biraz sonra Hazineden sorumlu devlet bakanı Mehmet Şimşek’in de katılacağı bir bölümde ‘Küresel İşbirlikleri İçin Yeni Seçenekler, Beklentiler’ başlıklı bir panel yöneteceğim...
Beklenti mi?
Adam gibi bir Türkiye...
Aktütün’ün bilinip de önlenmediği iddiasıyla çalkalanan bir ülkede, ‘adam gibi bir Türkiye’ çok uzak...
Genelkurmay Başkanı’nın televizyon ekranına yansıyan o öfkeli ve tehditkar konuşması, Aktütün konusunda herkesi susturmaya çalışırken bu konuda tek satır açıklama yapmaması ise kuşkuları ve ümitsizliği daha da artırıyor.
Yeryüzü dünyanın kitap cennetinde beyinsel olarak gıdalanırken, biz ‘askeri cumhuriyet’ kışlasında ömür tüketiyoruz...
Ve bu hiç bitmiyor... Hiç bitmiyor...
Mehmet ALTAN
http://www.stargazete.com/gazete/yazar/mehmet-altan.htm
sonuç olarak;
Bütün gazetelerde aynı tepkiyi gösteren köşe yazarlarının yazılarını bulmanız mümkün.biraz araştırma yaparak daha pek çok yazı bulabilirsiniz.
ancak bekir coşkunun köşe yazısını koyanlar nedense oktay ekşi nin yazısını unutmuş görmemiş veya maksatlı olarak gizlemiş.ozaman sizin neye hizmet ettiğiniz gayet açık.siz doğrulardan taraf değilsiniz demekki.bizim gibi düşünenler herşeyi yapmakta serbest olsun ,bizim gibi düşünmeyenleri (ki buna bile tahammülünüz yok)susturalım ,içeri atalım ya da sınırdışı edelim en son çözüm yokedelim.bunların hepsi zamanında denendi ve hiçbir sonuç alınamadı.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana bu memlekette sukunet ortamı sağlanmak için gariban kesimin her türlü hakkı gasp edilmiş ve hiçbir zaman kendi kendini yönetme erki bu memlekete verilmemiştir.
sürekli olarak 'dayatmacı' politika benimsenmiş ancak her seferinde de sonu hüsranla sonuçlanış ve dayatmalar yine dayatanlar tarafından kaldırılmıştır.çünkü onların sözünün dışında bir dayatmanın kaldırılması bu memleketin yönetimine müdahale edilmesi için en haklı sebeptir.
çoğunluk olmanız birşey ifade etmez ;davulun yükünü siz çekin biz çomak ını taşırız.''siz istediğiniz kadar çalışın çabalayın ama sesi çıkaran biz olacağız'' mantığının son zamanlarda tutmamaya başlamasına karşı çığlıklar yükselmeye başladı.
eskiden konuşulmasına cesaret dahi edilemeyen konuları konuşmaya başladık.bu da bir gelişmedir.
'her kafadan bir ses çıkıyor'ya da 'yahu durduk yerde icat çıkarma' veya 'eski köye yeni adet getirme' gibi sözler hep bizim şimdiye kadar bastırılmış fikir ürünlerimizin ya da bastırmak zorunda kalan ve aklımızı verimli kullanmamamız için bizleri şartlandıranların mahsülüdür.
ama artık eski köye yeni adet getirmemiz gerektiği gün gibi ortadadır.çünkü eski kanıksanmış geleneklerimizle ilerliyemeyeceğimizi anladık yani tıkandık.
ozaman yeni açılımlar yapmamız şart.eleştirilemeyeni eleşetirebilmek,gösterilmeyeni görmek, bilinmesi gerekeni açığa çıkarmak lüzumiyetini hepimizin içten içe istediği açık ve nettir.
bu konunun savunduğunuz görüşle(sosyalist ,kaptialist,kominist,cumhuriyetçi ,muhafazakar vs...)veya taraf olduğunuz kurumla alakalı olmadığını görme zamanındır.
doğrudan ve doğruluktan uzaklaşmamak dileğiyle...