Bu konuyu okuyanlar

Mtn S

Müdavim
Emektar
Katılım
16 Ocak 2017
Mesajlar
23,310
Reaksiyon puanı
15,299
Puanları
113
  • Gerçek dünyada insani değerlerin yitimine katlanamayanlar "deli" kabul edilirken insani köklerinden kopmuş olanlar "normal" olarak onay bulur. Ancak bir insanın "gerçekle ilişkisi" ruhsal hastalığını ya da sağlıklığını saptamak için tek ölçüt değildir, aksine çaresizlik gibi insani duyguların, empati gibi insani algılamaların ve coşku gibi yaşama insani katılışların ne ölçüde mümkün olduğunu veya ayıklanmış olduğunu sormak gerekir.
  • Kişi, kendi içiyle olan ilgisini ve bağını yitirdiyse artık ancak çarpıtılmış bir kendiliğe, dış dünyanın hoşuna gidecek belli davranış ve duygu durumlarına uygun bir görüntüye yaslanabilir. Bu kişinin iç dünyasını dış dünyayla etkileşimini kopartır, kendi eyleminin sorumluluğunu duymanın yerini, tabi olma ve uzlaşma alır. Bu bir kendine ihanet eylemdir, kişi kendi tabi oluşunda ama çok ama az bilinçle etkin olduğundan yaşam boyu süren bir kendilik nefreti oluşur. Böyle bir gelişimin dehşet verici yanı, kendi canlılğını hissetmenin ancak yıkım yoluyla mümkün olmasıdır.
  • Korkulası olan, gülümseyen bir ifadenin ardına daha sık gizlenir ve görünüşte saygılı bir tutumun dostça ifadesi gibi kendni gösterir oldu. Bu nedenle zamanımızın asıl hastalığnı teşhis etmek daha da zorlaştı.
  • Yüreğin dili, insanın hem vermek hem almak istediği sevgi ve sıcaklığa duyulan derin gereksinmeden seslenir. Ama uygarlığımız bizi korkaklaştırdı ve kendimizi yaralanabilir hissettiğimizde utanca boğdu. Sahte gerçekliğin dili, insanı ihtiyaçlarının yükünden kurtarmayı vaat ederek bizi artık kendi algılayışlarımıza güvenemeyecek hale getiriyor. Yarılmayı, sözde bir gerçekliğin mantığına bağlanarak değil, aksine kendi duygudaşlık yetimizde, acıyı ve sevinci yaşama yetimizde ısrar ederek aşmak gerekir.
 
Üst