Müsade Özdemir Şiirleri

Menşure

Öğrenci
Katılım
19 Aralık 2011
Mesajlar
3
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Tarihin Bilincinde Tomurcuklanıyor Kuruyan Ağaçlarımız

yarasalar zorladılar mağaraların duvarlarını
sıyrıldılar kınından tepelerin ilahları oldular
okşadılar düşmanlık dağının şakaklarını

şarap sarhoşu sakallardan dökülüyordu kin
diziliyordu acımasızlık kehribar tespihine

merhametsiz bir imgeye takılıp kalıyordu parmaklar
kurumayan imzalarla bir neslin adı kurbana çıkıyordu
kalplere saplanıyordu keskin tırnaklar
ölümler sonsuzlaşıyordu

kıyılarını infazların süslediği ağızlarında kelle hesabına
isimler taşınırken çarmıhlara taş çehreler heykelleşiyordu
her gün biraz daha taşlaştılar
taşlaştıkça kamburlaştılar
kendi evrimini yaşadılar her cinayetten sonra

yok edişi desen desen giydiler
kökten kazımak isteyen ali kıran baş kesenler

kimdi neydi nereden geliyordu emdiği sütün damarı kimdeydi
bileyledi kılıcını yezit ok gürledi
inledi kerbela
gelmedi insafa kuru taş su vermedi

toprağından koparılmadan önceydi kökü derindeydi
adı İmam adı Cafer adı Hüseyin'di
öldü insan
öldürdü insan
paslanmış tarihlere gömüldü insan

Hallac-ı Mansur'u Nesimi' yi Bedreddin 'i asan
kadınları kızları cadı diye yakan
tekbir getirerek ağzının salyasıyla kin kusan insan

kazma kürek tahta sopa demir çubuk
kurşun yağdı oluk oluk
ve gaz -ve katran ne cam kaldı ne çerçeve ne de kapısı çarpıp duran
ırza geçti karın deşti kundak söktü
yerler kızıl-kan
adı Maraş adı Kahraman

karşı evde kardeşini komşu evde sırdaşını
eşini dostunu evini barkını yitirdi dayanağını
koptu salıncağın ipleri çocukların göğsünden
kırk yerinden parçalandı canı

fetva verdi sırt sıvazladı mehdilerin-imamların yazan kalemi
kin kustu salyalı dili
ne adınaydı kim içindi
basıp geçti kömürleşen çığlıkların üstünden
elhamdülillah dedi

bin kat daha çoğaldı yedi başlı ejderhanın alevi
her cüsse bir silah her düşünce bir mermi
canlar ölümün menzilindeydi

orası neresiydi o hangi şehirdi kara yeller esti sokaklarında
gözyaşı kana-kesti
kulağı sağırdı gözü kördü hiç kimse duymadı anaların iniltisini

taş yürekler neyi anlatır gözlerine bakınca
gül açar mı soluğunda
adı nedir
gazi midir katil midir Madımağın

sustular bedenlerin yangınına duman kokusuna
sustu yol yolak yağmurlara uzak topraklar sustu

gözleri karanlığa açılan pencere
çılgın korosu ile girdiler silip süpürmenin yörüngesine
rengarenk nefretler uçuştu putlarında
uzadı bacakları suçun

karanlığın çatlayan kabuğunda inanç bahçıvanları
ölümlerden ölüm beğendiren çağın kambur cellatları
budarken fidanları

varsın kazıya dursunlar
tarihin bilicinde tomurcuklanıyor kuruyan ağaçlarımız
bahçelerimiz ülke kadar büyük şimdi


Müsade Özdemir


--- Mesaj Güncellendi ---

Yokluğun Acımasızlığına Direniş


İncitilmiş bir çocuk gibi durduğuma bakmayın;
işçi doğmuşum, işçi yazılmışım kafa kağıdıma.
Elimdir- bileğimdir servetim, alnımın teri şerbetim.

Alabalık renginde akan çaylarda, gölbaşlarında,
söğüt dalı serinliğinde nefeslendirmişim ciğerlerimi.
Çiğ gibi yağan yoksulluğun içinde
kuru ekmeği ısırırken kaslarımın aldığı şekilden ibarettir yüzümün gördüğü gülümseme.

Şimdi film kurgusu hayatımla minder üstünde oturuyorum;
hala daracık patikalarda türküler çığıran
ve kapımı vakitli vakitsiz çalan komşularım var.
Gelgitler içinde yuvarlanıyorum.

Odalarım biraz sıkışık, küpler halindeler. Perdelerim hala patiska.
Çiğin dokunuşunu bekleyen duvarlarımda örümcek ağları var.
Okumam yazmam olmuş olmamış ne fark eder;
rüzgar kuzeyden esince anlıyorum güzün geleceğini, ağaçların yosunlarından anlıyorum rüzgarın kuzeyini.

Kıyamet ateşleri yanmıyorsa da ocağımda, öyle ağır misafirler nasip olmamışsa da; eşiğimdeki taş sertliğinden utanıp günbegün biraz daha kamburlaşıyor topraklı, gübreli, pençeli ayakların yorgunluğunda.
Zaman zaman tökezliyor ömrü törpülenmiş adımlarım.
Yine de yeşerip duruyorum kendi içimde.
Benimkisi sadece huysuz acı.
Ne özüm kara, ne gözüm kara.

Tepelerde çakallar donuk donuk ulurken mermeri eritiyordu yüreğimin ateşi.
Arpa tarlasında, ay ışığında sevdimdi.
Sevip de alamamak nedir bilenlerdenim,
bir gülün ta yüreğinden koparılıp çiğnenmesi nedir bilenlerdenim.

Anladığımda yokluğun acımasızlığını
üstüme kar yağmaya başladı, kara günler yağmaya başladı.
Körpe dallar kurudu ağacımda, kuşlar şakımasını kesti,
ıssız seneler kuruldu çorak belleğime, uçsuz bucaksız.

Hiçbir şey masum değildir artık .
Ellerim titrer gönülsüzce, bacaklarım çarpılır gönülsüzce.
Günlük aşımı pişiren o kıyamet ateşinden bir alaz kapıp
uykusuzluğumu, düşlerimi, heveslerimi
ve vefasız sevginin mektup destelerini yakmak geliyor içimden,
yaşanmamış öykülerimin müsveddelerini yakmak geliyor içimden.

Sahipsizlik baykuş gibi kondu dallarıma,
değmeden geçtim korkunun kurşun çemberinden,
neyim var neyim yok doldurdum kefenin ceplerine
ve darağacına astım kaderin umursamazlığını.

Hurdacıdan aldığım makası sallıyorum,
yeminim eğri büğrü parmakların üstüne.

Müsade Özdemir


--- Mesaj Güncellendi ---

Yokluğun Acımasızlığına Direniş


İncitilmiş bir çocuk gibi durduğuma bakmayın;
işçi doğmuşum, işçi yazılmışım kafa kağıdıma.
Elimdir- bileğimdir servetim, alnımın teri şerbetim.

Alabalık renginde akan çaylarda, gölbaşlarında,
söğüt dalı serinliğinde nefeslendirmişim ciğerlerimi.
Çiğ gibi yağan yoksulluğun içinde
kuru ekmeği ısırırken kaslarımın aldığı şekilden ibarettir yüzümün gördüğü gülümseme.

Şimdi film kurgusu hayatımla minder üstünde oturuyorum;
hala daracık patikalarda türküler çığıran
ve kapımı vakitli vakitsiz çalan komşularım var.
Gelgitler içinde yuvarlanıyorum.

Odalarım biraz sıkışık, küpler halindeler. Perdelerim hala patiska.
Çiğin dokunuşunu bekleyen duvarlarımda örümcek ağları var.
Okumam yazmam olmuş olmamış ne fark eder;
rüzgar kuzeyden esince anlıyorum güzün geleceğini, ağaçların yosunlarından anlıyorum rüzgarın kuzeyini.

Kıyamet ateşleri yanmıyorsa da ocağımda, öyle ağır misafirler nasip olmamışsa da; eşiğimdeki taş sertliğinden utanıp günbegün biraz daha kamburlaşıyor topraklı, gübreli, pençeli ayakların yorgunluğunda.
Zaman zaman tökezliyor ömrü törpülenmiş adımlarım.
Yine de yeşerip duruyorum kendi içimde.
Benimkisi sadece huysuz acı.
Ne özüm kara, ne gözüm kara.

Tepelerde çakallar donuk donuk ulurken mermeri eritiyordu yüreğimin ateşi.
Arpa tarlasında, ay ışığında sevdimdi.
Sevip de alamamak nedir bilenlerdenim,
bir gülün ta yüreğinden koparılıp çiğnenmesi nedir bilenlerdenim.

Anladığımda yokluğun acımasızlığını
üstüme kar yağmaya başladı, kara günler yağmaya başladı.
Körpe dallar kurudu ağacımda, kuşlar şakımasını kesti,
ıssız seneler kuruldu çorak belleğime, uçsuz bucaksız.

Hiçbir şey masum değildir artık .
Ellerim titrer gönülsüzce, bacaklarım çarpılır gönülsüzce.
Günlük aşımı pişiren o kıyamet ateşinden bir alaz kapıp
uykusuzluğumu, düşlerimi, heveslerimi
ve vefasız sevginin mektup destelerini yakmak geliyor içimden,
yaşanmamış öykülerimin müsveddelerini yakmak geliyor içimden.

Sahipsizlik baykuş gibi kondu dallarıma,
değmeden geçtim korkunun kurşun çemberinden,
neyim var neyim yok doldurdum kefenin ceplerine
ve darağacına astım kaderin umursamazlığını.

Hurdacıdan aldığım makası sallıyorum,
yeminim eğri büğrü parmakların üstüne.

Müsade Özdemir
 
Üst