Mount & Blade: Çöl Masalı - 5. Bölüm - Savaş Rüyası

Bu konuyu okuyanlar

Penetrator God

Doçent
Katılım
14 Ocak 2020
Mesajlar
864
Çözümler
1
Reaksiyon puanı
527
Puanları
93
Yaş
26

1621454152409.png
İncili Arwa'nın Resmi ve Sancağı


"Her şey bittiğinde vakit hala geceydi. Bir anda geldiler ve ne olduğunu anlayana kadar etrafımızı sarıp tepemize çöktüler. İşler kontrolden çıktı ve artık kaçmak ya da savaşmak bir seçenek değildi. Bir süre sonra ise gökyüzü kara bulutlarla kaplanmıştı. Ardından şiddetli bir sağanak yağmur başlamıştı. Evet çölde sağanak yağmur başlamıştı. Bu o kadar şaşırtıcı olmamalıydı. Yılın belli başlı zamanlarında topraklarımız yağmura doyardı fakat bu en fazla birkaç gün ya da hafta sürerdi. Sonrasında yılın kalanında kavurucu sıcaklık tepemizden eksilmezdi.

Artık inleyenlerin sesleri de kesilmişti ve kimse kımıldamıyordu. Yağmur bugün burada ölmüş olanların cansız bedenlerin üzerine dökülüyordu ve onların cesetlerindeki kılıç, mızrak, ok yaralarından boşalan kanlarla oluşmuş küçük gölcükleri temizliyordu. Suçumuz yoktu, hatta sebebini bile öğrenememiştik. Fakat neden başladığını bilmediğimiz mantıksız bir savaşın uğruna Ayn Assuadi halkı köy meydanını kendi kanlarıyla boyamıştı. Her şeye rağmen onurumuzu korumuştuk. Ancak yaşadığımız bu şeyin adı savaş değildi. Bizleri mezbahanelerde hiçbir şeyden haber olmadan bekleyen domuzlar gibi kıstırıp katletmişlerdi. İnanılmaz olan şey bu olayın komik tarafı birkaç saat önce köylülerime o cesaret verici o konuşmayı yapan ben ben değildim. Hatıralarımda ki o eski Ammar'ın benliği savaşın gerçek yüzüne şahit olunca yok olmuştu. Neyden bahsettiğini bilmeyen aptal bir çocuk gibi davranmıştım.

Meydanın ortasındaydım. Açık alanda yağmurdan ıslanmış bir şekilde yerde dizlerimin üstünde kan revan içinde yıkılmış duruyordum. Her şey hemen uyanmak istediğim bir kâbus gibiydi. Kirpiklerimdeki damlacıklar sanki göz kapaklarıma ağır gelmeye başlamıştı. Zorlanarak gözlerimi tekrar açmaya çalışıyordum ama gücüm yetmiyordu işte. Burnuma ağır toprak kokusuyla karışmış, çürümeye başlayan cesetlerin kokusu geliyordu ve bu silmek istediğim o katliamın görüntülerini gözümde canlandırıyordu. Ağır hareketlerle doğrulurken, sanki tonlarca ağırlıktaymış gibi hissediyordum. Nerede olduğumu hatırlamak için yorgun bakışlarımla etrafıma göz gezdirmeye çabaladım.

Atım Fırtına ile düşmanlarla çarpışırken ok ile vurulmuştum ve dengemi kaybederek yere düşmüştüm. Attan düşerken başımı büyük bir taşa çarparak ağır bir darbe almıştım. Bu yüzden tüm bunlar bana gerçek dışı geliyordu. Dramatik olarak üstüme yığılmış ölülerin arasında korunur vaziyette kalmıştım. Kendime geldiğimde ilk anda şok geçirmiştim. Bilincim yerinde değildi. Hayalle gerçek birbirine girmişti. Sonra okun saplandığı yer olan sağ kolumda hissettiğim acıyla irkildim. Bu beni azda olsa gerçekliğe getirip uyandırmıştı. Dehşet dolu gözlerle baktım yerdeki bedenlere tekrar ve tekrar. O birkaç saniyede gördüklerim bir insan ömrü gibi gelmişti bana. Kergit ve Rodok askerlerinin hain bakışlarla ve kahkahaları eşliğinde üzerimize yağdırdıkları okları hatırlamıştım. Bu adamlar benim evimi, ailemi ve komşularımı yani kısacası hayatımı yok etmişlerdi. Bu arada göz ardı ettiğim bir gerçek vardı; çok fazla kan kaybetmiştim. Bilincim tekrar gidecek gibi oluyordu.

Çocukken düşen yıldırımları izlemekten çok keyif alırdım. Bu durum söylediğim gibi nadir olduğundan dolayı yılın bu zamanını daha çok sever ve hep beklerdim. Köyde diğer çocuklar korkup saklanırken ben düşen yıldırımların seslerinde huzuru bulurdum. Yaratıcının kırbaçları gibi inerlerdi yeryüzüne. Fakat yıldırımları ilk defa bu kadar yakından görüyordum. Peş peşe köye çok yakın yerlere çarpıyordu ve yağmalanmış Ayn Assuadi köyünü karanlıkta kısa bir anlığına aydınlatıyordu. Meydanda dolaşmaya başlamıştım, tek tek herkesi bir faydası olacakmış gibi kontrol ettim; ama şu anda zaten ölmek üzere olduğumu bildiğim gibi hiçbirinin yaşamadığını da biliyordum.

Hayatım boyunca hiçbir şeye ağlamamıştım ne annemin ne de babamın ölümüne bile ama ilk defa yaşadığım bu denli tarifsiz çaresizlik duygusu beni hüngür hüngür ağlatmaya başlamıştı. Gözyaşlarımı tutamıyordum, onlara gark olmuş halde içlerinde boğuluyordum. İstemsizce titreyen bedenimi amaçsızca dolaştırmaya devam ettim. Görüşüm gözyaşlarımın damlalarından buğuluydu. Bir ormanın içine girmiştim. Üstüme gelen devasa ağaçlara çarpmama rağmen varılacak bir yeri olmayan yürüyüşümü sürdürdüm. Ayaklarıma ısrarla küçük dal parçaları dolanıyordu. Tüm bunlar güç bela sağladığım dengemi daha çok bozuyordu.

Birkaç adım aralıklarla yıkılıp kalıyordum. Kendimi çamura bulamış şekilde kontrolsüzce kaldırmaya çalışıyordum. Ölmek istemiyordum ama sadece İntikamımızı almadan ölmek istemiyordum. Bu yüzden son gücümle bana yardım edebilecek birilerini bulma umuduyla yaşama tutunmaya çalışıyordum. Nasıl başardığımı bilmiyordum ama ormanın ilerisindeki açıklığa çıkmıştım işte. Gözüme uçsuz bucaksız yeşillik alanlar ilişti. Bu alanın görüntüsü dünyada hala güzelliklerin olduğunu resmetmiş bir ressamın portresi gibiydi. Yakınlarda şehir ya da kasaba olabileceğini düşünüp sınırlarımı iyice zorlayarak sıklaştırdım adımlarımı. Gözlerimden ve yanaklarımdan aşağıya süzülen damlaların hala yağmur yağdığı için mi yoksa ağladığım için mi olduğunu anlayamıyordum.

Sonra ufukta hatlarını belirgin göremesem de büyük yapılar ilişti gözüme. Büyük surlar, kaleler ve çevrelerinde tarlalar olan büyük alana yayılmış bir yerdi. Fakat yağan yağmurla çamurlaşıp, ağırlaşan toprakta daha fazla ilerleyecek halim kalmamıştı. Yeni yeni doğmaya başlayan sabah güneşinin muhteşem manzarası, kapanan göz kapaklarımın ardında kaybolurken bayılmadan önce hissettiğim ve duyduğum son şey; yüzüstü düşerken beni iki koluyla tutup kendine çeken bir kızın sesiydi. Hiçliğe doğru ruhumu teslim ettiğim sırada bir mucize gerçekleşmişti.

Güneş ışıklarından yüzünü seçememiştim. Fakat sesinden bir kız olduğunu anlamıştım. Beni nasıl yaptıysa iki narin eliyle tutmuş, kollarını dolayarak kucaklayıp dizinin üstüne yatırmıştı. Gözyaşlarımla ona boş bir ifadeyle bakmaya çalışırken, yüz hatlarını bir türlü göremediğim için üzülüyordum. Ancak gözlerinin çok güzel olduğundan emindim. Kız en güzel bahçelerden toplanmış gül ve papatya çiçekleri gibi mis kokuyordu. Aniden rahatlatıcı bir duygunun bedenimin üzerinden ve sonrada içerisinden süzülerek aktığını hissetmeye başladım. Onun güzel kokulu kollarında bütün acılar ve sıkıntılar gitmişti. Yaşadığım onca kötü şey artık uzak ve unutulmuş birer anı kırıntılarıydı..."

Meydanı derin bir sessizlik bürümüştü. Kasabalılar benden duydukları sözlerle irkilip, bunları düşünmeye başlamışlardı. Fakat bu sessiz bekleyiş bütün bir gece sürdü. Farkında olmadan atımı bağladığım bir ağacın kenarında uyuyakalmıştım. Sabaha doğru gördüğüm korkunç kâbusların etkisiyle yeni güne gözlerimi açtım. Kendime gelmeye ve gördüğüm şeyleri yorumlamaya çalıştığım esnalarda, köyün içinden giderek yaklaşan tartışma seslerinin gürültüsüyle irkildim. Geceleyin kaçma taraftarı olan gençler ve yaşlıların yaklaşırken bana olan bakışlarında hak veren bir ifade görmüştüm. Aralarında üvey babamı gördüm ve onun bile kararlılığım karşısında sanki savaşma isteği gelmiş gibiydi.

Toplaşan kasabalılar çevik bir hamleyle silahlarını çektiler ve bana doğru uzattılar, sonra hep bir ağızdan:

“Buraya seninle birlikte ölmeye geldik.” dediler öfkeyle.

Beklenmedik bu destek karşısında, gördüğüm korkunç kâbusu hemen unutmuştum. Çünkü artık benim birlikte ölüme meydan okuyacak kadar cesur olan yüz kişi daha vardı arkamda. Siperler kurduk ve oraya adamları yerleştirdik. Rüyamda Ayn Assuadi köyünün yaşadığı felaketin gerçekleşmesine izin vermeyecektim. Doğduğum bu köyde, küçük ordumla beraber bir efsane yazacaktık.
 
Üst