Medeniyet fikri ve İstanbul'un şifreleri

Bu konuyu okuyanlar

Ottomanzo

Doçent
Katılım
25 Temmuz 2008
Mesajlar
746
Reaksiyon puanı
7
Puanları
0
Benzersiz bir medeniyetin çocuklarıyız: Avrupalıların hem birbirleriyle kıran kırana boğuştukları, hem de handiyse bütün kıtaları sömürgeleştirdikleri, mevcut medeniyetlerin kökünü kazıdıkları bir zaman diliminde; din, dil, kültür, etnisite ayırımı yapılmadığı için bütün farklılıkların farklılıklarını koruyabildiği, kendi dünyasını, kendi hayatını kurma ve yaşama imkânına kavuşabildiği, tarihte benzeri görülmemiş adalet, hak, hukuk, ahlâk ve estetik ilkelerinin herkes için geçerli kılındığı, Atlantik'ten Pasifik'e kadar gelmiş geçmiş bütün büyük medeniyetlerin birikimleri üzerine oturan, bu medeniyetlere varlığını sürdürme hakkı tanıyan, bu medeniyetlerden kendi paradigmatik ilkeleri doğrultusunda yararlanmasını bilen, muazzam, o ölçüde de mütevazi bir ufuk, bir ebed-müddet, bir nizam-ı âlem medeniyetinin çocuklarıyız.
İşte bu medeniyet fikri ve ufku, Osmanlı İstanbul'unda enfes bir şekilde özetlenmiştir. Bugün dünyanın karşı karşıya kaldığı temel varoluşsal sorunların nasıl çözümlenebileceğinin şifrelerini barındıran medeniyet kurucu ve tanıdığı, tanıştığı bütün medeniyetleri koruyucu benzersiz bir şehirdir İstanbul.
Bendeniz, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesi kapsamında yaptığımız filmlerin omurgasını bu medeniyet fikrinin ve ufkunun hatırlatılması, şifrelerinin deşifre edilmesi fikri üzerine kurmaya ve İstanbul'un dününü de, bugününü de konu edinen bütün kurmaca ve belgesel film projelerini bu çerçevede hayata geçirmeye çalıştım.
Ancak yaptığımız projelerin hepsi vizyona girmedi, televizyonlarda gösterilmedi. 6 uzun metrajlı filmden üçü (Şenlikname, Sultanın Sırrı ve Mahpeyker) sinemalarda vizyona girdi; diğer üç film, uluslararası festivallere gideceği için sinemalarda vizyona giremedi; bu mümkün değil çünkü.
İstanbul 2010'un sinemadaki imajı gösterilen bu üç film üzerinden oluştu ne yazık ki. Üç filmden Mahpeyker rezaletinin hikayesini daha önce sizlerle paylaşmıştım; bu nedenle bu faslı geçiyorum. Gerek Sultanın Sırrı, gerekse Şenlikname filmi, benim de estetik açıdan, film dili açısından beğenmediğim, mesafeli durduğum filmler. Sultanın Sırrı'nı, konusu açısından desteklediğimizi, bu filmin estetik vaatleri olmadığını, -özellikle bunu hatırlatmak için gittiğim- filmin galasında da söyledim. Şenlikname filminden estetik olarak çok şey bekliyordum; ancak ortaya çıkan ürünü galaya iki hafta kala gördüğümde hayal kırıklığına uğradım. Bu iki film genel izleyici kitlesi tarafından beğenildi; ama benim başından itibaren koyduğum estetik çıtanın çok çok altında filmler oldu. Peki, bir şey yapılabilir miydi? Ne yazık ki, hayır. Vakit yoktu çünkü.
Yaptığımız diğer üç uzun metraj filmden ikisi (Ali Özgentürk'ün Görünmeyen filmi ile Hüseyin Karabey'in 6 ülkeden 7 usta yönetmenle çektiği, New York ve Paris'ten sonra bir şehir üzerine yapılan en yetkin üçüncü film olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğim Unutma Beni İstanbul filmi) tam anlamıyla başyapıt oldu. Serkan Acar'ın çok-uluslu projesi İstanbul My Dream de iyi bir film oldu estetik açıdan. Bu üç film de bu yıl uluslararası festivallere gidecek ve yine bu yıl içinde sinemalarda gösterilecek; o zaman, yaptığımız işin kalitesinin ve çapının takdir edileceğinden eminim.
Bunların dışında 25 belgesel çektik. Çektiğimiz belgesellerden en az on tanesi birinci sınıf; beş-altı film başyapıt; on civarında film vasat; iki film de bütün çabalarıma, müdahalelerime rağmen -vakit yetmediği için- vasatın altında filmler oldu ne yazık ki.
2010'da yaptığımız filmlerle ilgili vizyona girebilen üç film ve galalarda izlenen birkaç belgesel üzerinden son derece yanlış, haksız sonuçlar çıkarıldığını gözlemlediğim için bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim.
Bu işe soyunduğum zaman, önümde iki seçenek vardı: Birincisi, yalnızca 6-7 tane çok iyi film yapmak; ikincisi de, olabildiği ölçüde çok sayıda film yaparak sektöre girmesi imkânsız olan yetenekli ve parlak insanların önünü açmak.
Birinci seçeneği tercih etmedim; çünkü o zaman bencilce hareket etmiş olurdum. İkinci seçeneği tercih ettim ve zaten hem birinci sınıf filmler yaptırdım; hem de önlerine "etten duvar örülen" parlak insanların önünü açtım. Bu arada 200'den fazla genç / öğrenci "arkadaş"ı da bu büyük projelere monte ettim; onlar için de çok önemli bir tecrübe oldu bu.
Ayrıca bütün bu 31 büyük projeyi, 3-4 ay gibi son derece kısa bir zaman diliminde hayata geçirdiğimi, bunun dünyada başka bir örneğinin olmadığını da özellikle hatırlatmak isterim. Bu kısa zaman dilimi içinde, bütün projeleri tek tek bütün süreçlerini yakından takip ederek entelektüel ve estetik açıdan sıkı bir şekilde denetledim; öte yandan da gayr-ı insanî bürokrasiye karşı inanılmaz bir mücadele verdim.
Sonuçta çok yoruldum ama hem İstanbul'un medeniyet birikimi üzerinden bizim dünyaya ne/ler söyleyebileceğimizi ortaya koyan bu kadar yoğunlukta ve nitelikli projeler ilk defa yapılmış, hem de bütün ideolojik kesimlere eşit mesafede durmama rağmen, ilk defa yüzlerce parlak ve yetenekli insan sektörde varlık gösterme imkânına kavuşmuş oldu. NOT: Yarından itibaren her cumartesi 16.00-18.00 saatleri arasında BAYGEM'de "Postmodern Felsefeden Geriye Ne Kaldı?" başlığıyla düşünce tarihinde yapacağımız yolculuklar başlıyor. Demedin demeyin diye not düşüyorum buraya.


Yusuf Kaplan
 
Üst