mustapha_84
Doçent
- Katılım
- 18 Aralık 2007
- Mesajlar
- 520
- Reaksiyon puanı
- 3
- Puanları
- 18
Aslında acıklı bir durum bu.
Ta çocukluğumdan beri bunu yaşar dururum bu ülkede.
Hep aynı laflar dolaşır etrafta.
“Bilmem kim paşa göreve geliyormuş, o çok iyiymiş, durum düzelecekmiş.”
Ya da “bilmem kim paşa göreve gelecekmiş, o çok kötüymüş.”
Hayatımızın, “bilmem kim paşaların” ruh haline, asabiyetine ve fikirlerine göre şekilleneceğine neredeyse tümden inanmış gibiyiz.
Bir de bunu doğal karşılıyoruz.
“Bilmem kim paşa da kim, o işine baksın” dendiğini pek duymadım.
Çünkü paşaların işi, memlekete nizamat vermek.
Onların işi askerlik değil.
Siz askerlikten konuşan, ordunun sorunlarını dile getiren, modernizasyondan bahseden, profesyonel orduya geçmenin gerekliliğinden ve sorunlarından söz eden kaç paşaya rastladınız?
“Ulus devlet, laik devlet, üniter devlet” diye başlıyorlar.
Bu kavramların anlamlarının farkındalar mı, ondan da çok emin değilim.
Avrupa Birliği’ne üye bir devlet olursak “ulus devlet” yapımızı korumuş olacak mıyız?
Birlik içinde sınırlarımız ortadan kalkacak, ortak bir hukuk, ortak bir anayasa, ortak bir para kullanacağız.
Kendi parlamentomuz dışında başka bir parlamento daha olacak.
Ülke içinde “yerel” seçimler yaptığımız gibi Avrupa Parlamentosu için de seçim yapacağız.
Bu durum, “ulus devlet” tanımına uyuyor mu?
Pek uymuyor galiba.
Eeee?
Ne olacak şimdi?
Paşalarımız istemiyor diye Avrupa Birliği’ne girmeyecek miyiz?
Ayrıca onlara ne?
Onlar asker.
Görevleri, kendilerine parlamentonun ve halkın seçtiği hükümetin verdiği emirleri dinlemek.
Emirleri dinlemeyecekler mi?
Nasıl disiplinli bir ordu olacaklar peki?
Disiplinli olmayacaklar mı?
Disiplinsiz bir ordunun savaş kazandığı görülmüş mü?
Neresinden baksanız, bu bizim paşaların konuşmalarının iler tutar yanı yok.
Onlar arka arkaya bir sürü lafı dizerek aslında tek bir şeyi söylemek istiyorlar, “biz bu ülkeyi yönetmeyi seviyoruz ve yönetmek istiyoruz”.
Ordu ülkeyi yönetecekse, ülkeyi kim savunacak?
Kim savaşacak?
Dışardan ordu mu getireceğiz?
Yoksa paşalar “siyasetçi” oldu diye biz de “siyasetçileri” paşa mı yapacağız?
Üstelik bu disiplinsizlik anlayışı öylesine şirazesinden çıkmış ki, paşalar yasalara uyduğunda “haber” oluyor.
Biliyorsunuz bizim birçok tuhaf yasamız vardır, bir tanesi de “cumhurbaşkanlığı” yasası.
Hatırladığım kadarıyla o da 12 Eylül mamulü.
O yasaya göre, “cumhurbaşkanlarına cephe selamı” verilir.
Bizim eski genelkurmay başkanı geçen sene cumhurbaşkanına “cephe selamı” vermedi.
Cumhurbaşkanını sevmiyormuş.
Bu sene paşalar “cephe selamı” verdiler.
Yasaya boşver, canları nasıl isterse, ruh durumlarına hangisi denk gelirse, bazen selam verirler, bazen vermezler.
Biraz matrak gözükmüyor mu sizce bu davranışlar?
Bir de, kelimelerin sonuna bir “m” harfi ekleme alışkanlıkları var.
Üstlerine hitap ederken, onu benimseyerek “komutanım” diyorlar ya da “cumhurbaşkanım”.
Geçen sene bundan vazgeçmişlerdi.
Paşalardan biri “cumhurbaşkanı” demişti.
Bu sene aynı paşa, “cumhurbaşkanım” demiş.
Paşanın biri “m” harfini söyleyebiliyor diye biz siyasi analizlerimizi bu harfin üstüne bina ediyoruz.
“Aaa, bakın m dedi.”
“Yok, demedi.”
“Dedi, dedi.”
Dediyse durum iyi, demediyse vaziyet vahim.
Memleketi “m” harfiyle geriyoruz ya da gevşetiyoruz.
Tek harflik bir asabiyet hali.
Bir memleket böyle yönetilebilir mi?
Paşalarının ne zaman ne yapacağının belli olmadığı, yasaya uyup uymayacağının bilinmediği, “m” deyip demeyeceğinin kestirilemediği bir devlet olur mu?
Böyle böyle her şey ciddiyet çizgisinden çıkıyor.
Paşa “m” demiş.
Hadi bakalım bir de “a” desin.
Sonra öbür harfleri deneriz.
Üniteriz, laikiz, ulusuz da ciddi değiliz yalnızca.
Zamanla o da olur.
Paşa “m” dedi ya...
Artık sorun yok.
Ahmet ALTAN
Ta çocukluğumdan beri bunu yaşar dururum bu ülkede.
Hep aynı laflar dolaşır etrafta.
“Bilmem kim paşa göreve geliyormuş, o çok iyiymiş, durum düzelecekmiş.”
Ya da “bilmem kim paşa göreve gelecekmiş, o çok kötüymüş.”
Hayatımızın, “bilmem kim paşaların” ruh haline, asabiyetine ve fikirlerine göre şekilleneceğine neredeyse tümden inanmış gibiyiz.
Bir de bunu doğal karşılıyoruz.
“Bilmem kim paşa da kim, o işine baksın” dendiğini pek duymadım.
Çünkü paşaların işi, memlekete nizamat vermek.
Onların işi askerlik değil.
Siz askerlikten konuşan, ordunun sorunlarını dile getiren, modernizasyondan bahseden, profesyonel orduya geçmenin gerekliliğinden ve sorunlarından söz eden kaç paşaya rastladınız?
“Ulus devlet, laik devlet, üniter devlet” diye başlıyorlar.
Bu kavramların anlamlarının farkındalar mı, ondan da çok emin değilim.
Avrupa Birliği’ne üye bir devlet olursak “ulus devlet” yapımızı korumuş olacak mıyız?
Birlik içinde sınırlarımız ortadan kalkacak, ortak bir hukuk, ortak bir anayasa, ortak bir para kullanacağız.
Kendi parlamentomuz dışında başka bir parlamento daha olacak.
Ülke içinde “yerel” seçimler yaptığımız gibi Avrupa Parlamentosu için de seçim yapacağız.
Bu durum, “ulus devlet” tanımına uyuyor mu?
Pek uymuyor galiba.
Eeee?
Ne olacak şimdi?
Paşalarımız istemiyor diye Avrupa Birliği’ne girmeyecek miyiz?
Ayrıca onlara ne?
Onlar asker.
Görevleri, kendilerine parlamentonun ve halkın seçtiği hükümetin verdiği emirleri dinlemek.
Emirleri dinlemeyecekler mi?
Nasıl disiplinli bir ordu olacaklar peki?
Disiplinli olmayacaklar mı?
Disiplinsiz bir ordunun savaş kazandığı görülmüş mü?
Neresinden baksanız, bu bizim paşaların konuşmalarının iler tutar yanı yok.
Onlar arka arkaya bir sürü lafı dizerek aslında tek bir şeyi söylemek istiyorlar, “biz bu ülkeyi yönetmeyi seviyoruz ve yönetmek istiyoruz”.
Ordu ülkeyi yönetecekse, ülkeyi kim savunacak?
Kim savaşacak?
Dışardan ordu mu getireceğiz?
Yoksa paşalar “siyasetçi” oldu diye biz de “siyasetçileri” paşa mı yapacağız?
Üstelik bu disiplinsizlik anlayışı öylesine şirazesinden çıkmış ki, paşalar yasalara uyduğunda “haber” oluyor.
Biliyorsunuz bizim birçok tuhaf yasamız vardır, bir tanesi de “cumhurbaşkanlığı” yasası.
Hatırladığım kadarıyla o da 12 Eylül mamulü.
O yasaya göre, “cumhurbaşkanlarına cephe selamı” verilir.
Bizim eski genelkurmay başkanı geçen sene cumhurbaşkanına “cephe selamı” vermedi.
Cumhurbaşkanını sevmiyormuş.
Bu sene paşalar “cephe selamı” verdiler.
Yasaya boşver, canları nasıl isterse, ruh durumlarına hangisi denk gelirse, bazen selam verirler, bazen vermezler.
Biraz matrak gözükmüyor mu sizce bu davranışlar?
Bir de, kelimelerin sonuna bir “m” harfi ekleme alışkanlıkları var.
Üstlerine hitap ederken, onu benimseyerek “komutanım” diyorlar ya da “cumhurbaşkanım”.
Geçen sene bundan vazgeçmişlerdi.
Paşalardan biri “cumhurbaşkanı” demişti.
Bu sene aynı paşa, “cumhurbaşkanım” demiş.
Paşanın biri “m” harfini söyleyebiliyor diye biz siyasi analizlerimizi bu harfin üstüne bina ediyoruz.
“Aaa, bakın m dedi.”
“Yok, demedi.”
“Dedi, dedi.”
Dediyse durum iyi, demediyse vaziyet vahim.
Memleketi “m” harfiyle geriyoruz ya da gevşetiyoruz.
Tek harflik bir asabiyet hali.
Bir memleket böyle yönetilebilir mi?
Paşalarının ne zaman ne yapacağının belli olmadığı, yasaya uyup uymayacağının bilinmediği, “m” deyip demeyeceğinin kestirilemediği bir devlet olur mu?
Böyle böyle her şey ciddiyet çizgisinden çıkıyor.
Paşa “m” demiş.
Hadi bakalım bir de “a” desin.
Sonra öbür harfleri deneriz.
Üniteriz, laikiz, ulusuz da ciddi değiliz yalnızca.
Zamanla o da olur.
Paşa “m” dedi ya...
Artık sorun yok.
Ahmet ALTAN