Kör ve sağır siyasetçiler için aktütün gerçeği

çakma üye

Öğrenci
Katılım
4 Ekim 2008
Mesajlar
15
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
457.jpg

12 Eylül 1992 sabahı işte bu arazide teröristlerin hain bir saldırısına uğradık ve 22 şehit verdik. Sol köşe teröristlerin Basyan kampı, ortada Şemdinli Çayı Aktütün’e açılıyor.

Şimdi birlikte düşünebiliriz; ABD istihbarat veriyor ve biz havadan vuruyoruz Basyan’ı, hem de kaç kez ama ne oluyor sonunda, bu kamptan çıkan teröristler 9 Mayıs 2008 günü gelip bizi Aktütün’de yeniden vuruyor ve biz 6 şehit daha veriyoruz, işte burada hemen ortada şu sıra dağların yamaçlarında...



Yine böyle bir akşam, oturmuşum bir köşeye yine düşünüyorum; teröristler, sınır, karakol, baskınlar ve şehitler.

Bir an için de olsa bu düşünceleri terk etmeden, telefonla konuşuyorum, tanıdık bir ses; komutanım Aktütün’e saldırıyor teröristler, diyordu. Saat 22.00 sularıydı, bu baskınla ilgili bir haber yoktu henüz.
Anlattı bana derinden gelen o ses; teröristlerin akşamüzeri Aktütün köyü ve karakolunu nasıl çevirdiğini, çatışmanın halen sürmekte olduğunu, takviyelerin henüz gelemediğini, 16 yıl öncesi birlikte yaşadığımız Aktütün saldırısının aynısı olduğunu anlattı.

Sessizce dinledim. O anlattıkça eski karanlık düşünceler sardı dört bir yanımı; ben yandım, kızdım, öfkelendim, haykırdım ama boşuna, tıpkı dün gibi duyan olmadı bizi hiç.

O karmaşa ve öfke içinde kalktım, kızımın bile çağrısına kulak vermeksizin doğruca web sayfasına gittim ve “ bugün 9 Mayıs 2008, saat 22.00, şu an teröristler Aktütün karakolumuza saldırıyor tıpkı 16 yıl öncesinde olduğu gibi, diye bir başlık atarak yazmaya başladım.

Her kelimesinde yazının, bir bir yeniden geçti gözlerimin önünden şehitler, çatışmalar, zorluklar, acılar. Gece yarısına doğru televizyonda, spikerin gür ve acımasız sesi duydum, ertesi gün gazetelerde yer alacak olan acı haberi vermeye başladı:

“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin geçen hafta Kuzey Irak’taki en büyük kampı Kandil’e yönelik operasyonunda ağır darbe yiyen PKK, dün akşam Hakkâri’nin Şemdinli İlçesi’ne bağlı sınır köyü Aktütün'de karakola saldırdı. Yaklaşık 150- 200 kişilik grubun ağır silahlarla saldırısı püskürtülürken, çatışmada 19 PKK’lı öldü, 6 asker şehit oldu. Terörist saldırısı sırasında Aktütün Köyü'nden 2 kişi de yaralandı. Kaçan PKK’lılarla Kobra tipi helikopterlerin havadan bomba yağdırdığı ve ölen terörist sayısını 40’u bulabileceği belirtildi.
PKK’nın üst düzey yönetim kadrosunun bulunduğu Kandil’in, savaş uçaklarının 1- 2 Mayıs günleri gerçekleştirdiği operasyonda yerle bir edilmesiyle dağılma sürecine giren bölücü örgüt, moral kazanmak için dün sınırdaki Aktütün Karakolu’na saldırdı. Komandoların 21- 28 Şubat günlerinde diz boyu karda sınırı geçerek terörist inlerine girip dağıttığı Zap ile Çemço ve Avaşin kamplarında toplanan kalabalık terörist grubu, Basyan Vadisi’ni kullanarak sınıra geldi ve Aktütün’ü vurdu.”

Siz hiç Aktütün’e gittiniz mi?

Bir gariptir Aktütün; Şemdinli’den uzakta, dağların arasında yalnız bir başına, kimsesiz ve de çaresiz. Beyyurdu Gediği’ni aşabilirseniz eğer en az dört saat hesaplamanız gerekir karayolu ile Aktütün’e varabilmek için. Üstelik Gülle Tepe ile Mehendi Deresi’ni de kolaçan etmeniz gerek çünkü siz yok iseniz oralarda, mutlaka terörist vardır sizi bekleyen.

Aktütün, kuzeydeki Çarçele Dağından güneye doğru uzanan sırtlar üzerinde adını aldığı mezra ile iç içe bir karakoldur. Kuzeyinde in ve cin yoktur; köy yok, yol yok, karakol yok, ne varsa ne yoksa dağlardır.

Daha da kuzeyinde bir zamanlar Üzümkıran vardı, İki Yaka Dağlarının fatihi Üzümkıran. 90’lı yıllarda dayanamadı onca hainliğe, göç etmek zorunda kaldı. Bu göç pahalıya mal oldu bize; Dağlıca da bir komşusunu kaybetti bu yüzden, o da yalnız kaldı Aktütün gibi. İki Yaka Dağları’nın kuzeydeki ucu Dağlıca, güneye uzanan diğer ucu ise Aktütün’dür.

Bu iki karakol aynı kaderi paylaşır; ikisi de yaslı, ikisi de şehit, ikisi de kimsesiz. Ne Dağlıca’yı anlayabildik biz, ne de Aktütün’ü, anlayamadığımız için de yalnız bıraktık. Teröristler için kolay hedef oldu her ikisi de, bir yalnızlık vurdu bir de terörist.

Aktütün yalnızdır; kuzeyden takviye gelemez, dağlıktır, dağlar geçit vermez. Güneyden de gelemez, bu kez Şemdinli Çayı geçit vermez. Doğuyu hiç saymayın, terörist de olsa bir hesabı kitabı vardır, mayın döşer, pusu kurar, karayolunu size açmaz. Batısı ise Basyan’dır, Irak’tır, bu yolu yalnız teröristler kullanır geçmişte olduğu gibi.

Gece başlayan bir çatışmaya havadan takviye Aktütün’e hiç gelemez, çünkü karakolun bulunduğu sırt hattına ya da vadi içine helikopter inemez, inerse hedef olur ve vurulur. Kaldı ki yaşandı tüm bunlar; Kobra geldi ama köy içindeki bir çatışmaya ateş açamadı hedefi seçemedi, çünkü terörist ile asker iç içeydi. Biz yardıma helikopterle gitti ama vurulduk, geçemedik. Doğudan takviye geldi ama bize ulaştığında çatışma çoktan bitmişti. Bu yüzden diyorum ya;”garip Aktütün, kimsesiz Aktütün, çaresiz Aktütün”.

Konur vadisinde yer alan Aktütün vadidekilerin karakoludur, birbirinden başka kimsesi de yoktur. Aktütün’ü vadiden, vadiyi Aktütün’den ayıramazsınız, çünkü kara gün dostudur onlar isteseniz de ayrılmazlar. Duydum şimdilerde Berçay sırtlarına yeni bir karakol yapılıyormuş. Duydum da yüreğim yandı.

Bu; vadiyi ayırmak demektir, bir kenara atmak demektir, vadidekiler dayanamaz ki buna. Üstelik vadinin karakolu Konur yıllardır açılmayı bekler. Kalsın gene Berçay, Aşkın Astsubay’ın kanıyla suladığı Berçay kalsın ama vadiyi öksüz bırakmamalı, Konur’u vadiye açmalı, vadiye bu karakolu bağışlamalı, gönül de ister bunu mantık da.

Vadinin anısı çok bizde, iyi gün de gördük kötü günde ama birlikte. Dağlıca’yı duyduğumuzda 16 yıl öncesinden çıktı geldi Aktütün; baskına uğradığımız yer, kara bir eylül sabahı 22 şehit verdiğimiz yer. Şimdi aradan geçmiş yıllar ama anılar hala taptaze hafızalarda, oturmuşum bir köşeye yine düşünüyorum; çatışma, pusu, şehit, mayın, vadidekiler, Aktütün.

Anılar çeviriyor etrafımı, dalmışım. Şehitler geçiyor gözümden, kahrediyorum bu acıları bize yaşatanlara, sebep olanlara içim öfke dolu. Başka bir dünya alıyor beni, götürüyor uzaklara, kopuyorum yaşamdan, konuşmaları duyuyor ama anlamıyorum, çok uzaklardayım çok.

Bir ara telefona baktım arayan var mı, diyerek. Çoğu kez kapalı telefon, çağrıları bile duymazdan gelen bir ruh âlemindeyim. Fatih aramış hani şu Konur vadisinin Uğuraçan kartalı. 90’lı yılların Şemdinli kahramanı Fatih. Geçtiğimiz ay oğlunu askere göndermiş, bana da “göz kulak ol” diye tembih etmişti.

Onu soracak her hal, dedim içimden, dokundum tuşuna telefonun ve “nasılsın komutanım, diyen sesini duydum bir anda. Haberin var mı, diyerek söz başladı. Neden, dedim. Teröristler Aktütün’e saldırıyor şu an, dedi. Saate baktım; 22.00. O başladı konuşmaya, ben ise düşünmeye;
-Nasıl olur bu Fatih?
-Valla doğru komutanım, köylüler telefonla haber verdi, tıpkı 92’deki gibi saldırıyor teröristler.
-Bizimkilerin haberi olmamış mı?
-Olmamış komutanım, hava karardıktan sonra saldırıya geçmişler. Hala çatışma devam ediyormuş. Hava da yağmurluymuş. Kerem de yanımda, o da biliyormuş.
-Versene bir Kerem’i.
-Nasılsın komutanım?
-Sorma ya Kerem. Bu ne iş? Sen ne diyorsun bu işe?
-Bana ne soruyorsun komutanım, sen onu Ankara’daki büyüklere sor!

Bu büyükler lafı her geçtiğinde Kerem aklıma gelir. Yıl 93. Kerem’le almışız başımızı, vurmuşuz dağlara dağlara. Hem tırmanıyor hem de sağdan soldan konuşuyoruz. Ya Kerem, dedim;” Eğer biliyorsan bu teröristlerin yerini, söyle bana, siz burada kalın, biz o işi hallederiz boşuna dolaşmayalım”. “Sen nerde olduklarını bilmiyor musun komutanım”, diye cevap verdi ve ekledi: “Ankara’da onlar Ankara’da, burada niye arıyorsun ki?”

O sıralar PKK’nın siyasi kol ve kanatları bir toplantıda Türk Bayrağını yere atmış, şehitlerimiz için saygı duruşunda bulunmamış, İstiklal Marşını da okumamışlardı. Kerem bana bunu hatırlatıyor, bunlara göz yuman yöneticilere karşı duyduğu öfkeyi dile getiriyordu.

O zaman da hak vermiştim Kerem’e, bugün de doğru söylüyordu Kerem; teröristler Ankara’daydı ve ne olduğunu bilmek için, bu baskını büyüklere sormak gerekiyordu. Haberi olmadı bu düşüncelerimden, ses çıkarmadım ve telefonu kapadım.

Aklım almıyordu; 16 yıl öncesinde uğradığımız baskından, 22 şehit verdiğimiz Aktütün çatışmasından ders alınmamış olduğumuzu görmek ağırıma gidiyordu. Bu ne biçim iş, dedim öfkeyle ve kaldığım yerden düşünmeye devam ettim...

Hükümet aklıma geldi, bizleri huzurlu ve güvenli yaşatmak için plan ve program yapan. Sonra PKK’yı düşündüm tıpkı hükümet gibi çalışan. Sözde lider kadrosu tecrübeliydi; bu işi iyi öğrendiler, geçmişten ders almak için arşiv bile tutuyorlar, dedim içimden.

Arşiv deyip geçmeyin, önemli, ne arasanız var içinde; kimlikler, eylemler, planlar, anlaşmalar, raporlar, her şey. Aktütün’ü iyi tanıyorlardı tıpkı Dağlıca’yı tanıdıkları gibi. Tek başına bir karakol; takviyesi zor, yardımına gitmek zor buna karşın Irak’tan gelmek kolay, vurup kaçmak kolay, iyi biliyorlardı bunu.

Terörist biliyordu ama biz öğrenip de tedbir alamdık bir türlü. Biz çok gerilerdeyiz çok, “bunlar nasıl sınırı geçer, nasıl görünmez” diye hala soranımız var. Sınırı teşkil eden o dağları bir görse bu soruyu soran, inanın yalnız kalmaya korkar o arazide.

Aktütün güneyindeki Leylek Dağından yola koyulun kuzeye doğru, Berhabin’i geçin, Gevaruk’u geçin, Çevre’yi aşın, İki Yaka’ya çıkın ta Dağlıca’ya kadar, bakın bir etrafınıza dualarınıza ses verecek Allah’tan başka kimseyi göremezsiniz.

O koskoca sınırda yol yok, güvenlik yok, uydu yok, asker tek başına ve de bir başına nasıl korusun o hududu? Koruyamaz, etten duvar örmekle o sınırları kimse koruyamaz.

Ömrümüzün on yılı geçti o namus bildiğimiz hudutlarda, kolay bir iş değil bu. Terörist Aktütün bölgesinde sınırı bir güzel geçer ve siz de göremezsiniz. Çok geç kaldık çok, “Termal kamera yok mu, gece görüş yok mu, helikopter yok mu”, diye hala soranımız var.

Siz o araziyi hiç gördünüz mü? Siz bir gün değil on gün değil aylarca o sınırda nöbet tutmak ne demek bilir misiniz? Kolay mı yılan gibi sürünerek dağın taşın altından geçeni görmek?

Robotik bir yaratıktır bu terörist; bir kilometreyi sabırla ve de saatlerce sürünür, saatlerce kımıldamadan ses çıkarmadan durur, alışıktır bu işlere, yaşamı zaten budur. Helikoptere gelince, akşamüstü başlamış bir çatışmaya o arazide helikopterin müdahale edebileceğini düşünmek demek; araziyi bilmemek demektir. İnecek yeri yoktur helikopterin ve havadan vuracağı hedefi köy içerisinde tespit etmesi imkânsızdır.

Şimdi siz öfkelenip bize soracaksınız, “hiç mi hatamız yok bizim, baskın bizim kaderimiz mi, şehit kader mi bizim için”, diyerek. Elbet hatamız var, elbette ki baskın ve şehit bizim kaderimiz değil, biraz sabredin anlatacağım size bir bir.

Dağlıca baskını 21 Ekim’de yaşandı, sonucu; 12 şehit, 16 yaralı ve 8 askerimiz kaçırıldı. Ne yaptı başbakanımız;” gidip ABD’ye soralım, dedi. Üstelik üç gün önce Türk milletinden almış olduğu yetkiyi bile kullanmadı. Gurumuz kırılmıştı, incinmiştik, sarsılmıştık ama görmezden geldi, bakmadı bile yüzümüze.

Bizim derdimizi Bush’a soracakmış, derdimize ABD derman olacakmış. Neyse gitti sordu Başkan Bush’a ve aldı cevabını;” PKK müşterek düşman, anlık istihbarat paylaşımı”. İşte bu yüzyılda devletimizin terörle mücadele stratejisi de bu oldu.

Ama kimsenin aklına gelmedi sormak; ne zamandan beri ABD PKK’nın düşmanı oldu, diye. Şimdi biz soralım: Ne zamandan beri ABD bize anlık istihbarat veriyor? 1 Aralık’tan beri. İstihbarat verdi de ne oldu? Hiç, Aktütün’de baskın yedik ve altı şehit verdik! Neden mi hiç, anlatayım:

Aralık 2007’den bu yana Türk Hava Kuvvetleri Zap, Avaşin, Basyan, Hakurk ve Kandil’deki terör hedeflerini vuruyor. Mart başından beri vurduğu hedefler ise Basyan ve Avaşin. Avaşin; Hakkari’ye açılım noktasıdır teröristlerin ve sınırı geçtikleri anda karşılarına Dağlıca çıkar.

Basyan; teröristlerin Şemdinli’ye açılım noktasıdır ve sınırı aştıkları anda Aktütün karşılarına çıkar. Her iki terörist kampı da birbiriyle irtibatlı olup sınırlarımıza ve de karakollarımıza bir nefes kadar yakındır.

Bu iki terörist kampı Zap ve Hakurk’la da irtibatlı olup tahkim edilmiş mevzileri vardır, sığınakları depoları vardır ve teröristler yıllardır hem de uzunca yıllardır bu kampları asla terk etmemiştir.

Hal böyle iken, ömrünü terörle mücadeleye adamış ve şimdi yalnız bir köşede şehitlerinin acısıyla yaşayan bizler dahi bunu bilirken, terörle mücadele adına ülkeler işgal eden savaşlar açan ABD bu kampları bilmiyor muydu? Elbette biliyordu ama müdahale etmedi.

PKK’yı karşısına almadı çünkü başka hesapları vardı; PKK silahlı misyonunu tamamlamış ve siyasi misyonunu ABD Barzani’ye vermişti. Bu değişimi kabul etmeyen ve Barzani yönetiminden pay isteyen radikal teröristleri ABD bize vurdurtuyordu hırpalatmak için, isteklerini kabul ettirmek için, dağılmasını kolaylaştırmak için. Yoksa neden PKK müşterek düşman olsun ABD için daha kullanacağı yerler var, sırada İran var, Suriye var.

Şimdiye kadar vermediği istihbaratı ABD neden şimdi bize versin? Kendine direnenleri bize bombalatıyor bu ABD ve biz hala bu gerçeği görmüyoruz. Nisan 2007’de BBG evi gibi vurulan Basyan kampından yüzlerce terörist çıkıyor ve gelip bizi Aktütün’de vuruyor, nasıl olur bu iş?

Bize oynadıkları oyun açık değil mi? Bu ABD’nin müttefikliği ihanete dönüşüyor, ABD ikili oynuyor ikili, hatta üçlü dörtlü. O oynuyor ama biz görmek istemiyoruz. İnanın düşündükçe insan, her şeyin bir oyun olduğunu daha iyi anlıyor, hepsi bir oyun, içi siyaset dolu ihanet dolu kanlı bir oyun; ABD, AB ve İsrail tarafından senaryosu çizilmiş, iç siyasetin desteğiyle şehitlerimiz ve halkımızın çaresizliği üzerinden oynanan kanlı bir oyun. Ne acı! Bu iş bizim işimizdir ve bizim işimiz kimseden sorulmamıştır bile diyemedik, ne acı!

Çok karakol baskını yaşadık biz. Bu baskınlarda çok şehit verdik. Şehit vere vere öğrendik bu terörle mücadeleyi, siyaset hiç destek olmadı bize. İnsan gücüyle korunamayan sınırların, alan kontrolü yapamayan sabit karakolların, müdahale edilemeyen PKK kamplarının bulunduğu bir coğrafyada tehdide göz yummak demek; baskın demektir, şehit demektir ve bu işin tabiatı budur.

Hangi tedbiri alırsanız alın, tank top tüfek yığın, havadan vurun karadan vurun bu terörist bu sınırı geçer. Taştan kale gibi karakollar yapın, dağı taşı oyun mevzi yapın, sınırı geçen bu terörist sabit olan, tepe tutan, yürümeyen karakolu vurur, önleyemezsiniz.

Bakın isterseniz 30 Ağustos 1992 Alan çatışmasına, 12 Eylül Aktütün çatışmasına, 27 Eylül Derecik çatışmasına, hepsi bir diğerinin aynıdır. Aşılmaz denilen teller, mayınlar aşılmıştır, geçilmez denilen sınırlar geçilmiştir, basılmaz denilen karakollar bir bir basılmıştır. O halde hata nerededir?

Siz karakolda bekliyorsunuz, sınırı korumaya çalışıyorsunuz ama sınırın hemen yanı başındaki PKK kamplarına girip yok etmiyorsunuz ve yok etmediğiniz tehdit gelip sizi vuruyor, bunun anlaşılabilir bir yanı var mıdır?

Otuz yıldır terörle mücadele ediyorsunuz, nerdeyse otuz bin teröristi etkisiz hale getiriyorsunuz ama hala dağlardasınız ve dağdaki terörist bitmiyor çünkü dağa çıkış sürecine siyaset dönüp bakmıyor, böylesi bir mücadeleden sonuç çıkar mı?

PKK nerdeyse küresel bir sermaye haline gelmiş, 500 milyon AVRO’yu aşan bir gelir kaynağı var, siz teröristlerin nasıl silah aldığını sormuyorsunuz ama karakolu basan teröristin neden termal kamera ile görülemediğini soran bir medya anlayışıyla sorunlara çözüm arıyorsunuz, bu akla sığar mı?

Siz ABD ile stratejik müttefikiz diyorsunuz, Barzani ve AB ile ilişkiler geliştiriyorsunuz ve teröre karşı onlarla mücadele ettiğinizi söylüyorsunuz ama bu teröristi yaratan da besleyen de büyüten de onlar ama bu söylendiğinde kulaklarınızı tıkıyorsunuz ve kafanızı kuma gömüyorsunuz, böyle mücadele olur mu?

Karakol baskınlarını önlemenin yegâne yolu; o baskın gücüne sahip tehdidin yok edilmesini sağlamaktan geçer, artık bunu görmemiz gerek. Tehdit nerdedir? Irak kuzeyindeki Zap, Avaşin, Basyan ve Hakurk PKK kampları. Şemdinli ve Çukurca sınır hattındaki bütün karakollarımız bir nefes kadar bu terörist kamplarına yakındır.

Bu tehdit gün gelir vurur, bunu anlatmak için ne yapmalı? Her gün şehit veriyoruz yok etmediğimiz tehdit yüzünden ama siyaset acılarımızı görmezden ve duymazdan geliyor. Siyaset tehdidi yaratanlarla işbirliği yapıyor.

Bizi, geleceğimizi, çocuklarımızın geleceğini tehlikeye atıyor. Bugün biz, ABD yandaşlığından vazgeçmeyen, tehdide karşı ulusal güçlerimizi harekete geçirmeyen bir siyasetle karşı karşıyayız.

Bunun anlamı nedir, hiç düşündünüz mü?

Erdal Sarızeybek
 
Üst