Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
İlk işletim sistemi İlk gerçek "Sayısal Bilgisayar" İngiliz matematikçilerinden Charles Babbage (1792-1871) tarafından tasarlanmıştır. Ancak onun yaşadığı yıllarda teknoloji yetersizliklerinden, tasarladığı makinelerde işletim sistemleri mevcut değildi.
Birinci Nesil İşletim Sistemleri (1945-1955) Babbage' ın başarısızlıkla sonuçlanan çalışmalarından sonra, II. Dünya savaşına kadar olan dönemde yok denecek kadar az bir gelişme olmuştur. 1940' lı yıllarda ise, Harvard Üniversitesinde Howard Aiken; Princeton Üniversitesinde, John Von Neumann ve Amerika ile Almanya' daki bazı diğer araştırmacıların çalışmaları sonucunda vakum tüpleri kullanılarak sayısal bazı makinelerin geliştirilmesi mümkün olabilmiştir. Ancak bu geliştirilen makineler son derece büyük ve odalar dolusu on binlerce vakum tüplerinden yapılmış ve bugün evlerde kullanılan bilgisayarlardan yüzlerce kez daha yavaş çalışmaktaydılar.
Bu dönemde makinenin hem tasarımını yapan, hem imalatını yapan, hem programlayan, hem işleten ve hem de bakımını yapan hep aynı küçük bir gruptu. Bütün programlama, kontrol panelindeki ilgili yerlere, ilgili kabloları takarak makine dili ile yapılırdı. İşletim sisteminin ise adı bile anılmamaktaydı. Sonraları 1950' li yılların başında kartlı makinelerin gelişmesi ile programların kartlara yazılıp buradan okutulması sağlanmakla beraber, diğer olaylar tümüyle aynıydı.
İkinci Nesil İşletim Sistemleri (1955-1965) 1950' li yıların ortasında transistörlerin geliştirilmesi ile büyük bir devrim oldu. Bu dönemde bilgisayarlar müşterilerin işlerini yapabilecekleri düzeye geldiği için üretici firmalar tarafından satılmaya başladılar. Bu yıllarda, bilgisayar tasarımcıları, üreticileri, operatörler, programcılar ve bakım personeli kesin olarak birbirinden ayrıldılar.
Bu makineler yine de çok büyük ve çok pahalı olduklarından, çok büyük kapasiteli klima cihazları ile soğutma gerektirdiğinden ve çok büyük devlet daireleri ya da çok büyük özel sektör kuruluşları tarafından satın alınabildiler. Bu nesil bilgisayarlarda, kullanıcı her bir satırını bir karta yazdığı programını getirip eliyle sistem operatörüne verirdi.
Operatör kartları kart okuyucu cihazında okutur ve okunmuş seklini teyp bantına aktarırdı. Sonra sisteme derleyici bantını yükler ve arkasından da kullanıcının programının bulunduğu bantı yükleyerek derleme işlemini yapardı. Bu derleme işlemi tamamlandıktan sonra programın çalıştırılabilir halini 3. banta çıkar ve bunu tekrar sisteme götürüp çalıştırarak programın sonucunu yazıcıdan yazdırırdı.
Bu dönemde bundan sonra sağlanan en büyük aşama, derleyicinin bir defa yüklenmesinden sonra, çok sayıda farklı programcının programlarının 1 bant üzerine arka arkaya yüklenip çalıştırılması olanağı ile Yığın İşlem (Batch Processing) kavramının getirilmesi ve uygulamaya koyulmasıdır. Bundan önce bilindiği gibi her programcının programı için derleyici bantınıda bir defa yükleme zorunluluğu vardı. Bu nesil bilgisayarlar bilimsel ve mühendislik işleri için ve Fortran dili ile kullanılırdı. İşletim sistemi ise IBM' in geliştirdiği ve 7094 makinelerin de kullanılan IBSYS' di.
Üçüncü Nesil İşletim Sistemleri (1965-1980) 1960' lı yılların başına kadar üretici firmalar iki farklı üretim çizgisinde gittiler. Bir taraftan mühendislik ve bilimsel işlerde kullanılan bilgisayarlar, diğer taraftan da bankacılık ve sigortacılık şirketleri gibi ticari kuruluşlar tarafından kullanılan bilgisayarlar üretildi.
Ancak bu durum çeşitli sorunlar yarattığından IBM firması bu iki farklı yaklaşımı tek bir yapı üzerinde birleştirmek ve sorunları gidermek amacı ile 360 mimarisini duyurdu.
Bu nesil bilgisayarların mimari yapısındaki en önemli yenilik transistörlerin yerine entegre devlerin kullanılmış olması idi. Böylece makinelerin boyutları küçülürken, çıkardıkları sıcaklıkta binlerce kat azalmıştı. Bununla beraber kullanım açısından bu mimari yapının getirdiği en önemli yenilik ise "mutiprogramming" tekniği idi.
Eski nesil bilgisayarlarda, kart ya da bant okuma süresi boyunca CPU tamamen boş olarak beklemekte iken, bu nesilde belleğin parçalara ayrılıp, her parçada başka bir programın çalıştırılması sayesinde, örneğin bir program teypten okuma yaparken CPU atıl (boş) olarak durmamakta ve diğer programın gereksindiği hesaplama işini yapmakta idi.
Üçüncü nesil bilgisayarların getirdiği bir diğer önemli özellikle, aynı anda gelen çok sayıda program destelerinin, kendinden önce gelenin çalışıp bitmesini beklemeden arka arkaya okutulup disk üzerinden sıra ile çalışmayı beklemelerinin sağlanması idi. Bu olanağa "SPOOLİNG" (Simultaneous Peripheral Operation On Line) adı verilmiştir. Spooling tekniği, yazıcı gibi paylaşımlı kullanıma uygun olmayan ünitelerin kullanıcılar tarafından hiç beklemeksizin kullanabilmelerine olanak sağlamıştır.
Örneğin var sayalım ki, aynı bir yazıcıda yazılmak üzere aynı anda 3 farklı kullanıcı programı tarafından 3 tane çıktı gönderilse ne olur? Eğer işletim sistemi ve onun kaynakları yöneten fonksiyonları olmasaydı, kağıt üzerinde ilk 5 satır mesela 1. kullanıcının, sonraki bazı satırlar 2. kullanıcının ve diğer bazı satırlar da 3. kullanıcının olurdu ki bu tam bir kaos yaratırdı. İşte işletim sistemi örneğin sahip olduğu Spooling mekanizması sayesinde bu kullanıcılar tarafından gönderilen işleri disk üzerinde sıra ile biriktirir ve yazıcı ünitesinden de sıra ile birbirine karışmadan yazdırır.
Özet olarak Spooling;
1. Paylaşımlı kullanıma uygun olmayan çevre ünitelerinin, kullanıcılar arasında birbirlerini beklemelerine gerek olmaksızın paylaşıyorlarmış gibi kullanmalarını sağlar. 2. Hız bakımından birbirinden çok farklı üniteleri arasındaki bilgi transferinin etkin bir şekilde yapılabilmelerini sağlar.
Yine üçüncü nesil bilgisayarlarla gelen diğer bir özellik zaman paylaşımıdır (Time-Sharing). Bu yazılım teknolojisi ile de, aynı anda çok sayıda kullanıcının terminalleri başındayken çalıştırdıkları işlere yada terminal vasıtası ile olmasa da sistem üzerinde yığın işlem "Batch Processing" olarak çalıştırılan işlere CPU' nun sıra ile ve kısa sürelerle tahsis edilmesi sağlanabilmiştir. Bu sayede hem sistemde çalıştırılan işlerin hepsi CPU' yu kısa aralıklarla kullanabilmiş olmakta, hem de sistemde çalışan örneğin ekran başında oturan kullanıcılar CPU' nun yalnızca kendilerine servis verdikleri hisisne sahip olurlar.
Dördüncü Nesil İşletim Sistemleri (1980-....) LSI (Large Scale Integration circuits) entegre devrelerinin gelişmesi ile ve binlerce transistörü ihtiva eden chiplerin 1 cm2 üzerine yerleştirilmesi ile kişisel bilgisayar (PC – Personal Computer) devri doğmuş oldu.
O dönemdeki kişisel bilgisayarlar mimari bakımından mini bilgisayarlardan farklı olmamakla beraber, fiyatı bakımından çok daha ucuzdular. PC' lerin gelişmesi ve bunlar üzerinde çalışabilecek yazılımların, hiç bilgisayar bilgisi olmayan kişiler tarafından da kullanılabilir olması bu nesil bakımından evrim olmuştur. Bu nesilde iki tane işletim sistemi sektöre hakim olmuştur. Bunlardan bir tanesi Ms-Dos, diğeri de Unix' dir.
1980' li yılların ortalarında ilginç bir teknolojik yapılanmada başlamıştır. PC' lerin Ağ İşletim Sistemleri (Network Operating System) ve Dağıtık İşletim Sistemleri (Distributed Operating System) ile kullanılmaya başlamasıdır.
Bir ağ işletim sisteminde, kullanıcılar ortamda çok sayıda bilgisayarın mevcut bulunduğunun farkında olurlar ve aynı zamanda uzaktaki başka bilgisayarlara Uzaktan Bağlanma (Remote Login) olabildikleri gibi dosyalarını bir bilgisayardan diğerine kopya edebilirler. Ağ işletim sistemindeki, en önemli özelliklerinde biri de, her makinanın kendi yerel işletim sistemi tarafından işletilmesi ve her makinenin kendi kullanıcılarına sahip olmasıdır.
Dağıtık işletim sistemlerin de, bunun tersine, gerçekte ortamda çok sayıda CPU, olduğu halde, ortamın kullanıcıya sadece geleneksel tek işlemcili gibi görünmesidir. Bir gerçek dağıtık sistemde, kullanıcılar programlarının nerede çalıştırıldığının ve dosyalarının nerede yerleşmiş olduğunun farkında olmazlar. Bu işlemlerin hepsi otomatik olarak ve etkin olarak işletim sistemi tarafından gerçekleştirilir.
1960 lı yıllarda bilgisayar kullanıcıları, elindeki komutu veya programı bilgisayara yüklemek için operatöre teslim ederler ve sonuç için belki de günlerce beklemek zorunda kalırlardı. Bilgisayar bir işi bitirdiğinde operatör diğer işi çalıştırır ve sırası gelen işlemin sonucu kullanıcıya teslim edilirdi. O yıllarda AT&T General Electric ve MIT Üniversitesi bir bilgisayarın birden fazla kullanıcıya aynı anda hizmet verebilmesi ve program çıktılarının etkileşimli bir şekilde kullanıcılara yansıtılabilmesi için yeni bir sistem geliştirmeye başladılar. İhtiyaçlarını karşılayabilecek bir işletim sistemi olan MULTICS (Multiplex Information and Computing System) ortaya çıktığında her şey yolunda görünüyordu. Kullanıcılar aynı anda bilgisayara erişip işlerini yaptırabiliyorlar ve programlarda olan bitenleri izleyebiliyorlardı. Kısa bir süre sonra kullanıcılar programın çok yavaş çalıştığından şikayet etmeye başladılar. Bu sistem o zamanki bilgisayarlar için ağır kalıyor ve yazılım geliştikçe kodlar sürekli şişiyordu.
Bell laboratuarları bünyesindeki AT&T departmanında çalışan Ken THOMPSON bu işin MULTICS işletim sistemiyle uzun süre devam etmeyeceğini düşünerek yeni bir sistem geliştirmeye karar verdiğinde 1969 yılına gelinmişti Bu sistem elinde bulunan küçük bir bilgisayar olan DEC PDP-7 de çalışmalı, çok kullanıcılı ve hızlı olmalıydı. MULTICS ve CTSS işletim sistemlerinin beğendiği özeliklerini alarak makine dilinde UNICS adında bir işletim sistemi yazmaya başladı. UNICS ismini koyarken MULTICS den esinlemişti fakat 1970 yılında bu isim Brian KERNIGHAN tarafından UNIX olarak değiştirildi.
1971 yılına gelindiğinde gelişimini hızlı bir şekilde sürdüren Unix, metin işleme özelliklerinden dolayı Bell laboratuarlarında kullanılmaya başladı. Bir yıl sonra dünya üzerinde 10 kadar bilgisayar üzerinde Unix çalışıyordu. Bu zamanlarda Denis RITCHIE ve Brian KERNIGHAN tarafından C programlama dili yazılmaya başlanmış ve bu dilin gücü bir işletim sistemi yazmaya yetecek seviyeye gelmişti. 1973 yılında Unix işletim sistemi C programlama diliyle Denis RITCHIE ve Ken THOMPSON tarafından yeniden yazıldı. C ile yazılan bu yeni işletim sisteminin en büyük avantajı donanıma bağımlı olmamasıydı. Unix artık bütün sistemlerde çalışabilecekti.
1974 yılında AT&T Unix işletim sisteminin kaynak kodunu bazı üniversitelere ücretsiz olarak dağıttı.
Üniversiteler bu sistemi geliştirmeye ve kullanmaya başlayadursun, 1975 yılında AT&T, Unix sürüm 6 yı piyasaya sürdü. C kütüphaneleriyle birlikte dağıtılan bu sürümün diğerlerinden farkı artık küçük de olsa bir ücret karşılığında sahip olunabilmesiydi. Diğer taraftan AT&T’nin ücretsiz olarak dağıttığı Unix kodunu eline geçiren California Üniversitesi CSRG (Computer Science Research Group – Bilgisayar Bilimi Araştırma Grubu) bu kodları kullanarak kendi Unix’lerini 1BSD(1st Berkeley Software Distribution) adıyla piyasaya duyurdu. Yıllar 1978’i gösterirken yaşanan bu gelişme Unix’in, AT&T haricinde başka bir kurum tarafından da geliştirilmeye başlandığını gösterdi.
Bu sıralarda bir evin garajında başka bir efsanenin temelleri atılmaktaydı. Steve WOZNIAK ve Steve JOBS liseden arkadaş olan iki adaştı. Elektronikle uğraşan iki kafadar daha sonra bilgisayar tasarımı üzerine merak saldılar. Bıyıkları henüz yeni yeni terleyen Steve JOBS oda büyüklüğündeki bilgisayarların küçük ve kişisel olması fikrini ortaya attı ve çalışmalara başladılar. Ben herkesin evinde kullanacağı bilgisayarı üreteceğim diyen bu gence kimse ne maddi ne de manevi olarak destek vermedi. Saçmalıyordu. Bu bilgisayarları kim kullanacaktı. JOBS sarı Wolkswogen’i sattı, bunu gören WOZNIAK gaza geldi ve Hp Calculator’ını sattı. Satışlardan ellerine geçen 1000 kusur dolar ile Apple firmasını evlerinin garajında kurdular. 1976 yılında Apple I adında, ileriki günlerde kimse tarafından ciddiye alınmayacak olan bilgisayarı tasarladılar. İlk olarak grafik arabirim ve fareyi Xerox firmasına yaptığı bir gezide gören JOBS, bu ekipteki yazılımcıları da bünyesine katarak grafik ekranlı ve fareli Apple II sistemini geliştirdi. GUI (Graphic User Interface- Grafiksel Kullanıcı Arabirimi) olarak tanımlanan sistemin kimse tarafından kullanılmayacağı düşünülüyordu. O zamanlar da GUI’nin açıklaması bile değişmişti. (Graphic User Interface for Idiots - Aptallar için Grafik Arabirimi). Mac’ler artık grafik ekranda fare ile çalışacak, kolay ve görsel bir sistem olarak karşımıza çıkacaktı.
1979 yılına gelindiğinde Unix’e birçok özellik eklenmiş ve yedinci uyarlama Unix işletim sistemi piyasaya sürülmüştü. Bu sıralarda Ken THOMPSON’un AT&T den ayrılarak Berkeley üniversitesinde ders vermeye başlaması ve ABD savunma bakanlığına bağlı DARPA (Defence Advanced Research Projects Agency)’nın Unix için kaynak ayırmaya karar vermesi BSD Unix gelişimini hızlandırdı.
ABD savunma bakanlığı bilgisayar sistemlerinin bir saldırı sonucunda kullanılamaz hale gelmesini önlemek için yönetimin farklı bölgelerden de yapılmasını sağlayacak ağ mimarisini geliştirdi. Sistemde herhangi bir bilgisayarın kullanılamaz hale gelmesi durumunda diğer bilgisayarlarla çalışmalar sürdürülebilecek, füzelere ateş emri farklı konumlardan da verilebilecekti. Soğuk savaş sona erdikten sonra ARPANET olarak da bilinen bu bilgisayar ağı üniversitelerde kullanılmaya başlandı. Kısa bir süre sonra akademik araştırmalar için üniversiteler bu ağ ile birbirine bağlandı ve belgelerini yayınlayıp tartışma grupları oluşturarak fikirlerini paylaştılar. Bu bilgisayar ağı, günümüzde kullanılan internet haline dönüşecekti.
Dönüşecekti dönüşmesine ama ARPANET için geliştirilen yeni uygulamaların piyasada bulunan yazılımlara da yansıtılması gerekiyordu. Bunun için DARPA, UC Berkeley’ den TCP/IP nin Unix işletim sistemine uyarlamasını istedi. İnternetin kalbi olan TCP/IP BSD Unix üzerinde yeniden yazıldı. Bu gelişme, iki tarafında işine geldi. BSD, Tcp/ip yi bünyesine katarak rakiplerine karşı bir adım öne geçmiş, ARPANET(internet) ise azımsanmayacak sayıda olan Unix kullanıcılarını da peşine takarak yoluna daha hızlı bir şekilde devam etmişti.
AT&T ise Unix geliştirme departmanını Western Electric’e transfer etti. 1982 yılında yaşanan bu gelişmeden sonra Western Electric Unix’i bir pazarlama stratejisi olarak System III adında piyasaya sundu. System I Unix ise hiçbir zaman varolmamıştı. Bundan bir yıl sonra Unix system V piyasaya sürüldü. System IV ismi AT&T tarafından kullanılmak üzere rezerv edildi. Unix System V piyasaya çıktığında ağ uygulamalarından yoksundu. Tcp/ip ve birçok sistem uygulamasını(csh,vi editörü vb.) BSD Unix’ten alarak bünyesine dahil etti. İyilik yap denize at diye boşuna dememişler, keza AT&T, 1992 yılında kendi lisanslı kodunu içerdiğini iddia ederek BSD’ye dava açacaktı
1982 yılında BSD ekibinden ayrılan bir grup programcı diğer sistemlerden daha ucuz olan Motorola 6800 merkezli donanım üzerinde çalışan bir sistem tasarlamaya karar verdi. 4.2BSD yi bu sisteme uyarladılar ve SunOs adındaki bu yeni işletim sistemleriyle SUN Microsystems şirketini kurdular. Bu bilgisayarın bir diğer özelliği de bugün iş istasyonu olarak tanımladığımız makinelerin ataları olmasıdır. Geleceğin en büyük bilgisayar firmalarından biri ve Solaris işletim sisteminin sahibi olan SUN Microsystems de böylece büyük bilişim resminde yerini almış oldu.
Etrafımızdaki büyük bilişim kuruluşlarının sektöre ilk adımlarını attığı bu yıllarda, ileride varlığından bile rahatsız oldukları biri, ortalarda gezinerek ücretsiz Unix için taraftar toplamaya çalışıyordu. Richard STALLMAN adındaki bu kişi Free Software Foundation (Ücretsiz Yazılım Fonu) kurduktan kısa bir süre sonra GNU (GNU Not Unix-GNU Unix Değildir) projesini geliştirmeye başladı. GNU, Unix’e benzeyen fakat gönüllü yazılımcılar tarafından geliştirildikten sonra ücretsiz olarak dağıtılacak olan bir işletim sistemiydi. 1990 yılına gelindiğinde hemen hemen işletim sisteminin bütün parçaları yazıldı. Hemen hemen diyoruz çünkü işletim sisteminin HURD adındaki çekirdeği, yani işletim sisteminin beyni tamamlanamamıştı. HURD çekirdeği 1996 yılında tamamlandı fakat Richard STALLMAN’ın bu yıla kadar beklemesi gerekmedi. HURD dan daha hızlı ve kararlı bir şekilde gelişmekte olan Linux adındaki çekirdeği projeye dahil ederek GNU/Linux işletim sisteminin ortaya çıkmasını sağladı. Şimdilik bu kadar heyecan yeter diyelim ve ısırılmış elma (Apple) ile yolculuğumuza devam edelim.
1983’lerde Steve JOBS Apple III’den sonra Macintosh bilgisayar konsepti üzerinde çalışmaya başladı. Yazılım geliştiricileri ikna ederek Macintosh üzerinde programlar yazmalarını sağlamaya çalışıyordu. Macintosh’un başarılı olması yazılım sektörünün vereceği desteğe bağlıydı. Çeşitli reklamlar vererek Macintosh’un tanıtımını sağladı. John SCULLEY’in Apple firmasında yönetim kurulu başkanı olmasından sonra Steve JOBS istifa etti. İlk olarak bu yılda Apple firması seneyi zararla kapatmıştı. İlerleyen zamanlarda Apple firmasının bir diğer sorunu da, yeni ortaya çıkan bir yazılım firmasının, Macintosh’un grafik arabirimine benzer bir sistem olan Windows 1.0 ile piyasaya çıkması oldu. Microsoft adındaki bu küçük yazılım firmasıyla kavgalar edildi. Microsoft’un sahibi Bill GATES, Windows 1.0 da Mac teknolojileri kullanmayacaklarını açıkladı ve anlaşmalar imzalandı. Anlaşmalarda, ileride yazılacak olan Windows sürümlerinden hiç bahsedilmediği için Windows, yoluna grafik arabirimiyle sorunsuz bir şekilde devam edecekti. Mac’in sıkıntılı günlerinden kurtulmasını sağlayan olay ise Laserwriter ile birlikte ilk masaüstü yayıncılık programlarından biri olan Pagemaker’ın aynı anda piyasaya çıkması oldu. Macintosh artık masaüstü yayıncılık için ucuz ve profesyonel bir çözüm olmaya başlamıştı.
Bill Gates ekibiyle harıl harıl çalışıyor ve alınteri göz nuru olan ilk işletim sistemlerinin piyasada yer bulmasını amaçlıyorlardı. İlk sürüm olan Windows 1.0 grafik arabirimi konusunda bekleneni veremedi. Aynı anda birden fazla program açabilmesine rağmen sadece bir programın çalıştırılabiliyor olması (task-switcher) nedeniyle sistem yöneticileri ve akademik çevreler tarafından ciddiye bile alınmadı. Grafikerlerin Macintosh’u sistem yöneticilerinin ve akademik çevrelerin Unix’i vardı. Windows kime hitap edecekti? Günümüzde bu soruyu cevaplamak kolay ve fakat o zamanların ihtiyaçları, arz ve talepleri böyle bir işletim sisteminin varlığını reddediyordu. Windows aslında tam bir işletim sistemi bile sayılmazdı çünkü MS-DOS işletim sistemi üzerine yazılmış bir grafik arabirim programıydı. MS-DOS ise tek kullanıcılı bir yapıya sahip ve kısıtlı yeteneklere sahip olan QDOS (Quick and Dirty Operation System – Hızlı ve Özensizce yapılmış işletim sistemi) sisteminin satın alınarak isminin MS-DOS olarak değiştirildiği bir işletim sistemiydi. Microsoft’un bu derdini fazla deşelemeden Windows’un ikinci durağı olan ve 1987 yılında piyasaya sürülen Windows 2.0 ile yolumuza devam edelim. Windows 2.0 önceki versiyonunu aratmayacak kadar kötü bir sistemle kodlar dünyasına giriş yaptı. Piyasaya sürülmesinden bir sene sonra Windows/386 adında yeni versiyon çıkartılmış olması rakipleri tarafından ciddiye alınmasını sağlamadı. 1988 de çıkarılan bu versiyonun öncekinden en büyük farkı kullanım alanı artan 386 işlemcilerle daha uyumlu çalışması ve aynı anda birden fazla programın çalıştırılabilmesi(çokgörevlilik - multitasking) oldu. Aynı anda birden fazla programın çalışmasını sağlayabiliyordu fakat programların sistem kaynaklarına ve diğer programlar ile arasında olan ilişkileri kontrol edemiyordu. Bu da kardeşlik ruhundan uzak bir kodun tüm sistemi kötü bir şekilde etkileyebileceği anlamına geliyor ve dünyalılar tarafından tasvip edilmiyordu.Kısacası, Windows 2.0 için çıkarılan üç versiyon da gelişmiş ağ desteğinden yoksun, tek kullanıcılı bir yapıya sahip, grafik arabirimi vasat olan ve güvenlikten yoksun olması nedenlerinden dolayı tutulmadı.
Birçok teknolojinin yeni sürgünler verdiği ve gelişmeye hızlı bir şekilde başladığı, bahar dönemi olarak nitelendirebileceğimiz bir dönem olan 90 lı yıllara girildiğinde, Windows 3.0 versiyonu ile kampanya eşliğinde piyasaya duyurulmuştu. 22 Mayıs 1990’da çıkarılan bu sürüm önceki sürümlerinden çok daha iyi yeteneklere sahipti ve kullanılan yeni grafik arabirim umut vericiydi. Masaüstünde ikonlar kullanılmaya başlanmış, birden fazla programın aynı anda çalışması daha sorunsuz hale getirilmiş, bellek yönetimi geliştirilmiş ve sonraki versiyonlarında da vazgeçilmez olan Program Yöneticisi modülü eklenmişti. İşler yolunda gidiyordu ve fakat bu sürümünün kullanıcı sayısı arttığında sorunlar da kendini gösterdi. Bu sorunların bazıları işletim sisteminin yetersizliğinden bazıları da düşük konfigürasyonlu bilgisayarların donanımlarından kaynaklanıyordu. Ortaya çıkan bir diğer sonuç ise Windows 3.0 versiyonunun hitap ettiği kitlenin belli olmasıydı. Gerek basit yapısı gerek kullanım kolaylığı gerekse fiyatı düşük olan bilgisayarlarda çalışması Windows’un profesyonel çevre yerine son kullanıcılar tarafından tercih edilmesine sebep oldu. Son kullanıcı sorunun neden ve nerden çıktığı ile pek fazla ilgilenmeyeceği için Microsoft bu hataların düzeltildiği daha stabil çalışan yeni versiyonunu çıkarmak için çalışmalara başlaması gerekiyordu. Gerekiyordu çünkü dünyanın en çok çöken işletim sistemi ünvanını almak istemiyordu. ‘Windows’un çökmesi için ne yapmak gerek?’ diye sorulan bir soruya ‘Windows’u başlatmak yeterli’ şeklinde alaycı cevaplar verilmeye başlandı. Ziller çalmıştı. Bir şeyler yapmak gerekiyordu. Microsoft firması kullanıcılar için pek fazla yenilik içermeyen ve fakat sistemin kodlarında birçok yenilik yaparak daha güvenli ve daha az hata veren bir sürüm olan Windows 3.1 ile kullanıcılarının huzuruna çıktı. Yavaş yavaş işletim sistemi ipleri eline alıyor, programların çalışmasını kontrol ediyor, donanımlar ile programlar arasındaki ilişkiyi kontrol ediyor ve izinsiz yapılan istekleri geri çeviriyordu. Böylece o meşhur Kurtarılamaz Uygulama Hatası (Unrecoverable Application Error) kullanıcıların karşısına daha az çıkar oldu. Bunun yerine yeni hatalar ortaya çıktı fakat bunlar kullanıcılar açısından daha az can yakıcıydı.
Windows cephesinde gelişmeler devam ederken Unix dünyası kodlarının lisansını konuşuyor ve aralarında kavgalar ediyorlardı. Değişen, hızla gelişen ve en önemlisi artık evlere kadar giren bilgisayarlar için Unix yeni çözümler sunmadı. Pazarlama stratejileri belirlenmedi veya başarısız yöntemler uygulandı. Küçük işletmeler ve ev kullanıcıları Unix’in ve çalıştığı platformların fiyatından ve öğrenilmesinin zorluğundan dolayı rakiplerin sistemlerini tercih ediyorlardı. Kısacası ağır abi olarak nitelendirebileceğimiz Unix, yeni çağın gençlerine ayak uyduramadı.
Novell firması Netware işletim sistemiyle özellikle dosya sunucusu olarak beğeni topluyor ve tüm dünyada hızla yayılıyordu. 1990’lı yıllara girildiğinde Unix lisans hakları Novell firmasında bulunuyordu. Macintosh grafikerler ve masaüstü yayıncıları tarafından neredeyse vazgeçilmez olmuş, arada yaşanan çalkantılı dönemlere rağmen piyasada yerini bulmuştu. Microsoft son kullanıcı gereksinimlerini de göz önünde bulundurarak herkesin çok kolay bir şekilde kullanabileceği işletim sistemleri ile yoluna devam ediyordu. Macintosh’un grafik arabirimi için ‘Aptallar için bir sistem’ diyenler sanırım taleplerin, kolay ve herkesin kullanabileceği bir işletim sistemi yönünde olacağını geç olmadan fark ettiler.
Yeni işletim sistemi tohumlarının dijital toprağa serpildiği ve bazılarının meyvelerinin olgunlaşmaya başladığı, bugün hayatımızın her alanında vazgeçilmez olan kod yığınlarının son dönem gelişmeleriyle devam edelim. 1990’lı yılların başından günümüze devam eden soluk soluğa bir macera…
Ardaşlar side biliyorsunuzki bu uzun yazıları kimse okumaz. Kendi ağızıyla açıklayıcı şekilde kısa öz anlatabilecek yok mu? Gereksiz bilgileri okumak zorunda kalmayalım.