Hollanda Temsilciler Meclisi Üyesi Erdoğan'a terörist dedi

Bu konuyu okuyanlar

Craigdiizzeer

Doçent
Katılım
19 Ağustos 2020
Mesajlar
666
Reaksiyon puanı
959
Puanları
93
Yaş
25
Olaya farklı yönden bakılırsa eğer herkesin saygı duyduğu bir lider örneği vereceğim sizlere. Hatta yeri geldi düşmanı bile saygıyla andı. O isim de Mustafa Kemal Atatürk'tür
*******************************************

DÜŞMANIN SAYGI DUYDUĞU TEK LİDER
İngilizler I. Dünya savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğunun sona erip Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile Türkiye’yi yakın takibe almışlardı. Bu yüzden Türkiye de görevlendirdikleri büyükelçi ve konsolos düzeyinde olan kişiler aslında kaynaklarından topladıkları bilgileri ülkelerindeki ilgili kişilere aktararak bir veri bankası oluşturuyorlardı.
Mısır’da İngiliz Yüksek Komseri olarak görev yaparken 1933 yılında Türkiye’ye atanan Percy Loraine Lyham de bunlardan biriydi. 1939 yılına kadar İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi olarak görev yaptı. İngiliz dışişleri personeli tarafından “kendini beğenmiş Percy” lakabı verilen bu diplomatın dünyada beğendiği ender liderlerden biri Atatürk idi.
Atatürk öldükten sonra, yani 1938 yılında onun hakkında bazı gizli bilgiler İngiltere’ye rapor edildi. Percy Loraine Lyham (1880-1961), Atatürk’ün vefat etmesinden bir süre sonra 608 telgraf numarasıyla İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Frederick Lindley Wood’ye şu bilgiyi geçti…
Tarih: 25 Kasım 1938 idi…
“Aziz Lordum,
Size Mösyö Kemal Atatürk’ün ölümünü bildiren 194 sayılı telgrafı çok derin üzüntüler içinde sunmuştum. Bu belgeye ek olarak bu yazımda; Atatürk’ün yaptığı işleri övmekten çok, onun kişiliği ve bu ülke insanına ne ifade ettiği konusuna değinmeye çalışacağım.
Hiç şüphesiz toplum bilimciler ve tarihçiler onun çalışma hayatı ve yaptıklarıyla ilgilenip ayrıntılı bir çalışma yapacaklardır. Ancak bunların çok azı, Atatürk’ün gerçek kimliğini öğrenmeden hazırlanacaktır ki, onu tanımadan yapılacak değerlendirmeler kuşkusuz yanlış olacak ve yanlış yönlendirmelere neden olacaktır.
Bu bilginin toplanmasında ben, belki de ayrıcalıklı bir konuma sahiptim. Görevimin ilk günlerinden itibaren Atatürk beni bir dost gibi görmüş, benimle görüşmekten memnun olmuş, görüşme fırsatı doğduğunda bundan hoşnut kalmış, karşılıklı konuşmalarımız esnasında ilgi ve dikkati asla azalmamıştır…
Dolayısıyla, kendi özel kimliğini bana, diğer yabancılara gösterdiğinden daha fazla gösterdiğine inanıyorum.
Doğrudan edinilen tecrübelerimi sağlayan kişisel görüşmelerimiz dışında, onu çok yakın dostlarından ve hatta aramızdaki dostluğu gördükten sonra benimle onun hakkında konuşmaya hiç çekinmeyen kabinedeki bazı bakanlardan da birçok kez dinleme fırsatım oldu.
Atatürk’ün müstesna ve takdire şayan bir şahsiyet olduğunu söylemek pek bir şey ifade etmeyebilir. Ancak gerçekten müstesna ve takdire şayan bir kişiydi, neden bu niteliklere sahip bir şahsiyet olduğunu açıklamaya çalışmalıyım…
Sadece şu veya bu savaşı kazanarak, şu veya bu kanunu çıkararak, harf devrimi yaparak ya da fes giyilmesini yasaklamak veya ülkeyi laik kılarak değil, yüz yıllarca acı çekmiş, ruh karartıcı yönetimler yaşamış bir ırkın dehasına güvenerek, ‘bir insanın büyüklüğünün ve sıra dışı görüşünün kanıtı sadece iyiliği ile ölçülebilir’ on beş yıl gibi kısa bir sürede bu insan birçok iyi şey yapmıştır. Gerisi ayrıntıdan ibarettir…
Atatürk’ün dinamik enerjisi üzerinde durmama gerek yok. Bu enerjinin dayanılmaz gücü, Türklerin tarihinde şimdiden önemli bir sayfa olarak yer almıştır. Ancak ben, pek bilinmeyen bir başka özelliğine değinmek istiyorum:
Bu da Atatürk’ün doğuştan gelen, belki de farkında olmadan - tıpkı sütün kaymağını hemen ayıran aletler gibi - faydasızı faydalıdan ayırma yeteneğiydi.
İddia edilen acımasızlığı; onu tanıyanların çok iyi bildiği gibi vatandaşlarına duyduğu sevgiyle uyuşmamaktadır.
İddia edilen tensel günahlar ve geçici ilişkilere duyduğu varsayılan zevkler; toplumda kadının rolü kavramıyla bağdaşmamaktadır. Zira bir iki sene içinde çok eşliliği yasal olarak ortadan kaldırmış ve istedikleri takdirde harem kadınlarına bile devletin liberal mevkilerinin açık olduğunu ortaya koymuştur.
Atatürk, Batı’da ‘yes-men’ ve uzun süredir Türkiye’de ‘evet efendimci’ olarak bilinen tarzdan hoşlanmıyor; bu tür insanları aşağılıyordu.
Ahmak ve dalkavuklara tahammülü yoktu.
Aslında belki de en çok sömürücüleri sevmez, açgözlüleri hor görürdü.
Bir insanın onun için çalışıyor olması fikrine hoş bakmazdı. Kendisi zaten ülkesi, halkı için yaşıyor, onlar için düşünüp onlar için çalışıyordu. Diğerleri bu şekilde davranmıyorsa görevlerini yerine getiremedikleri kanısına varıyordu.
Korkarım gelecek nesillere Atatürk bir diktatör olarak aktarılacak. Bunun yanlış olacağı kanısındayım. Hem savaşta, hem barışta evet o büyük bir liderdi ancak gerçek bir diktatör değildi. Ne yazık ki ben, şimdiye kadar onu anlatabilecek diktatör kelimesine ait bir tanımımız olduğuna inanmıyorum.
Hitler ve Mussolini’nin tersine, devlette idari veya yönetim fonksiyonu bulunmuyordu; af yetkisi yoktu; mahkemelere emir yetkisi yoktu; diplomatik misyon temsilcilerini reddetme hakkına sahip değildi.
Bütün bu hususlara teknik gözle bakıp bir kenara iter ve bütün devlet meselelerinde onun isteklerinin hakim olduğu konusunda ısrar edebilirsiniz. Doğru, ancak olayların gidişi, Atatürk’ün görüş açısının doğruluğunu, verdiği hükümlerin zekice olduğunu ve hata yapmadığını göstermiştir. Dolayısıyla sıkça fikirlerine başvurulması ve memnuniyetle bu fikirlerin uygulanmasını görmek pek de şaşırtıcı değil…
Atatürk’ün idrak gücünde esrarengiz bir yön vardı; küçük şeylere önem vermeyiş veya sinsi olamayışında üstün bir yön bulunuyordu; konsantrasyon gücü olağanüstüydü; şefkat ve ilgi bekleyen bilinç altının etkileyici yanı belki de şuurlu amacının buz gibi dik duruşunun bir başka parçasıydı.
Müslüman olarak doğmuş, ancak yobazlık karşıtı bir kişi olmuştu; doğruluğu sevmiş, günahtan nefret etmişti.
İşini iyi bilen, yetenek sahibi bir askerdi, savaştan nefret ederdi. Bağımsızlığı elde ettiği andan itibaren barışın peşinde koşmuş ve barış ortamını sağlamayı başarmıştı.
Türkiye’nin kaderini elleri arasına aldığından beri, Kemalist Cumhuriyet’in dostluk elini uzatmadığı ve aralarında Osmanlı İmparatorluğu’nun düşmanlarının da bulunduğu tek bir komşusu dahi yoktur.
Uzatılan dostluk eli çoğunlukla tutulmuş ve sarf edilen çabalar sonunda ülkeler arası sürtüşme azaltılarak, doğunun bu bölgesinde daha geniş kapsamlı barış, dikkat çekici bir biçimde sağlanmıştır.
Kemal Atatürk yapılması gerektiğine inandığı şeyleri korkusuzca yerine getirmekten asla vazgeçmemişti. Hastalığının şiddetlendiği anlarda ölüme çok yakınlaşmış olsa bile, korku asla ne yüreğine ne beynine yerleşmeyi başaramamıştı.
O, Türk Milleti’ne hizmet ederken öldü. Ölüm bile büyük zaferini ondan çalmayı başaramamıştır.
İnsanlara; hayatlarını, onur ve şereflerini ve insanca yaşama yolunu vermiş, belki de bütün bunlardan daha önemlisi, bu haklarına sahip çıkmalarını sağlayacak bağımsızlığı tattırmıştır…”
Sedat Karadayı
Kaynak; Soner Yalçın

Not: Fotoğraf İngiltere kralı VIII. Edward'ın 04/09/1936 tarihinde İstanbul ziyaretinde çekilmiştir.
92581797_2746811958762071_6334460704375963648_n.jpg
92871918_2746812028762064_663002479302017024_n.jpg
92817721_2746812078762059_4411791364228907008_n.jpg
 

_Zaur_

VİP üye
Katılım
17 Kasım 2017
Mesajlar
14,070
Çözümler
4
Reaksiyon puanı
23,096
Puanları
113
Yaş
30
O diyen insanlar varya Başkanın yaptığı açıklamalar bir yerlerine dokunmuş anlaşılan.
Çamur atmaktan başka bir işe yaramıyorlar.
 

Usui Takumi

Profesör
Katılım
10 Temmuz 2011
Mesajlar
3,551
Reaksiyon puanı
1,177
Puanları
113
Bu da demektir ki Erdoğan doğru yolda. Bunlar böyle kuduruyorsa Erdoğan kuyruklarına sağlam basmış demektir. Gerçi bu herif koyu müslüman düşmanı, ırkçının teki. Erdoğanın ciddiye bile alacağını sanmıyorum.
 
Üst