Halk halka ağlasın

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Ottomanzo

Doçent
Katılım
25 Temmuz 2008
Mesajlar
746
Reaksiyon puanı
7
Puanları
0
Hafızası elinden alınmış olan bizlere belli konularda hafızamızı iade ederek bence tarihî bir görevi ifa eden sevgili Çayan Demirel’in Dersim Katliamı’nı tanıklıklarla anlattığı 38 belgeselinde içinin güzelliği gözlerinde saklı bir teyze var. Bu yazı bir şekilde kendisine ulaşırsa ellerinden öptüğüm o teyzemin gözyaşları içinde, âdeta katliam sırasındaki çaresiz ruh haline bürünerek söylediği şu sözler aklımdan hiç çıkmıyor: “Kimsesiz kaldım. Kimse yok. Derdime yanak yok. Rica ederim. Halk halka ağlasın. Kim ağlasın. Biz de halkız. Biz de kardeşiz.”

Bugün Dersim’de CHP’nin varlığı bitti. Zira Dersimliler Seyit Rıza’nın torunu olmanın sorumluluğuna yakışır bir biçimde “Varlığım, CHP’nin varlığına armağan olsun” demeyi reddettiler. Üstelik beyaz Türk yöneticilerine biat edip, âdeta bir “yansıtma” refleksi ile kendi içinde bulunduğu durumun zilletini “biat kültürü” sözüyle dışa vuran Kılıçdaroğlu’nu da sert bir dille kınadılar.

Peki, bunu nasıl bu kadar çabuk ve etkili bir biçimde yaptılar dersiniz? Bence halkın halka ağlamasının verdiği gücün bu onurlu karşı duruşta çok büyük payı var. Tüm Türkiye Dersim Katliamı’nı günlerce tartıştı. Bugüne kadar hiç duymadığı gerçekleri havsalasını zorlasa da öğrendi. Ve ağladı. Sonunda halk, halka ağladı. Derde yanak bulan Dersimlilerin de CHP’ye “onur” gerçekte ne demekmiş öğretmek hususunda zerre tereddüdü kalmadı.

Dersimlilerin CHP’den ‘arındığı’ günlerde Başbakan da bir konuşma yaptı ve “Maraş, Çorum, Sivas, Gazi’de de analar ağladı” dedi. Radikal bu haberi yerinde bir manşetle “Başbakan ‘Milli görüş’ gömleğini şimdi yırttı” diye gördü. Zira, Numan Kurtulmuş liderliğindeki Saadet çizgisini tenzih ederek söylemek gerekirse, Milli Görüş, “muhafazakârlar” diye tabir edilen kesim haricindekilere yaşatılan acıları görmezden gelen bir görüşü temsil ediyordu. Bu gelenekten gelen ve benden yaşça oldukça büyük birine neden Kürt meselesine bu kadar kör kaldıklarını sorduğumda “Bizim meselelere o kadar gömülmüştük ki” demişti. Bense “Bizim olan nedir sahiden? İnsan sırf kendi dertlerini sahiplenmek için mi yaşar? Bizim diye saydığınız meselelerin içinde Kürt meselesinin olmaması bir gaflet değil midir?” diye biraz da haddimi aşarak cevap vermiştim.

Ancak başkasının acısına kayıtsız kalma noktasında aynı hataya düşen sırf muhafazakârlar değil elbette. Farklı kesimlere mensup olan herkes yalnızca kendi acısını sahiplendiğinden, hepimize farklı biçimlerde de olsa zulmü reva gören egemen iktidarın kendisi ile yüzleşerek hesaplaşamıyoruz. Bu yüzden egemen iktidar, aynen arzu ettiği gibi, bizi birbirimize karşı tehdit unsuru olarak sunup istediği gibi şekillendirebiliyor.

Türkiye’de eşitler ve ‘daha eşit’ olanlar arasında bir mücadele sürdürülüyor. Eşit olanlar, acı tartıya vurulamayacağından, mazlumlukta eşitleniyorlar ama bunun daha yeni farkına varıyorlar. Bu farkındalığın önündeki en büyük engel ise korkularımız; birbirimize karşı duyduğumuz korkularımız. Âdeta öğrenilmiş bir çaresizlikle karşı koymaktan çekindiğimiz korkularımız. Kimimiz şeriat gelecek diye, kimimiz ülke Hıristiyanlaşacak diye, kimimiz memleket bölünüyor diye, kimimiz din elden gidiyor diye egemenlerle saf tutmaktan geri durmuyor. Egemenlerin ise ağzımıza çaldığı bir parmak bal ve “normal/makbul olan sensin” diyerek sırt sıvazlayışı mazlumların zalimleşmesine yetiyor. Bu noktadan sonra ise birbirimizin acılarına ağlamak bir yana çektirilen acıları revâ görmek hatta “hak ettiler” anlayışını benimsemek ne yazık ki kolaylaşıyor.

Anadolu Lisesi’nde okurken bize okuttukları Cry, The Beloved Country diye bir kitap vardı. Adını “Ağla, Sevgili Ülkem” diye tercüme edebileceğimiz bu kitap Afrika’daki ırk ayrımcılığına karşı mücadeleyi konu ediniyordu. O yaşlarda başörtülü olmadığım için henüz devlet tarafından herhangi bir ayrımcılığa uğramamış olan ben, bu kitabın değerini yıllar sonra daha iyi idrak edecektim. İşte bu muhteşem kitapta insanı kendine köle eden korkulara dair şöyle bir cümle vardır: “Endişen korkuya döndü ve korkun acıya. Acı korkudan daha evlâdır. Korku bir yolculuk, berbat bir yolculuk ama acı, en azından bir varıştır.” Bugün yavaş ve tökezleyerek de olsa şimdiye kadar tahayyül ettiğimizden farklı bir ‘varış’a doğru yol aldığımızı hissediyoruz ve bazılarımız yine de korkuyor.

Dersimlilerin zalimleri ile hesaplaşmakta bulduğu gücü hepimizin bulması ve sistemin ‘hasta’ ettiği mazlumlar olarak korkularımızdan arınıp şifa bulmamız sanırım biraz da halkın halka ağlamasına bağlı. Zira birbirimizi gözyaşlarımızın sahiciliğine bile inandıramayacaksak, sözlerimizin samimiyetine nasıl inandıracağız?


kaynak
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst