- Katılım
- 29 Haziran 2007
- Mesajlar
- 64,455
- Reaksiyon puanı
- 530
- Puanları
- 0
Hacca gelmeden önceydi, gazetemizin eklerinden sorumlu editör arkadaşım, hacca eşimle birlikte gideceğimi duyunca Eş ile yapılan hac hakkında aktüel değerlendirmelerde bulunur musunuz? dedi.
Gayesi açık; bundan sonra hacca yol bulan insanlar için bir tecrübeyi yansıtmak istiyor okuyucularına. Ben de olur dedim ve hac esnasında yaptığım gözlemlerde, adesemi buna göre de ayarladım. Sadece eşim değil, 41 kişilik bizim kafiledeki diğer kadınların davranışlarına da dikkat ettim. Eşleri ile konuştum ve kitaplaştırmayı düşündüğüm günlüklerde notlar aldım.
İlk gözlemim, bilgi ve şuur düzeyi. Nerede, ne zaman, neyi, nasıl yapacağını bilmekle birlikte, bütün bunları neden ve niçin yapacağını bilen kadınlar, hac ibadetinin hemen her safhasında hemcinslerinden farklı bir yerde duruyor. Bunu görmemek için kör olmak lazım. Mataf alanındaki yürüyüşlerinden namazlarda ihtilata riayete, ezanlar okunurken ellerin semaya doğru öteler ötesine açık olmasından Kâbeye mütevveccih yüzlerin gözlerinden akan sicim misali yaşlara, hatta yürüyüşlerine yansıyan vakar ve ciddiyete kadar her şeylerinde görmek mümkün.
Beşeri zaruretler ve ihtiyaçlar değil ama hayatımızın bir parçası haline gelen alışkanlıklarınız zaman zaman sizi ruhani iklimden uzaklaştırıp başka zeminlere doğru çekebiliyor. İşte tam o anda eşinizi karşınıza dikilmiş bir polis gibi bulabilir, hayır deyip sizi yeniden koptuğunuz alana sürüklediğini görebilirsiniz. Tabii tersi de geçerli bunun. Şahsi bir tecrübe olacak ama intikalinde mahzur görmüyorum; bazen kaynaklara vukufiyetiniz; İyi ama bu hadis sahih değil. demeniz bile işe yaramıyor. Okumuş bir yerde, duymuş birisinden ve diretiyor. Sonuç; onun dediği oluyor.
Pekâlâ doğru mu bu ısrarı? Bence doğru. Zira ihtilaf mevzuları, nafile ibadetleri ilgilendiren literatürdeki kavramla fezâil-i amâle dair şeyler. Malum Rabbe kullukta, kulu Ona yaklaştıracak ibadetlerde, fukaha da rivayetin sıhhatine ahkâmı ilgilendiren hususlara nispetle daha müsamahalı yaklaşmıştır.
İkincisi; kaldığınız dar bir otel odası. Çok değil, 15 dakika içinde odanın mevcut yapısına göre ev düzeni kurulmuştur. Çamaşırların tanziminden kirli eşyaların nereye konulacağına, zaman zaman ihtiyaç duyulan ayaküstü atıştırılacak yiyecek malzemelerinden bavulların tertibine kadar her şey bir düzen içinde sizi karşılar; hem de her gün. Önemli mi bu? Elbette. Çünkü dış için aynası ise her gün, her dakika içimizle uğraştığımız bu zaman diliminde mekânın düzeni ister istemez insanın psikolojisine tesir ediyor. Çünkü insan fıtratında bir düzen arayışı vardır. Nitekim Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebide göze çarpan düzensizliklerin problem edilmesinin, gıybetlere varan düzeyde muhabbetlere konu olmasının ardında fıtrattaki bu düzen arayışı vardır.
Hediye âdeti...
Üçüncüsü; müstakil makale konusu olabilecek derinlikte bir mesele; alışveriş. İstisnalar bir kenara alışveriş noktasında kadınların erkeklere nispetle yeri hemen herkesin malumu. Belki fıtrata, belki de kültüre raci bir husus. Buna bağlı olarak ikinci nokta, ülkemizde var olan hac öncesi ve sonrası hediye kültürü. Hac öncesi uğurlamaya gelen insanların başta para olmak üzere birçok hediyeler getirmesi bugün itibarıyla örfümüzün bir parçası. Bu olmasa bile hac sonrası tebrik ziyaretlerinde hurma ve zemzemin ötesinde münasebet seviyesine göre küçük-büyük hediyelerin verilmesi de ilkine nispetle çok daha yaygın bir başka örfümüz. Bu iki husus ve özellikle hac öncesi hediye alan kişilerde tabii olarak hediyeye hediye ile mukabele etme ihtiyacını doğuruyor. Bu arada yapılan siparişleri de ilave etmek lazım.
Durum bu olunca para bir kenara, eşinizin hediye adına zaman harcaması kadar tabii bir şey yok ve olamaz. Ama... İşte bundan sonrası çok önemli, zira yeni bir başlangıcın adı olabilir. Toplum nezdinde umumiyet kazanıp kabul görürse belki örf olur, âdet olur.
Bu bir cümlelik önemli uyarıdan sonra amaya geri dönüyorum; ama başta dedik; hacca niçin geldiğinin şuurunda olan kadınlar alışveriş konusunda çok farklı bir kulvarda yürüyorlar. İki valizle geldik, iki valizle gideceğiz. Hurma ve zemzemden başka bir şey götürmeyeceğiz. Hediyeye gelince sadece usul ve fürumuza yani anne-babamız ve çocuklarımıza sembolik bir şeyler alacağız. diyorlar.
Çoklarına şaka veya hayal gibi gelebilir ama ben vakıadan söz ediyorum. Mesela, bizim kafilede böyle oldu. Mekkede zamanın bir dakikasını bile zayi etmeme üzerine var olan inanç ve bu inancı destekleyen tahşidatlar kadınlarımızı fıtrata, örf ve âdete rağmen çarşılardan uzak tuttu. Alışverişin bütününü Medineye bırakıyoruz. dediler. Medinede ise inanın bana sadece birkaç saatlerini harcadılar. Hem de namazlarını Mescid-i Nebide kılmayı terk etmeden.
Pekâlâ bu davranışın altında yatan temel düşünce nedir? Kendilerini nasıl aşıyor; memleketlerinde hediye beklentisi ile dopdolu insanlara mahcup olmadan ne türlü izah yapacaklar diyebilirsiniz.
Kâbeyi ilk gördüğümde, Arafatta, Müzdelifede ve Mescid-i Nebide her fırsatta isimlerini tek tek anarak dua ettim; yetmez mi? Hediyeden kasıt onları burada hatırlamak ise dua ekseninde hatırlamaktan daha güzel ne olabilir ki?
Bu kadar değil, devamı da var: Alacağım hediyelerin kaliteleri meydanda. Hediye götüreceğimiz yakın-uzak çevrenin hayat standardına muvafık değil. Çokları Çin malı. İsraftan öte mana taşımaz.
Tam burada bir soru soruyorum: Anne-babaya hediye götürmeni anladım. Neden çocuklar? Aldığım cevap: Dünya tutucu değiliz. Bugün var, yarın yokuz. Anne-babadan hac hatırası diye saklarlar.
Medinede de ibadet...
Sözün geldiği bu noktada iki anekdot aktarayım. İlki bizim kafileden birisi. 8 gün kaldığımız Medine günlerinin altıncı gününde otel lobisinde karşılaştık. Elinde poşetler. Hayırdır dedim. 6 gündür hediye alıyoruz; bitmedi. İşin içinden çıkamıyorum artık. Patlamak üzere olan insanın ses tonu ve yüz işmizası vardı üzerinde.
İkincisi ise sohbet vesilesi ile gittiğim bir başka kafileden birisinin itirafı. Genelde bu yazıya konu olan meseleleri müzakere ettiğimiz sohbet sonunda bana dedi ki: Hocam, Mekkede 40 yıldır dökmediğim gözyaşını döktüm. Medinede ise bir damla gözyaşı dökemedim. Neden biliyor musun? Sustum, çünkü cevabı kendisi verecekti. Verdiği cevap, alışveriş ekseninde bizim kadınların uygulamasını destekleyen bir delildi: Alışveriş. Devam etti: Mekkede iken Medinede de ibadet. Memlekete zemzem ve hurmadan başka bir şey götürmeyeceğiz deseydik belki burada da Mekkedeki hissiyatımızı yakalardık.
Evet, doğru söylüyor. Bu doğru sözü sohbet sonunda Hocaefendiden nakledilen ve benim ilk defa duyduğum bir hatıra ile destekleyeyim. 1986 yılında Medinede bu husus soru olarak sorulmuş Hocaefendiye. Mekkedeki gibi Medinede kendimizi ibadete veremiyoruz. Hocaefendinin buna cevabı şu: Hediye götürme fikrini kafanızdan silin. Zemzem, hurma ve misvaktan başka bir şey götürmeyi düşünmeyin.
İntikalinde fayda mülahaza ettiğim daha çok gözlemim var; var ama belki bir başka yazıda.
Ahmet Kurucan / Zaman
Gayesi açık; bundan sonra hacca yol bulan insanlar için bir tecrübeyi yansıtmak istiyor okuyucularına. Ben de olur dedim ve hac esnasında yaptığım gözlemlerde, adesemi buna göre de ayarladım. Sadece eşim değil, 41 kişilik bizim kafiledeki diğer kadınların davranışlarına da dikkat ettim. Eşleri ile konuştum ve kitaplaştırmayı düşündüğüm günlüklerde notlar aldım.
İlk gözlemim, bilgi ve şuur düzeyi. Nerede, ne zaman, neyi, nasıl yapacağını bilmekle birlikte, bütün bunları neden ve niçin yapacağını bilen kadınlar, hac ibadetinin hemen her safhasında hemcinslerinden farklı bir yerde duruyor. Bunu görmemek için kör olmak lazım. Mataf alanındaki yürüyüşlerinden namazlarda ihtilata riayete, ezanlar okunurken ellerin semaya doğru öteler ötesine açık olmasından Kâbeye mütevveccih yüzlerin gözlerinden akan sicim misali yaşlara, hatta yürüyüşlerine yansıyan vakar ve ciddiyete kadar her şeylerinde görmek mümkün.
Beşeri zaruretler ve ihtiyaçlar değil ama hayatımızın bir parçası haline gelen alışkanlıklarınız zaman zaman sizi ruhani iklimden uzaklaştırıp başka zeminlere doğru çekebiliyor. İşte tam o anda eşinizi karşınıza dikilmiş bir polis gibi bulabilir, hayır deyip sizi yeniden koptuğunuz alana sürüklediğini görebilirsiniz. Tabii tersi de geçerli bunun. Şahsi bir tecrübe olacak ama intikalinde mahzur görmüyorum; bazen kaynaklara vukufiyetiniz; İyi ama bu hadis sahih değil. demeniz bile işe yaramıyor. Okumuş bir yerde, duymuş birisinden ve diretiyor. Sonuç; onun dediği oluyor.
Pekâlâ doğru mu bu ısrarı? Bence doğru. Zira ihtilaf mevzuları, nafile ibadetleri ilgilendiren literatürdeki kavramla fezâil-i amâle dair şeyler. Malum Rabbe kullukta, kulu Ona yaklaştıracak ibadetlerde, fukaha da rivayetin sıhhatine ahkâmı ilgilendiren hususlara nispetle daha müsamahalı yaklaşmıştır.
İkincisi; kaldığınız dar bir otel odası. Çok değil, 15 dakika içinde odanın mevcut yapısına göre ev düzeni kurulmuştur. Çamaşırların tanziminden kirli eşyaların nereye konulacağına, zaman zaman ihtiyaç duyulan ayaküstü atıştırılacak yiyecek malzemelerinden bavulların tertibine kadar her şey bir düzen içinde sizi karşılar; hem de her gün. Önemli mi bu? Elbette. Çünkü dış için aynası ise her gün, her dakika içimizle uğraştığımız bu zaman diliminde mekânın düzeni ister istemez insanın psikolojisine tesir ediyor. Çünkü insan fıtratında bir düzen arayışı vardır. Nitekim Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebide göze çarpan düzensizliklerin problem edilmesinin, gıybetlere varan düzeyde muhabbetlere konu olmasının ardında fıtrattaki bu düzen arayışı vardır.
Hediye âdeti...
Üçüncüsü; müstakil makale konusu olabilecek derinlikte bir mesele; alışveriş. İstisnalar bir kenara alışveriş noktasında kadınların erkeklere nispetle yeri hemen herkesin malumu. Belki fıtrata, belki de kültüre raci bir husus. Buna bağlı olarak ikinci nokta, ülkemizde var olan hac öncesi ve sonrası hediye kültürü. Hac öncesi uğurlamaya gelen insanların başta para olmak üzere birçok hediyeler getirmesi bugün itibarıyla örfümüzün bir parçası. Bu olmasa bile hac sonrası tebrik ziyaretlerinde hurma ve zemzemin ötesinde münasebet seviyesine göre küçük-büyük hediyelerin verilmesi de ilkine nispetle çok daha yaygın bir başka örfümüz. Bu iki husus ve özellikle hac öncesi hediye alan kişilerde tabii olarak hediyeye hediye ile mukabele etme ihtiyacını doğuruyor. Bu arada yapılan siparişleri de ilave etmek lazım.
Durum bu olunca para bir kenara, eşinizin hediye adına zaman harcaması kadar tabii bir şey yok ve olamaz. Ama... İşte bundan sonrası çok önemli, zira yeni bir başlangıcın adı olabilir. Toplum nezdinde umumiyet kazanıp kabul görürse belki örf olur, âdet olur.
Bu bir cümlelik önemli uyarıdan sonra amaya geri dönüyorum; ama başta dedik; hacca niçin geldiğinin şuurunda olan kadınlar alışveriş konusunda çok farklı bir kulvarda yürüyorlar. İki valizle geldik, iki valizle gideceğiz. Hurma ve zemzemden başka bir şey götürmeyeceğiz. Hediyeye gelince sadece usul ve fürumuza yani anne-babamız ve çocuklarımıza sembolik bir şeyler alacağız. diyorlar.
Çoklarına şaka veya hayal gibi gelebilir ama ben vakıadan söz ediyorum. Mesela, bizim kafilede böyle oldu. Mekkede zamanın bir dakikasını bile zayi etmeme üzerine var olan inanç ve bu inancı destekleyen tahşidatlar kadınlarımızı fıtrata, örf ve âdete rağmen çarşılardan uzak tuttu. Alışverişin bütününü Medineye bırakıyoruz. dediler. Medinede ise inanın bana sadece birkaç saatlerini harcadılar. Hem de namazlarını Mescid-i Nebide kılmayı terk etmeden.
Pekâlâ bu davranışın altında yatan temel düşünce nedir? Kendilerini nasıl aşıyor; memleketlerinde hediye beklentisi ile dopdolu insanlara mahcup olmadan ne türlü izah yapacaklar diyebilirsiniz.
Kâbeyi ilk gördüğümde, Arafatta, Müzdelifede ve Mescid-i Nebide her fırsatta isimlerini tek tek anarak dua ettim; yetmez mi? Hediyeden kasıt onları burada hatırlamak ise dua ekseninde hatırlamaktan daha güzel ne olabilir ki?
Bu kadar değil, devamı da var: Alacağım hediyelerin kaliteleri meydanda. Hediye götüreceğimiz yakın-uzak çevrenin hayat standardına muvafık değil. Çokları Çin malı. İsraftan öte mana taşımaz.
Tam burada bir soru soruyorum: Anne-babaya hediye götürmeni anladım. Neden çocuklar? Aldığım cevap: Dünya tutucu değiliz. Bugün var, yarın yokuz. Anne-babadan hac hatırası diye saklarlar.
Medinede de ibadet...
Sözün geldiği bu noktada iki anekdot aktarayım. İlki bizim kafileden birisi. 8 gün kaldığımız Medine günlerinin altıncı gününde otel lobisinde karşılaştık. Elinde poşetler. Hayırdır dedim. 6 gündür hediye alıyoruz; bitmedi. İşin içinden çıkamıyorum artık. Patlamak üzere olan insanın ses tonu ve yüz işmizası vardı üzerinde.
İkincisi ise sohbet vesilesi ile gittiğim bir başka kafileden birisinin itirafı. Genelde bu yazıya konu olan meseleleri müzakere ettiğimiz sohbet sonunda bana dedi ki: Hocam, Mekkede 40 yıldır dökmediğim gözyaşını döktüm. Medinede ise bir damla gözyaşı dökemedim. Neden biliyor musun? Sustum, çünkü cevabı kendisi verecekti. Verdiği cevap, alışveriş ekseninde bizim kadınların uygulamasını destekleyen bir delildi: Alışveriş. Devam etti: Mekkede iken Medinede de ibadet. Memlekete zemzem ve hurmadan başka bir şey götürmeyeceğiz deseydik belki burada da Mekkedeki hissiyatımızı yakalardık.
Evet, doğru söylüyor. Bu doğru sözü sohbet sonunda Hocaefendiden nakledilen ve benim ilk defa duyduğum bir hatıra ile destekleyeyim. 1986 yılında Medinede bu husus soru olarak sorulmuş Hocaefendiye. Mekkedeki gibi Medinede kendimizi ibadete veremiyoruz. Hocaefendinin buna cevabı şu: Hediye götürme fikrini kafanızdan silin. Zemzem, hurma ve misvaktan başka bir şey götürmeyi düşünmeyin.
İntikalinde fayda mülahaza ettiğim daha çok gözlemim var; var ama belki bir başka yazıda.
Ahmet Kurucan / Zaman