Ekonomik ilerleme ve refah seviyesi hakkinda

Bu konuyu okuyanlar

SinHa

Doçent
Katılım
31 Ekim 2013
Mesajlar
720
Reaksiyon puanı
767
Puanları
93
Bugün bir yazı gördüm ve sizinle paylaşmak istedim. Kişi ülke durumumuzu çok güzel özetlemiş.

Ekonomik ilerleme ve refah konusunun basit, bedelsiz, sadece şikayetle, muhalefetle, tembellikle elde edilen bir durum olduğunu zanneden ciddi bir kitle var ülkede. Bu tip insanlarla hiç bir yol yürünmez. Nesilleri tükensin diye de beklenmez, vakit yok çünkü. Bir kaç not düşelim:

Batılılar gibi ilerlemek zorunda değiliz. Ama onların ulaştığı refaha tamah etmişsek ya da rekabete gireceksek, bir kere şu II. Mahmud devrinden beri yaptığımız emeksiz yemek işlerini bir kenara bırakmamız gerekiyor. İkinci terk etmemiz gereken şey de tembellik ve boşboğazlık.

İlerleme bir tercihtir. Yük halk üzerindedir. Batı durup dururken ilerlemedi. Sömürgecilik bile emek ister. Zira her sömürgeci başarılı olamadı. Yıkmakta mahir ama yapmakta sabırsız olanlar kaybetti. Sanayi Devrimi ise tam olarak büyük acıların, acımasızlıkların yaşandığı bir devirdi.

İngiltere'de 1750'den itibaren insanlar, neredeyse iki asır çocuklar ve kadınlar da dahil olmak üzere karın tokluğuna en ağır işlerde, günlük 12-14 saat arası hiç bir hakları olmadan çalıştılar. Feminizm, komünizm durup dururken fantastik bir şekilde ortaya çıkmadı.

Çocuklar fabrikalara 5 yaşından itibaren alındılar. 1840'ta İngiltere'de erkekler haftada 10, kadınlar 5 ve çocuklar 1 şilin kazanıyordu. Genelde şehirlerde iki aile tek odalı bir evde yaşıyor, ailelerin kazançları yalnızca hayatta kalmalarına yetiyordu.

Aynı şekilde ABD, büyük buhran ve benzeri çok büyük travmalar atlatmış bir ülke. Dört çocuğunu satışa çıkartan Amerikalı anneyi hatırlarsınız. Çin'in serüveni de farklı değil. 1959-61 arası yaklaşık 50 milyon insan açlıktan ölmüştü. Japonya'nın da ayrı bir hikayesi var.

Uzatmayayım. Bugün Avrupa'da insanlar, 50-60 metre kare evlerde mutlu mesut oturmasını biliyorsa, kışın evde atletle dolaşma keyfini yaşayacak bir ısıtma enerjisi harcamıyorsa, özellikle Almanya ve İngiltere'de insanlar sade, tek düze kıyafetler giymekten utanmıyorsa sebebi var.

Bu kıyasları sevmem ama burası yeri. Bir genç, borçla dillere destan bir düğün yapıyorsa, iki kişi için 4+1 ve üzeri bir ev tutuyorsa. Sonra atlayıp yurt dışı turuna çıkıyorsa, iki yıla bir telefon değiştiriyor, hiç bir elektronik cihazdan geri kalmıyorsa bunun sebebi ne?

Geçmişte de İngilizlerin çalışma azimlerini, sebatlarını hesaba almadık. Bırakın hanedanlığı, aristokratları bile feda etmeyen muhafazakarlıklarından zerre etkilenmedik. Gittik Fransa'dan laiklik ithal ettik ve şapka takıp arz-ı endam ettik. Peki derdimiz ilerlemekse bu neydi?

Bugün Avrupa'da belli şehirler hariç akşam 8'den sonra kimse sokağa çıkmıyor. Eğlence ve boş işler hafta sonu yapılıyor. Bu durum hiç dikkatimizi çekmiyor ama Batıdan ithal franchise cafelerin birbirine üstünlükleri konusunda her hafta içi gece ikilere kadar konuşabiliyoruz.

Çok şikayet eden, çok mızmızlanan insanlar istisnasız tembeldir. Üretmediğini tüketen insanlar ya mirasyedidir ya da müzmin borçludur. Yaşadığımız ülkede laf üretme lüksümüz yok. Çalışmaktan ve atalarımızdan ve rakiplerimizden daha çok çalışmaktan başka çaremiz yok.

Ya da yükselen her şeyi, uçurtma olarak görerek bir ip takmaya, parlayan her şeyi söndürmeye çalışırız. Sızlanmaya devam ederiz. Konuşuruz, yazarız, yenilgilerimizi analiz ederiz. Böylece bir sonraki nesle problemlerimizi miras bırakabiliriz. Tercih meselesi.

Hüseyin Gökalp
 
Üst