Dua nedir[ayrıntılı tafsilat]

habibineccar

Asistan
Katılım
15 Mart 2009
Mesajlar
273
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
DUA NEDİR?
Dua Allah’a yalvarmak, yakarmak, ihtiyaçları arzetmek, Ondan yardım istemek, Onu ululamak ve yüceltmek demektir.
Resulullah Efendimiz (s.a.v.); “Dua ibadettir”[1]diye buyurduktan sona, şöyle devam etti: “Rabbiniz buyurdu ki:
وَقَالَ رَبُّكُمْ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
Bana dua edin, size karşılığını vereyim. Bana ibadet etmekten büyüklenip, yüz çevirenler, muhakkak ki küçülmüş kimseler olarak Cehenneme gireceklerdir.”[2]
Selman-ı Farisî’nin bildirdiği hadis-i şerifte, Resul-i Ekrem (s.a.v.): “Muhakkak ki Allahu Teala, huzurunda ellerini uzatıp kendisinden isteyen kulunun o iki elini boş çevirmekten haya eder”[3] buyurdu.
Dua ibadettir. Dua; müminin silahı, göklerin ve yerin nurudur. Genişlik zamanında çok dua eden kimsenin, bela ve musibet zamanında yaptığı duaları kabul olur. Dua, ibadetlerin can damarıdır; yer gök dua ile kaimdir.
Hiç bir sakınma takdiri değiştirmez. Fakat dua, inmiş ve inmemiş olan şeylere fayda verir. Bela iner, onu dua karşılar. İkisi, kıyamet gününe kadar mücadele ederler.
Kaza-i mu’allak, Levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, duası kabul olursa, o kaza değişir. Hadis-i şerifte buyruldu ki: “Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez.Fakat kabul olunan dua, o bela gelirken korur.” [4]
Duanın belayı def etmesi de, kaza ve kaderdir. Kalkan, oka siper olduğu gibi, su, yerden otun yeşermesine sebep olduğu gibi, dua da, Allahu Teala’nın merhametinin gelmesine sebeptir. Bir hadis-i şerifte sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: “Kazai muallakı hiçbir şey değiştiremez. Yalnız dua değiştirir ve ömrü yalnız; ihsan, iyilik arttırır”[5]


DUANIN KABUL OLMASI İÇİN NE YAPMALIYIZ

Duada mühim olan, niyetin doğru olması, batının halis olması ve kalbin huzurudur. Nitekim Resulullah (s.a.v.); “Allahu Teala’nın kabul buyuracağına kat’i olarak inanarak dua ediniz. Biliniz ki, Allahu Teala, gafil kalp ile yapılan duayı kabul etmez” [6] buyurmuştur.
Hak Teala buyurur:
“(Ey Resulüm!) De ki: Eğer sizin kulluk ve yalvarmanız (ibadet ve duanız) olmasa, Rabbim ne diye size değer versin!..” [7]
Kainatın Efendisi Efendimiz (s.a.v.) hadislerinde şöyle buyurur:
“Dua, belayı defeder. Sadaka, Allahu Teala’nın gazabını söndürür.”
“Duanın kabul olması için helal yeyiniz.”
“Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra da ellerini kaldırıp dua ederler. Böyle dua nasıl kabul edilir?” [8]
“Din kardeşine arkasından dua edene bir melek sen de öyle ol der.” [9]
“Birbirlerini sevenlerin arkalarından yaptığı dualar red olunmaz.” [10]

Geylanî Hazretleri şöyle anlatır:
Şam’da zatın biri mescitte oturuyordu. Açtı... Kalbinden:
-N’olurdu, İsm-i Azam duasını bilseydim? dedi.
O anda iki şahıs göründü. Yanına gelip oturdular. Biri diğerine sordu:
-İsm-i Azamı bilmek ister misin?
-İsterim.
-O halde “Allah” de.
-Ben bunu içimde her zaman söylerim...
-Hayır, öyle değil. Onu söylemek istediğin zaman kalbinde Ondan başkası olmayacak....
Bundan sonra yanından ayrıldılar ve semaya doğru yükseldiler. Ve şöyle devam eder:
Zahirini halka ver. Kalbini ahirete daldır. İç alemini dünyadan ahiretten geçir. Hak’la kıl. Bunu yapmaya kadir olursan ne ala; aksi halde selameti bulman kabil değil.[11]

Muhammed Bakır (r.a.) şöyle diyor: “Kul ne kadar dua ederse, Allahu Teala ondan o kadar belayı giderir.” [12]

Birinin “Ya Rabbi, bana rahmet kapısını aç diye dua ettiğini işitince Rabia-ı Adviyye ey cahil, Allahu Teala’nın rahmet kapısı kapalı mı idi de şimdi açılmasını istiyorsun? rahmetin çıkış kapısı her zaman açık ise de giriş kapısı olan kalpler herkeste açık değildir. Bunun açılması için dua edilmelidir.” dedi.[13]

En çabuk kabul olan dua hangisidir? Sorusuna Seleme bin Dinar, “İyi bir kimsenin, iyi olan kimselere duasıdır” buyurdu.[14]

Ebu Amr ed-Dımeşkî (k.s) şöyle demiştir:
“Kalbin kararmasının alameti, kulun kendi tedbirine güvenip, Hak Teala’nın muhafaza etmesi için dua ve istekte bulunmamasıdır. Halbuki Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ‘Ya Rabbi! Beni, daha şimdi doğmuş bir çocuk gibi muhafaza et!’ diye dua buyurdular.”[15]


DUA RAHMET KAPILARININ ANAHTARIDIR:
Kulun duası ile ilahi rahmet arasında doğrudan ve sıkı bir ilişki vardır. Duayı terk eden kimse, kendisini ilahi rahmetten mahrum etmiş demektir. İlahi rahmetten mahrum olan kimsenin de duadan nasibi olmaz.
Rahmet Peygamberi Efendimiz (s.a.v.) bu ilişkiyi şöyle beyan ederler:
“Dua kapılarının kendisine açıldığı kimseye (yani dua nasib olan kimseye) kabul kapıları ve rahmet kapıları da açılır.” [16]

Adamın biri, Hz. Zünnun el-Mısrî’ye, “Ey efendim, bana Allah’ın en azametli adını (ism-i azamı) öğret” der. Hz. Zünnun bu soruyu soranı azarlayarak, “Peki sen bana Allah’ın en küçük adını öğret ki, ben de sana en büyüğünü öğreteyim” buyurduktan sonra, soru sahibine şöyle der: “Ey kardeşim, şunu bil ki, Allah’ın bütün adları büyüktür. Yeter ki, sen samimi ol. O zaman bu adlardan hangisiyle istersen, isteğin gelir.”[17]


DUANIN FAZİLETİ:
Dua kalbe huzur, rahat, sükunet verir. Zihni dinlendirir, maneviyatı güçlendirir.
Hak Teala şöyle buyurur:
“Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.”[18]
Hz. Peygamber (s.a.v.) ise şöyle buyrur:
“Allah katında duadan makbul ve kıymetli hiçbir şey yoktur” [19]

Ebu Hureyre’nin (r.a.) rivayetine göre şöyle buyurulmuştur: “Allahu Teala Hazretleri kendisinden istemeyene gadap eder.”[20]

Sabit bin Eslem el-Benanî (r.a.) mümin, kıyamet gününde, Allahu Teala’nın huzurunda durur, Allahu Teala ona; “Ey kulum! Sen, dünyada bana ibadet eden kullarımla beraber ibadet ediyor muydun? diye sorunca, o mümin; “Evet, onlarla birlikte bende ibadet ediyordum ya Rabbi!” der. Yine Allahu Teala; “Ey kulum, dünyada iken bana dua edip yalvaran ve beni zikredip ananlarla beraber, sen de yalvarıp beni andın mı?” diye sual buyurur. O mümin yine; “Evet ya Rabbi!” diye cevap verir. Bunun üzerine Allahu Teala; “İzzetim hakkı için, beni zikredip, andığın her yerde ben de seni andım. Nerede dua edip yalvardınsa, o duanı kabul ettim” buyurur. Sonra Sabit-i Benanî şu hadis-i şerifi bildirdi: “Müminin hiçbir duası red edilip, geri çevrilmez. Karşılığı ya dünyada verilir, ya ahirete tehir edilir, veya günahlarına keffaret olur.”[21]


DUANIN KEYFİYETİ:
Fudale İbn-i Ubeyd (r.a.) anlatıyor: Resulullah (s.a.v.) dua eden bir adamın, dua sırasında Hz. Peygambere (a.s.) salat ve selam okumadığını görmüştü. Hemen:
“Bu kimse acele etti” buyurdu. Sonra adamı çağırıp:
“Biriniz dua ederken, Allahu Teala’ya hamd u sena ederek başlasın, sonra Hz. Peygambere salat okusun, sonra da dilediğini istesin” buyurdu.[22]

İbn-i Mes’ud (r.a.) anlatıyor: Resulullah (a.s.), Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer (r. anhüma) beraber otururlarken ben namaz kılıyordum. (Namazı bitirip) oturunca, Allah’a sena ile zikretmeye başladım ve arkasından Resulullah’a (s.a.v.) salat okuyarak devam ettim. Sonra kendim için duada bulundum. (Bu tarzımı beğenmiş olacak ki) Hz. Peygaınber aleyhissalatu vesselam;
“İşte!. İstediğin veriliyor. İşte! İstediğin veriliyor'” dedi.[23]

Hz. Enes’in (r.a.) rivayet ettiğine göre Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
“Sizden biri dua edince ‘Ya Rabb! Dilersen beni affet! Ya Rabb dilersen bana rahmet et!’ demesin. Bilakis, azimle (kesin bir üslubla) istesin, zira Allah Teala Hazretlerini kimse icbar edemez.”[24]
Ebu Musa (r.a.) anlatır: Bir sefere (Hayber Seferi) çıkmıştık. Halk (yolda, bir ara) yüksek sesle tekbir getirmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) müdahele ederek:
Nefislerinize karşı merhametli olun. Zira sizler, sağır birisine hitab etmiyorsunuz, muhatabınız gaib de değil. Sizler gören, işiten, (nerede olsanız) sizinle olan bir Zat’a, Allah’a hitab ediyorsunuz. [25]

Enes bin Malik (r.a.) der ki: Resulullah (s.a.v.) dua ederken ellerini öyle kaldırdı ki, koltuk altlarının beyazlığını gördüm.”[26]

Hz. Ömer (r.a.) anlattığına göre Resulullah aleyhissalatu vesselam ellerini dua ederken kaldırınca, onları yüzlerine sürmedikçe geri bırakmazlardı.[27]


DUA ADABI:
Dua adabında bir kısmı rükndür. Bunlar; Ehl-i sünnet itikadında ve ihlas sahibi olmaktır. Bir kısmı, haramlardan sakınmak gibi şartlardır. Bunların dışında kalanların bir kısmı müstehablar ve mekruhlardır. Diğer bir kısmı da; yapılması terkinden evla olanlardır.
Bu edepler ve şartlardan bazıları şunlardır:
1. Yemede, içmede, giymede ve kazançta haramdan sakınmak.
2. İhlaslı olmak.
3. Duadan önce salih amel yapmak.
4. Kirlerden ve pisliklerden temizlenmek.
5. Abdestli olmak ve kıbleye yönelmek.
6. İki dizler üzerine oturmak.
7. Duanın başında ve sonunda öne Allahu Teala’ya hamd edip, Resulullah’a (s.a.v.) salavat okumak.
8. Ellerini açmak.
9. İki elleri semaya doğru kaldırmak. Çünkü sema, duanın kıblesidir.
11. Zahiren, batınen, söz ve fiille edep üzere olmak.
12. Huşu üzere olmak, yani kalbin sükunetli olmak.
16. Duada edebi sözlerle dua yapmaya zorlanmamalıdır.
18. Peygamberleri (a.s.) ve salih kimseleri vesile ederek dua etmek.
19. Dua ederken sesi alçaltmak. Yani gizli olarak dua etmektir.
20. Dua ederken, günahlarını itiraf etmek.
23. Dua eden, önce kendisine sonra ana-babasına ve diğer müminlere dua etmelidir.
24. Eğer dua eden imam ise, yalnız kendisine dua etmemelidir.
25. Allahu Teala’dan azimle istemektir.
26. İstekle dua etmelidir.
27. Duayı kalpten yapmalıdır.
28. Allahu Teala’nın, duasını kabul edeceğini ümid ederek dua etmelidir.
29. Duayı birkaç kere tekrar etmelidir. Duayı en az üç kere tekrar etmelidir.
30. Dinen uygun olmayan bir şey için dua etmemelidir.
33. Dua eden ve dinleyen amin demelidir.
34. Dua ettikten sonra ellerini yüzüne sürmelidir.
35. Dua ederken acele etmemelidir. Dua ettim, kabul edilmedi dememelidir. Sonra kabul edilebilir. Yahut kabulü bir şeye bağlanır. Yahut bir gidermiş olur.


KALP HUZURU İLE YAPMAK:
Duanın şartlarından biri, dua ederken kalp huzuru ile yapmak ve duadan gafil olmamaktır. Nitekim Resulullah Efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Biliniz ki, Allahu Teala, gafil kalp ile yapılan duayı kabul etmez”[28]

Hz. Musa (a.s.), Allahu Teala’ya dua edip yakaran bir adama uğradı. Onu böyle yalvarırken görünce, “İlahi, şayet şu kulun hacetini gidermek benim elimde olsaydı, onun hacetini görürdüm” dedi. O zaman Allahu Teala kendisine şöyle vahyetti:
“Ben ona senden daha çok merhamet sahibiyim. O bana dua ediyor, fakat kalbi bende değil koyunlarında. Ben, benden bir şey isterken kalbi benden başkasında olan kulumun duasını kabul etmem.”
Hz. Musa bu durumu o adama bildirdi; adam bütün kalbiyle Allahu Teala’ya yöneldi, dua etti, haceti giderildi.[29]

İbrahim bin Edhem Hazretlerine sordular: Allahu Teala; “Ey kullarım, benden isteyiniz, kabul ederim, veririm.”[30] buyuruyor. Halbuki istiyoruz vermiyor? Cevabında buyurdular ki: “Allahu Teala’yı çağırırsınız Ona itaat etmezsiniz. Kur’an-ı Kerim’i okursunuz, gösterdiği yolda gitmezsiniz. Cenab Hakk’ın nimetlerinden faydalanırsınız, Ona şüküretmezsiniz. Cennet’in ibadet edenler için olduğunu bilirsiniz, hazırlıkta bulunmazsınız. Cehennemi asiler için yarattığını bilirsiniz, ondan sakınmazsınız. Babalarınızın, dedelerinizin ne olduklarını görür, ibret almazsınız. Ayıbınıza bakmayıp başkalarının ayıplarını araştırırsınız. Böyle olan kimseler, üzerine taş yağmadığına, yere batmadıklarına, gökten ateş yağmadığına şükretsinler. Daha ne isterler? Dualarının neticesi, yalnız bu olursa yetmez mi.”[31]


DUANIN KABUL OLMASINDA ASIL BATINÎ EDEPTİR:
Duanın kabul olmasında en kuvvetli faktör bütün günahlardan tevbe etmek, helalleşmek ve bütün himmetini Allah’a bağlamaktır.
Ka’b el-Ahbar’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Hz. Musa zamanında kıtlık olmuştu. Kaç defa yağmur duasına çıkılmışsa da, duaları kabul edilmedi. Allahu Teala Musa aleyhisselama vahyedip buyurdu ki: “İçinizde bir koğucu vardır. O aranızda olduğu müddetçe duanızı kabul etmem.” Hz. Musa; “Ya Rabbi! Onu bildir, aramızdan çıkaralım” diye arzedince, Allahu Teala; “Ey Musa! Ben size koğuculuktan men ederken, kendim koğuculuk yapar mıyım?” buyurdu. Bunun üzerine herkes tevbe etti ve yağmur yağdı.”[32]

Süfyan es-Sevri anlatıyor: Beni İsrail’de yedi sene yağmur yağmadı, kıtlıktan çöplüklerdeki leşleri yiyecek vaziyete düştüler. Hatta çocukları bile yediler. Bu vaziyette dağlara çıkarak Allah’a dua ettiler, yalvardılar ve niyaz ettiler. Fakat Allahu Teala onların Peygamberlerine şöyle vahy etti: “Eğer bana doğru yürümekten ayaklarınız dizlerinize kadar sürtülse, elleriniz semaya değecek gibi yüksek dağlara tırmansanız ve duadan dilleriniz de yorulsa, kul haklarını ödemedikçe, duanıza icabet etmem ve ağladığınıza acımam” Bunun üzerine onlar kul haklarını ödediler ve birbirleriyle helallaştılar. Allahu Teala da rahmet ve bereketini onlara indirdi.[33]

Malik bin Dinar da şöyle anlatıyor: Yine Beni İsrail devrinde zuhura gelen bir kuraklıkta duaya çıkmışlardı. Allahu Teala onların Peygamberlerine şöyle bildirdi: “Sen onlara haber ver, pis beden, haram ile dolmuş mide ve kana bulanmış eller ile benim karşıma çıkmış, benden rahmet diliyorlar. Halbuki bu vaziyette rahmet şöyle dursun, ancak benim gadabımı benden uzaklığı kazanırlar. Bu hallerinden vazgeçsinler, ki onlara rahmetimi vereyim.”[34]

Tabiinden olan Ebu Sıddık Nacî de şöyle anlatıyor: Süleyman (a.s.) maiyetiyle yağmur duasına çıkmıştı. Yolda sırtüstü yatan ve ayakları havada bir karınca gördü. Karınca “Allah’ım! Ben de senin yaratıklarından biriyim, senin rahmetine ve senin bana vereceğin rızka muhtacım, sen bizi başkasının suçundan dolayı helak etme” diye dua ediyordu. Bunu gören Süleyman (a.s.): “Geri dönelim, yağmur için gerekli dua yapılmıştır” dedi.[35]

Yine rivayet olundu ki: Hz. Ömer bin Hattab (r.a.) Hz. Peygamberin amcası Abbas’ın da (r.a.) bulunduğu bir cemaatle yağmur duasına çıkmıştı. Hz. Ömer: “Allah’ım! Sevgili Habibin ve Onun amcası vasıtasiyle sana iltica ediyoruz. Sen bunların yüzü suyu hürmetine bize rahmetini inzal eyle” diye duasını bitirdikten sonra, Hz. Abbas elini kaldırarak: “Allah’ım! Semadan gelen her bela günah sebebiyle gelir ve bu belayı tevbe kaldırır. Ben sevgili Habibin amcası olduğum için halk benim vasıtamla Sana müracaat ediyorlar. İşte günahkar ellerimiz Sana kaldırdık, boyunlarımızı tevbe ile karşında eğdik. Sen, kayb olanı terketmeyen, beli kırılan ihmal etmeyen bir koruyucusun. İşte küçükler perişan, büyükler sefil oldu. Bu yüzden şikayet sesleri Sana yükseldi. Sen aşikareyi de bilirsin, gizliyi de. Allah’ım, kulların ümidleri kesilip helak olmadan onların imdadına yetiş, zira Senin rahmetinden ancak kafirler ümit keserler. Rahmetini yetiştir” diye dua etti. Duasını tamamlamadan dağlar gibi bulutlar gökyüzünü kapladı ve rahmet yağmaya başladı.[36]

DUANIN KABUL OLDUĞU VAKİTLER:
KURTARAN ÜÇ DUA
Mûsâ (a.s) zamanında bir adam ölmüştü. İnsanlar onu, günahkâr oluşundan dolayı yıkayıp kefenlemek istemediler ve ayaklarından tutup bir çöplüğe attılar. Allahu Teâla Mûsâ’ya (a.s):
—Ey Mûsâ! Filan mahallede biri öldü. Şu anda o mahallenin çöplüğündedir. O benim velî kullarımdandır. İnsanlar onu yıkamadılar, defnetmediler. Şimdi oraya git. Onu yıka, kefenle ve namazını kıl; ardından da defnet, diye vahyetti. Mûsâ (a.s) kendisine bildirilen mahalleye giderek oranın insanlarından adamı sordu. İnsanlar bu vasıflarda bir adamın öldüğünü, fakat çok günahkâr birisi olduğunu anlattılar. Mûsâ (a.s) onlara:
—Peki şimdi nerededir? Zira Allah bana, o adam için vahiyde bulundu. Bana yerini gösteriniz, diye ricada bulundu. Hep beraber adamın bulunduğu yere gittiklerinde adamı bir mezbeleye atılmış ve o vaziyette terk edilmiş olduğunu gördü. İnsanlar Hz. Mûsâ’ya (a.s) bu adamın yaptığı kötü işleri anlattılar. Mûsâ (a.s) daha fazla dayanamayarak:
—Ey Rabbim! Sen bana bu adamın namazını kılıp defnetmemi emrettin. Mahallesindeki insanlar ise onun çok kötü bir insan olduğuna şahitlik etmektedirler. Sen her şeyin iyisini kötüsünü; kimin övgüye, kimin de kötü anılmaya lâyık olduğunu bilirsin! diye yalvarışta bulundu. Allahu Teâla Hz. Mûsâ (a.s):
—Ey Mûsâ! İnsanların onun hakkında sana anlattıkları kötü haberler doğrudur; fakat o vefat ânında benden üç şeyle şefaat diledi. Şayet o adamın istediklerini bütün insanlar isteseydi, ben hepsini bağışlardım. Bu durumda ona karşı nasıl merhametli olmayayım ki?! Ben merhametlilerin en merhametlisi değil miyim?!” dedi. Mûsâ (a.s):
—Ey Rabbim, o üç şey nedir? diye sordu. Allahu Teâla:
—Bu kulumun ölüm ânı yaklaştığı zaman bana şöyle bir niyazda bulundu: “Ey Rabbim, biliyorsun ki ben, kalbimle hoşlanmadığım hâlde birçok günah işledim. Fakat bu günahları bende toplanan nefis, kötü arkadaş ve (Allah’ın lâneti onun üzerine olsun) şeytan üçlüsü sebebiyle yaptım. İşte bu üçü, beni günaha sürükledi. Muhakkak ki sen söylediklerimin doğruluğunu bilirsin. Beni bağışla.” İkinci söylediği söz ise: “Ey Rabbim, biliyorsun ki ben çok günah işledim. Dâima kötü insanlarla beraber oldum. Fakat ben, salihlerin sohbetlerini dinlemeyi, onlarla beraber olmayı, fasıklarla beraber olmaya tercih eden birisiydim” dedi. Üçüncü sözü de: “Ey Allah’ım, biliyorsun ki ben, salihleri fasıklardan daha çok seviyordum. Öyle ki, bana biri salih, diğeri fasık iki adam gelseydi; elbette salihin hacetini öne alır, onunla ilgilenirdim” diye niyazda bulundu.”
Vehb b. Münebbih’in anlatımıyla bu adam şu şekilde dua etmiştir: “Ey Rabbim, şayet beni affedip günahlarımı bağışlarsan, peygamberlerin ve evliyâların sevinecek, senin ve benim düşmanım olan şeytan ise kahrolacaktır. Şayet günahlarım sebebiyle azap edersen şeytan ve dostları sevinecek nebîler ve evliyâlar ise üzüleceklerdir. Ben biliyorum ki sen, şeytanların sevinmesindense nebîlerinin ve evliyâlarının sevinmesini daha çok istersin; beni bağışla. Allah’ım muhakkak ki sen, sözlerimdeki sadakati en iyi bilensin. Bana rahmet ve mağfiret eyle.”
Ey Mûsâ! İşte bu üç sözünden sonra ben de onu affettim. Çünkü ben çok şefkatli ve merhametliyim. Huzurumda günahlarını itiraf edene daha da çok merhamet ederim. İşte bu kulu, günahlarını itiraf ettiği için bağışladım. Ey Mûsâ! Sana emrettiklerimi yap. Muhakkak ki ben, bu adamın cenazesine ve defnedilmesine katılan bütün herkesin günahlarını affedeceğim.”

Duanın, şu vakitlerde daha çok kabul olacağı ümid edilir. Kadr gecesi, Arefe günü, Ramazan-ı şerif ayı, Cuma günü, gecenin ilk üçte biri, gece yarısından sonra, gecenin son üçte biri, gecenin ortası ve seher vakitleridir. Bunlardan en önemlisi Cuma saatidir.
Ezan okunurken onu dinleyip yapılan dua kabul olunur. Secdede, Kur’an-ı Kerim okunduktan sonra, Kur’an-ı Kerim’in hatminde, Zemzem suyu içerken, ölünün yanında, sohbet meclislerinde, Kabe’yi gördüğü zaman,
Facir ve fasık olsa da, mazlumun duası makbuldür. Babanın, adil padişahın, salih ve velilerin duaları müstecaptır.
Allahu Teala’ya dua ederken, Peygamberlerini ve salih kullarını da vesile etmelidir.
Çocukların da ana-babasına duaları, misafirin duası, oruçlunun iftar vaktinde duası, müslümanın müslümana gıyabında, yani arkasında yaptığı dua makbuldür.
Abdulhalık Gücdevanî (k.s.) buyurdu ki: “Kişi üzerine farz olan borçları öder, farzları yerine getirir ve ondan sonra dua ederse dileği kabul olunur. Sen farzlardan sonra bizi dua ile an, bizde sana dua edelim. Umulur ki Allah, dualarımızı kabul buyurur.”[37]


DUADA VESİLE:
Hz. Aişe validemiz şöyle buyurmuştur: [38] “Bir hacet gidermenin anahtarı, yolu, hacet arzetmeden önce sunulan hediyedir.” Bu sözlerine devamla, “Allah’a hamdü senada bulunursak Onun rızasını almış oluruz. Efendimize (s.a.v.) salat ve selamda bulunursak o hacetin gerçekleşmesinde, Allah katında bizlere şefaat ve yardımını sağlamış oluruz. Zira Hak Teala Kitabında şöyle buyuruyor: “Allah’a yaklaşmak için vesile arayın.”[39]
Allahu Teala’ya dua ederken, Peygamberlerini ve salih kullarını vesile etmelidir. İmam Matüridî (r.a.) Resulullah’a, Ashab-ı Kiram’a, Tabiine ve evliyaya tevessül ederek, yani onları vesile ederek dua etmek, duanın kabulüne sebep olur.
Yine şöyle demiştir: “Duanızı öyle bir delil araya koyarak edin ki, o günah işlememişlerden olsun. O delil, Allah dostudur. Onlara tevazu ve sevgi gösterin ki, sizin için dua etsinler.”[40]
Büyük veli Ali el-Havvas şöyle derdi: “Allah’tan bir şey isteyeceğiniz zaman, Hz. Peygamberin (s.a.v.) adıyla o şeyi isteyiniz ve şöyle dua ediniz: “Ey Allah’ım! Sevgili peygamberin Muhammed Mustafa hürmetine senden şunu....... isterim” şeklinde dilediğinizi açıklayınız. Zira Allah’ın bir meleği vardır ki, bu isteğinizi anında Peygamber Efendimize bildirir ve Ona, “Filanca kişi şu haceti için seni Allah katında aracı olmanı istemektedir” der. Hz. Peygamber Efendimiz de, o kişinin isteğini Allah’a yapacağı dua ile gerçekleştirir. Zira, Efendimizin dua ve istekleri Zül’l-Celal tarafından geri çevrilmez.”[41]
Şöyle anlatılır: Ebu’l-Hasan Harkanî’nin talebeleri, memleketlerine izinli gidiyorlardı. Kendisinden dua istediler. Korkulu yerde “Ya Ebu’l-Hasan, deyiniz” dedi. Bir gece eşkiyanın hücumuna uğradılar. Bağırıp “Ya Allah” dediler. Yalnız birisi; “Ya Ebel-Hasan” dedi. Eşkiyalar bunu görmediler. Diğerlerinin hepsini soydular. Sabah olup onu selamette görünce şaşırdılar. Sebebini sordular. O da; “Ya Ebel-Hasan dedim, kurtuldum” dedi. hocalarına gelip; “Biz Allah dedik soyulduk. Bu ise, ya Ebel-Hasan diyerek sana sığınıp kurtuldu” dediler. Bunun sırrını, sebebini bildirmesi için yalvardılar. O da; “Ağzınızdan haram girer. Haram çıkar. Allahu Teala’yı tanımazsınız. Mecaz olarak Allah dersiniz. Böyle kimselerin duaları kabul olmaz. Allahu Teala, onun sesini Ebel-Hasan’e duyurdu. Ebu’l-Hasan de, onu kurtarması için Allahu Teala’ya yalvardı. Ebu’l-Hasan haram yemez, haram içmez. Haram söz söylemez. Bu bakımdan duası kabul olup o kurtuldu” dedi.
Yine büyük velilerden biri olan Şeyh Muhammed el-Hanefî eş-Şazili Hazretleri, Kahire’de bir yerden bir yere cemaati ile birlikte su üzerinde yürüyerek giderdi. Kendi cemaatine şöyle derdi:


ALLAH’TAN AFİYET İSTEMELİDİR:
Allahu Teala’dan ibtila istenmez. Zira bizzat Peygamber Efendimiz duasında, dünya ve ahiretin ibtilasından Allah’a sığınırdı. Başta Peygamberimiz olmak üzere bütün peygamberler dualarında:
“Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver.”[42] diye yalvarırlardı. Düşman şerrinden ve diğer her türlü kötülüklerden Allah’a sığınırlardı.

İmam Şafiî (r.a.) basur hastasıydı, gece gündüz kendisinden kan geliyordu, derdi o derece ilerlemişti ki Hadis dersleri verirken bir leğen üzerine oturur akıntıları burada birikirdi. Bir gün: “Allah’ım! Eğer hoşnutluğun bunda ise bu hastalığımı artır” diye ilticada bulunur.
Şeyhi İmam Müslim bin Halid ez-Zencî (r.a.) bu mealdeki yakarışını duyunca kendisini azarlar ve:
Sus ey Muhammed! Allah’tan afiyet iste. Ben ve sen belalara katlanacak erlerden değiliz, der.[43]
O imam Şafiî ki, Şeyh-i Ekber Hz. Muhyiddin Arabi’nin Hızır aleyhisselam’dan naklen bildirdiğine göre, “evtad” mertebesinde bulunan dört büyükten biridir. Şayet “evtad” olanlardan biri olan İmam Şafiî Hazretleri böyle olursa, zamanımızdaki bizler gibi yalnız karnını şehvet ve edeb yerini düşünenler hakkında ne söyleyebiliriz. Allah’tan afiyet dilemekten gayrı bir işimiz kalmamıştır.[44]

“Bir defasında Resulullah Efendimiz bir zatın ziyaretine gitti. Hastalık sebebiyle o kimse gayet zayıf ve halsiz düşmüştü. Resulullah Efendimiz o kimseye; “Sen Allahu Teala’ya nasıl dua ederdin?” diye sordu. O da; “Ben; Allah’ım! Ahirette eziyette olmayayım da dünyada nasıl olursam olayım. Ahirette sıkıntı çekeceksem onu bana dünyada ver.” diye dua ederdim.” dedi. Bunu üzerine Resulullah buyurdu ki: “Senin buna gücün yetmez. Sen şöyle de: Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ver. Bizi Cehennem azabından koru! Sonra Resulullah Efendimiz o kimseye dua etti. O kimse Allahu Teala’nın izni ile şifa buldu.[45]
Hace Bahaeddin Şah-ı Nakşibend anlatıyor: Dedem beni Semmas’ta ikamet eden Hace Muhammed Baba’ya gönderdi. Ziyaretinden sonra şöyle kerametler müşahede ettim:
O gece bende niyaz ve tazarru zahir olduydu. Kalkıp onların mescidine vardım. İki rekat namaz kıldım. Başımı secdeye koydum. Tam bir niyaz ve tazarruya daldım. O esnada dilimden şu kelimeler çıktı:
“İlahi Allah’ım! Verdiğin belanı çekmeme, mihnet ve muhabbetini götürmeye kuvvet ve keramet ihsan eyle!”
Sabah olunca Hz. Üstadın hizmetine vardım. Buyurdular ki:
“Ey yavrum, duada şöyle söyle: “Ey Allah’ım! Senin rızanın olduğu şeye bu zayıf kulunu fazilet ve kereminle yönelt. Ey Allah’ım, eğer hikmetin muktezası bir dostuma bela gönderirsen yine yardımın onunla beraber olsun. O yükü kaldıracak kuvvet ver. Onun hikmetini ona göster. İsteyerek bela arzulamak güçtür.”[46]
Anlatıldığına göre sufinin biri sürekli, “Allahım, senden afiyet istiyorum, afiyet istiyorum!” diye dua ediyordu. Kendisine niçin sürekli böyle dua ettiğini sorulunca şunu anlatmıştır:
“Ben, manevi terbiyeye ilk girdiğim günlerde hamallık yapıyordum. Bir gün ağırca bir un yükü taşıyordum, dinlenmek için yükü bir yere koydum; orada, ‘Ya Rabbi, eğer her gün bana yorulmadan iki ekmek versen, onlarla yetinirdim’ diye dua ettim. O sırada önümde iki kişi birbiriyle dövüşmeye başladılar; ben de aralarını bulayım diye yanlarına vardım. Biri hasmına vurmak isterken başıma bir şeyle vurdu, yüzümü kana bulandı. O sırada mahallenin asayişinden sorumlu kimse gelip ikisini yakaladı, beni de kana bulanmış görünce, onlardan biri zannedip onlarla birlikte hapse attı. Bir müddet hapiste kaldım, her gün iki ekmek veriyorlardı.
Bir gece rüya gördüm, biri bana, ‘Sen her gün yorulmadan iki ekmek istedin, fakat afiyet istemedin, işte istediğin sana verildi’ dedi. Rüyadan uyandım, ondan sonra hep, ‘Ya Rabbi, afiyet ver, afiyet ver’ diye dua etmeye başladım. O sırada hücrenin kapısının açıldığını gördüm, biri, ‘Hamal Ömer nerede?’ diye beni arıyordu, ellerimi çözüp beni serbest bıraktılar.”[47]


HALİNİ DİNLEYENE ARZET:
Hikaye edildiğine göre padişahlardan biri korkunç bir hastalığa tutulmuştu. Bu, müzmim bir illetti. Birtakım Yunanlı doktorlar müttefikan dediler ki: “Şu sıfatlara sahip bir insanın ödü (safra kesesi) bu derde deva olabilir ancak.”
Padişahın emri üzerine böyle bir kimseyi aradılar, taradılar nihayet bir köylü çocuğunu bulup getirdiler. Padişah, çocuğun annesiyle babasını ve bir de kadıyı çağırttı. Kadı, padişahın sağlığı için halktan bir çocuğun öldürülmesine fetva verdi. Padişah, baba ile anneye büyük ölçüde para, mal ve mülk vererek evlatlarının öldürülmesi için onların muvafakatini aldı ve sonra da celladı getirtti.
Cellat çocuğun boynunu vurmak için tam kılıcını çekerken, çocuk güldü ve başını yukarıya kaldırarak kendi kendine bir şeyler söyled.
Padişah, “Ben bu halde iken şimdi gülmenin yeri ve sırası mıdır? Ne söyleniyorsun ve başını neden semaya doğru kaldırdın?” dedi.
Çocuk şu cevabı verdi:
“Padişahım! Bir çocuğun nazı, annesiyle babasına geçer. Bir dava olunca kadıya gidilir ve padişahtan da adalet istenir. Halbuki babamla annem, dünya malı için benim öldürülmeme razı oldular. Kadı, kanımın nahak yere dökülmesine fetva verdi. Siz de sağlığınızı, benim mazlumen ölümümde görüyor ve buluyorsunuz. Bu durum karşısında Allah’tan başka bir sığınağım kalmadı. Ona yalvardım. Çünkü Allah adil ve merhametlidir. Bunu bildiğim ve Ondan yardım ümid ettiği için sevincimden güldüm.”
Çocuğun bu sözleri padişahı çok üzdü. Gözleri yaşardı ve dedi ki: “Bu çocuğun haksız yere kanını dökmektense benim ölmem daha iyidir.”
Padişah, çocuğun başını, gözünü öptü. Onu yanına çağırdı. Ona pek çok para, mal ve mülk verip serbest bıraktı.
Bu hikayeyi anlatanlar derler ki, padişah o hafta içinde iyileşti, şifa buldu.[48]

[1] Ebu Davud, Vitir, 23; Tirmizî, Deavat, 1, Tefsir, 40; İbn-i Mace, Dua, 1, (3828); İmam Ahmed, Müsned, 4, 267.

[2] Mümin; 40/60.

[3] Ebu Davud, Salat, 23, (1488); Tirmizî, Daavat 104, (3556); İbn-i Mace, 13,

[4] Tirmizî, Daavat, 101; İbn-i Mace, Mukaddime, 90; Ahmed, Müsned, 5, 277.

[5] Tirmizî, Kader, 6; İbn-i Mace, Fitne, 22, (4022).

[6] Tirmizî, Daavaat, 65; Ahmed, Müsned, 2, 177.

[7] Furkan; 25/77.

[8] Ahmed, Müsned, 2, 328.

[9] Müslim, Zikr, 23; Ebu Davud, Salat, 29.

[10] Tirmizî, Birr, 50.

[11] A. Geylani, Fethu’r-Rabbanî, 300; Bursevî, Ruhu’l-Beyan, 3, 353.

[12] İbn-i Cevzî, Sıfatu’s-Safve, 1, 460.

[13] Bk. Kuşeyri, Risale; 268.

[14] Ebu Nuaym, Hilye, 3, 235.

[15] Cami, Nefahatü’l-Üns, 220.

[16] Tirmizî, Daavat, 101, (3548).


[17] Şaranî, Levakıhu’l-Envari’l-Kudsiyye, 582.

[18] Bakara; 2/186.

[19] Tirmizî, Deavat, 1, (3370); İbn-i Mace, Dua, 1, (3829); Ahmed, Müsned, 2, 362.

[20] Tirmizî, Daavat, 2, (3373); İbn-i Mace, Dua, 1, (3827).

[21] Ebu Nuaym, Hilye, 2, 324.

[22] Ebu Davud, Salat, 23, (1481); Tirmizî, Daavat 64, (3477); Nesaî, Sehv, 48, (1282).

[23] Tirmizî, Cuma, 63.

[24] Buharî, Daavat, 21, Tevhid, 31; Müslim, Zikr, 3, (2678-79); Ebu Davud, Salat, 23, (1483); Tirmizî, Daavat, 77; İbn-i Mace, Dua, 8; Muvatta, Kur’an, 8, (28); İmam Ahmed, Müsned, 3, 101.

[25] Buharî, Daavat, 50, 67, Cihad, 131, Tevhîd, 9; Müslim, Zikr, 13; Ebu Davud, Salat, 26, (1526, Tirmizî, Daavat, 57, (3461).

[26] Buharî, İstiska, 21.

[27] Tirmizî, Daavat, 11.

[28] Tirmizî, Daavaat, 65; Ahmed, Müsned, 2, 177.

[29] Kuşeyrî, Risale; 267; Bursevî, Ruhu’l-Beyan, 3, 178.

[30] Mümin; 40/60.

[31] Attar, Tezkiretü’l-Evliya, 40; Ebu Nuaym, Hilye, 8, 15; Gazali, İhya, 2, 1412.

[32] Şaranî, Tenbihü’l-Muğterin, 107, Gazali, Kimya-yı Saadet, 190.

[33] Gazali, İhya, 1, 557.

[34] Gazali, İhya, 1, 557, Kimya-yı Saadet, 190.

[35] Bk. İmam Ahmed, Kitabu’z-Zühd, 87; Razî, Mefatihu’l-Gayb, 1, 238; Gazali, İhya, 1, 557.

[36] Gazali, İhya, 1, 559.

[37] Cami, Nefahatü’l-Üns, 420.

[38] Bk. Şaranî, Levakıhu’l-Envari’l-Kudsiyye, 280.

[39] Maide; 5/35.

[40] Mevlana Safî, Reşahat, 38.

[41] Şaranî, Levakıhu’l-Envari’l-Kudsiyye, 281.

[42] Bakara; 2/201.

[43] el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, 1, 158; Şaranî, Levakıhu’l-Envari’l-Kudsiyye, 568; Tenbihü’l-Muğterin, 69; Ebu Nuaym, Hilye, 9, 135.

[44] Şaranî, Levakıhu’l-Envari’l-Kudsiyye, 569.

[45] Razî, Mefatihu’l-Gayb, 4, 535.

[46] Cami, Nefahatü’l-Üns, 422; Ahmed Sıddıkî, Şah-ı Nakşibend, 14; Hanî, el-Hadaiku’l-Verdiyye, 126.

[47] Kuşeyrî, Risale, 374.

[48] Şeyh Sadi, Gülistan, 63, (Ter. 53-54).
http://www.konakdersleri.com/belge.php?bilgi=1568&konu=DUA-NEDIR?
 
Üst