Doğu-Batı

Ottomanzo

Doçent
Katılım
25 Temmuz 2008
Mesajlar
746
Reaksiyon puanı
7
Puanları
0
Leonardo da Vinci (1452-1519), hiç şüphesiz tarihin çok yönlü ve muhteşem dehalarından birisi. Beş yüz yıldır mucit, anatomi bilgini, ressam, müzisyen, astronom, mimar, teorisyen ve felsefeci yanlarıyla dünyayı şaşırtmaya devam ediyor.

Divan şiiri anlatırken bir gün ondan da örnekler vereceğim hiç aklıma gelmezdi. İşte buyurun:

Klasik şiire birazcık âşina olanların veya bu alanda eğitim alacak kişilerin ilk öğrendikleri konular arasında mum ile pervane arasındaki efsanevi aşk rivayeti yer alır. Doğu, sevenin sevilene koşmasını pervanenin ışığa koşmasıyla ölçer ve pervanenin o ışık uğruna yanıp kül olmasını, âşıkın aşk ateşi ile yanıp yok olmasına benzetir. "Leonardo'nun Defterleri"nde (hzl. H.Anna Suh, trc. Alev Serin, Arkadaş Yayınları, Ankara, 2010) okuduklarım bana işin farklı bir boyutunu gösterdi. Da Vinci'nin anlattığına göre aylak pervane oradan oraya uçarken uzakta bir ışık görmüş. Yaklaşınca onun bir mumdan geldiğini fark etmiş. Baştan çıkarıcı aleviyle büyülenmiş ve ona dokunmak, belki kucaklamak istemiş. Lakin onun için bu lezzet birdenbire azaba dönmüş ve narin kanatları tutuşmuş. Kanatları yanınca da mumun dibine düşüp kalakalmış. Ne yapsın, pişmanlık içinde ağlamaya başlamış. Seher vaktine kadar ağlamış. Sabah gözlerinden akan yaşları silerken şöyle diyormuş:
- Yazık bana!.. Tek isteğim ışığı görmek iken güneşi bıraktım da, kirli iç yağının sahte ışıltısına kapıldım. Güneşi, bir mumdan ayırt etmem gerekmez miydi?!..
Bana göre bu efsane iki farklı medeniyeti birbiriyle ölçmek adına güzel bir örnek. Gönül ile görüp lisan ile anlattığınızda Doğu'nun pervanesi size sevimli, akıl ile düşünüp gönül ile anlattığınızda ise Batı'nın pervanesi size cazip gelir. Sevgili uğruna feda olan, belki sevgiliye feda olan ve bunun için kendinden vazgeçmeyi cana minnet bilen bir âşık ile, henüz neye âşık olacağını kestiremeyen ve aklıyla bunu ölçüp biçme çabasında bir âşık arasındaki fark Doğu ile Batı arasındaki farkın ta kendisidir. Bunlardan birincide soyut (mânâ), ikincide somut (madde) dünyanın yansıması görülür. İlkinde iç yolculuklar ve derinlik, ikincisinde masiva ve egemenlik duygusu hâkim. İlkinde hüsn-i ta'lil (yorumlamayı istediğimiz biçimde görme), ikincisinde bir kinaye kendini gösterir.

Divan şiirinin en ünlü metaforları arasında bir istiridye-inci anlatımı yer alır. Buna göre istiridye baharda kumsala çıkar ve orada bahar yağmurlarının damlalarından nasibini almak üzere ağzını açıp sabırla bekler. Uzun bir bekleyişin sonunda yuttuğu bu damla, başlangıçta onu rahatsız eder ve sancılandırır. İstiridye o sancıdan kurtulmak için bir salgı üretip damlanın çevresini kaplar. Böylece geçici bir süre için acısını dindirmiş olur. Sonra yeniden sancı başlar ve istiridye yeniden salgı üretir. İnci, işte bu salgının katmanlar halinde birbirini kuşatıp donmuş halidir. Yani inci tanesinin iriliği ile istiridyenin ıstırabı doğru orantılıdır. Bazen bu ıstırap daha yağmur damlasını yutmadan istiridyeyi de helak edebilir. Yani istiridye o kadar uzun süre bir yağmur damlasını bekler ki sonunda güçsüz düşüp sahilden denize dönemez, orada can verir. Kumsaldaki istiridyeler işte bu sebatkâr ve sabırlı istiridyelerin hatıralarıdır.

Da Vinci, defterlerinde bu istiridyelerin ölümünü başka bir sebebe bağlar. Ona göre istiridye dolunayda sahile çıkar ve yumuşak kumların üstünde tamamen açılır. Yengeç bunu görünce hemen onun kabuğu içine bir dal parçası veya çakıl taşı atar. Böylece istiridye bir daha kapanamaz ve yengeç de onu acımasızca didikleye didikleye yer, bitirir.

Bu iki hikâyeden Doğu'ya ait olanı, bize bir mesaj verir ve şu gerçeği hatırlatır: "Nasıl ki en iri ve parlak inciler, en ziyade ıstırapların sonunda üretilirse, bazen en yararlı işler için de sancılı bir sürece ihtiyaç duyulabilir. Bu sancıyı çekemeyecek olanlar sonunda inci üretemezler." Bu bakış açısı gönlü önemseyen bir anlayışın ürünüdür. Hikâyenin Batı'ya ait olanını Da Vinci ağzımıza teşbih ediyor ve demek istiyor ki: "Ağzımız açık durduğu, sır tutmadığı müddetçe boşboğaz yengeçlerin insafına kalırız." Bu bakış da akılcı bir tavrın sonucudur.

Mehmet Akif üstadımız buyurur ki;

Dolaş da yırtıcı aslan kesil behey miskin

Niçin yatıp kötürüm tilki olmak istersin

Yani ki Doğu düşüncesinde, sırf hilebazlıkta başarılı olayım diyen kötürüm bir tilkiye iyi gözle bakılmaz, onun bu tavrı asla tasvip görmez. Oysa Batı'yı temsilen Da Vinci tilkinin bu tavrını neredeyse takdirle karşılamaktadır. Yazdığı defterinin satırlarına göre, bir tilkinin kuş avlamak için sayısız hilesi vardır. Mesela saksağan veya karga türünden bir kuş avlamak istediğinde onların sürülerine yaklaşır ve kendini yere atıp ağzını sonuna kadar açarak ölü taklidi yapmaya başlar. Çok beklemeden bir kuş gelir ve ölü görünümüne aldanıp onun dilini gagalamak için başını uzatır. Bilmez ki tilki ağzını kapatarak onun başını gövdesinden koparıverecektir. Doğu ile Batı birbirinden farklıdır!.. Ne yapılsa bu fark kapanmaz ve çatışma alanı oluşturur. Çünkü ikisinin yürekleri farklıdır...



Iskender Pala
 
Üst