Derin Güçler ve İstihbarat Savaşları... (Haklarında Ne Biliyoruz..?)

Hangi istihbarat teşkilatında çalışmak isterdiniz? Veya sizce hangisi daha iyi?


  • Kullanılan toplam oy
    46

Bu konuyu okuyanlar

HÜDHÜD

Müdavim
Katılım
5 Mayıs 2017
Mesajlar
10,093
Reaksiyon puanı
6,555
Puanları
113
Portre: Feridun Sinirlioğlu


Feridun Sinirlioğlu, Dışişleri Bakanlığı’nda en uzun süre müsteşarlık yapan isimlerden biri. Türkiye’nin son dönemlerde yürüttüğü gizli diplomaside önemli roller üstlendi. 11 Haz 2016 Güncelleme 20:21 TSİ

Deneyimli diplomat, 21 Ağustos 2009'dan beri Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlığı görevini yürütüyordu.

Uluslararası toplantılarda dışişleri bakanının hemen yanında ya da arkasında oturan bürokrat, onu tanımayanların dikkatini belki de yalnızca kendine has duruşuyla çekebilir: İç içe geçirilip kucakta birleştirilmiş parmaklar, ne düşündüğünün ipuçlarını vermeyen bir yüz ifadesi...


Oysa yabancı muhatapları, dışişleri bakanının hemen bitişiğindeki bu diplomatın son yıllardaki Türk dış politikasına damgasını vurmuş isimlerden biri olduğunu bilirler.


O yüzden de Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu kısık ama yine de karşısındakinin duymasına yetecek kadar yüksek sesle, sakin sakin konuşmaya başladığında kulak kesilirler. Hatta bazen ne söyleyeceğini duymak için arkasından koşturdukları da olur. Tıpkı 2010 yılında Washington’da ABD Başkanı Barack Obama’nın ulusal güvenlik danışmanı Jim Jones’un yaptığı gibi.


İsrail’in Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara gemisine 31 Mayıs 2010’da uluslararası sularda yaptığı baskında dokuz Türk vatandaşının ölmesinden bir gün sonra gerçekleşen bu görüşmede, Sinirlioğlu, Ahmet Davutoğlu’na eşlik ediyordu. Davutoğlu Beyaz Saray’a girdi ancak Sinirlioğlu pasaportu yanında olmadığı için Beyaz Saray’a sokulmadı. Davutoğlu, Müsteşar’ın içeri alınmamasının kabul edilemez olduğunu söyleyip, görüşmeye girmeyi reddetti. İkili Beyaz Saray’a yürüme mesafesindeki otellerine döndüler. Bir müddet sonra Jones ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Phil Gordon otele gelip, “11 Eylül’den sonra güvenlikçilere söz geçiremiyoruz” diyerek özür dilediler.


Beyaz Saray’da yapılması planlanan görüşme otelde gerçekleşti.


Sinirlioğlu’nun ifadesiyle, “Söyleyecek bir şeyiniz varsa, dinlenirsiniz.



sinirlio%C4%9Flu%20main.jpg

Sinirlioğlu, birlikte çalıştığı kişiler tarafından ‘açık sözlü’ biri olarak biliniyor. [AA]


'Kral çıplak' diyen bir diplomat
ABD’nin eski Türkiye büyükelçisi Francis Ricciardone, Al Jazeera’ye, ‘başkalarıyla birlikte sorun çözmeye yönelik çalışabilmesi’ nedeniyle Sinirlioğlu’nun itibarının Washington’da çok yüksek olduğunu söyledi:



Bu yüzden meseleler ona adeta akar.”


Sinirlioğlu hem muhatapları hem de birlikte çalıştığı kişiler tarafından ‘açıksözlü’ biri olarak biliniyor.


Davutoğlu’na bozulan Ankara-Tel Aviv ilişkilerinin ancak resmi bir özür ile düzelebileceğini söylemiş, kendi tavrını da açıkça ortaya koymuştu:


Bu kriz bu hâle geldikten sonra İsrail özür dilemeden geride bırakılırsa müsteşarlığa devam edemem, görevimden istifa ederim.”


Sinirlioğlu’nun çalışma yöntemlerini yakından bilenlerin Al Jazeera’ye anlattığına göre, onun önemli özelliklerinden biri de bu:


Feridun Bey bakanlık içi koordinasyon toplantılarında görüşlerini çok açık ortaya koyan biridir. Türkiye’deki bürokratlar genelde, 'öyle yaparsak böyle sonuçları olur’ deyip, kararı siyasilere bırakırlar. Sorumluluk almak istemezler pek. Feridun Bey bir karar alınacağı zaman olası bütün sonuçlarını söyler ama kendi tercihini de net bir biçimde ortaya koyar. Bunu yaparken radikal öneriler de ortaya koymaktan çekinmez. Ayrıca hızla karar alabilir.


Al Jazeera’nin ‘karar vericilere kral çıplak der misiniz?’ sorusuna da Sinirlioğlu net bir yanıt verdi:


Elbette bizim işimiz bu. Ben görüşlerimi karar alıcılara ve muhataplarıma en açık biçimiyle ifade ederim.”


Geleneksel diplomasi


Sinirlioğlu yabancı muhataplarının tanımına göre de açık sözlü biri. Örneğin kendisini yirmi yıldan uzun bir zamandan beri tanıyan, Türkiye’de de görev yapmış, İsrail Dışişleri Bakanlığı'nın eski müsteşarı Alon Liel’e göre, gereksiz laflarla vakit kaybeden biri değil:


Doğrudan konuya girer. Analitik düşünür ve her zaman çok ciddidir.”


Klasik diplomasiyi, kamuoyu önünde meseleleri tartışmamak, basın önüne çok fazla çıkmamak olarak tanımlayan Liel’e göre, Sinirlioğu ‘klasik diplomasi ustası.’


Sinirlioğlu’na göreyse diplomasi sanata benziyor:


Diplomasi dediğiniz şey büyük ölçüde sanattır. Bir kalıbı yoktur. Nasıl bir ressam perspektif bilmezlik edemezse, diplomatlıkta da asgari donanımlar vardır. Onun üstüne bina edilir bazı yetenekler, usta çırak ilişkisi de etkilidir bunda.”


Diplomat olmak istemeyen diplomat


Oysa Sinirlioğlu diplomat olmayı hiç düşünmemişti.


Memur bir ailenin oğlu olarak 30 Ocak 1956’da Giresun’da doğan Sinirlioğlu, Dışişleri'nin en uzun süre müsteşarlık yapan diplomatlarından biri olsa da Dışişleri Bakanlığı'na meslek memuru olmayı planlamıyordu. Hatta hâlâ kendisini bürokrat olarak tanımlamıyor. Kendi tarifiyle o, “Türkiye için nasıl daha iyi bir gelecek olabilir diye düşünen meraklı biri.


‘Sınıf birincisi olmasa da, sınıf mümessili’ olan 39 numaralı öğrenci İstanbul Erkek Lisesi’nden sonra girdiği Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası ilişkiler Bölümü’nü bitirdiği gün, Ankara’dan ‘bir daha dönmem’ diye ayrıldı. Akademik kariyer yapmak istiyordu. Boğaziçi Üniversitesi'nde master ve doktora yaptı. Tezi Alman filozof Immanuel Kant’ın insan hakları anlayışı üzerineydi.


Fakat o sırada askeri darbe oldu. “YÖK’ü sevmedim, üniversiteden istifalar da başlamıştı” diye açıklıyor o dönemi.


Dışişleri'ne sınıf arkadaşlarından dört yıl sonra giren Sinirlioğlu, kalıcı olmayı da düşünmemiş Dışişleri Bakanlığı’nda başlangıçta.


Barışın kıymetini savaşta öğrendi


Çok Taraflı Kültür İşleri Dairesi'nden sonra, Lahey’deki büyükelçilikte çalışan Sinirlioğlu’nun ikinci yurtdışı görevi, iç savaşın yaşandığı Lübnan oldu. 1988-1990 yılları arasında başkâtip olarak çalıştığı, ‘savaşa rağmen büyüsünü hissettiği, candan insanların kenti’ Beyrut, hayatında önemli izler bıraktı.


Dokuz ay boyunca bir sığınakta çalışma arkadaşlarıyla birlikte yaşadı. Odasına iki kez roket isabet etti. Başka bir roket de arabasıyla geçtiği noktaya, o geçtikten yalnızca birkaç saniye sonra düştü.


O dönemde eşi Ayşe Sinirlioğlu da Suriye Halep’te konsolos olarak görev yapıyordu. Sinirlioğlu eşinin yanına gidebilmek için 36 kontrol noktasını geçmek zorundaydı. Eşi doğum izni aldığında Beyrut’a geldi ve ikinci oğulları savaşın zor koşulları altında Beyrut’ta doğdu.


Sinirlioğlu "Hayatımın en önemli deneyimlerinden biri!" diyor Beyrut günleri için:


Savaşta test edilmek insanı olgunlaştırıyor. Barışın kıymetini bir kez daha anlamanızı sağlıyor; savaşanların, niye savaştıklarını unuttuğunu görüyorsunuz çünkü.”



SINIRLIOGLU-WEB-2.jpg

AA


Soğuk Savaş yıllarının sonu


Beyrut’tan merkeze, Ankara’ya döndüğünde dünya da büyük bir değişim geçirmeye başlamıştı. Berlin Duvarı yıkılmıştı, Sovyetler Birliği dağılmıştı ve Birinci Körfez Savaşı yeni bitmişti. O günlerde Sinirlioğlu dönemin Dışişleri Müsteşarı Özdem Sanberk’in özel danışmanı olarak, Türkiye’nin bu yeni dünyada karşı karşıya olduğu fırsatları ve riskleri değerlendirerek, Türkiye’nin karar alıcılarına danışmanlık yapan bir grubun içinde yer aldı.


Bu dönemde yazdığı bazı analizler Başbakan Süleyman Demirel’in dikkatini çekti. Demirel daha önce tanışmadığı Sinirlioğlu’nu konuşmalarını yazmaktan sorumlu danışman olarak atadı.


Demirel cumhurbaşkanı olduktan sonra 1996-2000 yılları arasında da Sinirlioğlu’nu dış politika başdanışmanı yapacaktı. Konuşmalarını o dönemde de Sinirlioğlu yazacaktı. Örneğin Demirel’in 1998 yılında Meclis'in açılışında yaptığı ve PKK lideri Öcalan’ı barındırmaya son vermesi için Suriye’ye yönelik tehdit konuşmasını kaleme alan Sinirlioğlu’ydu.


Filistin’de İkinci İntifada başladıktan sonra 2001 yılında Birleşmiş Milletler kararıyla oluşturulan ve aralarında Demirel’in de bulunduğu Mitchell Komisyonu’nun raporunun yazılmasına katkı sağlaması için Davutoğlu’nu Cumhurbaşkanı'na tavsiye eden isim de Sinirlioğlu’ydu.


'New York günleri'


Demirel ile biri başbakan, diğeri cumhurbaşkanıyken çalıştığı iki dönemin arasında, 1992’den 1996’ya kadar Sinirlioğlu, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilciliği'nde siyasi müsteşar olarak çalıştı.


New York’ta görev yaparken arkadaş olmaya başladığı gazeteci Cengiz Çandar da Sinirlioğlu’nu ‘Dışişleri'nin o dönemdeki çekingen sayılabilecek algısından farklı bir algıya sahip’ olarak tanımlıyor:


Dışişleri mensuplarının ortalama bir entelektüelliği vardır. Kolejde dil öğrenmiş, emrinde çalıştıkları büyükelçi meraklıysa, sanata sonradan ilgi duymuş kişilerdir. Ama Feridun farklıdır. Gerçek bir entelektüeldir. Devlet bilinci ve tarih şuuru vardır.”


Tarih şuuru


Annesi Türk, babası Avrupalı, hiç Türk eğitim müfredatından geçmemiş dokuz yaşındaki bir çocuğa, Sinirlioğlu bir 19 Mayıs’ta, “Bugünün önemini biliyor musun?” diye sordu. Biraz düşenen kız çocuğu atladı: “Atatürk, Selanik’e çıktı!”


Başka birini gülümsetebilecek bu cevaptan hiç memnun olmadı Sinirlioğlu, ciddiyetle çocuğa doğrusunu söyledi. Sonra da annesine dönüp, “Yurtdışında yetişen çocuklarda maalesef bu oluyor ama ailelerin dikkat etmesi, çocuklara kendi tarihlerini öğretmesi gerekir” dedi.


Ricciardone de Sinirlioğlu’nun konuşmalarında sık sık tarihe referans verdiğini söylüyor:


“Gündemdeki meseleleri konuşurken benim bildiğimi düşündüğü ya da bilmemi istediği tarihsel durumlara referans verir. Birlikte kitaplardan da konuşuruz.“


Sinirlioğlu’na göre, Batılılaşma süreci bir çeşit yetersizlik duygusunun da içselleştirilmesine neden oldu:


Biz bunu yapamayız duygusu, ‘zor dönemlerden geçtik aman maceralara heves etmeyelim, bizim haddimize değil' zihniyeti fazla yerleşmiş. Bu duyguyu sarsmak lazım. ‘Onu yaparsak, bize baskı yaparlar.’ Hayır. Kimse bize baskı yapamaz. Herkesle eşit olarak konuşuruz biz.”


“Diplomaside usta-çırak ilişkisi”


Sinirlioğlu’nun yakın dostu Ricciardone’ye göre, onun alçakgönüllü bir tarafı da var:


Gerçek bir liderlik için yanına yaklaşılabilir olmalısınız. Bu, kültürden kültüre farklılık gösterir. Söylemem icap ederse, Türkiye’de kendilerine çok saygı duyulan, çok güçlü beyefendiler var. Bu Dışişleri Bakanlığı'nda da böyle. Benim gözlemleyebildiğim kadarıyla, Sinirlioğlu ile birlikte çalışan birçok genç insan var. Onunla çalışmaktan keyif alan, saygıda kusur etmeyen ama düşündüklerini cezalandırılma korkusu olmadan söyleyebilen genç insanlar ki bu etkili bir liderlik için anahtar bir özellik.”


Sinirlioğlu’na göre, Türk diplomasi ekolünde usta-çırak ilişkisi önemli. Fakat usta-çırak ilişkisine verdiği önem, bazen Dışişleri Bakanlığı içinde eleştirilmesine de neden olmuyor değil. Bakanlığı yakından tanıyan bazı kaynaklar, Sinirlioğlu’nun atamalar söz konusu olduğunda, daha önce çalıştığı ve bildiği kişileri tercih ettiğine işaret ediyorlar.


Al Jazeera, Sinirlioğlu’na atamalarda ‘liyakat mi, sadakat mi’ diye sorduğunda şu yanıtı aldı:


Elbette liyakat. Ama bizim işimizde sadakat da önemlidir. Sadakat derken, amire sadakattan söz etmiyorum. Mesleğe sadakattan, ülkeye sadakattan söz ediyorum. Dışişleri devletin hafızasıdır. Bunlar usta-çırak ilişkisi çerçevesinde şekillenir ve liyakat, kıdem, işe sadakat olmazsa olmaz.”



20130214.jpg

Kendisini "Maceraperest değilim ama iddialı ve gerçekçi olmanın bir arada olabileceğini düşünürüm" sözleriyle tanımlıyor. [AA]


Davutoğlu ile çalışmak

Al Jazeera, Sinirlioğlu’na, yabancı muhataplarının ve onu yakından tanıyanların işaret ettiği özgüveninin kaynağını sordu:


Kendimi dünyada aynı işi yaptığım hiç kimseden daha eksik hissetmedim. Maceraperest değilim ama iddialı ve gerçekçi olmanın bir arada olabileceğini düşünürüm. Tarih bilincim var. Uzun bir tarihin, sağlam bir geleneğin taşıyıcısıyım. Türkiye’nin geniş bir etki alanının olduğunun farkındayım. Ve bir şeyi istemenin başarmak için ilk şart olduğunun farkındayım.”


Hem Davutoğlu’nu hem de Sinirlioğlu’nu yakından tanıyanlar, bu iki ismin birlikte çalışmasının temelinde dört yıl arayla aynı okullardan geçmiş olmanın yanı sıra tam da bunların yattığını söylüyorlar; tarihi algılayış biçimleri, iddialı olmaları, Türkiye’nin etki alanının genişliğine olan inançları ve bir gün sınırların anlamsızlaşacağına dair görüşleri.



Bakanlık dönemi



Sinirlioğlu, 7 Haziran genel seçimleri sonrasındaki seçim hükümetinde, Dışişleri Bakanlığı koltuğuna da oturdu.
Önceki kabinede Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Mevlüt Çavuşoğlu, AK Parti'de 3 dönem kuralına takılan isimler arasında yer alıyordu.
Çavuşoğlu, 1 Kasım seçimlerinden sonra bu görevi yeniden devraldı.


Gizli görüşme diplomatı




Sinirlioğlu, Demirel’in danışmanlığından sonra, iki yıl daha Ankara’da kalarak, Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Temmuz 2002’de Türkiye’nin İsrail Büyükelçisi oldu ve 2007’ye kadar bu görevi yürüttü.


Büyükelçiliğindeki ikinci yılında merkezden bir emir geldi: İsrail ve Suriye arasında yapılacak gizli barış görüşmelerinde arabulucu olmak.


Cumhurbaşkanı Demirel’in, metnini Sinirlioğlu’nun kaleme aldığı Suriye’ye yönelik tehdit konuşmasıyla vücut bulan tavır meyvelerini vermiş; Şam, Öcalan’ı topraklarından çıkarmış; Ankara ile de iyi ilişkiler kurmuştu. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed o dönemde, Türkiye’nin Tel Aviv ile olan yakınlığına istinaden İsrail ile barışmak için Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) hükümetinden yardım istemişti.


Liel’e göre, o zaman İsrail Başbakanı olan Ariel Şaron, görüşmelerin gizli de olsa resmi yapılmasını istemedi ama gayriresmi arabuluculuğa itirazı yoktu. Sinirlioğlu ve Liel süreci başlattı.


İlk görüşmeyi Feridun’un evinde yaptık. Sonradan görüşmeler resmiyete de döküldü ama bu arabuluculuğun gerçek anlamdaki yürütücüsü hep Feridun oldu. Türkiye’de bir otelin bir odasında İsrail heyeti, bir odasında Suriyeliler varken de arabulucu hep Feridun’du. Hatta Türkiye arabuluculuğu İsviçre’ye bıraktığında bile.


Gayrıiesmî görüşmelerden bir sonuç çıkmadı ama Ehud Olmert’in 2006’da İsrail Başbakanı olmasından sonra gizli görüşmeler, resmiyet kazandı. Davutoğlu süreç için Suriye’ye gidip gelirken, Sinirlioğlu da görüşmelerin İsrail ayağını yürüttü.


2008’de İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in bir Türkiye ziyareti sırasında, Suriye ile doğrudan görüşmelere başlama kararı alınmak üzereyken, İsrail, Gazze’ye yönelik bir operasyon başlattı ve süreç çöktü.


Sinirlioğlu o dönemi, “Ortadoğu’da barışa en çok yaklaşılan dönem” olarak tanımlıyor, bunu İsrailli muhataplarına da söylemiş:


Tarih bambaşka bir şekilde yazılırdı.


Liel’e göre de Sinirlioğlu’nun başlattığı süreç sonuca ulaşsaydı, belki de bugün çok farklı bir Ortadoğu olacaktı, belki de Suriye şimdiki gibi iç savaşa sürüklenmeyecekti.


Sinirlioğlu’nun bazı görüşmelerinin içeriği 2010’da Wikileaks belgelerinin bir parçası olarak yayınlandı. ABD’nin sızan diplomatik belgelerinde, Sinirlioğlu’nun adı sıklıkla geçti. Ancak ona göre, “Türk diplomasi ekolü içeride ne söylüyorsa, dışarıda da onu söyler.”


Kendisine de kapalı ama esprili


Sinirlioğlu’nun yürüttüğü tek gizli görüşme İsrail-Suriye arasındaki arabulucuk değildi. Ermenistan ile Türkiye arasında İsviçre’nin arabuluculuğunda yapılan, Ankara-Erivan ilişkilerinin normalleştirilmesini öngören ve 2009’da imzalanan Zürih Protokolleri müzakereleri de gizliydi; o süreci, bir önceki müsteşar Ertuğrul Apakan başlatmış, Sinirlioğlu tamamlamıştı.


2014 Şubat ayında iki toplum liderinin görüşmesiyle Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde tekrar başlayan Kıbrıs müzakereleri sürecinin olgunluğa erişmesi de zaman aldı ve bu süreçte de gizli diplomasi yürütüldü. Bu gizli diplomasiyi yürüten de Sinirlioğlu’ydu.



20100506.jpg

'Olur mu öyle şey' Sinirlioğlu'nun kalıplaşmış ifadelerinden biri. [AA]


Çandar’a göre, Sinirlioğlu kendisine de ‘kapalı’ biri.

O kadar kapalıdır ki, bazen iç konuşma yapıp yapmadığından bile şüpheleniyorum. Duygularını paylaşan biri değildir. Ben onun hissettiklerini, uzun süreden beri tanışmanın da etkisiyle, gözlerindeki bir ışıktan, yüzündeki bir gölgeden anlarım.”


Sinirlioğlu Al Jazeera'nin 'bu kadar kapalı mısınız?’ sorusuna hafif bir tebessümle ‘olur mu öyle şey’ yanıtını verdi.


Onu yakından tanıyanlara göre, ‘olur mu öyle şey’ Sinirlioğlu’nun kalıplaşmış ifadelerinden biri, bir de Türkiye’nin dış politikasına yönelik başka bir ülkeden eleştiri geldiğinde sarf ettiği ‘Saçmalamasınlar...


Ricciardone ise arkadaşının başka bir özelliğine işaret etti:


Bunu dışarıda çok gösterir mi bilmiyorum tabii, ama espri anlayışı vardır Sinirlioğlu’nun. İşi söz konusu olduğunda kesinlikle serttir ama entelektüel olmaktan kaynaklanan bir özelliğidir, meselelerin ironik tarafını da görebilen ve bunun üzerine espri yapabilen biridir. Bunu diplomaside de etkin bir biçimde kullandığı olur.”


Değişen Türkiye’nin Dışişleri Müsteşarı


Sinirlioğlu ve Davutoğlu’nun Ortadoğu konulu çeşitli konferanslarda başlayan tanışıklığı, zaman ilerledikçe özellikle Türkiye’nin Suriye ve İsrail arasında arabulucuk ettiği dönemde pekişti. O yıllarda Davutoğlu da Başbakan Erdoğan’ın danışmanıydı. Davutoğlu’nun 1 Mayıs 2009’da Dışişleri Bakanı olmasının ardından Ağustos ayında da Sinirlioğlu, İkili Siyasi İşler Müsteşar Yardımcılığı'ndan Müsteşarlığa atandı.


Cengiz Çandar’a göre, Sinirlioğlu, hızla değişen Türkiye’nin dış politika tutumu da hızla değişirken müsteşar oldu.


Türkiye’nin dış politikasında ideolojik tonların kuvvetli olduğu bir dönemde, dış politikaya en büyük övgülerin de, en büyük eleştirilerin de yapıldığı bir dönemde, bambaşka bir kültürel arka plana sahipken müsteşar oldu. O arka planda, kariyer diplomatı olma, Demirel ile birlikte çalışmanın getirdiği reel politikanın acımasızlığının farkında olma, hafif solcu bir ton ve Dışişleri'nin geleneksel yapısını savunma var.”


Al Jazeera’nin konuştuğu, daha önce Dışişleri Bakanlığı'nda en üst makamlarda çalışmış, Sinirlioğlu’nu tanıyan bazı kaynaklar da onun, Dışişleri’nin geleneksel yapısını yeteri kadar savunmadığını düşünüyor. Örneğin dışarıdan büyükelçi atanması gibi konularda ‘direnmediğini’ ve Dışişleri Bakanlığı'nın yapısının ‘bozulmasına’ izin verdiğini söylüyorlar. Onlara göre, kararları siyasetçiler alsa da Dışişleri Bakanlığı bürokrasisinin birikiminin daha fazla kullanılması gerekirdi ancak Sinirlioğlu bu konuda kendisinden beklenen ağırlığı ortaya koymadı.


Sinirlioğlu ise geleneğin ‘değişim ve süreklilik’ içerdiğini düşünüyor:


Değişim her şeyi sıfırlamak da değildir. Türkiye de sürekli değişim içinde. Ama dünya da değişti. Yirmi sene önce cep telefonu yoktu. Artık ülkenizi temsil etmek için bir yerde olmanız da gerekmiyor. Bilgi toplama araçları değişti. Türkiye dünya ekonomisinde önemli bir yere sahip. THY her yere uçuyor. Biz bir yere gitmeden işadamlarımız zaten orada oluyor. Bu imkânlar yirmi yıl önce yoktu. Dolayısıyla Bakanlık da bu yeni duruma göre bir değişim geçirdi.”


Ricciardone’ye göre de, Türkiye’de ilk görev yaptığı 1990’ların ortasına göre Türk Dışişleri bir değişim geçirdi:


Benim görev yaptığım ilk dönemde terörle mücadele, kanunların uygulanması, ulusal güvenlik ve istihbarat gibi alanlarda koordinasyonu Milli Güvenlik Kurulu sağlarken, şimdi gördüğüm artık bu konuların ağırlıklı olarak Dışişleri Bakanlığı’nın koordinasyonunda yapılıyor olması. Bu değişimde Davutoğlu’nun etkisi var ama kurumlar arası bu koordinasyonun etkin yürütülmesini de Sinirlioğlu sağlıyor.”


Rock konserindeki müsteşar


Sinirlioğlu’nun özelliklerinden biri de, arkadaş çevresini yalnızca meslektaşlarıyla sınırlı tutmaması; akademiden, iş dünyasından, gazetecilerden yakın arkadaşları var. Ancak Çandar son zamanlarda Sinirlioğlu’nu çok sık görmediğini söylüyor. Bugünlerdeki Türk dış politikası ile hemfikir olmadığından ve konu ister istemez oraya geleceğinden... “Gerek yok, biz Feridun ile sonra kaldığımız yerden devam ederiz” diyor ve gazeteciliğinde Dışişleri Bakanlığı'na en uzak olduğu dönem olarak tanımlıyor bu dönemi.


Sinirlioğlu'yla en son İstanbul’da Ağustos 2013’te, Roger Waters’ın ‘The Wall’ konserinde karşılaşıp ayaküstü konuşmuşlar:


Bütün kapalılığına rağmen Feridun’un kırılgan, hassas bir yapısı da vardır. Fakat üstlendiği işler bu kırılganlığa müsait işler değil. O yüzden de kapalı, basına uzak götürüyor çalışmalarını. Zaten soyadı da manşetlere sığacak türden değil. Dolayısıyla Feridun kendisini kendisiyle bile paylaşmayan etkili bir müsteşar oldu. Kendisini ve Bakanlığı heder etmeden, iktidarın dış politikasına uyum sağlamak, bu dönüşümü gerçekleştirmek için çalıştı. Hatta belki de son dönemlerde yapılan değişiklikler söz konusu olduğunda, Feridun’un müsteşar olmasının hasar kontrolü sağladığını söyleyenler de olabilir.


Ricciardone’ye göre, herhangi bir siyasal kurumun ikincisi olanlar, işleri asıl yürütenler ve ‘trenlerin zamanında hareket etmesini sağlayanlar’:


İşlerin yürütülmesini sağlayan insanların, fikir insanı, çok şey bilen, pratik, zeki, organize, insan kaynağından zamana kadar her türlü kaynağı iyi yönetebilen kişiler olması gerekir. Bunu da siyasi meselelerin büyüsüne kapılmış insanlar değil, süreci iyi bilen insanlar başarır. Sinirlioğlu’nun müsteşarlığı böyle.


Siyaseti geleceği şekillendirme işi olarak gören, bu nedenle de gençlerin siyasete öncülük etmesi gerektiğini, siyasetin emekli meşgalesi olmadığını düşünen Sinirlioğlu, ileride aktif siyasete girmeyi planlamıyor. Dışişleri’ndeki görevinden sonra akademi dünyasına geri dönmeyi düşünen Sinirlioğlu, Al Jazeera’nin sorduğu ‘İleride sizin müsteşarlığınız sizce nasıl anılacak’ sorusuna, “Bunu tarihçilere bırakmak gerek,” yanıtını verdi ama yine de ‘not etti’:


Müsteşarlığım döneminde yaptığım bütün işlerin ve aldığım bütün sorumlulukların hesabını veririm.”


Kaynak: Al Jazeera
 

HÜDHÜD

Müdavim
Katılım
5 Mayıs 2017
Mesajlar
10,093
Reaksiyon puanı
6,555
Puanları
113
@|Ⓢєччαh| abicim çok önemli hassas işlerim var şu sıralar :) Onun için pek fazla ilgilenemiyorum forumla... Mit binası ile ilgili görselleri konumun içinde paylaştım. Çok güzel yapmışlar, emeği geçenlerin ellerine sağlık. İstihbaratçılarımızın yüreklerine sağlık.
 

SiberOptik

Asistan
Cezalı
Katılım
4 Mayıs 2020
Mesajlar
365
Reaksiyon puanı
359
Puanları
63
En sevdiğim bölüm özellikle mitte istiparata karşı koyma birimlerinde çalışmak isterdim dünyanın en iyi ajanı olmak için hayatımı mit'e harcardım İKK her zaman favorimdir çok iyi olurdu şimdi istiparat toplardım özellikle cia ajanlarını saf dışı bırak ve abd hakkında büyük istihbarat toplamak isterdim.
 

HÜDHÜD

Müdavim
Katılım
5 Mayıs 2017
Mesajlar
10,093
Reaksiyon puanı
6,555
Puanları
113
1588930959379.png


Sultan Abdülhamid Han ve Kurduğu Hafiye Teşkilatı
[ Hüdhüd-İbibik Teşkilatı) ? ?



‘Haber alma’ anlamına gelen istihbarat kelimesi, bir kısım insanın çok hoşlandığı bir kelimedir. Zihinlerde büyük ve süslü hayaller oluşuverir hemen. Bizdeki bu heyecanlı hayaller muhtemelen Batı tarzı istihbarat örgütlerinin hikayelerine, söylentilerine ve filmlere dayanmaktadır. Hatta çoğunlukla filmler diyebiliriz. Örnek olarak da bireysel bazda James Bond, teşkilat bazında da CIA/KGB kültünün zihin dünyamıza girdiğini söyleyebiliriz. Halkın istihbarata ve istihbarat örgütlerine olan merakını incelemeye ayrıca bir yazı gerekir. Şimdilik diyelim ki istihbarat zorlu ve getirisi yüksek olan bir eylemdir ve halk da zorlu başarılardan hoşlanmaktadır.

İstihbarat toplayanlara ‘istihbarat elemanı’ denildiğini biliriz. Evvelden bu işleri yapanlara ‘hafiye’ denildiğini de biliriz. Eskiden istihbaratçılara hafiye denilmesinin sebebi elbette bu işlerin çoğunlukla gizli yapılmasından kaynaklıdır zira hafiye ‘hafâ’ kökünden gelir. Hafâ da ‘gizlilik’ demektir.

Hüdhüd teşkilatı nedir?

Hüdhüd teşkilatı adını Hüdhüd kuşundan alır. Hüdhüd kuşu bilmeyeni bilen görmeyeni gören zeki bir kuştur. Bu teşkilat dizide iyilik yapmak için kurulmuş bir teşkilattır. Güçsüzün yanında yer alır. Ülkeyi dış tehlikelere karşı korumak için görevlendirilmiştir.

Bugüne dek Türkler’in ya da Müslümanlar’ın istihbarat teşkilatlarına dair yazılan çizilenlerin çoğunluğu benim açımdan halkın merakından faydalanmaktan başka bir şey değildir. Milattan önce bilmem kaçıncı bin yıllara dayandırılan örgütler, uçan kaçan istihbarat elemanları, bol iddialı kitapların süslü arka kapakları... Oysaki üzerinde ciddi ve titizlikle çalışma yapılması gereken bir alandır hafiyelik/istihbarat.

Emre Gör’ün Ötüken Neşriyat’tan çıkan 2. Abdülhamid’in Hafiye Teşkilatı adlı eseri bu alanda yapılacak çalışmalara bir kapı aralıyor. Kitabın çıkış noktası 1909 tarihinde İstanbul’da Mahmud adında bir kişinin ya da cemiyetin yayınladığı hafiyelerin listesi. Listede isim isim kimlerin jurnalcilik-hafiyelik yaptığı yer alıyor. Paşalar, ağalar, beyler, şeyhler... Mahmud nâm kişi, listedeki kişileri anlatırken gün yüzü görmemiş hakaretler yağdırıyor. Orijinal metnin ve çevirinin de yer aldığı kitabın en hacimli kısmı, Emre Gör’ün 2. Abdülhamid’i ve istihbarat ağını merkeze aldığı anlatıları ve listeye dair çıkarımları.

İstanbul’da toplam 23 hafiye merkezi mevcuttu

Kitabın başlarında gözüme çarpan noktalardan biri Emre Gör’ün Osmanlı istihbaratının iki doruk noktasını Teşkilat-ı Mahsusa ve Hafiye Teşkilatı olarak addetmesi. Bu noktada “akıncılar” aklıma geldi. Akıncıların da yoğun istihbarat faaliyeti yaptıklarını ortaya koyan tezler ve çalışmalar mevcut. Emre Gör’ün akıncıları bu kategoriye almaması sanırım akıncıların modern anlamda ve tumturaklı şekilde bir kurumsallaşmış istihbarat örgütü hüviyeti kazanmamış olmasıdır. Gör’ün, casusluğun 18. yüzyıl sonları ile 19. yüzyıl başlarında bir devlet örgütü niteliği kazandığını söylemesi de bununla bağlantılı sanırım. Ayrıca 18. yüzyıla kadar Osmanlı devlet politikası hangi yöne akıyorsa istihbaratın da o yönden akıyor olmasını da buraya eklemeliyiz. Eğer Doğu’ya sefer hazırlığı varsa istihbarat doğuda, İran’da yoğunlaşıyor. Eğer iç karışıklık varsa istihbarat ülke içinde yoğunlaşıyor. Modern devirde elbette istihbarat yoğunluğu gereken yerler varsa da, tahminimizce 400-500 yıl önceye nazaran her coğrafyadan daha istikrarlı bir istihbarat akışı mevcuttur.

Her ne kadar 2. Abdülhamid Han’ın hatıraları tartışmalıysa da, Sultan’ın neden hafiye teşkilatı kurduğuna ilişkin açıklamalarını alıntılıyor Emre Gör. Abdülhamid Han, eski sadrazam ve serasker Hüseyin Avni Paşa’nın İngilizler’den para aldığını öğrenir. Bu esnada Mahmut Celalettin Paşa, Abdülhamid’e Jön Türkler’den haberler getirir. Paşa kendisine özel bir istihbarat teşkilatından para ile bilgi elde ediyordur. Abdülhamid de devlet içindeki bu paralel istihbarat teşkilatına çok sinirlenir. Teşkilatı kendi üzerine devralır. Yabancı devletler kendi emellerine hizmet edecek kimseleri vezir ve sadrazam mertebesine kadar çıkarabilmişlerse, devlet güven içinde olamaz. Doğrudan doğruya şahsına bağlı bir teşkilat kurmaya bu düşünce ile karar verir Abdülhamid Han.

İstanbul merkezli Hafiye Teşkilatı oldukça geniş bir ağa sahipti. İstanbul’un pek çok bölgesinde hafiye merkezleri mevcuttu. Her hafiye saraya giremeyeceği için bunlar topladıkları bilgileri bu merkezlere aktarırdı. Bu merkezlerde de toplanılan bilgiler değerlendirilir ve yorumlanırdı. İstanbul’da toplam 23 hafiye merkezi mevcuttu. Bunlardan en ilgi çekici olanı “Mevlevîhâneler” ve “Tekke ve Zaviyeler”. Şeyhlerin, dervişlerin evvelden beri din ü devlet adına, kurumsallaşmamış şekilde istihbarat topladığına dair pek çok yazılan çizilen şeyler var. Bunların doğru olduğunu varsayarsak, 20. yüzyılda da bu eylemin devam ettiğini görüyoruz. İstanbul haricinde de hafiye merkezleri mevcuttu elbette. Selanik, Yanya, Bosna, Suriye, Bitlis, Kosova, İbrail, Serfice, Yaş, Kalas, Yakova, Köstendil, Van, Laşid, Karaferye bunlardan bazılarıdır.

30 yıl faaliyet gösteren hafiye teşkilatının evrakı imha edildi

İlginç bir nokta da Ulu Hakan’ın Hafiye Teşkilatı’nda Amerikalı hafiyelerin istihdam edilmesidir. Amerika’daki Ermeniler’in Osmanlı’yı Batı kamuoyu nezdinde karalayıcı faaliyetleri üzerine böyle bir girişimde bulunulduğunu öğreniyoruz. New York Ermenileri tarafından kurulan Kırımyan ve Haçagiryan adlı iki cemiyetin gayelerini öğrenmek için Amerika’da günlüğü sekiz dolara tutulan bir hafiye de bu girişimin bir parçası. Tabii ki hafiyelerin aldığı ücretler göreve ve görev bölgesine göre farklılaşıyordu. Sınır boylarında, eşkıya takibinde, yıkıcı faaliyetlerde ve gizli örgütlerde çalıştırılan memurlar daha fazla ücret alıyordu. Örneğin Bosna’daki bir hafiye beş bin kuruş alırken Serfice’deki bin kuruş alıyordu. Ayrıca hafiyelerin aileleri de gözetiliyordu. Görev esnasında öldürülen hafiyelerin ailelerine maaş bağlanılıyordu.

Hafiye Teşkilatı, Meclis i Vükelâ’nın 29 Temmuz 1908 tarihli kararnamesi ile lağvedildi, Yıldız İstihbarat Teşkilâtı’nın faaliyetlerine son verildi. Bu karardan sonra basın, jurnallerin kamuoyu ile paylaşılması için ısrarcı olur. Bu konunun görüşülmesi için Meclis-i Mebusan toplanır ve bir Evrak Tetkik Komisyonu oluşturulur. Komisyon evrakları incelemeye başlar fakat Mahmut Şevket Paşa’dan bir emir gelir. Paşa, tüm evrakın Harbiye Nezâreti’ne gönderilmesini emreder. Komisyonun tek yapabildiği jurnalleri kimlerin verdiğini bir deftere geçirmek olmuştur. 330 sandık evrak Harbiye Nezareti’ne gönderilir. 30 yılı aşan bir teşkilatın evrakı burada imha edilir.

Bu konuda okuduğum diğer kitaplarda belirtildiği üzere bu evrakın imha edilmesinin sebebi belli sayılır. Evrak Tetkik Komisyonu’nda bulunanların beyanatları ve yazdıkları üzere, Abdülhamid Han’ı tahttan indirenlerin bir kısmının jurnalcilik yaptığı ortaya çıkacaktı. Hatta kim bilir İttihat ve Terakki Cemiyeti hakkında sıradışı bilgiler de ayyuka çıkacaktı. Bu yüzdendir ki tam olarak nereden geldiği belli olmayan bir emir ile 330 sandık evrak yakılmıştı. Buradan sadece 500 civarındaki jurnal kurtulmuş. Emre Gör’ün dediği gibi, bu jurnaller bile hafiyelerin ne denli önemli işleri takip ettiğini göstermeye yeterdi.

Emre Gör’ün önsözde ve “Risale Hakkında” bölümünde belirttiği üzere Hafiye Teşkilatı’nın listesinin yazarı belli değil. “Mahmud” kod adı bunu yazanın ve sızdıranın bir şahıs olması gerektiğine işaret etse de risalenin üzerine bu ismin mühür benzeri bir şekilde yazılmış olması bir cemiyet ihtimalini barındırıyor. Risalede İttihat ve Terakki Cemiyeti bir defa zikredilmekle birlikte, cemiyetten “muhterem” diye bahsedildiği için ve üslup da Cemiyet’in propaganda tarzına benzediği için, yazara göre “Mahmud” bir İTC mensubu ya da cemiyete yakın bir gruptur. Risalenin konuları hafiyeliğin icrası, hafiyeliğin sınıfları, hafiye merkezleri, hafiyelerin bağlı bulunduğu üst sınıf hafiyeler, jurnaller ve menfaatlerdir. Apayrı bir kitap olarak basılabilecek bu risaleyi ve Emre Gör’ün yazdıklarını, hatta orijinal metni tek bir kitapta bulmak gayet güzel. Umarız Hafiye Teşkilatı’na dair yeni çalışmalar yayınlanır ve saklananlar gün yüzüne çıkar, inanılan yanlışlar düzeltilir, şayialar gerçekle ikame olunur.

Kaynak: Dünya Bizim
Mesaj otomatik birleştirildi:

Hüdhüd Teşkilatı Nedir ?

 
Son düzenleme:

heathrow

Doçent
Katılım
29 Nisan 2013
Mesajlar
507
Reaksiyon puanı
55
Puanları
28
Hocam istihbarat örgütlerinin işleri kolaylaştı değil mi? Artık akıllı telefonlar var. Ortam dinlemesi bile yapılabiliyor, telefon kapalı olsa bile. @PARAzitCELL

Tüm görüşmeler, yazışmalar, internet trafiği izlenebiliyor.
 
Son düzenleme:

|Ⓢєччαh|

Müdavim
Katılım
12 Mart 2011
Mesajlar
35,210
Reaksiyon puanı
10,324
Puanları
113
Hocam istihbarat örgütlerinin işleri kolaylaştı değil mi? Artık akıllı telefonlar var. Ortam dinlemesi bile yapılabiliyor, telefon kapalı olsa bile. @PARAzitCELL

Tüm görüşmeler, yazışmalar, internet trafiği izlenebiliyor.
İstihbarat teşkilatlarının senin benim sahip olduğumuz teknolojilerden daha ileri seviye bir teknolojisi muhakkak vardır. Bizim kullandıklarımız onların arkada bıraktığı ya da çöpe attığı şeylerdir.
 

HÜDHÜD

Müdavim
Katılım
5 Mayıs 2017
Mesajlar
10,093
Reaksiyon puanı
6,555
Puanları
113
MiT Çocuk Sayfası

Pek Güzel, Tertemiz, Üstün ve Akıllı çocukların sayfası olarak yayına alınmıştı yine aynı güzellikteki MİT çalışanlarınca... TEKRARDAN YAYIN HAYATINA ALINMASINI ACİLEN DİLEMEKTEYİM. Çocuklarımızın, küçüklerimizin zeka küpü olarak yetiştirilmelerinde önayak olması fikri bence çok değerli idi. Dua ve sevgilerimle...

1589181340600.png



1589181937159.png


Mesaj otomatik birleştirildi:

cia çocuk sayfası kodlama oyunu:


1589182754035.png

1589182776727.png
 
Son düzenleme:

HÜDHÜD

Müdavim
Katılım
5 Mayıs 2017
Mesajlar
10,093
Reaksiyon puanı
6,555
Puanları
113
İstihbarat ve SOSYAL MEDYA (Herşey göründüğünden çok farklı olabilmekte..!)

"Kuzu" gibi görünmeye özen gösteren biri bir "Kurt" nasıl olabiliyorsa, sosyal medyada bir ajan kendisine uygun bir hikaye hatta hatta ömür boyu sürecek bir roman dahi yazabilmektedir, bu onun görevlerinden biridir...


SOCMINT


Sosyal medya istihbaratı (SOCMINT); açık veya kapalı her türlü sosyal medya hesabı ve paylaşımlar üzerinden hem müdahaleci hem de müdahaleci olmayan araçları ve yöntemleri kullanarak elde edilen verilerin teknik araçlar kullanarak orta çıkartılmış bir siber istihbarat türüdür. İngilizcede Social Media Intelligence (SOCMINT) olarak ifade edilir. Türkçede ise “Sosyal Medya Zekâsı” veya “Sosyal Medya İstihbaratı” şeklinde kullanılmaktadır. SOCMINT kelimesi “Social Media Intelligence” kelimelerinin kısaltılmasından (SOC & MINT) türetilmiştir.

Sosyal medya istihbaratı (SOCMINT) kurumların, istihbarat örgütlerinin, devletlerin veya kuruluşların sosyal ağları kullanarak izleme, dinleme, monitör etme ve yorumlama araçlarını kullanarak anlamlı trendler ve ihtiyaçlara göre anlamlandırılmış veriler ortaya çıkartılmasını sağlayan özel çözümler sunmaktadır. SOCMINT İstihbarat faaliyetlerini destekleyici en önemli unsurlar arasında gelmektedir.

SOCMINT günümüz dünyasındaki teknolojik gelişmeler sayesinde ortaya çıkmış ve teknolojik gelişmelerle ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda özel hayatın takibine ve ihlaline kadar birçok noktada karşımıza gelmektedir. SOCMINT sosyal medya üzerindeki, mevcut bilgilerin analitik kullanımı olarak da tanımlanmaktadır.

SOCMINT bir sosyal ağ kullanıcısının paylaşmış olduğu mesajlar veya fotoğraf, ses ve video gibi verilerinin izlenmesini içermektedir. Bir istihbarat türü olarak karşımıza gelen SOCMINT aslında OSINT’in ortaya çıkartmış olduğu bir unsurdur. SOCMINT terimi ilk olarak Londra merkezli düşünce kuruluşu olan Demos’ta, Sosyal Medya Analizi Merkezi için Harp Araştırmaları bölümü Profesörü Sir David Omand tarafından 2012 yılında ortaya atılmıştır.






Bir Mit ajanın ilginç demeci:

Ünlü MİT ajanı Mahir Kaynak, “sakıncasız” anılarını paylaştı
- Eşinize söylediniz mi?
Bir süre sonra söylemek zorunda kaldım çünkü çok evcimen bir adamken, akşamları içki içip eve geç gitmeye başladım. “Şüphe eder” dedim. Gerçi yine de hoşlanmadı ama karşı çıkmadı. Başka da kimseye söylemedik. MİT içinde çalışanlar genelde eşine söyler ama benim gibi ajan olarak çalışanlar saklayabilir.



Derin Konular soru - cevap şeklinde :

1) Ajanların evlilikleri nasıl olur, teşkilatlarından izin aldıkları doğru mudur?

Bir ajanın evlenebilmesi kesinlikle ama kesinlikle teşkilatının onayına tabiidir.

2) Bir ajanın eğer gizlemesi gerekiyorsa gerçek evliliğini örtbas etmesi mümkün müdür? Özellikle yabancı ülkelerde faaliyet gösteren ajanların yaptıkları sahte evlilikler, sahte arkadaşlıklar veya sahte hayat hikayeleri gerçekten de var mıdır?

İstihbarat öyle bir kavramdır ki "şeytan" kılığında bir "melek" olunması gerekiyorsa mutlaka ama mutlaka o kılığa girinmesi icap eder. Bu görevi alan istihbaratçının hem kendi devletince hem de ilahi dinlerce normal vatandaşa haram olan bir çok hal ve amel-ibadet helal olabilmekte ve/veya farz olmaktan çıkabilmekte... Anlayacağınız çok çok zor bir iştir, çünkü kelle koltukta işlerini yaparlar ve kendi canlarından daha önemlisi vatanları, dinleri, inançları için tüm milletinin tek umudu olma halleri de olasıdır.

Bir ajanın sosyal medyada kurguladığı bir evlilik söz konusu olabilmektedir hatta hatta bu evlilik resmiyette de öyle görünebilmektedir ama gerçekler çok farklıdır...! Bu hal normal vatandaşların akıllarının alabileceği bir iş olmamasına rağmen bir casus - istihbaratçı görevi gereği bir şeytanla dahi evlilik yapabilmekte ya da öyle görünmesini sağlayabilmelidir, bunun için sosyal medyada gerçek evliliğini saklayabilmekte hatta ömür boyu evlenmeye fırsat bulmamasına rağmen hep evliymiş gibi hayatını sergileyebilmektedir. Evet şimdi siz düşünün bakalım, casus - istihbaratçı olmak kolay mı veya onların ailesinden biri durumunda hayatınızın ne kadar zor olabileceğini hiç düşündünüz mü?!

3) Bu soru hepimize gelsin : Eğer bir Mit mensubu baba olsaydınız veya bir beyfendi.., kızınızı ya da eşinizi bir görev neticesinde mossad'a sızması gereği yabancı biri ile resmiyette ve her şeyde gerçek bir evliliğine dayanabilir misiniz ?! Bu bizim gibi sıradan vatandaşların aklını yakar öyle değil mi ?



Fıkhî Hükümler: İslâm hukukuna göre İslâm devleti lehine casusluk yapmak câizdir. Hatta devletin bekası için zaruret halini alırsa bu tür faaliyetlerde bulunmak vâciptir. Nisâ sûresinin 71. âyetinde müminlere düşmana karşı tedbir almaları, Enfâl sûresinin 60. âyetinde düşmana karşı kuvvet hazırlamaları emredilmektedir. Bu âyetlerden anlaşıldığına göre savaşta üstün gelebilmek için barışta tedbir almak ve hazırlıklı olmak gerekmektedir. Bu ise düşmanın siyasî, askerî ve iktisadî durumunu bilmek ve gerekli tedbirleri almakla mümkündür.

Bir müslümanın düşman lehine casusluk yapmasının haram olduğu konusunda icmâ vardır. Enfâl sûresinin 27. âyetinde müminlerin Allah’a, Resul’üne ve birbirlerine karşı hainlik etmeleri, Mâide sûresinin 51. âyetinde yahudi ve hıristiyanları dost edinmeleri, Mümtehine sûresinin 1. âyetinde ise Allah’ın ve inananların düşmanlarıyla yakınlık kurmaları yasaklanmıştır. Bu âyetler ve Hz. Peygamber’in karşı casusluk faaliyetleriyle ilgili sünneti, düşman casuslarının ihbar edilmesinin vâcip olduğuna delil teşkil etmektedir.

Düşman hesabına çalışan casuslara, bunlara yardım ve yataklık edenlere verilecek cezalar konusunda değişik görüşler mevcut olup konu ile ilgili hükümler suçlunun müslüman, zimmî, harbî müste’men oluşuna göre de farklılık arzetmektedir.





Casusluk :


Arapça ces kökünden “gözetleyen, araştıran” mânasında isim olan casus kelimesi, “düşmanın sırlarını araştırıp bilgi sızdıran, düşman içinde çeşitli yıkıcı faaliyetlerde bulunan kişi” anlamına gelmektedir. Bu faaliyet sırasında göz önemli bir fonksiyon icra ettiğinden Arapça’da casusa “göz” anlamına gelen ayn adı da verilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de casus kelimesi yer almamakla beraber aynı kökten gelen tecessüs fiil olarak geçmektedir (el-Hucurât 49/12).

A) Tarihçe. 1. Asr-ı Saâdet Dönemi. Hz. Peygamber İslâm devletinin başkanı olarak barış ve savaş halinde üstünlük sağlamak amacıyla düşmanın siyasî, askerî ve iktisadî faaliyetlerine dair istihbarat çalışmalarına büyük önem vermiştir. Bedir Savaşı’na başlamadan önce Kureyş ordusuyla ilgili araştırmalara bizzat katıldığı gibi önemli savaşların hemen hepsinde düşman hakkında bilgi toplayacak gözcüler göndermiş ve düşman ülkesinde yaşayarak merkeze bilgi aktaran casuslar görevlendirmiştir.

Hz. Peygamber’in istihbarat çalışmalarına verdiği önemi ve bu tür faaliyet alanlarının genişliğini gösteren örnekler olarak o dönemde görevlendirilen bazı casusları ve görevlerini zikretmek gerekir. Müslüman oldukları halde kimliklerini gizleyerek oturdukları Mekke, Evtâs, Necid ve Diyârıgatafân’dan siyasî, askerî ve iktisadî bütün önemli faaliyetleri rapor etmek üzere Ebû Temîm el-Eslemî, Abbas b. Abdülmuttalib, Enes b. Ebû Mersed, Ömer b. Sâidî ve Hüseyl b. Nüveyre el-Eşcaî; Kureyş’in daha sonra Bedir Savaşı’na sebebiyet veren Suriye kervanını takip etmek üzere Talha b. Ubeydullah ve Saîd b. Zeyd; müslüman olduğunu gizleyen Mekkeli bir demirci ile irtibat kurarak Ayyâş b. Ebû Rebîa ve Seleme b. Hişâm adlı iki müslüman mahkûmu kaçırmak üzere Velîd b. Velîd b. Mugīre; Müreysî‘ Gazvesi öncesinde mensubu bulunduğu Benî Mustaliḳ kabilesinin Medine’ye saldırmak için başlattığı hazırlık hakkında bilgi toplamak üzere Büreyde b. Husayb; Hâlid b. Süfyân b. Nübeyh el-Hüzelî’nin Medine’ye hücum etmek maksadıyla Urene’de taraftar toplamaya başladığına dair haberlerin aslını araştırmak ve doğru olduğu takdirde Hâlid’i öldürmek, ayrıca dört beş kişilik bir grupla beraber İslâm düşmanı yahudi Ebû Râfi‘i öldürmek üzere Abdullah b. Üneys el-Cühenî; Hendek Muhasarası sırasında, müslüman olduğunu gizleyerek müttefik ordularının arasına girmek ve bölücü faaliyetlerde bulunmak suretiyle ordu mensuplarını birbirine düşürüp ittifakın dağılmasını sağlamak üzere Benî Eşca‘ kabilesinin reisi Nuaym b. Mes‘ûd; aynı ordunun içine sızarak bilgi toplamak üzere Cübeyle b. Âmir el-Belevî ve Huzeyfe b. Yemân; yine Hendek Muhasarası sırasında Benî Kurayza yahudilerinin tutumunu öğrenmek üzere Zübeyr b. Avvâm; Hudeybiye Antlaşması ile sonuçlanan umre yolculuğuna karşı Kureyş’in aldığı tavrı tesbit etmek için Büsr b. Süfyân; Huneyn Gazvesi’nden önce Hevâzin, Sakīf, Nasr ve Cüşem gibi kabilelerin toplandıkları haberinin alınması üzerine Medine’ye karşı bir savaş hazırlığı içinde olup olmadıklarını araştırmak maksadıyla Abdullah b. Ebû Hadred; Tebük Seferi’nden önce Benî Kâ‘b kabilesini düşmana karşı kışkırtmak üzere Büdeyl b. Verkā, Amr b. Sâlim ve Büsr b. Süfyân; Bedir Savaşı’nda yenik düşen Kureyş kabilesini müslümanlara karşı kışkırtıp siyasî-askerî bir ittifak teklif ettiği ve Hz. Peygamber ile yaptığı anlaşmayı bozan benzeri hareketlerde bulunduğu tesbit edilen Medine yahudilerinin reisi Kâ‘b b. Eşref’i öldürmek üzere Ebû Nâile’nin de aralarında bulunduğu bir grup ve Mekke’deki müslüman esirleri Medine’ye kaçırmak üzere Mersed b. Ebû Mersed el-Ganevî görevlendirilmişti. Hz. Peygamber’in casusları zaman zaman ödüllendirdiği de bilinmektedir. Meselâ Kureyş kervanını takiple görevli olan Talha b. Ubeydullah ile Saîd b. Zeyd Bedir Gazvesi’ne katılmadıkları halde ganimetten pay almışlardır.


Aşağıdaki sitede çok güzel açıklamalar verilmiştir:

Mesaj otomatik birleştirildi:

Bu konumuzun belkide en önemli sorusu:

İstihbarat teşkilatlarının eski adları ile yeni adları arasındaki farklılaşma neden kaynaklanır? Bu soruyu özelde tek bir istihbarat teşkilatına değilde tarihsel bir süreçte ilişkilendirilebilinecek tüm teşkilatları dikkate alınarak cevaplandırmak daha doğru olur...

Ek bilgi:
İstihbarat kelimesi Arapça kökenlidir. Yeni öğrenilen haber ve bilgi anlamına gelen “istihbar” kelimesinden türemiştir. Bu kelime içinde yine arapça kökenli olan “haber” kelimesi temel oluşturmaktadır. TDK güncel sözlüğüne göre istihbarat: “Yeni öğrenilen bilgiler, haberler, duyumlar” olarak tanımlanmıştır. İngilizce istihbarat kelimesinin karşılığı olan kelime “intelligence” ise akıl, zeka, anlayış ve istihbarat anlamlarına gelir. Anlamlardaki bu farklılık..?!

intelligence

Örneğin Amerikan gizli servislerinin neredeyse tümünün adlarında "intelligence" ifadesi özellikle geçer...?
İstihbarat kavramları neden "iNT" sonlu ifadelerle biter veya açıklanır...?!

Bu sorunun cevabını gerçekten ama gerçekten istihbaratta çok özel bilgilere vakıf olabilecek beyinler veya o düzeyde kendini yetiştirebilmiş kişiler verebilir, DİKKAT; beyin yakabilir...

1592064278216.png



HUMINT (Human Intelligence)
GEOINT (Geospatial Intelligence)
MASINT (Measurement and Signature Intelligence)


  • Elektro-optik MASINT
  • Nükleer MASINT
  • Jeofiziksel MASINT
  • Radar MASINT
  • Malzeme MASINT
  • Radyo frekans MASINT
OSINT (Open source intelligence)
SIGINT (Signals intelligence)


Sinyal istihbaratı - Sinyallerin arasına girilerek elde edilen istihbarat

  • COMINT (Communication Intelligence) - Haberleşme istihbaratı
  • ELINT (Electronic Intelligence) - Elektronik isthabarat
    • FISINT (Foreign Instrumentation Signals Intelligence)
TECHINT (Technical intelligence)

Teknik istihbarat (Technical Intelligence) — Yabancı ülke silahlı kuvvetlerin kullandığı silah ve teçhizatların analizlerinden elde edilen istihbarat.

  • MEDINT (Medical Intelligence)
CYBINT/DNINT (Cyber Intelligence/Digital Network Intelligence)
Siber istihbarat - Siber dünyadan elde edilen istihbarat

FININT (Financial intelligence)
Finansal istihbarat - Para transferlerinin analizi sonucunda elde edilen istihbarat
 
Son düzenleme:

|Ⓢєччαh|

Müdavim
Katılım
12 Mart 2011
Mesajlar
35,210
Reaksiyon puanı
10,324
Puanları
113
Ünlü MİT ajanı Mahir Kaynak,

1999 veya 2000 yılıydı, rahmetliyle Bayrampaşa Belediye Başkanımızın verdiği bir iftar sofrasını paylaşmıştık. Onun Türk siyasi tarihinin önemli figürlerinden biri olması hasebiyle bütün gözler üzerindeydi. İftardan sonra bir konuşma yaptı ve dağıldık. Şu sözünü not ettiğimi hatırlıyorum. "Bu ülkede ihanetler hiç bitmez. Karanlık tünellerden geçebiliriz. Ümitlerinizi asla kaybetmeyin, unutmayın ki karanlığın arkasından gün doğar."
 

HÜDHÜD

Müdavim
Katılım
5 Mayıs 2017
Mesajlar
10,093
Reaksiyon puanı
6,555
Puanları
113
Anketimizde durum kritik doğrusu :p Reklamın iyisi kötüsü olmaz derler (bu söze asla inanmam), buraya güzide teşkilatımızın yakışıklı bir reklamını atalım :

1592300335370.png

Mesaj otomatik birleştirildi:

Türkiye'de istihbarat en çok merak edilen bir konudur ama fakat sadece ama sadece güvenlik alanında bilgi sahibi olmaya meraklılarca... Halbuki dünyada özellikle israilde bu durum böyle değildir. Herkes için en önemli ve kariyer basamağı en değerli hedef makam veya mevkiidir. Bizim ülkemizde de taa çocukluktan başlamalı eğitim ve öğretim faaliyetleri bu konu da dahil olmak üzere çünkü çocuk düşünecek taşınacak ve kendini daha iyi tanıma fırsatı bulacaktır ve Allah için kutsal görevlerde aranan o şahıs ise bu güzel durumdan payına düşeni gerçekleştirebilecektir. Resmen isyan edesim var ?
 
Son düzenleme:

|Ⓢєччαh|

Müdavim
Katılım
12 Mart 2011
Mesajlar
35,210
Reaksiyon puanı
10,324
Puanları
113
Resmen isyan edesim var ?
Bizler treni kaçırmışız PARAzitCELL, lakin boşuna eseflenme. Emin ol bu meslek çok büyük fedakarlıklar isteyen çok zor bir meslektir. Kişiliğinden, yaşam tarzından... İnançlarından ve daha birçok şeyden fedakarlık isteyen bir meslek. Emekli oluncaya kadar insanda birbiriyle mütenakız onlarca kişilik oluşuyor. Ayrıca bu meslekte çok kolay emekli olunduğunu da pek zannetmiyorum.
 

HÜDHÜD

Müdavim
Katılım
5 Mayıs 2017
Mesajlar
10,093
Reaksiyon puanı
6,555
Puanları
113
Şimdi burada yazıyorum (SAKIN DENEMEYİN) :

Sosyal Deney de denilen daha çok yutüpçülerin başvurduğu hiç sevmediğim bir yol, bir yöntem ki; toplumu test etme amacında olan... Ben acaba ne yapıp edeyim dediydim ? ?, neden - sonuç ilişkisini ayrıntılı yazamayacağım.

Hiç kameraya çekilmedi kendimce ama devlet izliyordur, az biraz da kendime güvendim ama suçtur biline ...

İnanılmaz korku ve heyecan yaşadım, çok fena bir duygu, eve geldiğimde kendime gelmek için baya bi zaman gerekti...

Ayrıntıları yazmayacağım, dediğim gibi suç işlemiş oldum azcık ucundan ? Yakalansaydım rezil olmayı bırak, kariyerimde bi çizik bile atılabilirdi...

Devletimi seviyorum, bence en güzel ülke TÜRKİYE CUMHURİYETİ'dir, zararsız, tez şeklinde suç işleme özgürlüğü de dahil her şeyden var...

Sosyal deneyimin ne olduğunu tahmin etmişsinizdir. Bunu niye yazdım, onu da bilmiyorum :) Ama bi daha asla böyle bi şey yapmam, yapmayacağım.
 

HÜDHÜD

Müdavim
Katılım
5 Mayıs 2017
Mesajlar
10,093
Reaksiyon puanı
6,555
Puanları
113
Türk Konseyi ülkelerinin istihbarat başkanları Azerbaycan’da

Yayınlanan 8 Eylül 2019

1595000845007.png



Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi (Türk Konseyi) İstihbarat Kurumları Konferansı’nın 22. Toplantısı yapıldı.

Azerbaycan Devlet Güvenlik Servisi Başkanı Korgeneral Ali Nağıyev’in ev sahipliğinde düzenlenen toplantıya, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı Hakan Fidan, Kazakistan Ulusal Güvenlik Komitesi Başkanı Kerim Masimov ve Kırgızistan Ulusal Güvenlik Komitesi Başkanı Orozbek Opumbayev katıldı.

Azerbaycan Yurtdışı İstihbarat Servisi Başkanı Korgeneral Orhan Sultanov’un da hazır bulunduğu toplantıda, Özbekistan Devlet Güvenlik Servisi Başkanı Abdusalom Azizov’da gözlemci olarak yer aldı. Devlet Başkanı Aliyev, bu konferansın ikili ve çok taraflı işbirliklerine fırsat sağlayacağına dikkat çekerken, Türkçe konuşan ülkeler arasında güvene dayalı kardeşlik ilişkilerinin varlığının da altını çizdi.

Türk Konseyi istihbarat örgütlerinin başkanları, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’le görüştü. Aliyev’in davetine katılan 6 ülkenin istihbarat başkanları arasında MİT Başkanı Hakan Fidan’da yer aldı.

Aliyev, bu ülkelerin istihbarat servisleri arasındaki işbirliğinin çok önemli olduğunu vurgularken, bu temasların güvenlik ve bölgesel istikrar üstlendiği rolün de altını çizdi.

Azerbaycan’ın bölgesel işbirliği süreçlerine aktif olarak dahil olduğunu belirten Devlet Başkanı İlham Aliyev, ilişkileri güçlendirmeye yönelik çabaların devam edeceğini söyledi. Toplantıda, Türk Konseyi İstihbarat Kurumları Konferansı Daimi Sekretaryasının Ankara‘da kurulması yönünde mutabakat sağlandı.


1595001110570.png


Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi ve Türk Dünyası

Türkiye, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Orta Asya ve Kafkaslar coğrafyasında doğan güç boşluğunu doldurma amacıyla Türk Devletleriyle karşılıklı ve çok taraflı işbirliği çerçevesinde ilişkiler kurmaya başlamıştır. Söz konusu bölge ülkeleriyle çeşitli ekonomik, kültürel ve siyasi metinler imzalanmakla yetinilmemiş aynı zamanda ilişkilerin kurumsal boyut kazanması adına, birtakım devletlerarası örgütlenmeler yoluna gidilmiştir. Bu çerçevede 1992 yılında Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ev sahipliğinde Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirveler Süreci başlatılmıştır.

Nahçıvan’da Ekim 2009 tarihli 9. Zirve’de Türk Dili Konuşan Ülkeler Konseyi (TDİK – TÜRK KONSEYİ) kurulması kararlaştırılmış ve Eylül 2010’da İstanbul’daki 10. Zirve’de Türk Konseyi resmen kurulmuştur. Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan ve Türkiye’nin üyesi olduğu Konsey’in İkinci Zirve toplantısı eğitim, bilim ve kültürel işbirliği başlıklı gündemiyle 23 Ağustos 2012’de Bişkek’te gerçekleştirilmiştir. Söz konusu zirvede Türk Konseyi’nin sekretaryasına ilişkin anlaşma imzalanmakla birlikte Astana’da Türk Akademisi ve Bakü’de Türk Kültür Miras Vakfı’nın kurulmasına ilişkin anlaşmalar da imzalanmıştır.

Devlet başkanları düzeyinde gerçekleştirilen zirvede gündeme esas teşkil eden konular, tema başlığıyla uyumlu olarak bilim ve kültür odaklıydı. Ancak Zirve öncesi toplanan Dışişleri Bakanları Konseyi’nde konuşma yapan Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu; Türk Dünyası’nda entegrasyon vurgusu yaparak başladığı konuşmasında tarihsel bağların altını çizmiş, Türk Dünyası için önem arz eden Hoca Ahmet Yesevi, Cengiz Aymatov ve Bahtiyar Vahapzade isimleri de konuşmasında referans olarak kullanmıştır. Davutoğlu, Yukarı Karabağ, Kıbrıs ve Afganistan konularına da konuşmasında yer vererek söz konusu organizasyonun siyasi konularda da gayri resmi müzakere platformu olarak değerlendirilmesi gereğine işaret etmiştir. Ayrıca Davutoğlu ekonomik işbirliğinin önemini vurgulayarak gerek demiryolu ve liman projeleri gerekse karayolu ticaret ağının geliştirilmesi gereğini belirtirmiştir. Bunların yanısıra Davutoğlu, Özbekistan ve Türkmenistan’ın da Konsey’e üyeliğinin Türk Dünyası ile ilişkilerde önemli olduğunu ifade etmiştir. Konuşmasında enerji, eğitim ve kültürel konuları da ele alan Davutoğlu Konsey’in BM nezdinde gözlemci üye statüsü kazanması ve Türkiye’ nin 2015-2016 dönemi BM Güvenlik Konseyi geçici üyelik adaylığı konusunda Konsey üyesi ülkelerin desteğinden dolayı müteşekkir olduğunu belirtmiştir.

Türk Konseyi ile ilgili süreçteki gelişmelere baktığımızda Türk dış politikasında Türk Dünyasıyla ilişkilerin önemli bir gündem maddesi olarak yer aldığını ifade etmenin yanlış olmayacağı düşünülmektedir. Bu bağlamda Türkiye karşılıklı ilişkileri geliştirmeye çalışmakla birlikte bölgesel işbirliği mekanizmalarını da dış politika argümanı olarak kullanmaya çalışmaktadır. Fakat Türk Konseyi günümüz itibariyle söz konusu hedeflere cevap verebilecek nitelikleri bünyesinde barındırmamaktadır. Gerek Konseyin kurumsal yapısından kaynaklanan problemler gerekse bölge ülkelerinin dış politika öncelikleri entegrasyon noktasında birtakım sıkıntıları da beraberinde getirmektedir.

İlk olarak bölge ülkelerinin tutumunu ele almak gerekirse Özbekistan ve Türkmenistan, bölgesel ilişkilerde mevcut politik gelişmelere mesafeli duran devletler olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkmenistan’ın daimi tarafsızlık statüsünden dolayı uluslararası veya bölgesel organizasyonlara katılmaması söz konusudur. Bu durum Türkmenistan’ın içsel ve dışsal dinamiklerinin bir zorunluluğu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum konjonktürel şartların ve bölgesel dinamiklerin pozitif yönlü değişimiyle revize edilebilir. Ancak söz konusu değişimin kısa vadede gerçekleşme ihtimali söz konusu değildir. Uluslararası hukuka uygun birtakım girişimlerle Türkmenistan üyelik statüsü alması imkansızdır. Fakat Türkmenistan’ın gözlemci statüsüyle söz konusu organizasyona dolaylı katılımı halinde entegrasyon sürecine olumlu bir katkı sağlanmış olacaktır.
Özbekistan ise Orta Asya devletleri arasında askeri, politik, ekonomik ve diğer içsel dinamikleri bakımından ön plana çıkmaktadır. Bu özelliklerinden dolayı Özbekistan bölgesel güç olma iddiasıyla dış politikasını şekillendirmektedir. Bu doğrultuda diğer bölgesel aktörlerin kendisini pasifize etmesine karşı çıkan Özbekistan, Türk Devletleri arasındaki uluslararası organizasyonlara kuşkuyla yaklaşmaktadır. Ayrıca Özbekistan ittifaklar sisteminde stabil olmaktan ziyade sürekli bozucu aktivasyonu olan bir ülkedir. Ekonomik veya siyasi bölgesel ya da uluslararası organizasyonlara katılıp katılmama konusunda kendisinin geniş bir hareket serbestisine sahip olduğunu vurgulamaktadır. Bu doğrultuda Özbekistan, Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirve sürecine başlangıçta dahil olmuş ancak sonradan oluşumun dışında yer almıştır. Özbekistan siyasi elitinin özellikle de devlet başkanı İslam Kerimov’un ittifaklar konusunda ikna edilmesi gerekmektedir. Kerimov’un bölgesel ve ikili ilişkilerde kendi iktidarına yönelik tehdit algılamasının bertaraf edilmesi halinde söz konusu liderin ittifaklar ve ikili ilişkilerde daha rasyonel davranma ihtimali söz konusudur.

Türk Dili Konuşan Ülkeler Konseyi’nin kurumsal zihniyetindeki zafiyetler ise Türk Devletleri entegrasyonu noktasında ikinci engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Konseyin tam anlamıyla kurumsal yapısını işlevselleştiremediği gerçeği dikkat çekmektedir. Bu ifadenin bir örnekle desteklenmesi gerekirse; Konsey’in resmi web sitesinde ülkelere ilişkin bilgilerin ne yazık ki bütüncül ve tekil bir görünüm sergilemediğini ifade edilebilir. Örneğin üye ülkelerin anayasalarını Konsey üzerinden incelemeye kalktığımızda Kazakistan Anayasası’nın İngilizce metin halinde, Türkiye Anayasası’nın Türkçe metin halinde yer aldığını görmekteyiz. Hatta Kırgız Anayasası ile diğer ülkelerin anayasa metinlerinin aynı alfabeyi kullanmadığını görmekteyiz. Bu durum gerek psikolojik boyutta gerekse idari sistematik anlamında negatif bir noktayı işaret etmektedir. Bu bağlamda hedeflenen entegrasyon ve bugüne dek katedilen yol arasındaki mesafe sorgulanmalı ve özellikle bu noktada karar vericilerin ortak dil çalışmaları yürütmeleri gerekmektedir. Böylelikle tarih, kültür, dil ve ortak çıkar birliği sağlanmalı ve entegrasyon sürecine ivme kazandırılmalıdır.

Son olarak Konsey’in BM sistemine gözlemci üye statünde katılımı gerçekleştirilmelidir. Hatırlanacağı üzere 2011 yılında Konsey’in BM Genel Kurulu’na gözlemci üyelik başvurusu Ermenistan ve GKRY tarafından reddedilmiştir. Söz konusu iki ülkenin bu noktada ikna edilmesi ihtimali oldukça zayıf olmakla birlikte Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine adaylığı aktif şekilde desteklenmelidir.

Türk Dünyasıyla veya Türk Devletleriyle ilişkilerin geliştirilmesi hatta entegrasyonun gerçekleştirilmesi kalbi duyguların bir ifadesi olmaktan ziyade Türkiye ve diğer Türk Devletleri açısından karşılıklı çıkar olgusunun bir dışa vurumudur. Söz konusu ülkeler entegrasyon noktasında fayda – maliyet analizlerini hassas biçimde ele almalı ve rasyonel adımlar atmalıdır. Söz konusu ilişkilerin gelişmesi durumunda gerek sisteme dâhil Türk Devletleri gerekse söz konusu bölge birçok sorunun çözümü noktasında avantaj sahibi olacaktır. Bu bağlamda karşılıklı politik ve ekonomik argümanlara ek olarak Türk Dili Konuşan Ülkeler Konseyi gibi bölgesel örgütler kurumsal boyut kazanmalı ve daha işlevsel hale getirilmelidir.

Mesaj otomatik birleştirildi:

“Yüzyılın Planı”yla Filistin-İsrail Sorununda Yeni Paradigma Somutlaştı: Fait Accompli

Tek Taraflı Bir Plan
Filistin-İsrail müzakerelerinin yeniden başlaması için önkoşulların oluşturduğu bir çözümsüzlük sürecinin sonucunda 28 Ocak 2020’de ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Filistin-İsrail sorununa dair bir “çözüm” planı ile gelmiştir. Fakat bu çözüm içeren plandan ziyade tek tarafın yani İsrail’in görüşlerine ve önceliklerine dayanan bir açıklama metni olduğunu söylemek mümkündür. Filistin tarafının görüşleri yer almamış dolayısıyla planın açıklandığı Beyaz Saray’daki basın toplantısında Filistin’den katılım olmamıştır. Filistin’in uluslararası meşruluğa sahip ve Filistin halkının meşru temsilcisi olarak kabul edilen Filistin Kurtuluş Lideri (FKÖ) lideri, Oslo Andlaşmaları ile kurulan Filistin Otoritesi (FO) lideri Mahmud Abbas törende yer almamış; karargahı Ramallah’tan tüm Filistinlilerin planı reddettiğini açıklamıştır.

Yukarıda da belirtildiği ve planın da içeriğinden anlaşılacağı üzere metnin tek taraflı olduğu Trump’ın açıklamalarında da yer almıştır. Trump, planın iki devletli çözümü sunduğunu ifade etmiştir fakat aynı zamanda planın İsrail’in güvenliğine öncelik verdiğini; planın İsrail’in güvenliğini tehdit eden Filistin devlet sorunsalına son verecek iki devletli bir çözümü sunduğunu kaydetmiştir. Öte yandan metnin hazırlanışında ve tabii ki Filistin ve dünya kamuoyu ile paylaşılmasında Filistin tarafının yer almaması yani İsrail yanlısı tek taraflı bir plan, çözüm önerisi olması baştan metnin meşruluğunu ortadan kaldırmaktadır.

Uluslararası Hukuktan Saptırılmasının En Somut Göstergesi
Tek taraflı niteliğinin yanında metnin meşruluğunu sorgulatan bir diğer önemli özelliği de çözüm sürecinin uluslararası hukuktan giderek artan bir biçimde -Trump yönetiminin adımlarının etkisi ile- saptırılmasının en somut göstergesi olmasıdır. Diğer bir ifadeyle gerek Netanyahu yönetimi gerekse Trump yönetimi sırf açıklanan plan ile değil öncesinden de attıkları adımlarla uluslararası hukuku temel alan paradigmayı kabul etmeyeceklerini göstermişlerdi. Örneğin Tel Aviv, İsrail’in Yahudi kimliğinin Filistin tarafından tanınacağına dair bir maddenin olası barış andlaşmasında yer alması gerektiğini savunmaktadır. Oysa böyle bir ifade Filistin-İsrail sorununun çözümündeki olağan ve hukuka uygun paradigmanın temeli olan BM Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 sayılı kararlarında yer almamaktadır. Ayrıca “Yüzyılın Planı”nda Yahudi yerleşimlerinin İsrail egemenliğinin bir parçası olarak kabul edilmesi, Kudüs’ün statüsünün bölünmez olduğuna karar verilmesi ve Filistinli mültecilerin geri dönüşünün kabul edilmemesi gibi nihai aşama konuları uluslararası hukukun kurallarına ve BM’nin ilgili kararlarına karşı gelerek ele alınmıştır.

Trump’ın “Tartışmalı” Adımları: İki Devletli Çözüm
Trump, iklim değişikliği politikalarının en önemlisi çıktısı olan Paris Anlaşması’ndan ABD’yi çekme gibi farklı siyasi alanlarda tartışma yaratan ve paradigma sorgulatan adımlar atmaktadır. Yine de “Yüzyılın Planı” Trump’ın bugüne kadar aldığı en tartışmalı kararı olduğunu ifade etmek mümkündür. Planın salt ABD özelinde değerlendirilmesi haliyle mümkün değildir. İsrail-Filistin sorunu açısından bir ilki teşkil etmektedir ve dolayısıyla geri dönülemez olumsuz gelişmeleri neden olabilecek ya da tetikleyebilecektir. Trump, oldukça tartışmalı bir metin ile Filistin-İsrail sorununa uluslararası hukuku temel almayan çözüm sunduğunu dünya kamuoyuna duyurmuştur. Bu noktada dikkat çekilmesi gereken husus bu tek taraflı plandan çok önce de İsrail-Filistin sorununa yönelik Trump’ın tartışmalı adımları atmış olmasıdır. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmiş ve bununla da yetinmeyerek Amerikan büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımıştır. Ayrıca planın öncesinde Trump’ın tek devletli bir çözümü de kabul edebileceğini açıkladığı unutulmamalıdır. Dolayısıyla söz konusu tek devletli çözüm olasılığı Yüzyılın Planı ile karşılaştırıldığında Trump’ın tutum değişikliğine gittiğini görmek mümkündür. İki devletli bir çözüm yani İsrail’in yanında Filistin devletinin kurulması Trump için farklı ama Filistin sorunu için olağan, hukuka uygun olan bir durumdur.

Çözümsüzlük Üzerinden Fait Accompli
  • Kudüs
Metnin hazırlanışından, Filistin ve dünyanın geri kalanı ile paylaşım şeklinden anlaşılacağı üzere Trump-Netanyahu ikilisinin çözüm planı çok sayıda ve çok önemli nitelikte açmazlarla doludur. Tek taraflı olarak, müzakere edilmeden hazırlanan bu plan dolayısıyla çözüm fait accompliolarak Filistin ve dünya kamuoyuna lanse edilmiştir. Kudüs bu başlıkların en önemlileri arasındadır. Uluslararası hukuk kurallarına, spesifik olarak BM kararlarına ve sorunun çözüm teamülüne göre nihaî aşamada ele alınması gereken Kudüs’ün statüsü sorunu Filistin devletinin başkentinin Doğu Kudüs olacağı fakat aynı zamanda İsrail devletinin başkentinin bölünmez Kudüs olduğu ifadeleriyle “çözülmüştür” ya da çözüm pazarlığı açılmıştır. Kudüs doğunun da ötesinde alt bölgelere ayrılacak fakat aynı zamanda bölünmez kalacaktır. Doğu Kudüs’ün tamamı değil sadece küçük bir bölgesi Filistinliler için başkent olarak sunulabilir.

  • Yahudi Yerleşimleri
Açıklanan metnin Kudüs’ten sonra en tartışmalı unsuru Yahudi yerleşimlerin mevcut haliyle tek taraflı olarak İsrail egemenliğine altına alınacağının zımnen ifade edilmesidir. 4 sene boyunca yeni yerleşim yapılmayacağının belirtilmesi her ne kadar gerçekçi ve hukuka uygun bir çözüm için umut vaat etse de akabinde mevcut yerleşimlerin yıkılmayacağının eklenmesi planın en önemli açmazlarından birisidir. Trump, hiç kimsenin yerlerinden ayrılmayacağını açıklamıştır. Dört sene sonunda ise yeni yerleşimlerin yapılabileceğinin de altı çizilmiştir. Filistin-İsrail sorununu sarmal haline getiren Yahudi yerleşimlerinin statüsü kabul edilmiş ve bu kabulün üzerinden çözüm müzakerelerinin başlatılması istenmiştir. Filistin tarafının başmüzakerecesi Saib Erekat, planın yerleşimlerin de jure ilhakına yeşil ışık yaktığını ifade etmiştir. Geçmişte başlayan yerleşim yayılmacılığı farklı İsrail yönetimleri boyunca devam etmiştir. Trump’ın Amerikan başkanlık koltuğuna oturmasıyla attığı adımlarla uluslararası hukuka aykırı olan ilhakı ve yerleşimleri kabul etmiştir. Kasım 2019’da Amerikan politikasında önemli bir değişiklik yaparak Yahudi yerleşimlerinin uluslararası hukuk ile bağdaşmadığı tezini bıraktığını açıklamıştır.

  • Filistinli Mülteciler
Planla Filistinli mültecilerin dönüşünün önünün kapandığı anlaşılmaktadır. Yaklaşık 6 milyon Filistinli mülteci olduğu düşünülmektedir. 2000 yılındaki Camp David görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanmasının önemli nedenlerinden birinin dönemin FKÖ lideri Yasser Arafat ve İsrail Başbakanı Ehud Barak’ın evlerine dönecek mülteci sayısında anlaşamamaları olduğu unutulmamalıdır.

Çözümsüzlüğün Amaçlanması
Planın bir diğer açmaz noktası da Filistin ve terör arasında bağlantı kurulmasıdır. Uluslararası toplumun çoğunluğu tarafından meşru kabul eden ve şiddeti 30 yılı aşkın bir süredir mücadele aracı olarak kullanmayan FKÖ, Hamas ve İslami Cihad ile aynı kapsamda mı değerlendirilmektedir? Hamas, saldırılarına devam etmesine ve silahlı mücadeleyi reddetmemesine rağmen tüzüğünde yumuşamaya gitmiştir. İsrail’i açıkça tanımasa da iki devletli çözüme yeşil ışık yaktığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Trump-Netanyahu ortak basın toplantısında Filistin ile terör arasında bağ kurulması, bu planın son şans olarak nitelendirilmesi çözüm yerine Üçüncü İntifada’nın başlamasının mı hedeflendiğini akla getirmektedir. Muğlak bir şekilde terör bağlantısının yapılmasının yanında basın toplantısında Filistinliler zımnen tehdit edilmiştir. Bu 4 yıllık müzakere sürecinin son şansları olduğu beyan edilmiştir.

Metin zımnen Filistin’i tehdit etse de aynı zamanda Filistin’e çeşitli vaatler de sunmaktadır. Şayet dört senelik müzakere sürecinin sonunda devlet kurma aşamasına geçilirse ABD Filistin’e altyapıda ve devlet inşasında kullanmak üzere 50 milyar dolar tutarında yardım yapacaktır. Oysa yakın geçmişte ABD’nin Kudüs kararına gösterdiği tepki üzerine FKÖ’nün Washington’daki büroları kapatılmış; ABD, Filistin’e yaptığı yardımı kesmiştir.

Nasıl bir Filistin Devleti?
FKÖ’ye göre söz konusu plan tarihi Filistin topraklarının ancak yüzde 15’ini Filistin devletine vermektedir. Teamüller düşünüldüğünde kurulacak olan devletin devlet olarak nitelendirilmesi tartışmalıdır. Filistin devletinin polis gücü olmayacaktır. Güvenliğin sağlanmasında büyük sorumluluk İsrail’de olacaktır. Ordunun olmamasının yanında polis gücünün olmaması teröre bağlanmaktadır. 1967 sınırları ile alakası olmayan, yüzölçümü oldukça küçük bir devlet bu plana göre kurulacaktır. Sınırlar konusunda Filistin, BM Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 sayılı kararlarının gözetilmesini isterken İsrail bu sınırların askeri açıdan savunulamayacağını iddia ederek Filistin’in talebine karşı çıkmaktadır.

Dört Sene Çözümün Meşrulaştırılması için Mi?
Müzakereler için dört senenin tanınması çözümsüzlüğün sarmal haline gelmesi olarak da yorumlanabilir. Şayet Filistin tarafı ortada müzakere edecek bir konu olduğuna inanırsa müzakere süreci başlatılabilir aksi taktirde ilhakın meşrulaştırılması süreci devam edecektir. Bu sebepten ötürü müzakerelerin başlaması çok uzak bir ihtimal olarak düşünülmektedir; bahse konu planın çözümden ziyade çözümsüzlüğü amaçladığı ifade edilebilir. Diğer bir ifadeyle Filistin’in bu metni kabul etmeyeceğini bilerek İsrail’in yayılmacı işgal politikaları devam ettirebilir.

Oysa Trump ve Netanyahu ikilisine göre plan soruna çözüm bulacaktır. Trump’ın dünya kamuoyu nezdinde bu planı meşrulaştırma girişimlerinden biri de diğer barış girişimleriyle karşılaştırmasıdır. Önceki girişimleri ayrıntılı olduğu için eleştirmekte ve ayrıntılı olduğu için çözüm getiremediğini savunmaktadır. Mevcut metni ise iki devletli ve gerçekçi bir çözüm olarak nitelendirilmektedir.

Filistin Ne Yapacak?
Filistin, adımlarını farklı düzeylerde atmaya devam edecektir. Planın kamuoyu ile paylaşılmasının akabinde FO lideri Abbas ve Hamas lideri İsmail Haniyeh koordinasyon içinde kalacaklarını açıklamıştır; dolayısıyla Filistin’de iki başlılığın giderilmesi için tetikleyici unsura dönüşebilir.

Filistin özellikle son yıllarda çözümsüzlük sürecinden hareketle devlet inşası faaliyetlerini arttırmıştır. Uluslararası donörlerin de etkisiyle uygulanan bu stratejiyi devam ettireceği düşünülmektedir. Devlet olma yolundaki isteklerinin, devlet olma gerekliliklerinin yerine gelmesi ve getirilmesi durumunda devlet olarak faaliyet gösterebileceğini göstermek isteyecektir. Farklı ülkelerin başkentleri ya da önemli kentleriyle kardeş şehir ilişkilerinin sürdürülmesi, yerel yönetimin Paris Anlaşmasına taraf olması gibi uluslararası siyasette aktif olma girişimlerinin yanında İsrail’in Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde savaş suçlarından yargılanması seçeneği de Filistin’in gündemindedir.

Diğer yandan “Yüzyılın Planı” ile Hamas’ın saldırılarının tetiklenmesinin mi amaçlandığı da düşünülmektedir. Hamas kısa zaman önce tüzüğünde değişikliğe giderek yumuşamaya dair sinyaller vermiştir. Dolayısıyla Hamas’ın yanı sıra İslami Cihad gibi örgütlerin saldırılarının tetiklenmesi hatta daha da vahimi Üçüncü İntifada’nın çıkma ihtimali akıllara gelmektedir. Uzun zamandır sorunun dini yönü dile getirilmekte olup çatışmaların dini unsurunun artabileceği uyarıları yapılmakta idi. Terör ile bağlantının kesilmesi talebi, terörün reddedilmesi talebi Hamas için önceden beri geçmekte olduğu bir sınavdır. Bunun yanında çizilen parametreler uyarınca Filistin siyasetinde ve uluslararası siyasette yer almak istiyorsa Hamas’ın elbet bir gün taviz vermesi gerekecektir. Gerek El-Fetih cephesinden gerekse de Avrupa ülkelerinden bu yönde baskı artabilir. Şiddetin reddedilmesi ve İsrail’in varlığının kabul edilmesi gibi “tavizler” Filistin iç siyasetinde iki başlılığın giderilmesi açısından da önemli olacaktır. Trump’ın terörizmin reddedilmesinin Filistin’in devlet olması sürecinin bir parçası olarak değerlendirmesi benzer sürecin FKÖ’nün de önüne gelmesini hatırlatmaktadır. Arafat liderliğindeki FKÖ’nün şiddeti reddetmesi ile ulusal kurtuluş örgütü uluslararası müzakerelere katılabilmiştir.

Amaç İran’a Karşı İşbirliği mi?
Diğer yandan metnin içeriği, açıklanış şekli, Trump ve Netanyahu’nun dünya ve kendi kamuoylarına sergiledikleri tavırları düşünüldüğünde Washington ve Tel Aviv’in amaçlarının İran’ın bölgede yalnızlaştırılması mı olduğu sorusu akla gelmektedir. Şayet basın açıklamasında Birleşik Arap Emirlikleri’ne ve Umman’a teşekkür ettiği hatırlanmalıdır. Suriye’deki gelişmelerle de paralel olarak İran karşıtı cephe -Filistin sorununun çözümsüzlüğünden bağımsız olarak- Orta Doğu’da İsrail’in tanınması üzerinden oluşturulmak istenmektedir. Yeni paradigmanın işaretlerinden biri olarak yorumlanabilir. Önceden “barış için toprak” ilkesi, BM Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 sayılı kararları uyarınca bir çözüm olursa İsrail’in tanınacağı paradigması “yürürlükte iken” şimdi söz konusu yeni paradigma Filistin ve İsrail arasında barış sağlanmasa da İran’a karşı işbirliği yapmak için İsrail’in tanınması üzerinden oluşturulmaya çalışılmaktadır. “Yüzyılın Planını” kamuoyu ile paylaşırken Trump’ın İran ile nükleer anlaşmadan çekildiğini açıklaması, Kasım Süleymani suikastına değinilmesi Arap devletlerinin İsrail ile yapacakları işbirliği üzerinden İran’ın çerçevelenmesi hedefi anlamına da gelmektedir. Zaten “Yüzyılın Planı”nın açıklamasının defalarca ertelenmesi, uzun bir sürece yayılması planın Orta Doğu’daki konjonktürü Filistin üzerinden İran karşıtlığını oluşturmak olarak da okunabilir.

Sonuç
Sonuç olarak iki devletli bir çözümden ziyade “Yüzyılın Planı” ile İsrail’in istediği ve koruduğu statükonun korunması, İsrail egemenliğinin resmîleştirilmesi hedeflenmiş; uluslararası hukuktan bilinçli olarak sapılmıştır. Örneğin her iki devlet için önerilen sınırlarının 1967 sınırları ile aynı olmadığı görülmektedir. Maalesef tarihin utanç sayfalarında yer alan Güney Afrika’nın ırk ayrımcılığı rejimini hatırlatan bir sonuç ile mevcut dönemde Filistinliler karşı karşıyadır. Sadece Batı Şeria ve Gazze Şeridi arasındaki bağlantısızlık arasında değil; Batı Şeria içinde de yerleşimciler ve kontrol noktaları sebebi nedeniyle bağlantısızlık olacaktır. BM hâlâ çözümüm BM kararlarına, uluslararası hukuka ve uluslararası andlaşmalara uygun olmasına çağrı yapmaktadır. Fakat Netanyahu’nun BM Genel Kurulu’nun ABD’nin Kudüs ile kararını kınamasından sonra BM’yi başarısızlığa mahkum bir devlet olarak nitelendirdiği unutulmamalıdır.

Bu plan ile Filistin-İsrail sorununun hukuka uygun olağan süreçleri, çözüm mekanizmaları sürecin dışına atılmıştır. Ayrıca çözüm sürecinin geçmiş örneklerinden olağan unsurlara şaşırtıcı bir şekilde rastlanmaktadır. Trump’ın Amerikan elçiliğinin Kudüs’e taşınması gibi sıra dışılıklarına rağmen bir diğer paradigma dışı olan tek devlet çözümünden şimdilik ya da dört sene boyunca vazgeçildiğini söylemek mümkündür.

Trump ve Netanyahu’nun iç siyasette çalkantılı günler yaşadığı unutulmamalıdır. Bu yüzden planı ülkelerinin kamuoyuna, seçmenlerine yönelik bir açıklama olarak da değerlendirmek mümkündür.

Salt İsrail’in görüşlerine dayanan ve uluslararası hukuktan saptırılan bir “çözüm planıdır”. Kudüs, Yahudi yerleşimleri ve Filistinli mültecilerin geri dönüşü konularında Filistin’in kabul etmeyeceği temelden müzakerelerin açılması teklif edilmektedir. Ayrıca müzakereler için dört senenin verilmesi çözümsüzlüğün meşrulaştırılmasını amaçlamaktadır. Hatta Üçüncü belki de Dördüncü İntifada’nın tetiklenmesi de hedeflenmiş olabilir. Meşruluğu ve inandırıcılığı olmayan, fait accompli planın dolayısıyla Filistin-İsrail sorununu çözmek yerine Orta Doğu’da İsrail’in tanınması ve bunu da İran karşıtlığı üzerinden yapılmasın amaçlandığı düşünülmektedir.



1595002008749.png

Mesaj otomatik birleştirildi:


1595002328671.png


1595002380311.png
 
Son düzenleme:

HÜDHÜD

Müdavim
Katılım
5 Mayıs 2017
Mesajlar
10,093
Reaksiyon puanı
6,555
Puanları
113
Sınıflandırılmamış CIA X dosyalarında 1957'de İskoçya'nın üzerinde daire içine alınmış UFO ortaya çıkıyor

Sınıflandırılmamış dosyalar, radar yayınlarının 4 Nisan 1957'de Wigtownshire, İskoçya'nın 60.000 ila 14.000ft yukarısında “güvercin ve daire içine alınmış” bir UFO izlediğinde gizemli bir olayı bildiriyor.


1595182879105.png

CIA tarafından tutulan dosyalar arasında Wigtownshire'daki bir UFO gözleminin raporları bulunmaktadır (Resim: Getty Images / Science Photo Library RF)



CIA, İskoçya'da gerçekleşen garip ve olağandışı olaylara sekmelerde tuttu.

Sınıflandırılmamış X dosyalarında, 1957'de İskoçya üzerinde görüldüğü bildirilen bir UFO da dahil olmak üzere siyasi entrika için paranormal araştırma bulunmaktadır.

Kilitli tozlu dosyalar UFO nişangahları, psişik güçler ve onlarca yıl boyunca casus oyunlarında Soğuk Savaş casusluğu içerir.

Glasgow Üniversitesi'nde istihbarat ve uluslararası güvenlik eğitmeni Damien Van Puyvelde Daily Record'a şunları söyledi : “Referanslar CIA faaliyetlerinin küresel kapsamını ve çıkarlarının gelişimini yansıtıyor.

“Sovyet ekonomisinin değerlendirilmesinden, Vietnam Savaşı'nın yurtdışında algılanmasına, Latin Amerika'da algılanan komünist nüfusa, terörist tehdidin yükselişine ve UFO'lar ve psişistler gibi daha eksantrik konulara kadar.

“Bunların hepsi Soğuk Savaş'ın daha geniş bağlamıyla ilişkilendirilebilir.”

1595182954326.png



Tarihsel dosyalara gömülü olan, Ulusal Olaylar Komitesi Ulusal Araştırmalar Komitesi tarafından emekli silahlı servis şeflerini içeren 1964 tarihli bir rapor.

Yaklaşık 40 yıl boyunca kapalı CIA dosyalarında saklanan 186 sayfalık belge, dünya genelinde UFO manzaralarını listeliyor ve 4 Nisan 1957'de Wigtownshire, İskoçya'da gizemli bir vaka içeriyor.

Üç radar direğinin 60.000 ila 14.000ft arasında “güvercin ve daire içine alınmış” bir UFO'yu nasıl izlediğini anlatıyor.

Yakın karşılaşma İskoçya'da bulunan Wing Commander WP Whitworth tarafından şu şekilde tanımlandı: “Kesinlikle bu bir ucube değildi.

“Bu bir maddenin nesnesiydi ve hiçbir hata yapılamazdı.”

En tuhaf kayıtlardan bazıları, uzun süredir komplo teorisyenleri olan tartışmalı Stargate programı ile ilgilidir.

Gölgeli çalışma, George Clooney ve Ewan McGregor'un oynadığı 2009 Goats adlı Stare Erkekleri'ni etkilediği için yaygın olarak kullanıldı.

Filmde, ABD özel kuvvetleri, hayvanların kalplerini sadece onlara bakarak patlatmaya çalışarak paranormal güçleri bir silah olarak kullanmaya çalışıyorlar.

Rapordaki öneriler arasında dünya dışı insanlarla iletişim kurma girişimlerinin artırılması ve hatta insanların ET ile nasıl etkileşime gireceğini yönetmek için 'uzay kanunu' hazırlanması yer alıyor.

Sonuç olarak şu sonuca varıyor: “Bu rapordaki kanıtlara dayanarak, NICAP UFO'ların gerçek olduğu ve akıllıca kontrol edildiği anlaşıldı.

“UFOS'un (geleneksel nesneler veya fenomenler olarak açıklanabilenlerin ötesinde) dünya dışı yaşamın tezahürleri olmasının makul bir hipotez olduğuna inanıyoruz.”

1595183009383.png



Ancak rapor, kanıtların uzaylıların neye benzediğini veya dünyaya ziyaretlerinin amacını önermek için çok “kabataslak” olduğunu kabul etti.

Van Puyvelde, “Tanımlanamayan uçan cisimlerin manzaraları, Sovyet balistik füzeleri veya uçakları hakkında bilgi sağlayabilir.

“İnsanların tehdit algısını anlamak ve yönetmek de önemliydi.”

Bir CIA çalışma grubunun Sovyetlerin UFO raporlarını “panik” oluşturmak ve bir tür bilgi savaşı yürütmek için kullanabileceği sonucuna vardı.

Van Puyvelde ekledi: “ABD hava uyarı sistemini aşırı yüklemek için UFO raporları da kullanılabilir.”

Galaksiler arası karşılama paspaslarını kırmak için kesinlikle çok erken olduğu görülüyor.

Van Puyvelde, “Genel olarak, CIA ve ABD Hava Kuvvetleri'nin bu konudaki incelemeleri, çoğunun optik yanılsamalar ve halüsinasyonlar, aldatmacalar ve yanlış yorumlarla ilişkilendirilebileceğini buldu.”

1980'lerde CIA, Edinburgh Üniversitesi parapsikolog Deborah Delanoy'un önde gelen çalışmalarına ilgi duymaya başladı.

1983-84'te sahte olarak Tim adında “parlak ve çok nazik” 17 yaşındaki kendini ilan eden bir metal bükücüye maruz kaldı.

Delanoy'un raporu şöyle diyor: “Tim, dört yaşındayken çoğunlukla çatal bıçak takımı olan metalleri bükmeye başladığını ve o zamandan beri bunu yaptığını iddia etti.”

Yedi buçuk aylık laboratuvar testlerinden sonra, araştırmacılar Tim'in bir sahtekarlık olduğundan şüphelenmeye başladı ve onu ortaya çıkarmak için gizli bir kamera kullandı.

Rapor devam ediyor: “Tim aldatıcı davranışlara itiraf etti. Bir büyücünün bir laboratuvarda psişik olarak başarılı bir şekilde poz vermesinin mümkün olup olmadığını görmek isteyen pratik bir sihirbaz olduğunu söyledi. ”

1595183043183.png



Delanoy şu sonuca varıyor: “Konularımızın bizi aldatabileceğini asla kendimize unutmamalıyız”.

Van Puyvelde, dünyanın en güçlü ülkesini tüm düşmanlara karşı savunmakla görevli CIA ajanlarının neden en az bir süre İskoç kaşık bükme gençleriyle ilgilenebileceğini açıkladı.

Dedi ki: “Medyumlara odaklanmak da oldukça eksantrik geliyor. Ancak daha fazla araştırma yaparken, Sovyetler Birliği'nin 1970'lerde psişiklerle ilgilendiğine dair söylentileri takip ederek, görüşlerini bildirmek için bilimsel çalışmalar arayan bir ajans görebiliriz.

“Bu bilimsel kanıt arayışı kaçınılmaz olarak dolaylı yollardan değil, üniversitelerle bağlantılar yaratır.

“CIA'nın 1990'ların ortasında kendi sonucu, tüm programın operasyonları için yararlı olmadığıydı.”

Stargate programının bir bölümü, Lockerbie bombardımanını alışılmışın dışında bir şekilde yapmaya çalışan Sun Streak projesi idi.

Pan Am Flight 103, 21 Aralık 1988'de cihaz tarafından İskoç köyüne indirildi ve gemideki 259 yolcu ve mürettebatı ve yerde 11 kişiyi öldürdü.

1990'a gelindiğinde soruşturma devam ediyordu ve Libyalılar Abdelbaset al-Megrahi ve Al Amin Khalifa Fhimah suçlanana kadar bir yıl daha olacaktı.

O yılın 7 Haziran'ında bilinmeyen bir yerde, uçağın bombasını tutan yeniden inşa edilmiş bagaj taşıyıcısının bir fotoğrafını tanımlamakla bir psişik görevlendirildi.

“Özel erişim gerekli” başlığı altında verilen notlar şu başlığa sahiptir: “Uyarı bildirimi: İstihbarat kaynakları ve yöntemleri.”

Sun Streak'in misyonu telepati dahil olmak üzere 'psikoenerjetik' yoluyla istihbarat bilgisi toplamaktı.

1595183075214.png


Lockerbie testi, 22 sayfa karalanmış not ve eskiz ve oturumun yazılı bir hesabını oluşturdu.

Notes şöyle diyor: “Kutuda bir bomba var ve patlıyor.

“Beni bir kişiyi patlatan bir bomba hakkında düşündürüyor. Kırmızı, ateş ve tırtıklı alevler görebiliyorum. Hedefle ilgili bir şey gözlerimi yakıyor. ”

Ağustos 1951'den itibaren 'gizli' olarak işaretlenmiş bir bilgi raporu, Doğu Bloku'ndaki faaliyeti izlemek için CIA'nın ne kadar sürdüğünü gösteriyor - ne kadar sıradan görünebilir.

50 yıl sonra yayımlanan ve hala düzeltilmiş bölümleri olan dosya, o zamanlar Çekoslovakya'da vida ve cıvata üretimi hakkında iki rapor içeriyor.

ABD istihbarat servislerinin, herhangi bir askeri veya teknolojik kullanım korkusu nedeniyle Topluluk bloğundaki endüstri çıktılarını titizlikle izlediği bilinmektedir.

İstihbarat uzmanları, Doğu Bloku'ndaki firmaların SSCB için izleme listelerindeki mallar için Batı ile ticaret engelleri etrafında dolaşmak için sıklıkla cepheler olarak kullanıldığını söylüyor.

Raporda, Haziran 1950'de Glasgow'daki Dieck's Ltd'den Prag'a ithal edilen bir ton iki uçlu perçin için bir emir var.

Rapor şunları ekliyor: “Her boyuttaki kanatlı vidada tam bir eksiklik var. Stokta hiç yok. ”


1595183101530.png



Siparişin zararsız görünse de raporun yazarları bir ay içinde “bu materyalin değerlendirilmesini” istedi.

Glasgow, Vietnam Savaşı sırasında Amerikan Amerikan dış politikasının en karanlık saatlerinden biri haline gelecek olan gönderilerde bile bahsedildi.

6 Ağustos 1964'te 'gizli' olarak işaretlenen bir not, “Vietnam'da Kriz” e, özellikle de ABD'nin Kuzey'e yönelik hava saldırılarına olan dış tepkiyi inceliyor.

Tarih, ünlü Tonkin Körfezi olayı konulu bir raporun ertesi günü ABD'nin Vietnam'daki eyleminin artmasına yol açan önemli bir gündür.

Bu, Kuzey Vietnamlı torpido botları tarafından yapılan bir ABD savaş gemisine yönelik bir saldırıyı detaylandırdı - daha sonra ABD hükümeti komünist Kuzey'e karşı bir savaşı haklı çıkarmak için yalan söylediği için raporlar.

Notta, Güneydoğu Asya'daki artan krizin İngiltere'deki ön sayfa haberleri olduğu ve çoğu medya ABD'nin eylemlerini desteklediğinden bahsediliyor.

Başbakan Alec Douglas-Home, İskoçya'daki bir tatilden Londra'ya dönüyordu ve bir açıklama yapması bekleniyordu.

Not ekliyor: “Bildirilen tek Amerikan karşıtı olay, göstericilerin ABD konsolosluğunun dışındaki sloganları kandırdığı Glasgow'daydı.”

1595183125228.png



1983 yılındaki bir terör incelemesi, İngiltere'deki mektup bombalarında artışa neden oldu - sorumlular arasında İskoç Ulusal Kurtuluş Ordusu ile.

'Gizli' markalı rapor çok hassas kabul edildi, sadece 2010'da ve daha sonra “sterilize edilmiş” bir formda yayınlandı.

Mart 1982 ile bir sonraki bahar arasında bir yıl içinde SNLA'ya atfedilen sekiz harfli bombaları anlatıyor.

Hedefler, 1 Mart 1982'de Edinburgh'da açıklanmayan bir yer olarak tanımlandı ve bunu 17 Mart'ta hem başkentte hem de Glasgow'da devlet daireleri izledi.

Mayıs ayında, Edinburgh'daki Meclis Odalarına mektup bombaları gönderildi, ardından 19 Haziran'da başkentte isimsiz siyasi parti karargahı geldi.

22 Kasım 1982'de İngiliz Endüstri Sekreteri Londra'da hedeflenmiş, ardından 17 Şubat 1983'te Glasgow Belediye Binası izlenmiştir.


O yılın ilerleyen saatlerinde, 15 ve 16 Mart tarihlerinde Londra'daki Başbakanlığa mektup bombaları yerleştirildi.

Yazarlar SNLA'yı “İngiliz yönetimine karşı çıkan İskoç bir ayrılıkçı grup” olarak tanımlıyor.

Onlar şu sonuca varıyorlar: “Bugüne kadar yapılan saldırılarda, mektup bombaları, muhtemelen kişisel yaralanmaları önlemek ve güvenlik önlemleriyle keşfi engellemek için sadece az miktarda patlayıcı içeriyordu.”

Mart 1982'deki 'çok gizli' bir ulusal istihbarat kablosu, CIA'nın İngiltere iç politikasına olan ilgisinin boyutunu ortaya koyuyor.

Bu, 26 Mart'ta 2.000 Tory çoğunluğunu devirmede oyların üçte birini kazandığında Roy Jenkins'in Glasgow seçim zaferinin analizini de içeriyor.

Kazanımı günün Sosyal Demokrat / Liberal ittifakını canlandırıyor, ancak “potansiyel olarak ciddi farklılıklar” olacağını tahmin ediyor.

Raporun yazarları şöyle diyor: “Jenkins'in zaferi en azından geçici olarak Sosyal Demokratların sarkan servetlerine yeni bir soluk getirecek ve bir sonraki sonbaharın yıllık konferansında parti lideri seçilmesi için onu en sevdiği favori yapmalı.”


Jenkins, 1983 genel seçimleri öncesinde SDP'nin lideri oldu - ancak hayal kırıklığı yaratan bir SDP performansından sonra istifa etmek.

1981'den bu yana 'önemli uluslararası terör olayları' ile ilgili üç ayda bir yayınlanan rapor, ABD'nin Edinburgh'daki konsolosluğuna bir saldırı olduğunu belgeliyor.

CIA analistleri utanç verici bir şekilde 5 Eylül olayını açıklamadan önce konsolosluktan İngiltere'de bulunduğunu belirtiyor.

Peluş Regent Terrace konsolosluğunun zemin kat pencerelerinde nasıl üç “benzinli” bomba fırlatıldığını bildiriyorlar.

Yazarın değerlendirmesi şöyle devam ediyor: “Güvenlik camı penceresi çatlamış ancak bombaları binadan uzak tutmuş.

“Hasar küçüktü ve yaralanma bildirilmedi. Hiçbir grup saldırının sorumluluğunu üstlenmedi. ”

1950'lerin ortalarında, CIA analistleri Pakistan'ın jüt üretimine - Dundee'nin zararına - taşınmasını anıyor.

1955'ten kalma gizli bir rapor, Asya'daki ticarete geçişi milliyetçiliğe bağlamaktadır.

“Eskiden Pakistan'da üretilen jüt Hindistan'da ve İskoçya'nın Dundee şehrinde üretildi; ve o şehir bitmiş ürünün pazarlanmasının merkezi oldu. ”

Rapor yazarları üç Dundee firmasını jüt kingpin olarak listeler - MacGregor, Gateshead ve John Ireland ve Son.

1595183206203.png

Edinburgh Üniversitesi'nde çalışan Amerikalı parapsikolog Deborah Delanoy (Resim: Günlük Kayıt)



Sonuç olarak: “Şimdi başka faaliyetlere yönelmek zorunda kalacaklar ya da çalışanları işten atılacak.”

Mart 1984 tarihli 'gizli' istihbarat raporu, İskoçlar dahil Avrupa'yı Orta Amerika'daki komünist rejimlere destekle ele alıyor.

O sırada, CIA şefleri Sovyetler Birliği ile uyumlu devrimciler tarafından rejimlerin güneye devrilmesini durdurmaya çalışıyorlardı.

İstihbarat sohbeti bir sonraki Küba'nın Nikaragua ile yakın zamanda nerede olacağını sandı.

Daha da kötüsü, solcu gerillalar, sempatileri canlandırarak batıda propaganda savaşını kazanıyor gibi görünüyordu.

Rapor, 1980'de başlatılan “büyük propaganda ve dezenformasyon” kampanyasıyla Sovyet Bloğundaki parmağı işaret ediyor.

Rapora göre, El Salvador'da yakalanan isyancılardan ele geçirilen belgeler, Meksika'daki uluslararası faaliyetlerini koordine eden gerillaları ortaya koyuyor.

“1981 boyunca, Avustralya'nın Adelaide kentindeki 15 kişiden Kanada'nın Vancouver kentindeki 75 kişiye Edinburgh'daki birkaç yüz kişiye kadar 80'e yakın toplu toplantı yapıldı.


“Bu süreç komünistlerin dünya barış hareketinde, öğrenci gruplarında, sendikalarda vb. Bir araya getirdikleri aygıtla gerçekleştirilebilir.

“Küçük bir Orta Amerika ülkesinin, hatta Küba'nın bile bu tür dünya çapında bir propaganda kampanyası düzenleyebilmesi mümkün değil.”

Van Puyvelde, CIA'yı çevrimiçi olarak yaklaşık bir milyon belgeyi hazırladığı için övdü ve İngiltere de dahil olmak üzere diğer ulusun istihbarat teşkilatlarını da uymaya teşvik etti.

“Genel olarak, CIA'nın tüm bu materyallerin çevrimiçi olarak sunulması oldukça dikkat çekici.

“Buna karşılık, Gizli İstihbarat Servisi (MI6) kayıtlarını Ulusal Arşivlerde veya web sitesinde sunmaz.

“Bu, halkın zeka anlayışını geliştirmek için kaçırılmış bir fırsat.”




Bilgisayarca Türkçeye çevrilmiştir... Bilgilerde dezenfarmasyon olabilir, istihbarat kuruluşları asla bilgileri olduğu gibi aktarmaz veya sızdırmazlar, kendilerince düzenleyip öyle servis edilir veriler... Ayrıca burda yer almayan veya ana belgelerde yazılmayan bir çok teknoloji ve ilimle alakalı yöntem ve teknikleri de artık ciddi ciddi düşünmeliyiz, hemen "komplo teorisi" diyerek geçiştirmemeliyiz.
 

HÜDHÜD

Müdavim
Katılım
5 Mayıs 2017
Mesajlar
10,093
Reaksiyon puanı
6,555
Puanları
113
1595768074554.png


MİT İstanbul Bölge Başkanlığı yeni hizmet binası ??



Edinilen bilgiye göre, MİT'in en önemli ünitelerinden biri olduğu belirtilen İstanbul Bölge Başkanlığı binasının, giderek büyüyen personel kapasitesi ve artan faaliyet alanlarını karşılayacak düzeyde.

Söz konusu inşaatın Milli İstihbarat Teşkilatının fiziksel imkanlarını, istihbarı kapasitesiyle uyumlu hale getirme hedefi çerçevesinde Ocak 2020'de açılışını yaptığı ana karargah binasından sonra ikinci önemli açılış olduğu ifade edilirken, teşkilatın projeyi tasarlarken, tarihin her döneminde stratejik öneme sahip olan İstanbul'un istihbarı çalışmalar açısından oynadığı rolü dikkate aldığı kaydedildi.

Ankara'daki "KALE" adlı binaya benzer şekilde yatay bir mimari ile inşa edilen binada, kompartımantasyon ve koordinasyon dengesi azami düzeyde gözetilerek ortak çalışmalar amacıyla çok sayıda toplantı salonu tasarlandı. Modern ve akıllı bir bina olarak inşa edilen yapıda, yerleşke içinde geniş bir konferans salonu, atış poligonu ve spor merkezleri de bulunuyor.

Öte yandan, MİT İstanbul Bölge Başkanlığı Hizmet Binası'nın maksimum güvenliği sağlayacak şekilde tasarlandığı ve her türlü kara ve hava saldırılarına karşı koyabilecek bir tahkimata sahip olduğu da bildirildi.

1595768244270.png


1595768286518.png
 

HÜDHÜD

Müdavim
Katılım
5 Mayıs 2017
Mesajlar
10,093
Reaksiyon puanı
6,555
Puanları
113
ARTIK BEYİN OKUMA SIR OLMAKTAN ÇIKTI, ÇIKACAK !!!

1596134515331.png


Yeni Yapay Zeka İnsan Düşüncelerini Okuyarak, Kelimelere Dökebiliyor

Yapay zeka şaşırtmaya devam ediyor. Amazon ve Google asistanları kolaylıkla konuşmaları çözerek anlayabiliyor ve bu bize artık çok normal gelmeye başladı. Fakat yeni geliştirilen yapay zeka sistemi, beynimizde oluşturduğumuz sözcükleri, bir kelime bile duymamış olmasına rağmen inanılmaz bir hızla yazıya dökebiliyor. San Francisco Kaliforniya Üniversitesi’nden(UCSF) beyin cerrahı Edward Chang liderliğindeki bir araştırma ekibi, epilepsi hastalarının kortikal aktivitesi esnasında, beyinlerindeki elektrotlar yardımıyla elektrik impulslarını kaydederek, elektro-kortikogramlarını çözdü. Normalde araştırmada 4 epilepsi hastasının nöbetlerini görüntülenmesi hedefleniyordu. Buna rağmen, UCSF ekibi ek bir deney yapmaya karar verdi. Katılımcılar bir grup sözcüğü okuyarak tekrarlarken, beyin aktivitelerini de kaydetti. Sonra hastaların önemli sözcükleri söylerken, kaydedilen konuşma ifadelerine ilişkin beyin aktivitelerinden, kaynaklı desenler ile bu veriler beslendi. En son diğer bir nöral ağ bu sunumları çözümlemek için tümüyle sözcüklere ilişkin kortikal işaretleri temel aldı ve sonra konuşulan 30 ila 50 sözcük tekrarından yola çıkarak, söylenen sözcükleri tahmin etmeye çalıştı.

Yapay Zekanın Hata Payı %3

Araştırmanın en iyi yanı ise sistemin bir katılımcıda beyin sinyallerini sadece % 3 kelime hata payıyla tahmin edebilmesiydi. Bu belki de, katı deneysel koşullar altında, yapay zekanın bir insanın aklını okumaya en yakın olduğu an olabilir. Makalede araştırma ekibi, yapay zekanın bazı tahminlerde hatalı sonuçlar üretebileceğini fakat bunun sürekli olmayacağını söylüyor.. Genelde hatalar yanlış duyulan sözcükler gibi değil. Bunun YZ’deki sınırlı veri setinden kaynaklanabileceği düşünülüyor.

Genelde hata örnekleri şöyle;
* ) ‘the museum hires musicians every evening’, kelimesi şu şekilde tahmin edilmiş,’ museum hires musicians every expensive morning’;

*) ‘part of the cake was eaten by the dog’ kelimesi şu şekilde tahmin edilmiş, ‘part of the cake was the cookie’;

*) ‘tina turner is a pop singer’, kelimesi şu şekilde tahmin edilmiş ‘did turner is a pop singer’.

Bazı durumlarda ise ne semantik, ne de fonetikle hiçbir ilişkisi olmayan kelimeler çok yanlış tahmin edilmiş. Örneğin; ‘she wore warm fleecy woollen overalls’ şu şekilde yorumlanmış; ‘the oasis was a mirage’. Hataların tuhaflığına rağmen, YZ tabanlı beyin aktivitesi çözümlenmesine dayanan bu sistem çok iyi çalışıyor. Profesyonel kopyalayıcılar % 5 hataya sahipken, YZ % 3 hata yapıyor. Bu gerçekten iyi bir sonuç gibi gözükse de, sistem sadece 250 sözcüğün kortikal işareti öğrendiğinden, henüz profesyonellerin onbinlerce sözcüklük hazinesine yaklaşamıyor. Tabi halen sistemin üstesinden gelmesi gereken pek çok zorluk var ama yine de belki bir gün konuşma yeteneğini kaybetmiş insanlar için kullanılabilir. Eğer bu teknoloji gerçekten işe yararsa , başlangıç niteliğindeki bu deneylerin çok daha ötesine geçilebilir. Ayrıca dilin esnekliği ve kelime hazinesi de genişletilebilir. Araştırma Nature Neuroscience dergisinde yayınlanabilir.


Kaynak: New AI System Translates Human Brain Signals Into Text With Up to 97% Accuracy
Mesaj otomatik birleştirildi:

1596135434387.png


Düşünceleri Eş Zamanlı Olarak Görüntüye Dönüştüren Nöral Ağ Yapıldı

Rus şirketi Neurobotics ve Moskova Fizik ve Teknoloji Enstitüsü’nden bilim insanları , beyin aktivitesini ölçerek kişlerin gerçek zamanlı olarak gördüğü olayları görüntüye aktarmanın yolunu buldular. Bu sayede felçli insanlar beyin sinyallerini kullanarak robotik dış iskeletler gibi aletleri kullanabilecekler. Araştırmanın ön yayını bioRxiv’de yayınlandı ve akıl okuyan sistemin çalışması videoda online yayınlandı. Rehabilitasyon süresinde zihinle yönetilebilecek cihazları geliştirmek için , beyin sinyalleriyle gelen bilgiyi çözmek gerekiyor. Beyin aktivitesini çalışmak içinse görsel bilgiyi işleyecek aktiviteler yapmak gerekiyor. Örneğin video izlemek ya da resimlere bakmak gibi. Normalde fonksiyonel MRI(emar) ya da beyne takılan implantlar sayesinde bu sinyaller toplanarak işlenebiliyor. Fakat bu iki metotta günlük hayatta kullanım için oldukça sınırlı. MIPT ve Neurobotics tarafından geliştirilen teknik yapay nöral ağlara ve elektroenselografiye (EEG) dayanıyor. EEG tekniğiyle invazif olmayan yollarla kafa derisine elektrotlar tutturuluyor. Böylece beyin aktivitesi EEG ile eş zamanlı olarak ölçülerek kişinin gördükleri yeniden oluşturuluyor. Araştırmacılar beyin-bilgisayar ara yüzüne odaklanarak, inme sonrası insanların robotik dış iskeletleri ya da felçli hastaların tekerlekli sandalyelerini kullanmalarını sağlamak istiyor.

1596135510383.png


YouTube Videoları İzletilerek Yeniden Oluşturuldu Deneyin ilk kısmında nörobiyologlar sağlıklı kişilere 20 dakika boyunca 10 saniyelik youtube videoları izletti. Sonra rastgele 5 video kategorisi seçti: Soyut şekiller, şelaleler,insan yüzleri, hareket mekanizmaları ve motor sporları. İkinci kategoride birinci insanın karmotoru,jetki, motorsikletler ve araba yarışları gösterildi.


İşte bu EEG verisi analiz edildiğinde, araştırmacılar farklı kategorilerden gelen beyin dalgası desenleri elde etti. Böylece ekip beynin videolara tepkisini gerçek zamanlı olarak analiz edebildi. Deneyin ikinci fazında ise 5 orijinal kategoriden 3’ü seçildi. Araştırmacılar iki nöral ağ geliştirdi: Biri “gürültüden” kategoriye özgü görüntüler oluşturdu. Diğeri ise EEG’den gelen gürültüye benzer görüntüler oluşturdu. Ekip bu ağları birlikte çalışacak şekilde eğiterek, EEG sinyallerini test subjelerinin gördüğüne benzer gerçek görüntülere çevirdi. “EEG kafatasından alınan beyin sinyallerinin bir toplamıdır. Eskiden araştırmacılar EEG sinyallerini buharlı tren geçerken bıraktığı dumana benzetirlerdi. Bu nedenle bir görüntü oluşturabilmeye yetecek bilgi sağladığını pek ummuyorduk. Fakat bu artık mümkün,” diyor yardımcı yazar ve programcı Grigory Rashkov.

Kaynak: Neural network reconstructs human thoughts from brain waves in real time
Mesaj otomatik birleştirildi:

1596136394773.png


MIT Sadece Lazerle İnsan Kulağına Ses Aktarmayı Başardı


Bilim insanları sadece lazer kullanarak insan kulağına müzikten, konuşmaya kadar pek çok sesi aktarmayı başardı. Ses ve iletişim alanlarında potansiyel bir devrim niteliğinde çalışmayla, hiçbir ekipman taşımayan insanlara sadece lazer ışığıyla ses iletmek mümkün. “Sistemimiz belli bir mesafeden bir kişinin kulağına bilgi ışınlamada kullanılabilir. Bu sistem göz ve cilt açısından tümüyle güvenli lazerlerle yapılarak, kişiye duyulabilir bir ses sinyali lokalize etmeye yarıyor,” diyor Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT) Charles M. Wynn. Optics Letters dergisinde yayınlanan araştırmada MIT ekibi ton, müzik ve kaydedilen konuşmanın lazerle iki farklı metot kullanarak nasıl aktarıldığını gösterdiler. Bu iki tekniğinde fotoakustik etki olarak adlandırılan bir avantajı var, maddenin ışığı absorblamasının bir sonucu olarak ses dalgalarının oluşumu gerçekleşiyor. MIT araştırmasında bu madde havadaki su buharından ibaret. Bu metotlarında birinde ses hızına yakın bir hızda lazer ışını süpürülüyor. Değişen uzunluklarda süpürülen ışınlar, farklı ses dalgalarını kodluyor. Bu teknik sayesinde 2,5 metre uzaktaki bir insana60 desibel gücünde ses aktarılabiliyor ki, bu normal restorandaki konuşma düzeyine yakın bir ses düzeyi. (ses kaynağıyla hedef arasında kimse olmadığı düşünülürse) Diğer bir metotta ise, lazer ışını gücünü kullanarak sesli mesaj kodlandı. Araştırmacılar bu tekniğin daha sessiz fakat daha temiz sonuç verdiğini belirtiyorlar.

Pişt Orda Kimse Var Mı?

Bu teknikle kalabalık bir odada sessizce arkadaşınıza mesaj iletebilirsiniz. MIT ekibi bu teknolojinin çok önemli uygulamaları olabileceğini düşünüyor. Bilim insanları daha fazla araştırma yapılarak aktarım mesafesinin arttırılabileceğini, bu tekniğin tehlikeli durumlarda yararlı olabileceğini düşünüyor. Örneğin, okul katliamları gibi durumlarda kişilere sadece kendileri duyabilecekleri bilgileri aktararak, kurtarma görevlerinin yapılabilmesini umuyorlar. Umarız bu teknoloji sonunda ticari hale gelir. Bu teknoloji sayesinde pek çok heyecan verici imkan doğacak, bu teknoloji yararlı olacak şekilde kullanmak istiyoruz,” diyor Ryan M. Sullenberger.
Mesaj otomatik birleştirildi:

1596137126831.png


Yeni Ultra Ultrason ile Bakterilerin Sesini Duyabilirsiniz

Ultrason teknolojisi onlarca yıldır geniş kullanım alanına sahiptir. Denizaltıların yön bulmasında, doktorlara muayene ve tetkik için ve bir çok alanda ultrasondan yararlanırız. Peki daha güçlü bir ultrason teknolojisi ne işe yarar?Bilim insanlarının geliştirdiği yeni ultrason teknolojisi sayesinde her bir hücrenin etrafındaki hava moleküllerinin hareketi duyabilir veya hücrelerin titreşimini ölçebilirsiniz. Normal ultrason cihazlarında piezoelektrik kristallerden oluşan verici ve alıcılar vardır. Yani bir akım uygulandığında titreşerek yüksek frekanslı ses dalgaları üretiyor. İşte bu ses dalgası o kadar yüksek frekansta geliyor ki, kulağımız duymuyor. Ses dalgaları hava,su veya yumuşak dokularda farklı hızlarda yansır. İşte ses dalgaları kristallere döndüğünde, bu işlem tersine döner ve titreşimler akım yaratır. İşte bilgisayar bilgiyi görüntüye çevirerek, bir fetüsün ana rahminde net bir görüntüsünü verir. Tabi yine de bu cihazların duyarlılığının da bir sınırı var. Queensland Üniversitesi’nden bilim insanları tümüyle farklı bir kurulum yaparak, ultra ultrason sensörler geliştirdi. Alıcı ufak bir silika diskten oluşuyor ve 148 mikron genişliğinde 1,8 mikron inceliğinde ve arkasında lazer var. Ses dalgaları bu diskin farklı bölümlerine çarptığında çok hafif bozunmalara bile neden olsa , lazer bu bozunumları okuyarak daha hassas bir görüntü oluşturabiliyor. Lazer ışığı kullanarak ölçülen bu nano ölçekli hareketi ölçebiliyor-attometre ölçeğinde (atom çekirdeğinin genişliğinin binde birinde). Bu yeni kabiliyetler sayesinde yeni kuantum teknolojileri geliştirildi. Burada ultrason duyarlılığı yerine kullanıyoruz. Ultrasonik dalgalar mikro silikon çip yapısında mekanik titreşimler üretiyor, sonrasında biz bunları lazer ışığıyla okuyoruz,” diyor Prof. Warwick Bowen, Bowen’a göre bu yeni sensörler mevcut teknolojilerden yüz kat daha hassas. Bu cihaz sayesinde virüs gibi küçük cisimlerin etrafındaki hava moleküllerinin rastgele hareketini gerçekten duyabilirsiniz. Yani daha pratik düşünürsek, yakında bu ultra ultrason sayesinde her bir bakteriyi ve de hücreyi dinleyebilirsiniz. Ayrıca bu yeni sensörler sayesinde hücrelerin sağlık fonksiyonunu da kontrol edebilirsiniz. Hücrelerin canlı veya ölü olduğunu ya da hasta veya sağlıklı olduğunu ve hatta normal ya da kanser olduğunu görebilirsiniz. Böylece her bir hücreden gelen titreşimleri dinlemek mümkün olacak. Son olarak bu teknoloji sayesinde havada ve su altında daha gelişmiş navigasyon mümkü olabilir. Tümüyle yeni ölçekte ultrason görüntüleme sağlanabilir. Araştırma Nature Communications dergisinde yayınlandı.

Kaynak :New "ultra" ultrasound is sensitive enough to hear individual bacteria
Mesaj otomatik birleştirildi:

İngiltere'nin eski Türkiye Büyükelçisi Richard Moore, MI6'nın başına getirildi

(Daha önce de cia ve fransız gizli servisi başkanlarının da Türkçe'yi iyi derecede bildikleri biliniyordu...)



Ocak 2014 ile Aralık 2017 arasında İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi görevini yürüten Richard Moore, MI6 adıyla da bilinen İngiliz Gizli İstihbarat Servisi SIS'in başkanlığına getirildi. 57 yaşındaki Moore 1987 yılında yaygın adı MI6 olan Gizli Haber Alma Servisi'ne (SIS) girmişti. Türkçe aksanı kötü olan Moore'ın buna rağmen dil bilgisi oldukça iyi. Moore, muhatap olduğu İngiliz derin devleti suçlamalarına dalga geçen karşılıklarıyla biliniyordu.

1596142621657.png



Halen Dışişleri Bakanlığı'nda Siyasi Direktörlük görevini yürüten Moore, Türkiye'de görev yaptığı dönemde özellikle sosyal medyadaki paylaşımlarıyla dikkat çekmişti.

BBC Türkçe'nin aktardığına göre, Richard Moore'un MI6 başkanlığı görevine sonbaharda başlaması bekleniyor.

Moore, yaklaşık altı yıldır MI6 başkanlığını yürüten Sir Alex Younger'ın yerini alacak.

Younger halefinin "mükemmel bir seçim olduğunu" söyledi ve "sakin, angaje, düşünceli ve cesur" sözleriyle övdü.

MI6 İngiltere'nin dış istihbarat servisi ve İngiltere dışında istihbarat toplamaktan sorumlu.

Kuruluş ana amaçlarını, terörü durdurmak, düşman devletlerin faaliyetlerini aksatmak ve İngiltere'ye bir siber avantaj sağlamak diye tanımlıyor.

MOORE'DAN İLK AÇIKLAMA: İPLE ÇEKİYORUM

Dışişleri Bakanlığı'nda görev yapan Richard Moore yeni göreviyle ilgili "Servisime geri dönmem ve liderlik etmem istendiği için bundan memnuniyet ve onur duydum" dedi. Moore "Cesur ve adanmış SIS ekibiyle yeniden çalışmayı iple çekiyorum" diye konuştu.


İNGİLTERE DIŞİŞLERİ BAKANI: MUAZZAM BİR TECRÜBE

İngiltere Dışişleri Bakanı Dominic Raab da konuyla ilgili açıklamasında "SIS'e muazzam bir tecrübe ile dönüyor ve yorulmaz çabaları kamuoyunda nadiren görülen ancak Birleşik Krallık'ın güvenliği ve refahı için son derece kritik olan, bir grup erkek ve kadının çalışmalarını yönetecek" dedi.

LİBYA'DA DOĞDU

İç güvenlikten sorumlu istihbarat servisi MI5 ise İngiltere'yi, vatandaşlarını, ülkedeki ve ülke dışındaki çıkarlarını, ulusal güvenliğe yönelik tehditlere karşı korumaktan sorumlu.

Libya doğumlu Moore, daha önce de MI6'te çeşitli görevler ve ulusal güvenlik danışmanlığı yapmıştı.

Richard Moore Oxford Üniversitesi'nde felsefe, siyaset ve ekonomi okudu, Harvard'da Kennedy bursu aldı.

Akıcı Türkçe konuşan Moore kariyeri boyunca, Vietnam, Türkiye, Pakistan ve Malezya'da görev yaptı.

Moore yaptığı açıklamada yeni görevini sabırsızlıkla beklediğini söyledi.

Beşiktaş taraftarı olan Moore sık sık maçları tribünden takip etmiş, siyah-beyazlı kulübün kongre üyesi de olmuştu.

1596142945308.png
 
Son düzenleme:

HÜDHÜD

Müdavim
Katılım
5 Mayıs 2017
Mesajlar
10,093
Reaksiyon puanı
6,555
Puanları
113
Sizce bu ayet konumuzla nasıl bir ilişki içerisinde bulunmaktadır...?

A’râf Suresi 188. Ayet

1596973790142.png



Elmalılı Meali (Orjinal):

De ki: ben kendi kendime Allahın dilediğinden başka bir menfaate de malik değilim bir mazarrata da, eğer ben bütün gaybi bilir olsa idim daha çok hayır yapardım ve kötülük denilen şey yanıma uğramazdı, ben o değil, ancak iman edecek bir kavm için inzar-u bişarete memûr bir Peygamberim.



Elmalılı Hamdi Yazır Meali:

De ki, ben kendi kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir menfaat elde etmeye, ne de bir zararı önlemeye malik değilim. Ben eğer gaybı bilseydim daha çok hayır yapardım ve kötülük denilen şey yanıma uğramazdı. Ben iman edecek bir kavme müjde veren ve uyaran bir peygamberden başka biri değilim.

*****************************************************************************************************
 
Son düzenleme:

HÜDHÜD

Müdavim
Katılım
5 Mayıs 2017
Mesajlar
10,093
Reaksiyon puanı
6,555
Puanları
113
Gerek askeri yönden gerekse istihbarat anlamında ülke teknolojik açıdan, silah anlamında gelişiyor fakat adalet önemsenmiyor, mazlumlar baştakilerin çıkarları gereğince ve siyaseten korunur gibi gösteriliyor... Bu ülke bir Selçuklu bir Osmanlı olmayacaksa bir Amerika veya Avrupa kopyası olacaksa, adaleti yok sayacaksa batsın yok olsun daha iyi... Ülkeye olan inancım gittikçe zayıflıyor...
 
Üst