IThelp
Profesör
- Katılım
- 11 Nisan 2011
- Mesajlar
- 4,314
- Reaksiyon puanı
- 19
- Puanları
- 0
[h=1]Bir işadamının öyküsü[/h]
Vatan Bilgisayar kurucusu Nuri Vatan'ın hikayesi, 1948 yılında bozulan bir radyo ile başladı. Nuri Vatan, teknoloji ile 60 yıl önce tanışıyor. Babası Karsta radyo satarken, genç Nuri de radyo teknisyenliğine başlıyor.
Nuri Vatan, daha çocuk denecek yaşlarda teknoloji ile tanışıyor. O günleri şöyle anlatıyor.
İkinci Dünya Harbinde Türkiye yoksulluk içinde kıvranıyor. Dünyadan haber bile alınamıyor. O yıllarda devlet Ardahan Halkevine bir radyo gönderdi. Radyo bir iki ay çalıştı, sonra sustu. Radyoyu bilen yok. Halkevi o radyoyu bozuk haliyle sattı. Babam o radayoyu satın aldı.
Babam İstanbula yılda bir iki kez mal almaya gelirdi. O radyoyu tamir ettirdi. Getirip eve kurdu. Akşamları haberleri dinliyoruz. Bizim ev bir nevi kulüp oldu. Akşamları kaymakam bizde, hakimler savcılar bizde. Çünkü memlekette tek bir radyo var.
Radyolar çok zayıf çekiyor. İstanbul Radyosu çekmiyor. Ankara Radyosu da akşam 8.den sonra dinlenebiliyor. İki tane güçlü radyo var. Biri Moskova Radyosu, diğeri Kahire Radyosu. Fransızlar kurmuştu o radyoyu, çok güçlü yayını vardı. Fakat işin kötü bir tarafı vardı. Biri Rusça öteki Arapça yayın yapıyordu.
Rizeli bir Osman amca vardı. Çilingirlik yapıyordu. Rusyada kalmıştı bir süre. Akşamları geliyor, Moskova Radyosunu dinleyip bize tercüme ediyordu.
ATÖLYEYE TÜRK SOKMAYIZ
Bir gün Amerikanın Japonyaya atom bombası attığı haberi duyulunca aynen şöyle dedi. Ben biliyordum onu ya. Akşam rüzgar bu taraftan farklı bir şekilde esiyordu dedi.
1948-1949dan sonra Türkiyeye radyolar yavaş yavaş gelmeye başladı. Biz bir radyo bayiliği aldık. Radyo satışları olmaya başladı. Ama biri arıza yapınca, bir ayda gitmez, bir ayda gelmez durumdaydı.
1949da babama, Baba ben bu yıl İstanbula gideceğim. Orada kalıp bu radyo tamirciliğini öğreneceğim. Başka çaremiz yok dedim.
Grunberglerin eski sahibi var, Leon. Hala sağ. Bir de . Var. İkisi ithal ediyor. Bunlara başvurdum. Rızapaşa Yokuşunda bir han var. Yeni yapılmış. Oradalar. Biz bayiniziz, ben bu işi öğreneceğim dedim.
Olmaz. Bir atölyenin içine Türk sokmayız dediler. Halbuki biz bu insanların mallarını satıyoruz. Yok bir türlü yanaşmıyorlar.
Benim dayılarımdan birisi Sultanhamamda büyük bir tüccardı. İstanbul Ticaret Odasının da yönetiminde idi. Dayıma anlattım. O da Leon Grunbarge telefon açtı, çıkıştı. Bir şekilde böylece başlamış oldum. Bir kış burada tamirciliğin bütün tekniklerini öğrendim. Benim dönüşüm ile birlikte bizim satışlarımız katlanmaya başladı. İnsanlar artık korkmadan almaya başlamıştı.
1950DE EN GENÇ VERGİ MÜKELLEFİ OLDUM
Satışları ne kadar etkiledi bu girişim
Tabii esas değişim ve sıçrama 1950de ekonominin gelişmesiyle birlikte yaşanmaya başladı. Artık memleketin zenginlerinin yanı sıra memurlar da almaya başlamıştı. Yalnız mal yoktu. İnsanlar almak istiyor ama mal temini kolay değildi. Size bu ay 5 tane veririz diye kontenjan tanıyorlardı.
Sonra Türkiyeye Philips geledi. Aynı firmaya iki marka vermeleri mümkün değildi. Ben de Philipsi kendi adıma aldım. 1950de yürürlüğe giren 5421 Sayılı Gelir Vergisi Kanununa göre ilk mükelleflerden oldum.
Sizin bir taraftan da manifatura işi devam ediyordu.
Tabii, devam ediyordu. 1940lı yıllarda Sümerbank bayiliğimiz vardı. Bir cenazesi olan Kaymakamlığa gider ve bir yazı ile gelerek bizden kefenlik bezini alabilirdi. Ya da doğum olayı varsa, aynı yöntemle bize yazı getirirler ve ona 8-9 metrelik kaput bezi verirdik. Bunları başka türlü satamıyoruz. Devlete bezleri nereye sattığına dair hesap vermek zorundasın.
Bir de tahsisli mallar vardı. Devlet Hindistandan mensucat ithal etti. Bunun tahsisleri de aynı şekilde yapılıyordu. Köylere bilgi salındı. Nüfus başına 2 metre bez alınabilecekti. Muhtar elinde liste geliyordu.
Ahmet Ağanın 8 nüfusu var diyor ve bunların nüfus cüzdanlarını da gösteriyordu.
KÖYLÜ EKMEĞİNİ YANINA ALIP ŞEHRE GELEMİYORDU
Yalnız bunlarda değil, ekmek kıtlığı da var. Buhran (sıkıntı) her yerde yok ama, kanun her yerde var. Diyelim ki biz Ardahandayız. Ardahanda ekmek sıkıntısı yok. Oranın arpası, buğdayı oraya yetiyor. Ama devlet gıda naklini yasaklıyordu. Köylü ekmeğini yanına alıp şehre gelemiyordu.
Yanında getirdiği ekmeği, şehrin girişindeki pınarın başında oturup yiyor ve çarşıya öyle girebiliyordu. Çünkü ekmek nakli yasaktı. Kişi başı günde 200 gram vesika ile ekmek alabiliyorsun. 5 kişilik nüfusunuz varsa günde 1 kg. ekmek veriyorlar size.
Bir gün harp senelerinde babam İstanbula geliyordu. Beni de aldı getirdi. Ekmek taşımak yasak olduğu için annem bavula yöresel kurabiye gibi şeyler yapıp koymuştu. Bunlar ekmek yerine konulmuyordu. Ondan dolayı da göz yumuluyordu.
LOKANTADA UNUTULAN EKMEK PARÇASI
İstanbula geldik. Ebussuudda babamla bir otelde kalıyoruz. Babam Sultanhamama mal almaya falan çıkıyor. Bir gün babamla bavuldan bir peksimet aldık. Hocapaşada bir lokanta vardı. Orada bir çorba içtik. Bize Ardahanda verilen vesika İstanbulda geçerli değil. Getirdiğimiz peksimetle yemeğimizi yedik.
Çıktık gidiyorduk. Epeyce de uzaklaşmıştık. Bir baktık arkamızdan bir adam koşuyor. Küçük bey ekmeğinizi unuttunuz, Küçük bey ekmeğinizi unuttunuz diyerek getirdi bana verdi.
Ne günlerden geliyoruz.
Sizin İstanbula gelişiniz ne zaman oldu? Nasıl bir vesile oluştu?
Ben 1960da ihtilalden sonra İstanbula gelmeye karar verdim. Tabii burada yukarda anlattığım gibi bir irtibatımız vardı. Ekonominin ihtilalle birlikte kazığı koptu. Biz o zaman kamyonlarımız da vardı. Nakliye işi de yapıyorduk.
Enflasyon da azmıştı. Ben 1951de 10 bin 500 Liraya aldığım bir Dodge kamyonu, 5 sene sonra kullanılmış halde 115 bin liraya sattım. İstanbula geldiğimde ne yapmam gerektiği üzerinde biraz kafa yordum. Araba işinden de anladığım için bir dükkan tuttum ve yedek parçacılığa başladım.
1961de de babamın mağazasını İstanbula taşıdık. Ben senelerce yedek parça ithalatı yaptım. Anadolunun hemen hemen her yerinde müşterilerimiz vardı. Uzun yıllar bu ticaretimiz devam etti.
1983te bu işlerimizle ilgili Amerikada idim. Bir doktor arkadaşım, seni birisiyle tanıştıracağım dedi ve aldı bir yere götürdü.
BİLGİSAYARLA İLK TANIŞMA
Bu doktor arkadaşınız Türk müydü?
Evet. Türk idi. Gittik. O da doktordu. Önünde bir bilgisayar vardı. Bilgisayar dedimse böyle masa üstü bilgisayar değildi elbette. Oda gibi bir şeydi. Türkiyede İş Bankası ve Koç gibi bir iki şirkette vardı. IBM onu satmazdı, kiraya verirdi. IBM her yerde tek tabanca idi. Masaüstü bilgisayarlar çıkıncaya kadar şahıslar bu bilgisayarları alamamıştı.
Biraz da macera olsun diye bu bilgisayarlardan bir tane aldım. Sanıyorum 20 bin dolar falan ödedim. İstanbula döndüğümde dükkana getirdim. Gelenlerin bir kısmı, Yahu siz bilgisayar alacak firma mısınız? falan gibi laflar da ediyorlardı.
Oğlum Hasan, ODTÜden mezun olmuştu. Mimar kendisi. Şu diplomayı çekmeceye koy. Dükkanda çalışacaksın dedim. İtiraz etmedi.
İLK TİCARİ PROGRAMI HASAN YAZDI
Yedek parça dükkanından söz ediyorsunuz değil mi?
Evet. İşimiz iyi. Amerikadan sürekli ithalat yapıyoruz. İngiltereden birkaç fabrikanın Türkiye mümessiliyim. İşlerimiz iyi gidiyor. Hasan bilgisayarla oynamaya başladı. Türkiyede ilk ticari programı Hasan yazdı.
Bu çok enteresan. Ne programı idi bu?
Hiç branşı olmadığı halde. Bir entegre programdı bu. Bir fatura kestiğinizi düşünün. Otomatikman stoktan düşülüyor, takip hesabına geçiriyor. Epey kapsamlı bir programdı bu. Bu sırada artık Agoplar, Mişonlar bilgisayar ithalatına başlamıştı. Bu program bir patlama yaptı. Bilgisayar ithalatçıları, Bu programı bize sat demeye başladılar.
Hasan da programı satma yerine, Siz malı verin ben bu programla birlikte satayım dedi. Biz o program sayesinde muazzam bilgisayar sattık. 1000e yakın bilgisayar o zaman büyük bir rakamdı. Bilgisayarı zaten o zaman nerede ise sadece şirketler satın alıyordu. Programla birlikte alınca işlerini müthiş kolaylaştırmış oluyorlardı. Bizim bilgisayarlar hep önde idi.
Bilgisayar satışları patlama noktasına gelince Hasan program işini bıraktı. Çünkü o ayrı bir takip ve güncellemeyi gerektiriyordu. Tabii bilgisayar hız kazandı ama biz otomotivi de bırakmamıştık. 10-15 sene önce onu da tamamen bıraktık.
Otomotiv firması da Vatan Otomotiv idi her halde? Bundan güzel isim olmaz sanırım. Soy isim verilirken sizi torpilli saymışlar anlaşılan.
Öyle anlaşılıyor.
Siz Artvin Hopalısınız. O yıllarda iç göçten pek söz edilmez. Babanız niçin Ardahanda bulunuyordu?
Ardahan Ruslardan Türklere geçtiği zaman, Karadenizden birkaç kişi yeni Pazar diye kalkıp orada giderler. Babam da onlardan birisi. Çünkü Ruslar 40 sene orayı çobanlıkla yönetmişler. Tekfenin kurucusu Nihat Gökyiğit var. Onun amcası ile babam birlikte gider. Bizim hem Hopa ile hem Ardahanla ilişkimiz devam ediyor.
İlk bilgisayar mağazasını nerede açtınız?
Bizim birkaç mağaza vardı o yıllarda. Bunlardan birisini bilgisayara dönüştürdük. Elmadağda idi. Sonra Bakırköydeki açıldı. Gerçek anlamda ilk bilgisayar mağazası Cevizlibağdaki yer açıldı. 2002 idi. Sonra İzmir, Ankara genişledi.
1900 KİŞİ İSTİHDAM EDİLİYOR
Bostancı ne zaman açıldı?
O da 5 sene oldu.
Geçtiğimiz bir ciro hedefi koydunuz. 3 milyar gibi. Çok iddialı bir hedef.
Evet, bir hedef konmadan bir yere varılmıyor. Yabancılar da piyasaya saldırdılar. Biz Dudulu şubesini açtık. Biz yabancılar gibi yol almıyoruz. Daha farklı bir yönetim tarzımız var. Balıkesirle birlikte 37 mağazaya kavuşmuş olduk.
Kaç kişi istihdam ediliyor?
Yaklaşık 1900 kişi var bünyemizde.
Teknoloji mağazacılığına yabancıların çok ciddi bir saldırısı var. Bunlar sosyal medyayı da çok yoğun kullanıyorlar ve oralardan yerli satıcılara karşı bir tür karalama kampanyaları yürütüyorlar.
İnternet bir defa, bizde 1993de kullanılmaya başlandı. Dünyadaki tarihi ise 1962. İnternet kullanmayan kurum ve kişilerin rekabet etme şansı yok. Biz yurt geneline yayılan 30 küsur mağazayı buradan kontrol ediyorsak, bu teknolojinin getirdiği kolaylık sayesinde. Yoksa bir kapıcıyı çalıştırmak bile kolay değil.
Biz müşterinin olduğu her noktayı sesli ve görüntülü kayıt yapıyoruz. Aradan bir ay bile geçse, gerektiğinde bir kasa görevlisi ile yaptığınız konuşmaya bile ulaşabiliyoruz.
SABANCININ HEDEFİ, TEKNOSAYI BİR YABANCIYA SATMAK
Yabancı şirketlerin bu pazara bu kadar yoğun girmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunlar dünya firmaları. Her yere yayılıyorlar. Bin yıllığına gelen bir tanesi de geri gitti (Best Buy). Ben izliyorum bu firmaları, her yıl 50 milyon-100 milyon zarar ediyorlar. Bunu bile bile yapıyorlar. Bu pazara girmek için bunları göze alıyorlar.
Teknosa yerli firma. 250den fazla dükkanı var. Ama senelerdir zarar etmeye devam ediyor. 20-25 milyon dolar kaybettiği seneler oldu. Yeni yeni toparlandı. Ama daha kar etmiyor. Sabancının bütün hedefi, bir yabancıya firmayı iyi bir rakama satma peşinde. O zararların hepsini oradan kapatacağı düşüncesinde. Bir yabancının gelip de bir senede 250 dükkanı kurması mümkün değil.
BEST BUY İLK TEKLİFİ BİZE YAPTI
Sabancının başından beri öyle bir satış hedefi var galiba.
Yabancılar ilk geldiğinde mevcut mağazalardan birini almak istiyor. Best Buy geldiğinde ilk teklifi bize yaptı. Acaip rakamlar ortaya koydu. Ama biz yok dedik. Yabancı geldiğinde kurulu tezgahı, bir nevi hava parası verir gibi almak istiyor.
Yabancılar, bu kadar uzun vadeli zararları göze almak için çok büyük hedefleri olmalı.
Bu ülkenin yarınları o ülkelerin hep iştahını kabartıyor. Dünya bu aletleri kullanmayı öğrenecek diye bakıyorlar. Michael Dell, Türkiyenin 130 milyar dolarlık ihracatı kadar mal satıyor. Compaqı 50-60 milyar dolara satın aldı. Bunları şunun için anlattım. Sektördeki rakamlar bu kadar büyük. Onun için 50-100 milyonluk rakamlara pek bakmıyorlar.
Yabancıların durumunu orta vadede nasıl görüyorsunuz?
Yabancı sermaye Türkiyeye gelir. Türkiyede her alanda boşluk var daha. Tarımda var, sanayide var, birçok alanda var. Bir dönem çivi bile yapılamayan Türkiyede bugün neler yapılıyor. Otomobil üretiliyor. Bir otomobil için 3 bin yan sanayiye ihtiyaç var.
Tabii bir de Arap sermayesi için Türkiye iyi bir liman. O da Türkiyeye resmi veya gayrı resmi giriyor. Bakın dolar hiç kımıldamıyor. Çünkü geliyor. İhtiyaç olmadığı kadar geliyor.
Türkiyenin sıkıntısı, uzun sene dünyaya kapalı olduğu için insanlar dışarı çıkamamış. Bundan dolayı gereken eğitimi de alamamış. Hindistan dünyaya hizmet veriyor. Pakistan dünyaya hizmet veriyor. Neden bir avantajı var İngilizce bildikleri için.
SANTRALDE BAŞLADI, EN BÜYÜK MAĞAZANIN MÜDÜRÜ OLDU
Personelinizin arasında enteresan başarı hikayeleri var. Dışardan yetişmiş eleman alma yerine, kendi yöneticilerinizi yetiştiriyorsunuz. Bunun altında yatan sebep nedir?
Biz kendi eğittiğimizi yükseltiriz. Dışardan adam alıp da sen bu işin başına geç demeyi kendi yönetim sistemimiz içinde doğru bulmayız. Bakın Ankaradaki mağazamız 18 bin 500 metrekare kapalı alan. Oranın başındaki kızımız, 5-6 sene önce buraya santrale aldığımız kız idi. İzmir mağazasının müdürü, birkaç yıl önce ambalajların sandığını çakan biri idi.
Kendi içinizden yetiştiğini biliyordum ama bu kadar uç noktalardan zirveye tırmanıldığını bilmiyordum.
Bakın insan faktörü farklı bir şey. Siz onlarda neyi ararsanız onu öne çıkarabilirsiniz. İnsan faktörü farklı bir şey. Biz senede bir gün, dini bayramlarda bütün şubelerimizi kapatırız. Bütün personeli Anadolunun her yerinden bir günlüğüne İstanbula getiririz. Havaalanının yanındaki VOV Otelde ağırlarız onları. Hepsi sabahleyin tekrar tezgahlarının başına koşarlar. O gün de mağazalarımız saat 2de açılır.
Bakın bu o insanların bir çoğu için gerçekten çok önemli. Bir çoğu İstanbulu ilk kez görmüş oluyor. Antepten buraya geliyor. Hiç uçağa binmeyen var. Bir gece 5 yıldızlı bir ağırlama onun hayatında çok önemli bir yer ediniyor.
500 KİŞİYİ ATMAMIZI İSTEDİLER
Aidiyet duygusu buradan yakalanıyor demek ki?
Çaycısından bekçisine kadar hepsi geliyor. Bu da her şeyin başladığı nokta oluyor. Bakın kriz oldu. Bizde o zaman 1000den fazla kişi çalışıyordu. Danışmanlık aldığımız yerler bize en az 500 kişiyi işten çıkarmamız gerektiğini söyledi. Hasan ile oturdum konuştum. Biz 500 kişiyi çıkarırsak belimiz doğrulur mu? dedim. Bu 500 kişiyi atmasak ayda ne kadar zarar ederiz? diye sordum.
Ayda 500 bin dolar zarar etsek yılda 6 milyon dolar ederiz. Bu arkadaşları çıkarmasak, bir yılda 6 milyon dolar kaybedersek iflas eder miyiz? Hesabını kitabını yaptık. Mali yapımız bunu kaldırabilecek güçte idi. Karar verdik. Hiç kimseyi işten atmadık.
Allaha şükür, kimseyi atmadık, üstelik 5 milyon dolar da kaybetmedik. O yıl pek para kazanmadık hepsi o. Biz mağaza açmayı sürdürüyoruz. Sonra da Malatya ve Sivas var sırada. Personele, bağlı bulunduğu birim şefi her ay puan verir. Bunlar çok somut kriterlerdir. Bu puanlara göre de herkes maaşının yüzde 70i kadar prim alabilir.
YABANCILARA SAVUP GERİ BİZE GELİYOR
Bir de bayanlara kuaför hizmeti veriyorsunuz. Buna niye ihtiyaç duydunuz?
Görünüm her alanda önemli. Anlaşmalı kuaförlerimiz var. Orada gidip saçlarını düzeltebilirler, şekillendirebilirler. Dahası elbise veririz.
Bir de oğlunuz Hasan Beyin yazdığı bir kitap var. Bu Vatan İçin Neler Yaptık. Bu kitap nasıl ortaya çıktı?
Biz elektronik perakendeciliğine başlayalı 25-30 yıl oldu. Onun için rakiplerimizden pek çekinmiyoruz. Bakın bu ilerde bir yabancı mağaza açılışı dolayısıyla kampanya yaptı. E-5te trafik kilitlendi. Ne oldu? O gün bizim burada ciroda ciddi artış kaydedildi.
Bu nasıl oldu?
Adam 1000 liralık mala 500 lira diyor. Gerçekten de o rakama veriyor. Ama kaç tane veriyor? Bu önemli. Adam oraya bir şekilde gidiyor ve Bitti cevabını alınca kendini aldatılmış hissediyor. İnsanlar sövüp sayıp geriye bildiği yere geliyor.
BİZ DEVLETE HİÇ MAL SATMAYIZ
Sizin bir de kurumsal satışınızın olmadığını duymuştum.
Yalnız kurumsal satış değil, biz devlete de mal satmayız. Devletle hiç ticaretimiz olmaz.
Niye devlete mal satmıyorsunuz?
Bizim ticaret şeklimiz değişik. Biz 10-15 seneden beri bankaların kapısına gitmeyiz. Bizim dünya çapında bir sermayemiz yok. Ama biz bu işi rakiplerimizden daha iyi bildiğimiz için güçlüyüz.
Biz faiz vermeyiz, faiz almayız. Bu kadar mağazayı, bankadan kredi almadan yürütüyorsanız, bu ayrı bir felsefedir. Mesela internetten başkaları da mal satar biz de satarız. Ama bizim mal satışımıza biz yetişemiyoruz. Müşteri kartını kimseye itimat etmez. Ama Vatan Bilgisayarda insanlar hiç tereddüt yaşamıyor.
Enteresan bir şey söyleyeyim size. Biz şimdi Cevizlibağ mağazasındayız. Bu mağazanın internet satışı, mağazanın satışından daha çok.
Mesela, Teknosa Vanda, Muşta her yerde küçük küçük dükkanlar açtı. Satıyor bilgisayarı. Bilgisayar arıza yapıyor. Adama bir telefon numarası veriyorlar. Oraya gönder diyorlar. Biliyorsunuz bilgisayarlar 2 sene garantili. Ne zaman gidecek, ne zaman gelecek, bilgisayarda istenmeyen bir şey yapılacak mı bilinmez.
Ama bizden aldığı zaman, bir sorun çıkarsa servisi içinde. Arkadaşlar alıyorlar ve gereken müdahaleyi ya hemen yapıp veriyorlar, ya da müşteri bırakıyor, en kısa sürede yapılıp teslim ediliyor. Bunu başka hiçbir firma yapmıyor.
Bizim 2000-3000 metrekarenin altında mağazamız yok. Bir iki tane notebook dükkanımız var onlar ayrı. Bizim 17 büyük mağazamızda her şey var.
Biz büyük firmalara da mal satmayız. Adam açıyor telefonu, Bize 50 tane bilgisayar gönder. Kes faturayı getirsinler malı, alsınlar parayı Hayır diyoruz. Gelecek adamı buradan bilgisayarını alacak ve gidecek. Bizde çek, senet yok. Mutlaka kasada işi bitecek. Şöyle diyorlar bazen, Ya 50 bilgisayar 50-60 bin liralık satış. Gönder, teslim ederken de parasını al diyorlar. Niçin hayır diyoruz biliyor musun? Adam Bugün muhasebeci yok, pazartesi gelip alın dese bizim bütün sistemimiz bozulur.
BİR MALIN RAF ÖMRÜ BİR AY
Ürün tedarikini nasıl yapıyorsunuz.
bu işin toptanını yapan firmalar var. Dünyanın farklı ülkelerinden tedarikler yapıyorlar. Biz yurt dışından doğrudan mal getirsem işlemleri haftalar sürüyor. Biz onun yerine buradaki yabancı firma temsilcilerinden teklif alırız. Diyelim ki 2 bin tane laptop alacağız. Herkes fiyatını verir. Biz görüşmelerimizi yapar ve sonuçlandırırız. Bunlardan ikisi cevap alamaz. O ikisi bilir ki alım öteki firmadan alım yapıldı demek. Bizim alımdaki başarımız, maliyetlerdedir.
Bizde malın raf ömrü bir aydır. Bir ayda mal yerinde kalmışsa o malı kaldırır atarız. O alımı yapan da hesabını verir.
Sizin mallar gıda maddesi gibi anlaşılan.
Bazen daha da kritik. Bir ay sonra kurlar değişir, modeller değişir. Bir ay kalan malı biz asla yeni diye satmayız. Outlet bölümünde satılır. İnternetten satılan bir mal, gidip gelmişse, hiç kapağı bile açılmamışsa biz onu ikinci el olarak satışa sunarız.ROTAHABER Ünal TANIK'ın röportajı
[SUB]Kaynak[/SUB]
Ufak bir Not: Herzaman Teknoloji Alışverişinden ilk Tercih ettiğim Mağaza Vatanbilgisayar calışanların güleryüzlüğü ve cıkabilecek sorunları en kısa sürede cözen bir şirket vatanbilgisayar 2003 den beri alışveriş yaptığım bir şirket bu güne kadarda 1-2 ufak sorunundan haric hiç pişmanlık duymadın vatanbilgisayardan, calışanları geneli bilgili elamanlar vatanbilgisayarın bu başarısını devam etmesini diliyorum.
Vatan Bilgisayar kurucusu Nuri Vatan'ın hikayesi, 1948 yılında bozulan bir radyo ile başladı. Nuri Vatan, teknoloji ile 60 yıl önce tanışıyor. Babası Karsta radyo satarken, genç Nuri de radyo teknisyenliğine başlıyor.
Nuri Vatan, daha çocuk denecek yaşlarda teknoloji ile tanışıyor. O günleri şöyle anlatıyor.
İkinci Dünya Harbinde Türkiye yoksulluk içinde kıvranıyor. Dünyadan haber bile alınamıyor. O yıllarda devlet Ardahan Halkevine bir radyo gönderdi. Radyo bir iki ay çalıştı, sonra sustu. Radyoyu bilen yok. Halkevi o radyoyu bozuk haliyle sattı. Babam o radayoyu satın aldı.
Babam İstanbula yılda bir iki kez mal almaya gelirdi. O radyoyu tamir ettirdi. Getirip eve kurdu. Akşamları haberleri dinliyoruz. Bizim ev bir nevi kulüp oldu. Akşamları kaymakam bizde, hakimler savcılar bizde. Çünkü memlekette tek bir radyo var.
Radyolar çok zayıf çekiyor. İstanbul Radyosu çekmiyor. Ankara Radyosu da akşam 8.den sonra dinlenebiliyor. İki tane güçlü radyo var. Biri Moskova Radyosu, diğeri Kahire Radyosu. Fransızlar kurmuştu o radyoyu, çok güçlü yayını vardı. Fakat işin kötü bir tarafı vardı. Biri Rusça öteki Arapça yayın yapıyordu.

Rizeli bir Osman amca vardı. Çilingirlik yapıyordu. Rusyada kalmıştı bir süre. Akşamları geliyor, Moskova Radyosunu dinleyip bize tercüme ediyordu.
ATÖLYEYE TÜRK SOKMAYIZ
Bir gün Amerikanın Japonyaya atom bombası attığı haberi duyulunca aynen şöyle dedi. Ben biliyordum onu ya. Akşam rüzgar bu taraftan farklı bir şekilde esiyordu dedi.
1948-1949dan sonra Türkiyeye radyolar yavaş yavaş gelmeye başladı. Biz bir radyo bayiliği aldık. Radyo satışları olmaya başladı. Ama biri arıza yapınca, bir ayda gitmez, bir ayda gelmez durumdaydı.
1949da babama, Baba ben bu yıl İstanbula gideceğim. Orada kalıp bu radyo tamirciliğini öğreneceğim. Başka çaremiz yok dedim.
Grunberglerin eski sahibi var, Leon. Hala sağ. Bir de . Var. İkisi ithal ediyor. Bunlara başvurdum. Rızapaşa Yokuşunda bir han var. Yeni yapılmış. Oradalar. Biz bayiniziz, ben bu işi öğreneceğim dedim.
Olmaz. Bir atölyenin içine Türk sokmayız dediler. Halbuki biz bu insanların mallarını satıyoruz. Yok bir türlü yanaşmıyorlar.
Benim dayılarımdan birisi Sultanhamamda büyük bir tüccardı. İstanbul Ticaret Odasının da yönetiminde idi. Dayıma anlattım. O da Leon Grunbarge telefon açtı, çıkıştı. Bir şekilde böylece başlamış oldum. Bir kış burada tamirciliğin bütün tekniklerini öğrendim. Benim dönüşüm ile birlikte bizim satışlarımız katlanmaya başladı. İnsanlar artık korkmadan almaya başlamıştı.
1950DE EN GENÇ VERGİ MÜKELLEFİ OLDUM
Satışları ne kadar etkiledi bu girişim
Tabii esas değişim ve sıçrama 1950de ekonominin gelişmesiyle birlikte yaşanmaya başladı. Artık memleketin zenginlerinin yanı sıra memurlar da almaya başlamıştı. Yalnız mal yoktu. İnsanlar almak istiyor ama mal temini kolay değildi. Size bu ay 5 tane veririz diye kontenjan tanıyorlardı.
Sonra Türkiyeye Philips geledi. Aynı firmaya iki marka vermeleri mümkün değildi. Ben de Philipsi kendi adıma aldım. 1950de yürürlüğe giren 5421 Sayılı Gelir Vergisi Kanununa göre ilk mükelleflerden oldum.
Sizin bir taraftan da manifatura işi devam ediyordu.
Tabii, devam ediyordu. 1940lı yıllarda Sümerbank bayiliğimiz vardı. Bir cenazesi olan Kaymakamlığa gider ve bir yazı ile gelerek bizden kefenlik bezini alabilirdi. Ya da doğum olayı varsa, aynı yöntemle bize yazı getirirler ve ona 8-9 metrelik kaput bezi verirdik. Bunları başka türlü satamıyoruz. Devlete bezleri nereye sattığına dair hesap vermek zorundasın.

Bir de tahsisli mallar vardı. Devlet Hindistandan mensucat ithal etti. Bunun tahsisleri de aynı şekilde yapılıyordu. Köylere bilgi salındı. Nüfus başına 2 metre bez alınabilecekti. Muhtar elinde liste geliyordu.
Ahmet Ağanın 8 nüfusu var diyor ve bunların nüfus cüzdanlarını da gösteriyordu.
KÖYLÜ EKMEĞİNİ YANINA ALIP ŞEHRE GELEMİYORDU
Yalnız bunlarda değil, ekmek kıtlığı da var. Buhran (sıkıntı) her yerde yok ama, kanun her yerde var. Diyelim ki biz Ardahandayız. Ardahanda ekmek sıkıntısı yok. Oranın arpası, buğdayı oraya yetiyor. Ama devlet gıda naklini yasaklıyordu. Köylü ekmeğini yanına alıp şehre gelemiyordu.
Yanında getirdiği ekmeği, şehrin girişindeki pınarın başında oturup yiyor ve çarşıya öyle girebiliyordu. Çünkü ekmek nakli yasaktı. Kişi başı günde 200 gram vesika ile ekmek alabiliyorsun. 5 kişilik nüfusunuz varsa günde 1 kg. ekmek veriyorlar size.
Bir gün harp senelerinde babam İstanbula geliyordu. Beni de aldı getirdi. Ekmek taşımak yasak olduğu için annem bavula yöresel kurabiye gibi şeyler yapıp koymuştu. Bunlar ekmek yerine konulmuyordu. Ondan dolayı da göz yumuluyordu.
LOKANTADA UNUTULAN EKMEK PARÇASI
İstanbula geldik. Ebussuudda babamla bir otelde kalıyoruz. Babam Sultanhamama mal almaya falan çıkıyor. Bir gün babamla bavuldan bir peksimet aldık. Hocapaşada bir lokanta vardı. Orada bir çorba içtik. Bize Ardahanda verilen vesika İstanbulda geçerli değil. Getirdiğimiz peksimetle yemeğimizi yedik.
Çıktık gidiyorduk. Epeyce de uzaklaşmıştık. Bir baktık arkamızdan bir adam koşuyor. Küçük bey ekmeğinizi unuttunuz, Küçük bey ekmeğinizi unuttunuz diyerek getirdi bana verdi.
Ne günlerden geliyoruz.
Sizin İstanbula gelişiniz ne zaman oldu? Nasıl bir vesile oluştu?
Ben 1960da ihtilalden sonra İstanbula gelmeye karar verdim. Tabii burada yukarda anlattığım gibi bir irtibatımız vardı. Ekonominin ihtilalle birlikte kazığı koptu. Biz o zaman kamyonlarımız da vardı. Nakliye işi de yapıyorduk.
Enflasyon da azmıştı. Ben 1951de 10 bin 500 Liraya aldığım bir Dodge kamyonu, 5 sene sonra kullanılmış halde 115 bin liraya sattım. İstanbula geldiğimde ne yapmam gerektiği üzerinde biraz kafa yordum. Araba işinden de anladığım için bir dükkan tuttum ve yedek parçacılığa başladım.
1961de de babamın mağazasını İstanbula taşıdık. Ben senelerce yedek parça ithalatı yaptım. Anadolunun hemen hemen her yerinde müşterilerimiz vardı. Uzun yıllar bu ticaretimiz devam etti.
1983te bu işlerimizle ilgili Amerikada idim. Bir doktor arkadaşım, seni birisiyle tanıştıracağım dedi ve aldı bir yere götürdü.
BİLGİSAYARLA İLK TANIŞMA
Bu doktor arkadaşınız Türk müydü?
Evet. Türk idi. Gittik. O da doktordu. Önünde bir bilgisayar vardı. Bilgisayar dedimse böyle masa üstü bilgisayar değildi elbette. Oda gibi bir şeydi. Türkiyede İş Bankası ve Koç gibi bir iki şirkette vardı. IBM onu satmazdı, kiraya verirdi. IBM her yerde tek tabanca idi. Masaüstü bilgisayarlar çıkıncaya kadar şahıslar bu bilgisayarları alamamıştı.
Biraz da macera olsun diye bu bilgisayarlardan bir tane aldım. Sanıyorum 20 bin dolar falan ödedim. İstanbula döndüğümde dükkana getirdim. Gelenlerin bir kısmı, Yahu siz bilgisayar alacak firma mısınız? falan gibi laflar da ediyorlardı.
Oğlum Hasan, ODTÜden mezun olmuştu. Mimar kendisi. Şu diplomayı çekmeceye koy. Dükkanda çalışacaksın dedim. İtiraz etmedi.
İLK TİCARİ PROGRAMI HASAN YAZDI
Yedek parça dükkanından söz ediyorsunuz değil mi?
Evet. İşimiz iyi. Amerikadan sürekli ithalat yapıyoruz. İngiltereden birkaç fabrikanın Türkiye mümessiliyim. İşlerimiz iyi gidiyor. Hasan bilgisayarla oynamaya başladı. Türkiyede ilk ticari programı Hasan yazdı.
Bu çok enteresan. Ne programı idi bu?
Hiç branşı olmadığı halde. Bir entegre programdı bu. Bir fatura kestiğinizi düşünün. Otomatikman stoktan düşülüyor, takip hesabına geçiriyor. Epey kapsamlı bir programdı bu. Bu sırada artık Agoplar, Mişonlar bilgisayar ithalatına başlamıştı. Bu program bir patlama yaptı. Bilgisayar ithalatçıları, Bu programı bize sat demeye başladılar.
Hasan da programı satma yerine, Siz malı verin ben bu programla birlikte satayım dedi. Biz o program sayesinde muazzam bilgisayar sattık. 1000e yakın bilgisayar o zaman büyük bir rakamdı. Bilgisayarı zaten o zaman nerede ise sadece şirketler satın alıyordu. Programla birlikte alınca işlerini müthiş kolaylaştırmış oluyorlardı. Bizim bilgisayarlar hep önde idi.
Bilgisayar satışları patlama noktasına gelince Hasan program işini bıraktı. Çünkü o ayrı bir takip ve güncellemeyi gerektiriyordu. Tabii bilgisayar hız kazandı ama biz otomotivi de bırakmamıştık. 10-15 sene önce onu da tamamen bıraktık.
Otomotiv firması da Vatan Otomotiv idi her halde? Bundan güzel isim olmaz sanırım. Soy isim verilirken sizi torpilli saymışlar anlaşılan.
Öyle anlaşılıyor.
Siz Artvin Hopalısınız. O yıllarda iç göçten pek söz edilmez. Babanız niçin Ardahanda bulunuyordu?
Ardahan Ruslardan Türklere geçtiği zaman, Karadenizden birkaç kişi yeni Pazar diye kalkıp orada giderler. Babam da onlardan birisi. Çünkü Ruslar 40 sene orayı çobanlıkla yönetmişler. Tekfenin kurucusu Nihat Gökyiğit var. Onun amcası ile babam birlikte gider. Bizim hem Hopa ile hem Ardahanla ilişkimiz devam ediyor.
İlk bilgisayar mağazasını nerede açtınız?
Bizim birkaç mağaza vardı o yıllarda. Bunlardan birisini bilgisayara dönüştürdük. Elmadağda idi. Sonra Bakırköydeki açıldı. Gerçek anlamda ilk bilgisayar mağazası Cevizlibağdaki yer açıldı. 2002 idi. Sonra İzmir, Ankara genişledi.
1900 KİŞİ İSTİHDAM EDİLİYOR
Bostancı ne zaman açıldı?
O da 5 sene oldu.
Geçtiğimiz bir ciro hedefi koydunuz. 3 milyar gibi. Çok iddialı bir hedef.
Evet, bir hedef konmadan bir yere varılmıyor. Yabancılar da piyasaya saldırdılar. Biz Dudulu şubesini açtık. Biz yabancılar gibi yol almıyoruz. Daha farklı bir yönetim tarzımız var. Balıkesirle birlikte 37 mağazaya kavuşmuş olduk.
Kaç kişi istihdam ediliyor?
Yaklaşık 1900 kişi var bünyemizde.
Teknoloji mağazacılığına yabancıların çok ciddi bir saldırısı var. Bunlar sosyal medyayı da çok yoğun kullanıyorlar ve oralardan yerli satıcılara karşı bir tür karalama kampanyaları yürütüyorlar.
İnternet bir defa, bizde 1993de kullanılmaya başlandı. Dünyadaki tarihi ise 1962. İnternet kullanmayan kurum ve kişilerin rekabet etme şansı yok. Biz yurt geneline yayılan 30 küsur mağazayı buradan kontrol ediyorsak, bu teknolojinin getirdiği kolaylık sayesinde. Yoksa bir kapıcıyı çalıştırmak bile kolay değil.
Biz müşterinin olduğu her noktayı sesli ve görüntülü kayıt yapıyoruz. Aradan bir ay bile geçse, gerektiğinde bir kasa görevlisi ile yaptığınız konuşmaya bile ulaşabiliyoruz.
SABANCININ HEDEFİ, TEKNOSAYI BİR YABANCIYA SATMAK
Yabancı şirketlerin bu pazara bu kadar yoğun girmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunlar dünya firmaları. Her yere yayılıyorlar. Bin yıllığına gelen bir tanesi de geri gitti (Best Buy). Ben izliyorum bu firmaları, her yıl 50 milyon-100 milyon zarar ediyorlar. Bunu bile bile yapıyorlar. Bu pazara girmek için bunları göze alıyorlar.
Teknosa yerli firma. 250den fazla dükkanı var. Ama senelerdir zarar etmeye devam ediyor. 20-25 milyon dolar kaybettiği seneler oldu. Yeni yeni toparlandı. Ama daha kar etmiyor. Sabancının bütün hedefi, bir yabancıya firmayı iyi bir rakama satma peşinde. O zararların hepsini oradan kapatacağı düşüncesinde. Bir yabancının gelip de bir senede 250 dükkanı kurması mümkün değil.
BEST BUY İLK TEKLİFİ BİZE YAPTI
Sabancının başından beri öyle bir satış hedefi var galiba.
Yabancılar ilk geldiğinde mevcut mağazalardan birini almak istiyor. Best Buy geldiğinde ilk teklifi bize yaptı. Acaip rakamlar ortaya koydu. Ama biz yok dedik. Yabancı geldiğinde kurulu tezgahı, bir nevi hava parası verir gibi almak istiyor.
Yabancılar, bu kadar uzun vadeli zararları göze almak için çok büyük hedefleri olmalı.

Yabancıların durumunu orta vadede nasıl görüyorsunuz?
Yabancı sermaye Türkiyeye gelir. Türkiyede her alanda boşluk var daha. Tarımda var, sanayide var, birçok alanda var. Bir dönem çivi bile yapılamayan Türkiyede bugün neler yapılıyor. Otomobil üretiliyor. Bir otomobil için 3 bin yan sanayiye ihtiyaç var.
Tabii bir de Arap sermayesi için Türkiye iyi bir liman. O da Türkiyeye resmi veya gayrı resmi giriyor. Bakın dolar hiç kımıldamıyor. Çünkü geliyor. İhtiyaç olmadığı kadar geliyor.
Türkiyenin sıkıntısı, uzun sene dünyaya kapalı olduğu için insanlar dışarı çıkamamış. Bundan dolayı gereken eğitimi de alamamış. Hindistan dünyaya hizmet veriyor. Pakistan dünyaya hizmet veriyor. Neden bir avantajı var İngilizce bildikleri için.
SANTRALDE BAŞLADI, EN BÜYÜK MAĞAZANIN MÜDÜRÜ OLDU
Personelinizin arasında enteresan başarı hikayeleri var. Dışardan yetişmiş eleman alma yerine, kendi yöneticilerinizi yetiştiriyorsunuz. Bunun altında yatan sebep nedir?
Biz kendi eğittiğimizi yükseltiriz. Dışardan adam alıp da sen bu işin başına geç demeyi kendi yönetim sistemimiz içinde doğru bulmayız. Bakın Ankaradaki mağazamız 18 bin 500 metrekare kapalı alan. Oranın başındaki kızımız, 5-6 sene önce buraya santrale aldığımız kız idi. İzmir mağazasının müdürü, birkaç yıl önce ambalajların sandığını çakan biri idi.
Kendi içinizden yetiştiğini biliyordum ama bu kadar uç noktalardan zirveye tırmanıldığını bilmiyordum.
Bakın insan faktörü farklı bir şey. Siz onlarda neyi ararsanız onu öne çıkarabilirsiniz. İnsan faktörü farklı bir şey. Biz senede bir gün, dini bayramlarda bütün şubelerimizi kapatırız. Bütün personeli Anadolunun her yerinden bir günlüğüne İstanbula getiririz. Havaalanının yanındaki VOV Otelde ağırlarız onları. Hepsi sabahleyin tekrar tezgahlarının başına koşarlar. O gün de mağazalarımız saat 2de açılır.
Bakın bu o insanların bir çoğu için gerçekten çok önemli. Bir çoğu İstanbulu ilk kez görmüş oluyor. Antepten buraya geliyor. Hiç uçağa binmeyen var. Bir gece 5 yıldızlı bir ağırlama onun hayatında çok önemli bir yer ediniyor.
500 KİŞİYİ ATMAMIZI İSTEDİLER
Aidiyet duygusu buradan yakalanıyor demek ki?
Çaycısından bekçisine kadar hepsi geliyor. Bu da her şeyin başladığı nokta oluyor. Bakın kriz oldu. Bizde o zaman 1000den fazla kişi çalışıyordu. Danışmanlık aldığımız yerler bize en az 500 kişiyi işten çıkarmamız gerektiğini söyledi. Hasan ile oturdum konuştum. Biz 500 kişiyi çıkarırsak belimiz doğrulur mu? dedim. Bu 500 kişiyi atmasak ayda ne kadar zarar ederiz? diye sordum.
Ayda 500 bin dolar zarar etsek yılda 6 milyon dolar ederiz. Bu arkadaşları çıkarmasak, bir yılda 6 milyon dolar kaybedersek iflas eder miyiz? Hesabını kitabını yaptık. Mali yapımız bunu kaldırabilecek güçte idi. Karar verdik. Hiç kimseyi işten atmadık.
Allaha şükür, kimseyi atmadık, üstelik 5 milyon dolar da kaybetmedik. O yıl pek para kazanmadık hepsi o. Biz mağaza açmayı sürdürüyoruz. Sonra da Malatya ve Sivas var sırada. Personele, bağlı bulunduğu birim şefi her ay puan verir. Bunlar çok somut kriterlerdir. Bu puanlara göre de herkes maaşının yüzde 70i kadar prim alabilir.
YABANCILARA SAVUP GERİ BİZE GELİYOR
Bir de bayanlara kuaför hizmeti veriyorsunuz. Buna niye ihtiyaç duydunuz?
Görünüm her alanda önemli. Anlaşmalı kuaförlerimiz var. Orada gidip saçlarını düzeltebilirler, şekillendirebilirler. Dahası elbise veririz.
Bir de oğlunuz Hasan Beyin yazdığı bir kitap var. Bu Vatan İçin Neler Yaptık. Bu kitap nasıl ortaya çıktı?
Biz elektronik perakendeciliğine başlayalı 25-30 yıl oldu. Onun için rakiplerimizden pek çekinmiyoruz. Bakın bu ilerde bir yabancı mağaza açılışı dolayısıyla kampanya yaptı. E-5te trafik kilitlendi. Ne oldu? O gün bizim burada ciroda ciddi artış kaydedildi.
Bu nasıl oldu?
Adam 1000 liralık mala 500 lira diyor. Gerçekten de o rakama veriyor. Ama kaç tane veriyor? Bu önemli. Adam oraya bir şekilde gidiyor ve Bitti cevabını alınca kendini aldatılmış hissediyor. İnsanlar sövüp sayıp geriye bildiği yere geliyor.
BİZ DEVLETE HİÇ MAL SATMAYIZ
Sizin bir de kurumsal satışınızın olmadığını duymuştum.
Yalnız kurumsal satış değil, biz devlete de mal satmayız. Devletle hiç ticaretimiz olmaz.
Niye devlete mal satmıyorsunuz?
Bizim ticaret şeklimiz değişik. Biz 10-15 seneden beri bankaların kapısına gitmeyiz. Bizim dünya çapında bir sermayemiz yok. Ama biz bu işi rakiplerimizden daha iyi bildiğimiz için güçlüyüz.
Biz faiz vermeyiz, faiz almayız. Bu kadar mağazayı, bankadan kredi almadan yürütüyorsanız, bu ayrı bir felsefedir. Mesela internetten başkaları da mal satar biz de satarız. Ama bizim mal satışımıza biz yetişemiyoruz. Müşteri kartını kimseye itimat etmez. Ama Vatan Bilgisayarda insanlar hiç tereddüt yaşamıyor.
Enteresan bir şey söyleyeyim size. Biz şimdi Cevizlibağ mağazasındayız. Bu mağazanın internet satışı, mağazanın satışından daha çok.
Mesela, Teknosa Vanda, Muşta her yerde küçük küçük dükkanlar açtı. Satıyor bilgisayarı. Bilgisayar arıza yapıyor. Adama bir telefon numarası veriyorlar. Oraya gönder diyorlar. Biliyorsunuz bilgisayarlar 2 sene garantili. Ne zaman gidecek, ne zaman gelecek, bilgisayarda istenmeyen bir şey yapılacak mı bilinmez.
Ama bizden aldığı zaman, bir sorun çıkarsa servisi içinde. Arkadaşlar alıyorlar ve gereken müdahaleyi ya hemen yapıp veriyorlar, ya da müşteri bırakıyor, en kısa sürede yapılıp teslim ediliyor. Bunu başka hiçbir firma yapmıyor.
Bizim 2000-3000 metrekarenin altında mağazamız yok. Bir iki tane notebook dükkanımız var onlar ayrı. Bizim 17 büyük mağazamızda her şey var.
Biz büyük firmalara da mal satmayız. Adam açıyor telefonu, Bize 50 tane bilgisayar gönder. Kes faturayı getirsinler malı, alsınlar parayı Hayır diyoruz. Gelecek adamı buradan bilgisayarını alacak ve gidecek. Bizde çek, senet yok. Mutlaka kasada işi bitecek. Şöyle diyorlar bazen, Ya 50 bilgisayar 50-60 bin liralık satış. Gönder, teslim ederken de parasını al diyorlar. Niçin hayır diyoruz biliyor musun? Adam Bugün muhasebeci yok, pazartesi gelip alın dese bizim bütün sistemimiz bozulur.
BİR MALIN RAF ÖMRÜ BİR AY
Ürün tedarikini nasıl yapıyorsunuz.
bu işin toptanını yapan firmalar var. Dünyanın farklı ülkelerinden tedarikler yapıyorlar. Biz yurt dışından doğrudan mal getirsem işlemleri haftalar sürüyor. Biz onun yerine buradaki yabancı firma temsilcilerinden teklif alırız. Diyelim ki 2 bin tane laptop alacağız. Herkes fiyatını verir. Biz görüşmelerimizi yapar ve sonuçlandırırız. Bunlardan ikisi cevap alamaz. O ikisi bilir ki alım öteki firmadan alım yapıldı demek. Bizim alımdaki başarımız, maliyetlerdedir.
Bizde malın raf ömrü bir aydır. Bir ayda mal yerinde kalmışsa o malı kaldırır atarız. O alımı yapan da hesabını verir.
Sizin mallar gıda maddesi gibi anlaşılan.
Bazen daha da kritik. Bir ay sonra kurlar değişir, modeller değişir. Bir ay kalan malı biz asla yeni diye satmayız. Outlet bölümünde satılır. İnternetten satılan bir mal, gidip gelmişse, hiç kapağı bile açılmamışsa biz onu ikinci el olarak satışa sunarız.ROTAHABER Ünal TANIK'ın röportajı
[SUB]Kaynak[/SUB]
Ufak bir Not: Herzaman Teknoloji Alışverişinden ilk Tercih ettiğim Mağaza Vatanbilgisayar calışanların güleryüzlüğü ve cıkabilecek sorunları en kısa sürede cözen bir şirket vatanbilgisayar 2003 den beri alışveriş yaptığım bir şirket bu güne kadarda 1-2 ufak sorunundan haric hiç pişmanlık duymadın vatanbilgisayardan, calışanları geneli bilgili elamanlar vatanbilgisayarın bu başarısını devam etmesini diliyorum.