Bir Tesavvuf Mütehassısının Mektubu - Esseyyid Abdülhakîm

  • Konuyu başlatan Konuyu başlatan wenus
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

wenus

Asistan
Katılım
14 Haziran 2009
Mesajlar
126
Reaksiyon puanı
3
Puanları
0
37 — BİR TESAVVUF MÜTEHÂSSISININ MEKTÛBU

Tesavvuf, kalbi sâf yapmak, temizlemek demekdir. Bu da, zikr-i ilâhî ile olur.

Bütün insanların se’âdet-i ebediyyeye, ya’nî dünyâ ve âhıret iyiliklerine kavuşması, hakîkî sâhibimiz olan Allahü teâlânın ismini çok zikr etmekle hâsıl olur.

Şu kadar var ki, zikri, bir Velîden veyâhud onun izn verdiği, ahkâm-ı islâmiyyenin ve hakîkatin edeblerini değişdirmiyen, bid’at karışdırmıyan, ona, doğru bağlanmış bulunan bir zâtdan öğrenmesi, ondan izn alması lâzımdır.

Böyle öğrenmeksizin yapılan zikrin fâidesi pekaz olur, belki de hiç olmaz.

Çünki, izn alarak yapılan zikr, mukarreblerin işidir.
İznsiz zikr ise, ebrârın işidir.

Bunun için, (Ebrârın ibâdetleri, iyilikleri, mukarreblere günâh, kusûrdur) buyurulmuşdur.

[İmâm-ı Rabbânî “rahime-hullahü teâlâ” yüzdoksanıncı ve Abdüllah Dehlevî doksandokuzuncu mektûbunda buyuruyorlar ki,

(Zikrin fâideli olması ve te’sîr edebilmesi için ahkâm-ı islâmiyyeye uymak şartdır.

Farzları ve sünnetleri yapmak ve harâmlardan ve şübheli olan şeylerden sakınmak lâzımdır.

Bunları da sâlih olan Ehl-i sünnet âlimlerinden [veyâ bunların kitâblarından] öğrenmelidir).

Zikri, bizim kitâblarımızda bildirdiğimiz gibi yapan kimse, izn alarak yapmış olur.]



Zikri merâk etdiğinizi biliyorum. Bunun için açık yazıyorum. [1]

Zikr, arabî bir kelimedir.
Türkçede hâtırlamak, anmak demekdir.
Hâtırlamak da, kalb ile olur. Söylemekle olmaz.


Şimdi üç dürlü zikr bilinmekdedir:



1— Dil ile söylemekle yapılan zikrdir. Söylerken, kalb birlikde hâtırlamaz. Yalnız dil ile söylenen zikrin kalbi temizlemekde fâidesi pek az olur. İbâdet sevâbı hâsıl olur. Zümer sûresinde, meâli, (Kalbleri Allahü teâlâyı zikr etmiyenlere azâb vardır) olan yirminci âyetinde bildirilen azâb bunlar içindir.

2— Yalnız kalb ile yapılan zikrdir. Dil söylemez. İşte bizim yolumuza mahsûs olan zikr budur.

A’râf sûresi ellidördüncü [54] âyetinde, (Rabbinizi, yalvararak ve gizli ve sessiz çağırınız)

ve Ra’d sûresi, otuzuncu [30] âyetinde, (Biliniz ki, kalbler, yalnız Allahü teâlâyı zikr etmekle râhat bulur)

ve A’râf sûresi ikiyüzdördüncü [204] âyetinde, (Rabbini, içinden zikr et!)

ve başka birçok âyet-i kerîmede ve sayısız hadîs-i şerîflerde ve din büyüklerinin kitâblarında bu zikr bildirilmekdedir.



3— Dil ile kalbin birlikde yapdığı zikrdir. Allah adamları, Evliyâ “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz”, yükseklere erişdikden sonra, böyle zikri yapabilirler.

Kalb ile yapılan zikr, en önce Fahr-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” hicret gecesinde, Sevr dağındaki mağarada, Ebû Bekr-i Sıddîka “radıyallahü anh”, diz üstüne oturtup, gözlerini kapamasını emr ederek sessiz yapdırdığı zikrdir.

Büyüklerin yolda bulunanlara öğretdikleri râbıta, Tevbe sûresinin yüzyirminci âyetinin, (Hep sâdıklarla birlikde bulunun!)

ve En’âm sûresinin elliikinci âyetinin, (Rablerini istiyenlerle berâber olmağa çalış!) meâllerinde emr olunan berâberlikdir

ve (Allahü teâlânın sevdiklerini hâtırlamak, rahmet etmesine sebeb olur) hadîs-i şerîfine uymakdır.

Bunlar gibi, başka âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler de vardır. Asyada, Mâverâ-ün-nehr ve Buhârâda, oniki asrdan beri gelmiş bulunan Hanefî âlimlerinin büyükleri de, talebesine böyle yapdırmışlardır..


mektubun devamını daha sonra paylaşalım inşallah,mektup uzun ,hepsini birden yazarsam okunması zor olabilir sindire sindire okuyalım..selametle..
 
Üst