Başarılamayan Meclis hâkimiyeti, Başarılansa Meclis'e hâkimiyet oldu

HAKAN34

Asistan
Katılım
5 Ekim 2008
Mesajlar
193
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Nabi Yağcı

Başarılamayan Meclis hâkimiyeti, Başarılansa Meclis'e hâkimiyet oldu

Nabi_Yagci.jpg

01.11.2008 | Nabi Yağcı | Yorum




Yine milli birlik beraberlik nutukları arasında cumhuriyetin kuruluşunun bir yıldönümü daha kutlandı. Havai fişeklerin aydınlattığı atmosfere karşın sokaktaki vatandaş dahi gerçeğin hiç de aydınlık olmadığının farkında. Bu nasıl bir milli birlik beraberliktir ki, günün fotoğrafı dahi yazılarımda sıkça işaret ettiğim devletin tepesindeki ikili iktidar görüntüsünü apaçık ilan ediyordu. Cumhurbaşkanı Gül, bayram nedeniyle iki ayrı resepsiyon vermişti. Öğlen devlet erkânına verilen davetlilerin "eşsiz" katıldığı resepsiyon ve akşam ise askerin ve CHP'nin katılmadığı eşli resepsiyon. CHP, Anıtkabir ziyareti dışında bayram kutlamalarının tümünü boykot etmiş, Meclis'tekine dahi katılmamıştı. Bu yıl bir başka ilk vaki oldu ve akşam Cumhurbaşkanı'nın davetine katılmayan askerler kendi aralarında Cumhuriyet Bayramı'nı kutladılar. Halk ise öte tarafta sokaktaydı.
Cumhuriyetimizin 85 yılının toplam muhasebesini yapacak değilim, ancak yukarıdaki görüntü, cumhuriyet olmanın halka dayanmak demek olan içeriği açısından bakıldığında bir başarıdan söz etmenin henüz çok uzağında olduğumuzu görmeye yeter. Türkiye hâlâ devletten cumhuriyete geçiş sürecini ve onun sancılarını yaşamaktadır. Bu durumun nedenleri elbette karmaşık, son yıllarda resmi tarihi didik didik eden araştırmalar son derece kafa aydınlatıcı bulgular ortaya koymaya başladılar. Diğer yandan Türkiye'nin AB'ye üyelik macerası dün türlü biçimlerde gizlenen, hasıraltı edilen, yok farz edilen yapısal sorunlarımızı iğneden ipliğe tek tek gün ışığına çıkardı, ülkemizin tomografisi çekildi böylece. Bu yazımda bilinmeyen bir şeyi söyleyecek değilim ama siyasal sistemimizdeki çarpıklığını neden-sonuç ilişkisi içinde apaçık yansıttığını düşündüğüm merkezdeki bir zafiyeti paranteze almak istiyorum.

Cumhuriyetçi cumhuriyetçilik
Cumhuriyetin ilanını kutlama biçimimiz dahi cumhuriyete verdiğimiz kutsal anlamı ifade ediyor. Türkiye devletinin bir sultanlık, bir monarşi olmadığına sevinmek elbette yerinde ama bu sevinmenin neredeyse kutsal bir ayine dönmesi aradan 85 yıl geçtikten sonra aslında ironiktir. Sanki dünmüş gibi sultan, hilafet egemenliğinden kurtulmuş olmaya bu denli sevinmek ironik değilse bilinçaltına işlenmiş bir korkunun tezahürü olmalı. Yani her an yeniden böyle bir egemenliğin altına girme tehlikesinin varlığı korkusu. Eğer hâlâ bu korku varsa -ki Anayasa Mahkemesi'nin son iki karar gerekçesi var olduğunu gösteriyor- cumhuriyetimizin siyasi alanda 85 yıl sonra pek de başarılı olduğu söylenemez. Veya bu durum aslında aynı anlama gelen bir başka şeyin ifadesidir.
Cumhuriyet kavramı dünya tarihi içinde siyasal bir rejim veya siyaset biçimi, bir siyasi program ve hatta ideoloji anlamlarını içeren çok anlamlı bir kavram ve hatta çok yönü olan bir figür olageldi. Kavramda belirsiz biçimde halk, devlet ve demokrasi çağrışımı vardır. Bizim için altı çizilmesi gereken bu kavramın ideolojik boyut kazanmış halidir. Fransız Aydınlanması'nda, pozitivizm ile birlikte böyle bir boyut ortaya çıkmıştı. Buna siyasi tarihte "Republique repuplicaine" cumhuriyetçi cumhuriyetçilik veya cumhuriyetçi devletçilik denmekte. Cumhuriyet fikrine ideolojik boyut katan unsur ise bu anlayışın merkezine yerleştirilen "pozitivist laiklik" anlayışıdır. Bu anlayışta devletin laiklik ekseninde düzenlenmesi (teşkilatı esasiye) egemenliğin halkta oluşunun yeter karinesi sayılmaktadır, zira egemenlik artık Tanrısal değildir, Tanrısal değilse bu doktrine göre egemenlik otomatikman halka ait demektir. Egemenliğin halka verilmesiyle (normatif veya yasal olarak; halka rağmen halkçılık), egemenliğin halkta olması (objektivite olarak; genel oy) arasındaki fark ise cumhuriyetle demokrasi arasındaki farka denk düştüğü gibi, demokrasi mücadelesinin tarihi gelişmesine de uygun gelir. Bizde, cumhuriyetin ilanının üstünden 85 yıl geçtiği halde "laiklik mi demokrasiyi, demokrasi mi laikliği içerir veya hangisi önce gelir" biçimindeki arkaik tartışma henüz demokrasi kültürü açısından nerelerde olduğumuzu yeterince ele veriyor.

Yasasevicilik
"Cumhuriyetçi cumhuriyetçiliği" laiklik ilkesinden sonra ideoloji haline getiren ikinci unsur "yasasevicilik" olarak ifade edilen yasa düzenini (hukuk değil) özgürlükleri kısacak ölçüde mutlaklaştırmaktır. Başka deyişle yasalara sorgusuz itaat anlayışıdır bu. Anlaşılabilir bir durumdur, zira cumhuriyetçilik yani egemenlik hakkının Tanrı'dan alınması ancak bir yasa ile mümkündür. Hilafeti kaldıran yasa gibi. O durumda yasa koyucu Tanrısal bir otorite kazanır. Kutsallık yasaya, yasa koyucuya geçer. Fakat bu yasa herhangi bir yasa değildir, devletin esas teşkilat yasasıdır (anayasa) ve yasa koyucu da herhangi bir parlamento değildir, devleti kuran parlamentodur, yani kurucu Meclis'tir. Kurucu Meclis gökten düşmez; onları seçen birileri vardır, seçenler devleti defacto kuranlardır, egemen güçlerdir. Yani devlettir. Devlet kendisine yasal bir meşruiyet zemini hazırlamak istemektedir ve topladığı kurucu Meclis'e anayasa ısmarlar. Aslında durum böylesine basit gelişmez, mücadele eden siyasi ve sosyal güçlerin mücadelelerinin sonucunu belirleyen güçler dengesi ifadesini anayasada bulur.
Somut olarak 27 Mayıs askeri darbesini hatırlayalım. Bu darbe sonucu oluşan Milli Birlik Komitesi fiilen yasama, yürütme ve yargı otoritesinin sahibiydi. Menderes ve arkadaşlarına idam kararının bir mahkeme eliyle verilmesi orada bağımsız bir yargı adaletinin veya hukukunun olduğunu göstermez. Aynı şekilde 27 Mayıs Anayasası'nda değişiklik yine bir askeri müdahale sonucu olmuştur: 12 Mart müdahalesi. Ve nihayet 12 Eylül Anayasası da 12 Eylül askeri darbesinin ürünüdür. Bu anayasanın değiştirilemez, değişmesi dahi teklif edilemez olan maddeleri tipik bir yasaseviciliktir.

Kurucu irade üstüne
Bütün bu tarihsel süreç boyunca devletin şekli "cumhuriyet" idi hep. Şimdi burada sorulması gereken soru bu cumhuriyetin demokrasi olup olmadığı değildir, tartışıyoruz ama gerçekte cumhuriyet denilen biçimin içeriğini tartışmanın fazla bir anlamı yoktur. Eğer kendinizi saf ve gülünç duruma düşürmek istiyorsanız bu soruyu sormakta serbestsiniz. Tartışılması gereken biçimin kendisidir, yani cumhuriyettir. O durumda sorulması gereken soru ülkemizde bir parlamenter cumhuriyet geleneğinin tesis edilip edilemediği olmalıdır. Bunu anlamak için ise derin analizler gerekmez, basit çetele tutmak yeterli olur. Yani Meclis'in kaç kez kapatıldığı, kaç kez Meclis'in yasama yetkisine müdahale edildiğinin çetelesidir söylediğim. Bu ise en son 28 Şubat'la, cumhurbaşkanlığı seçimiyle, TBMM'nin son anayasa değişikliğinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptali ve böylece TBMM'nin yasama yetkisinin gasp edilmesiyle ortadadır. Yani cumhuriyet tarihimiz devlet üstünde "Meclis hâkimiyeti" ilkesini hayata geçirmeyi başaramamıştır, tersine devlet her seferinde Meclise hâkim olmayı başarmıştır. Bu nedenle değiştirmeye uğraştığımız rejime vesayet rejimi diyoruz.
Sonuç olarak, cumhuriyet devletin biçimidir, bu biçime yani parlamentarizme müdahale eden ise bizzat devletin kendisidir; öyleyse demokratikleştirilmesi gereken cumhuriyet değil devlettir. Bu nedenle kurucu irade tartışması artık geride kalmış, anlamı olmayan vesayetçi bir tartışmadır. Kurucu irade, kurucu Meclis tartışmaları anayasayı ve devleti "kutsal" gören cumhuriyetçi cumhuriyetçiliğin ideolojik tezahürüdür. Kutsallıktan arındırarak bakarsak TBMM yeni bir anayasa yapabilir. Hayata daha basit bakalım.

kaynak
 
Üst