Atatürk ve İktisat, Kalkınma

  • Konuyu başlatan Konuyu başlatan Be5tE
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

Be5tE

Dekan
Katılım
22 Nisan 2008
Mesajlar
7,346
Reaksiyon puanı
5
Puanları
0
Ekonomi demek, her şey demektir. Yaşamak için, mesut olmak için, insan varlığı için ne lâzımsa onların hepsi demektir. Ziraat demektir, ticaret demektir, çalışma demektir, her şey demektir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 110-111)

Güzel vatanımızı fakirliğe, memleketimizi haraplığa sürükleyen çeşitli sebepler içinde en kuvvetli ve en önemlisi, ekonomimizde bağımsızlıktan mahrumiyetimizdir. Memnunluk ve övünmeye değer ki, bu bağımsızlığı bugün fiilen elde etmiş bir durumda bulunuyoruz. Ancak, fiilen sahip olduğumuz bu bağımsızlığı, düşmanlarımıza şeklen ve resmen de onaylatmak gerekmektedir. Devletin ve milletin son hedefi, işte bu noktayı temine yönelmiştir. Kuvvetle ümit ediyoruz ki, bu noktayı teminde başarı kazanılacaktır. Bu nokta o kadar önemli ki, onu mutlaka elde edeceğiz!
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 119)

Ben, ekonomik hayat denince ziraat, ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün bayındırlık işlerini, birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmayan bir bütün sayarım. Bu vesile ile şunu da hatırlatmalıyım ki, bir millete bağımsız hüviyet ve kıymet veren siyasî varlık makinesinde, devlet, fikir ve ekonomik hayat mekanizmaları, birbirine bağlı ve birbirine tâbidirler; o kadar ki, bu cihazlar birbirine uyarak aynı ahenkte çalıştırılmazsa, hükûmet makinesinin motris kuvveti israf edilmiş olur, ondan beklenen tam verim elde edilemez. Onun içindir ki, bir milletin kültür seviyesi üç sahada, devlet, fikir ve ekonomi sahalarındaki faaliyet ve başarıları neticelerinin kazançlarıyla ölçülür.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 379)

Tarih, milletlerin yükseliş ve çöküş sebeplerini ararken birçok siyasî, askerî, toplumsal sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu sebepler, toplumsal hâdiselerde rol oynarlar. Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselişiyle, çöküşüyle ilişkili ve ilgili olan, milletin ekonomisidir. Tarihin ve tecrübenin tespit ettiği bu gerçek, bizim millî hayatımızda ve millî tarihimizde de tamamen belirmiş bulunmaktadır. Hakikaten Türk tarihi tetkik olunursa bütün yükseliş ve çöküş sebeplerinin bir ekonomi meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır. Tarihimizi dolduran bunca muvaffakiyetler,zaferler veyahut mağlubiyetler, yokluk ve felâketler, bunların hepsi meydana geldikleri devirlerdeki ekonomik durumumuzla ilgili ve ilişkilidir. Yeni Türkiyemizi lâyık olduğu seviyeye eriştirebilmek için, mutlaka ekonomimize birinci derecede ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz. Çünkü zamanımız tamamen bir ekonomi devresinden başka bir şey değildir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 100)

Bence, yeni devletimizin, yeni hükûmetimizin bütün esasları, bütün programları iktisat programından çıkmalıdır; çünkü, her şey bunun içinde bulunmaktadır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 111)

Türk milleti, bütün tarihinde harp meydanlarında birçok zafer taçları giymiştir. Bununla övünür, daima övünecektir. Ancak, bu övünç tacını daha çok süsleyerek milletin başında tutabilmek için, diğer bir sahada da mutlaka muvaffak olması lâzımdır; o da iktisattır.
1923 (Vakit gazetesi, 29. 1. 1931)

Bir milletin yaşama gereklerini, refah ve mutluluğunu teşkil eden ekonomi ile meşgul olamaması, olmaması, dikkati çeken bir durumdur. Fakat biz itiraf etmeye mecburuz ki, ekonomik hayatımıza lüzumu kadar ehemmiyet vermemiş bulunuyoruz. Bir milletin doğrudan doğruya yaşama gerekleriyle meşgul olamaması, o milletin yaşadığı devirler ile ve devirleri tespit eden tarihiyle çok ilgilidir. Bundan ötürü biz de eğer uğraşamamış isek, gerçek sebeplerini geçirdiğimiz devirlerde ve bilhassa tarihimizde arayabiliriz. Fakat böyle bir tetkik yaptığımız zaman, üzülerek itirafa mecburuz ki, biz henüz şimdiye kadar gerçek, ilmî, olumlu anlamıyla millî bir devir yaşayamadık. Bundan ötürü millî bir tarihe malik olamadık.
1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 100-101)

Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılamazlarsa husule gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 107)

Bilirsiniz ki, ekonomisi zayıf bir millet fakirlik ve yoksulluktan kurtulamaz; toplumsal ve siyasî felâketlerden yakasını kurtaramaz. Memleketin idaresindeki muvaffakiyet de ekonomisindeki kazançların derecesiyle orantılı olur. Hiçbir medenî devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından evvel ekonomisini düşünmüş olmasın. Memleket ve bağımsızlık müdafaası için varlığı gerekli olan bütün kuvvetler ve vasıtalar, ekonomik hayatın açılma ve gelişmesiyle olabilir.
1924 (Atatürk’ün S.D.II, S. 182)

Hayat demek ekonomi demektir. Yaşayabilmek için mutlaka kazanan olmalıdır. Bu millet şimdiye kadar imparatorluklar kurmuştur. Cihangirler yetiştirmiştir. Halbuki bazı devirler oldu ki, ekonomi ile uğraşmaya tenezzül etmemiştir! İktisadiyatı aşağı bir şey telâkki ederek onu başka unsurlara bırakmıştır. Bunun neticesi olarak bugün o unsurlar, o yabancılar esas unsurun fiilen efendisi olmuştur. Onlar, nihayet bu memleketi müstemleke telâkki etmişler, onu bir istismar sahası yapmışlardır. Hem nasıl müstemleke? Kendi evlâdıyla, kendi parasıyla idare olunan bir müstemleke... Ürünleri, bütün kazancı harice gitmek şartiyle.... Efendiler! Yaşamak için, kuvvetli bir devlet yapmak için iktisadiyat esastır. Onun için görüş noktamızı, çalışmalarımızı mutlaka bu merkezin etrafında toplamalıyız. Her mesai şubesini, mutlaka bu esas noktaya dayandırmalıyız. Meselâ maarif programımız ne olacaktır? Maarif programımız şu olacak ki, onu takip eden insanlar, güzel çiftçi, kunduracı, fabrikacı, tüccar olacak. Pratik, yararlı, verimli adam olacak... Bunları öğreten programların, bunları öğreten memleketlerin ve kuruluşların tümü maarif olacaktır.
1923 (Gazi ve İnkılâp Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 9. 1. 1930)

Türk tarihi zaferlerle doludur ve zaferlerden sonra milletin umumî hayatında ve istikbalinde etkili olacak esaslı tedbirler ve düzeltme yolunda mühim neticeler alındığı görülmüş değildir. Bunun içindir ki mazideki zaferlerin tesirleri geçici olmuş ve millet, ondan sonra daha müşkül şartlara ve açık söylemek mecburiyetindeyim ki, gerilemeye maruz kalmıştır. Ben ve siyasî partim, zaferden sonra geçen dört sene zarfında bilhassa bu esas görüş noktasından hareket ettik. Milletimiz silâhın ve siyasetin emsalsiz zaferlerini kazandıktan sonra milletin istikbaline dikilen bakışlarımızla, bir an hareketsizlik ve gevşeklik hissetmeksizin milletin istikbalini ebedileştirecek esaslı hedeflere çalışmamızı yönelttik.
1927 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 530)

Nazilli Kumaş Fabrikası’nda, işleyen makineleri incelerken söylediği söz:
- İşte, halka hayat veren gerçek musiki!
1937 (Afetinan, Ayın Tarihi, No: 47, 1937, s. 52)

Hepiniz hatırlayabilirsiniz: Kanuni Sultan Süleyman zamanında Venediklilerle ticaret antlaşması yapılmıştı. Fakat Padişah, Venediklilerle ticaret antlaşması yapmayı kendi şerefine ve onuruna aykırı buldu. Zira onun zihniyetine göre antlaşma, birbiriyle eşit milletler arasında yapılırdı. Halbuki Venedik, o zaman Osmanlı Devleti’ne eşit olmak şöyle dursun, onun doğrudan doğruya emri altında idi. Bundan ötürü Padişah, böyle bir hükûmetle antlaşma yapamazdı; fakat ona müsaadelerde bulunabilirdi ve müsaadelerde bulundu. İşte bu müsaade kelimesi, kapitülâsyonlar kelimesiyle tercüme edilmiştir. Halbuki biliyorsunuz, kapitülâsyon kelimesi, bir kale içinde muhasara olunan, savunulacak gereç ve vasıtalarını kullandıktan sonra teslimini bildirmeye mecbur olanlar hakkında kullanılan bir kelimedir. İşte böyle bir kelimeyi, padişahların müsaadesini tercüme ederken kullanmış bulundular.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 102)

Kapitülâsyonlar, bir devleti mutlaka çökertir. Osmanlı Devleti ile Hindistan Türk ve İslâm İmparatorlukları bunun en büyük delilidir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 97)

Biliyorsunuz ki Osmanlı Devleti “uhud-i atika”* namı altında bir takım kapitülâsyonların esiri idi. Memleket dahilindeki Hristiyan unsurlar birçok imtiyazlara, muafiyetlere sahip bulunuyordu. Bir devlet, kendi memleketinde bulunan yabancılara yargı hakkını uygulayamazsa, bir millet, kendi halkından aldığı bir vergiyi yabancılardan almaktan menedilmiş bulunursa, bir devlet kendi hayatını kemiren kendi dahilindeki unsurlar hakkında tedbirler almaktan menedilirse böyle bir devletin, egemenliğine sahip bağımsız bir devlet olduğuna inanmak doğru olur mu? İşte Osmanlı Devleti böyle bir halde idi. Bu kadar da değil... Osmanlı Devleti, kendisini tesis eden esas unsurun, milletin insanca yaşamasını temin edecek işlere de girişmekten menedilmişti. Memleketi imar edemez, demiryolu yaptıramaz, yaptırmaya teşebbüs ettiği zaman derhal yabancılar müdahale eder, hatta bir mektep yapmak istediği zaman bile müdahaleye maruz kalırdı. Kayda değer ki, bütün bu fenalıklar, milletin boynuna geçirilmiş bütün bu zincirler, milletimizin herhangi bir hastalığından, devletin güçsüzlüğünden ileri gelmiş değildi. Bilâkis bütün bu esaret zincirleri devletin en güçlü, en kudretli bulunduğu bir zamanda boynumuza, devletin boynuna geçirilmiştir.
Efendiler, bu halin hikmetini, devlet kavramını anlayış şeklinde aramak lâzımdır. Biliyorsunuz ki tacidarlar, hükümdarlar ve bilhassa kendilerine “Allahın Gölgesi” diyen padişahlar, memleketi kendi mâlikânesi ve bütün aslî unsur olan milleti de yine Allah tarafından kayıtsız şartsız emrine boyun eğen bir kütle farz ederler. Bundan başka padişahların etrafında birtakım menfaatperestler bulunur ki, onlar da padişahın lütfuna, himayesine erişmek için bu görüş tarzını iyi imiş gibi gösterirlerdi. Bütün bu görüş ve yorumlar karşısında mâsum millet, hakikaten bunun doğru olduğunu, dinin icabından bulunduğunu farz ve zanneder. İşte Osmanlı padişahları, milletin bu telâkkisinden istifade ederek milletin hakkı olan, milletin şerefi, haysiyeti ve bütün mevcudiyetiyle ilgili olan birçok kaynakları, hediye ve bağış olarak yabancılara vermekte tereddüt etmemişlerdir. Biliyorsunuz ki ilk kapitülâsyon Fatih zamanında, İstanbul’da oturan Cenevizlilere verilmiş, biraz sonra genişletilmiş ve başka milletleri de içine almıştır. Yine pekâlâ biliyorsunuz ki, milletin içinde yaşayan Hristiyan unsurlara imtiyaz, aynı tarihte verilmiştir. Fakat milletin hayatî kaynaklarıyla o kadar ilgili olan bu imtiyazlar verile verile o kadar büyüdü ki millet, sırtına yüklenen bu yükün altında kıvranmaya başladı. Tahammül edememeye başladı. Onları, bir hediye ve bağış olarak alanlar, sonraları bu imtiyazları bir kazanılmış hak telâkki ettiler. Onunla da kanaat etmediler. Her vesileden istifade ile onları artırmak ve genişletmek vasıtalarına gittiler. Hükûmeti tehdide kalkıştılar. Efendiler, haşmet ve gösteriş içinde vakit geçirmeye alışan bu padişahlar, saray ve erkânı, debdebeyi devam ettirmek kanaatinde bulunuyorlardı. Onun için devletin hakikî kaynaklarını kuruttuktan sonra muhtaç oldukları parayı hariçten tedarike kalkıştılar. Bunun için de birçok borçlanmalar yaptılar. Milletin bütün kaynaklarını vermek ve haysiyet ve şerefini feda etmek suretiyle o borçlanmaları yaptılar. Bir gün, o paraların faizlerini ödeyemeyecek hale geldiler. Devlet, cihan gözünde iflâs etmiş sayıldı.
Osmanlı Devleti’nin son dakikaya kadar gösterdiği manzara şu idi: Memleket dahilinde bütün Hristiyan unsurlar, esas unsurun çok çok üstünde birçok istisna ve imtiyazlara sahip... Bu unsurlar, devleti mahvetmek için her türlü hususî teşkilâta sahip ve haricin daimî teşviklerine ve himayesine mazhar.. Devlet ve Hükûmet ise bunu menetmekten âciz.. Çünkü bütün bu imhakâr girişimlerin dayanak noktası, dışarda birtakım kuvvetli devletler idi. Dışardaki devletler hem bir taraftan içerdeki unsurları, devlet ve memleketi tahrip etmeye ve bir takım istiklâller meydana getirmeye teşvik ediyor, harekete getiriyor; bir taraftan da onların nam ve hesabına müdahale ediyor, çalışıyor ve bu suretle bütün dünya nazarında Osmanlı Devleti’nin hiçbir kıymet, fazilet ve haysiyeti kalmıyor, devlet haysiyeti namına hiçbir şey kendisinde mevcut kabul edilmiyor, âdeta himaye ve vesâyet altında bir toplum gibi farz olunuyordu. İşte bu acı darbenin son safhası olmak üzere memleket ve millete son darbeyi indirmeye hazırlandıkları sırada, memleketin başında bulunan Saray, Babıâli ve bütün mensupları o düşmanlarla beraber olarak milletin başına musallat oldular; en son cinayeti işlediler.
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 24-25. 12. 1929)
 

Be5tE

Dekan
Katılım
22 Nisan 2008
Mesajlar
7,346
Reaksiyon puanı
5
Puanları
0
Kapitülâsyonların konferansta* birçok toplantıları işgal etmiş olması sebebini bir türlü anlayamıyoruz. Bu meselenin söz konusu edilmesi ve görüşülmesi bile millî onurumuza yöneltilmiş bir hakarettir. Kapitülâsyonların Türk milleti için ne derece iğrenç bir şey olduğunu size tarife gücüm yetmez. Bunları, diğer şekil ve namlar altında gizleyerek bize kabul ettirmeye muvaffak olacaklarını tasavvur ve tahayyül edenler bu konuda pek çok aldanıyorlar. Zira, Türkler kapitülâsyonların devamının kendilerini pek az bir zamanda ölüme sevk edeceğini pek iyi anlamışlardır. Türkiye, esir olarak mahvolmaktansa, son nefesine kadar mücadele etmeye ve savaşmaya karar vermiştir.
1922 (Atatürk’ün S.D.III, s. 57)

Bugün için ticaretimiz hakkında ne düşünüyorsun diye sorarsanız, bu suale bir tek cevap vereceğim. Bugün için düşündüğüm tek şey, kapitülâsyonlardır. Maddeten, fiilen, kanla kaldırılmış olan kapitülâsyonların, bir daha dirilmemek üzere yokluğa gömülmesini temin etmektir. Ticaretimizin de, sanayimizin de, her nevi ekonomimizin de gelişme ve yükselmesi, ancak buna bağlıdır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 136)

Her şeyden evvel şurası bilinmek lâzımdır ki Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, kapitülâsyonların bırakılmasını asla kabul etmeyecektir. Şayet yabancı uyruklar, eskiden olduğu gibi bundan sonra da kapitülâsyonlardan istifade etmeyi düşünüyorlarsa aldanıyorlar. Kapitülâsyonlar bizim için mevcut değildir ve aslâ mevcut olmayacaktır. Türkiye’nin bağımsızlığı her sahada tamamen ve toptan tasdik olunmak şartiyle kapılarımız bütün yabancılara genişçe açık kalacaktır.
1922 (Atatürk’ün S.D.III, s. 49)

17 Şubat 1923’de İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’ni açılış konuşmasından:
Efendiler; Yüksek heyetinizin bugün yapmış olduğu Türkiye İktisat Kongresi çok önemlidir, çok tarihîdir. Nasıl ki Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi felâket noktasına gelmiş olan bu milleti kurtarmak hususunda Misak-ı Millî’nin ve Anayasa’nın ilk temel taşlarını bulmada etken olmuş, etkili olmuş, girişici olmuş ve bundan dolayı tarihimizde, millî tarihimizde ve millî hayatımızda en kıymetli ve yüksek hatıraya erişmiş ise, kongreniz de milletin ve memleketin hayatını ve gerçek kurtuluşunu temine aracı olacak kuralın temel taşlarını ve esaslarını gösterip ortaya koymak suretiyle tarihte en büyük üne ve çok kıymetli bir hatıraya erişecektir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 112)

Bu vatan, çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya değer bir vatandır. İşte bu memleketi böyle bayındır hale, cennet haline getirecek olan, ekonomik etkenler ve ekonomik faaliyettir. Bu sebeple, öyle bir ekonomi devri lâzımdır ki, artık milletimiz insanca yaşamasını bilsin, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrensin ve o gereklere başvursun. Hepimizin arzusu şudur ki, bu memleketin fertleri ellerinde örnekleriyle tarımın, ticaretin, sanatın, çalışmanın, hayatın bir temsilcisi olsun. Ve artık bu memleket böyle fakir ve bu millet yoksul değil, belki memleketimize zengin memleketi, zenginler memleketi, bu yeni Türkiye’nin adına da çalışkanlar diyarı denilsin. İşte millet böyle bir devir içinde bulunuyor ve böyle bir devre yükselecektir. Ve böyle bir devrin tarihini yazacaktır. Ve böyle bir devirde, böyle bir tarihte en büyük yer, en büyük hak çalışkanlara ait olacaktır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 108)

Bu geniş memleketi bayındır bir hale çevirmek lâzımdır. Bu halk, zengin olmaya mecburdur. Memleket bayındır olmazsa, bu halk zengin olmazsa, size hâlâ yaşamak imkânından bahsederlerse inanmayınız.
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 2. 2. 1930)

Herkes güvenle ve bilhassa çok büyük ümitlerle tarlalarında veya sanatları başında faaliyete geçmiş bulunuyor. Ve çalışma ve faaliyetlerinin kendilerinden zorla alınmayacak ürünlerini toplayacaklarından emindirler.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 55)

Muharebe meydanlarında kıymetli evlâtlarımızın süngü ve silâhlarının zaferi kâfi değildir. Bu zafer ve başarı çok büyüktür; ancak, gerçek refah ve mutluluğa sahip olabilmek için, asıl bundan sonra çalışmak gerekir. Sizin için zafer ve ilerleme sahası ekonomide, ticarettedir. Bunu takdir ediyorsanız, çok çalışmaya mecbursunuz. Aksi takdirde memleketin gerçek sahibi olduğunuzu söyleseniz bile, kimseyi inandıramazsınız.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 129)

Eğer, bugüne kadar iktisadî sahada arzu ettiğimiz derecede büyük gelişmeler görülemiyorsa, bunu tabiî bulmak lâzımdır. Bu demek değildir ki Türk milleti iktisadiyat sahasında kabiliyetsizdir. Bunu diyenler belki vardır.Bunlar, Türk milletinin hakikî tarihini bilmeyenler ve onu gerçek kıymetiyle tanımamış olanlardır. Bütün insanlığa ziraatı, sanatı ilk öğreten Türk milletidir. Türk milletinin dünyaya eğiticilik etmiş olduğuna artık, gerçek âlimlerin şüphesi kalmamıştır. Türk milletinin, bundan sonra da lâyık olduğu derecede iktisadiyat sahasında yükseleceğine kimsenin şüphesi olmamalıdır. Partimizin vazifesi, bu hedefe bir an evvel erişebilmek için millete yol göstermek ve yardım etmektir. Biz bunu bir vicdan borcu, bir insanlık borcu biliriz. Borcumuza sadığız; daima sadık olacağız.
1931 (Vakit gazetesi, 29. 1.1931)

Memleketimizin ekonomik kaynakları, bütün dünyanın hırslarını çekecek verim ve servete maliktir. Halkımızın çiftçi olması, topraklarımızın dünyanın en bereketli topraklarından bulunması, maddî hayat için hiçbir endişeye yer bırakmamaktadır.
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 229)

Memleketimiz baştan nihayete kadar hazinelerle doludur. Biz, o hazineler üstünde aç kalmış insanlar gibiyiz. Hepimiz bütün bu hazineleri meydana çıkarmak ve servet ve refahımızın kaynaklarını bulmak vazifesiyle yükümlüyüz. Bu vazifelerin kolaylıkla yapılabileceğini kabul etmek doğru değildir. Eminim ki, gençler yalnız nazariyatla meşgul değillerdir. Sanatın, ziraatın, ticaretin ne olduğunu anlayan ve bunları fiilen uygulayan gençlerdir. Gerçek zaferlere, ancak bu gibi verimli sahalardaki faaliyetle varacağız.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.114)

Üzerinde yaşadığımız vatanın servet kaynaklarını işletmek ve bu suretle istikbalimizi açmak ve aydınlatmak için yapılabilecek olan her tedbire başvurulacaktır.
1931 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 552)

Ekonomik kalkınma, Türkiyenin, hür, bağımsız, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin, belkemiğidir. Türkiye bu kalkınmada, iki büyük kuvvet dizisine dayanmaktadır:
Toprağının iklimleri, zenginlikleri ve başlı başına bir servet olan coğrafî vaziyeti ve bir de, Türk milletinin, silâh kadar, makine de tutmaya yaraşan kudretli eli ve millî olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda, tarihin akışını değiştirir yiğitlikle beliren, yüksek sosyal benlik duygusu...
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 383)

Bundan sonra pek mühim zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zafer süngü zaferleri değil, ekonomi ve ilim ve kültür zaferleri olacaktır. Ordumuzun şimdiye kadar kazandığı zaferler, memleketimizi gerçek kurtuluşa yöneltmiş sayılamaz. Bu zaferler, ancak gelecek zaferimiz için kıymetli bir zemin hazırlamıştır. Askerî zaferlerimizle gururlanmayalım. Yeni ilim ve ekonomi zaferlerine hazırlanalım.
1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 72)

Yeni Türkiye Devleti temellerini süngü ile değil, süngünün de dayandığı ekonomi ile kuracaktır. Yeni Türkiye Devleti cihangir bir devlet olmayacaktır. Fakat yeni Türkiye Devleti, bir ekonomik devlet olacaktır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 56-57)

İçinde olduğumuz halk devrinin, millî devrin millî tarihini de yazabilmek için kalemlerimiz, sabanlar olacaktır. Bence halk devri, “ekonomi devri” kavramı ile ifade olunur.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 108)

Biz, bu milleti bugünkü şeklinden daha yüksek derecelere çıkarmakla yükümlü adamlarız. Bu yükseliş, yalnız meydan muharebelerinde kazandığımız şereflerle olamaz; bu, buna kâfi değil. Asıl yükseliş, iktisat sahasında yükseliş olacak!
(Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış, 1938, s. 258-259)

Bütün dünyada olduğu gibi memleketimizde de en başta bulunan mühim işimiz, iktisat işidir.
1932 (Milliyet gazetesi, 13.9.1932)

Tüccar, milletin emeği ve üretimi kıymetlendirilmek için, eline ve zekâsına güvenilen ve bu güvene liyakat göstermesi gereken adamdır.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 381)

Ticarette çok kazanmak değil, sağlam ve temiz kazanmak kuralı hâkimdir.
1931 (Cumhuriyet gazetesi, 25. 7. 1931)

Eğer tüccarlar bizden olmazsa, millî servetin ehemmiyetli bir kısmı şimdiye kadar olduğu gibi, yine yabancılarda kalacaktır. Onun için millî ticaretimizi yükseltmeye mecbursunuz.
1932 (Atatürk’ün S.D.II, s. 132)

Ekonomik faaliyeti dayandıracağımız esaslar, her türlü bilgiyle beraber bilhassa doğrudan doğruya memleketimiz topraklarını koklayarak ve bu topraklarda bizzat çalışan insanların sözlerini işiterek tespit olunacaktır.Sanayi ve ticaretimiz için de aynı görüş geçerli olacaktır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 56)

Paramızı, hayatımızı dış düşmanların sataşmasından kurtarmak, bu memleketin dış düşmanlara esir olmasına müsaade etmemek ne kadar lâzımsa, aynı zamanda ve onlardan daha fazla bir uyanıklıkla iç düşmanlara, içerdeki zararlı adamlara da dikkatle bekçilik yapmak ve onların her hareketlerini gözden kaçırmamak mecburiyetindeyiz.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 132)

Sırtınıza giydiğiniz elbise, ayağınıza geçirdiğiniz kunduradan en ufak şeylere kadar sanat sahiplerine muhtaçsınız. Bütün bu ihtiyacınızı temin için paranızı düşmanlara vermemek lâzımdır. Kazancınızın heba olmaması için, başkalarına haraçgüzar olmamak için dindaşınız olan, kendinizden olan sanatkârlara koşacaksınız. Onlara yardım etmek hem borcunuz, hem menfaatinizdir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.131)

Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılamaz; bununla beraber, hiçbir piyasa da başıboş değildir.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 381)

Küçük esnafa ve büyük sanayi erbabına muhtaç oldukları kredileri kolayca ve ucuzca verecek bir teşekkül vücuda getirmek ve kredinin, normal şartlar altında, ucuzlatılmasına çalışmak da çok lâzımdır.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 382)

Endüstrileşmek, en büyük millî davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde mevcut olan büyük, küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz. En başta vatan müdafaası olmak üzere, mahsullerimizi kıymetlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve refahlı Türkiye idealine ulaşabilmek için, bu bir zarurettir.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 381)

Millî ihtiyaç ve menfaatlerimizin kaçınılmaz kıldığı sanayi şubelerinin bir an önce gerçekleştirilmesine, hassasiyetle çalışıyoruz.
1932 (Atatürk’ün S.D.I, s. 358)

Sanayideki girişimler de, teşvik edecek ve cesaret verecek niteliktedir. Fakat memleketin zorunlu sanayiinin kurulması bitmedikçe, her görüş noktasından yürek istirahati duymamıza imkân yoktur. Bu sebeple, memleketin sanayi donanımını tamamlamak için, bütün gayret ve dikkatimizi toplamayı yerinde bulurum.
1932 (Atatürk’ün S.D.I, s. 359)

Kanaatim odur ki muhakkak surette birleşmede kuvvet vardır. Kooperatif yapmak, maddî ve mânevî kuvvetleri, zekâ ve maharetleri birleştirmektir. Yoksa, bir zayıf ile bir kuvvetlinin birleşmesinden bahsetmiyorum. Birleşmenin böylesi, zayıf olanın kuvvetliye esir olması demektir. .. Türkiye’nin çalışma hayatı ve mevcudiyetini mütalâa edince birleşmeden doğan fayda ve menfaatlerin çok büyük olacağı kanaatine varacağımızdan şüphe etmiyorum. Böyle bir girişim olurken, birtakım şikâyetçiler olabilir. Üreticilerin birleşmesinden şahsî menfaatleri bozulacağını düşünenler, tabiî şikâyet edeceklerdir. Fakat, memleketimiz el değmemiş bir sahadır. Görülecek çok iş vardır. Onları da tatmin edcek birçok meşguliyetler bulunabilir. Gerçek ticaret erbabı için hiçbir zarar tasavvur etmiyorum.
1931 (Vakit ve Cumhuriyet gazeteleri, 1. 1. 1931)
 

Be5tE

Dekan
Katılım
22 Nisan 2008
Mesajlar
7,346
Reaksiyon puanı
5
Puanları
0
İş Bankası kurumu, Cumhuriyet tarihinde ekonomi bakımından başlı başına yer alacaktır.Bu kurum, değersiz bir servetin bile, ekonomik hayatta fert menfaatlerine kullanılmayıp ulus menfaatine kullanılmasından çıkabilecek olan büyük neticeleri, az bir zamanda ve özellikle yepyeni bir devlet kuruluşunun türlü inkılâp güçlükleri içinde evrensel bir surette fiilen göstermiştir.
1936 (Türkiye İş Bankası, Kuruluşu, Çalışmaları, Eserleri, 1942, s. 7)

Banka, memleketimizin iktisadiyatına çok yararlı hizmetler yapmıştır. Bence, bütün bu hizmetlerin üstünde daha büyük olan bir hizmeti de bankacılığa gençlerimizi yetiştirmiş olmasıdır. En çok bununla iftihar ederiz.
1933 (Akşam gazetesi, 27. 8. 1933, s.2)

En güzel coğrafî vaziyette ve üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye, endüstrisi, ticareti ve sporu ile, en ileri denizci millet yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifadeyi bilmeliyiz; denizciliği, Türk’ün büyük millî ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 382)

Adana’da Esnaf Cemiyeti’nin çayında söylemiştir:
Bir milleti yaşatmak için birtakım temeller lâzımdır ve bilirsiniz ki, bu temellerin en mühimlerinden biri sanattır. Bir millet, sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet, bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve hastalıklı bir kimse gibidir. Hattâ kastettiğim mânayı bu söz de ifadeye kâfi değildir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 125)

Sanatın önemini takdir etmeli ve bu takdirin, bugünün gereklerine göre lâzım gelen vasıtalara başvurmakla olacağını anlamalıyız.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 126)

Babalarımız, babalarımızın babaları sanatla, millete hayat ve mutluluk verecek alanlarla gereği kadar uğraştırılmamış, kendi evlerini ve kendi işlerini bırakmışlar, yabancıların bekçiliğini yapmışlardır. Halbuki, bizi mahvetmek isteyenler sanatın her dalında ilerlemişlerdir. Bugünkü tezgâhla Amerika ve Avrupa’ya karşı mücadelenin sonucu mağlubiyettir. Kendi derecemizi bilelim, insaf edelim. Neyi öğrenmek lâzımsa onu öğrenelim; bize din de Allah da bunu emrediyor.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.128)

Erişmeye mecbur bulunduğumuz seviyeye, bugüne kadar uzak kalışımızın mühim sebeplerinden biri, sanata ve sanatkârlığa lâyık olduğu derece ehemmiyet verilmemiş olmasıdır. Bunda kabahatin, her şeyde olduğu gibi,sultanlarda, şahsî saltanatlarda olduğu daima hatırda tutulmalıdır. Milleti içinde bir saraç mevcudiyetinden üzgün, kırgın olan Osmanlı Padişahı vardı.
1923 (Maarif Vekilliği Dergisi, Sayı : 21-22, Şubat 1939)

Memleketimizin verimli topraklarından, sonsuz özelliklerinden, çeşitli ve zengin kaynaklarından kimseye muhtaç olmaksızın hakkıyla istifade edebilmek için ve bundan ötürü milletimizi mesut ve müreffeh, ordumuzu tamamen ihtiyaçtan uzak ve kuvvetli yaşatabilmek için, sanat şarttır. Sanatın en basiti, en şereflisidir. Kunduracı, terzi, marangoz, saraç, demirci, nalbant, sosyal hayatımızda, askerî hayatımızda hürmet ve değer mevkiine hak kazanmış sanatkârlardır.
1922 (Atatürk’ün S.D. II, s. 32-33)

Dünyanın fen ve sanatta en son ilerlemelerini göz önünde bulunduracağız.
1924 (Atatürk’ün S.D.II, s. 167)

Bir millet, sanatsız yaşayamaz. Mazide belki büyük fabrikalar halinde değil, fakat her evde bir tezgâh veya birkaç tezgâh vardı. Milletimizin gayet ince sanatları vardı. Bunların da hepsi bitti. Çünkü yabancılara verilen imtiyazlar, bu küçük tezgâhların yaşamasına mâni oluyordu. Yabancı mallarına rekabet etmek ihtimali yoktu. İmtiyazlı ithalât neticesinde sanayimiz söndü. Bunları da canlandırmak lâzımdır. Artık, yeni hükûmette dış imtiyazlar söz konusu olamaz. Ancak, küçük tezgâhlarda da umumî ihtiyaçlar temin edilemez. Onun için memlekette fabrikalar kurmaya, sanayiin gelişmesini kolaylaştırmaya mecburuz. Yollarımızı, demiryollarımızı yapmak için, limanlar vücuda getirmek için ne kadar para, ne kadar uzmanlık lâzımdır! Bunu biraz düşünmek, insanı hüzne ve umutsuzluğa sevk eder. Bununla beraber asla umutsuz olmak lâzım gelmez. Biz, bu kadar geniş, kıymetli ve sonsuz hazinelere mâlik olan bu memleketin sahibi oldukça ve milletimiz gayet kıskanç bir suretle millî egemenliğini elinde tutarak mukadderatını bizzat idareye devam ettikçe sermaye de, kurumlar da, uzmanlık da bulur, her şey bulur!
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan,Milliyet gazetesi, 8. 9. 1930)

Biz Türkler, yüz sene evveline kadar her şeyi kendi çekicimizle, kendi örsümüz üzerinde vücuda getirir, kendi çarşımızda kendi elimizle satardık. İşte bunun için büyük bir millettik.
1923 (Atatürk’ün S.D.V, s. 203)

Türk lokantacıları tarafından şerefine verilen ziyafette söylemiştir:
Sofra düzeni, sofra hizmeti gerçekten önemlidir; en önemli ihtiyaçlarımızdandır. Bunun için esas, sofra yöneticileri ve garsonlardır. Üzülerek söylemek gerekir ki, memleketimizde bu tür sanatkârlar ihtiyaç ile orantılı tarz ve miktarda yetiştirilmemiştir. Evlerimizde, lokantalarımızda, otellerde bu hususları, medenî insanlara yakışacak biçimde yapmaya mecburuz. Bugün burada bir defa daha gördük ki, aşçılık sanatında yüzümüzü güldürecek sanatkârlarımız vardır; kendilerini takdir ile anıyorum.
1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 221)

Bizzat Anadolu içerlerinde yaptığım seyahatlerimde gördüm ki, biz Türkler misafirlerimizi ağırlama için onlara verdikleri ziyafetlerde çok sayıda yemek yapıyoruz. Bu ekonomiye aykırı olduğu gibi, takdir edersiniz ki sağlığı da zararlıdır. Milletimizin misafirperverlikteki bu geleneğini makul bir hadde çevirmeyi hepimiz vazife saymalıyız.
1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 221)

Halkımızın estetik kabiliyetlerini aksettiren ve her günkü ihtiyaçlarımızın büyük bir kısmını karşılayan el ve ev küçük sanatlarının, cumhuriyet rejiminde lâyık olduğu seviyeye yükseltilmesi gerekir. Bunun için özendirmeler yapılmasını tavsiyeye değer bulurum.
1938 (Atatürk’ün S.D.I, s. 392)

Türkiye Cumhuriyeti, sanat mekteplerinin tam gelişmesine çok muhtaçtır.
1924 (Maarif Vekilliği Dergisi,
sayı: 21-21, Şubat 1939)

Türkiye’de devlet madenciliği, millî kalkınma hareketiyle yakından alâkalı mühim konulardan biridir.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 382)

Ekonomik siyasetimizin mühim gayelerinden biri de umumî menfaatleri doğrudan doğruya ilgilendirecek ekonomik kuruluşları ve teşebbüsleri, malî ve teknik kudretimizin müsaadesi nispetinde devletleştirmedir. Bu cümleden olarak topraklarımızın altında işlenilmeden duran maden hazinelerini az zamanda işleterek milletimizin menfaatine açık bulundurabilmek de ancak bu usul sayesinde mümkündür.
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 220)

Maden işletilmesi, gelişme halindedir. Madenlerimiz, bizim başlıca bir döviz kaynağımız olduğu için de, yüksek dikkatinizi çekmeğe değerdir.
1936 (Atatürk’ün S.D.I, s. 374)

1935 Ağustos ayında Milletlerarası İzmir Fuarı’nın açılışına gönderdiği mesaj :
Türkiye’nin uyguladığı devletçilik sistemi, ondokuzuncu asırdanberi sosyalizm nazariyecilerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye has bir sistemdir. Devletçiliğin bizce mânası şudur: Fertlerin özel teşebbüslerini ve faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında asırlardan beri ferdî ve hususî teşebbüslerle yapılamamış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi ve kısa bir zamanda yapmaya muvaffak oldu. Bizim takip ettiğimiz bu yol, görüldüğü gibi, liberalizm’den başka bir yoldur.
1935 (Ulus gazetesi, 23.8.1935, s. 5)

Herhalde devletin, siyasî ve fikrî hususlarda olduğu gibi bazı ekonomik işlerde de düzenleyiciliğini ilke olarak kabul etmek uygun görülmelidir. Bu takdirde karşı karşıya kalınacak müşkülât şudur: Devlet ile ferdin karşılıklı faaliyet sahalarını ayırmak.
Devletin bu husustaki faaliyet hududunu çizmek ve bu hususta dayanacağı kuralları tespit etmek; diğer taraftan, vatandaşın ferdî teşebbüs ve faaliyet hürriyetini sınırlamamış olmak, devleti idareye salâhiyettar kılınanların düşünüp tâyin etmesi lâzım gelen meselelerdir. İlke olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat “ferdin gelişmesi için umumî şartları göz önünde bulundurmalıdır”. Bir de ferdin şahsî faaliyeti, ekonomik ilerlemenin esas kaynağı olarak kalmalıdır. Fertlerin gelişmesine mâni olmamak, onların her görüş noktasından olduğu gibi, bilhassa ekonomik sahadaki hürriyet ve teşebbüsleri önünde devlet kendi faaliyetiyle bir engel vücuda getirmemek, demokrasi ilkesinin en mühim esasıdır. O halde diyebiliriz ki “ferdiyet gelişiminin engel karşısında kalmaya başladığı nokta, devlet faaliyetinin hududunu teşkil eder”. Buna göre, “umumiyetle, zaman ve mekânda daimî bir hususî özellik gösteren ekonomik bir işi, devlet üzerine alabilir”. Meselâ; bir iş ki büyük ve muntazam bir idareyi gerektirir ve hususî fertler elinde tekelleşmeye uğramak tehlikesini gösterir veyahut umumî bir ihtiyaca tekabül eder, o işi devlet üzerine alabilir. Madenlerin, ormanların, kanalların, demiryollarının, deniz ulaşım şirketlerinin devlet tarafından idaresi ve para çıkaran bankaların millîleştirilmesi; yine su, gaz, elektrik vesaireye ait işlerin yerel idareler tarafından yapılması, yukarda izah ettiğimiz türden işlerdir.
Bu izah ettiğimiz mâna ve telâkkide, “devletçilik, bilhassa içtimaî, ahlâkî ve millîdir”. Millî servetin dağılımında, daha mükemmel bir adalet ve emek sarf edenlerin daha yüksek refahı, millî birliğin muhafazası için şarttır. Bu şartı daima göz önünde tutmak, millî birliğin mümessili olan devletin mühim vazifesidir.
Umumî menfaate hizmet eden müesseselerin çoğaltılması, devletin ehemmiyetle göz önünde tutucağı bir meseledir. Bu sayede sırf menfaatperest faaliyetler sınırlanır. Bu, vatandaşlar arasında ahlâkî dayanışmanın gelişmesine yardım eden mühim bir etkendir.
Memlekette her nevi üretimin daha fazlalaşması için, ferdî teşebbüsün, devletçe gerekli olduğunu da ehemmiyetle kaydettikten sonra, ifade etmeliyiz ki “Devlet ve fert birbirine karşıt değil, birbirinin bütünleyicisidir”.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 441-445)
 

Be5tE

Dekan
Katılım
22 Nisan 2008
Mesajlar
7,346
Reaksiyon puanı
5
Puanları
0
Cumhuriyetimiz henüz çok gençtir. Maziden kendine miras kalan bütün hayatî işler, zamanın mecburiyetlerini tatmin edecek derecede değildir. Siyasî ve fikrî hayatta olduğu gibi iktisadî işlerde de fertlerin teşebbüsleri neticesini beklemek doğru olamaz. Mühim ve büyük işleri, ancak milletin umum servetine ve devletin bütün teşkilât ve kuvvetine dayanarak, millî egemenliğin tatbik ve icrasını düzenleme ile görevli olan hükûmetin, mümkün olduğu kadar üzerine alıp başarması tercih olunmalıdır.
Diğer bazı devletlerin ikinci derecede görebileceği ve fertlerin teşebbüslerine terk olunmasında sakınca görülmeyen işlerden bir çoğu, bizim için hayatîdir ve birinci derecede mühim devlet vazifeleri arasında sayılmalıdır.
Özet olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni idare edenlerin, demokrasi esasından ayrılmamakla beraber “ılımlı devletçilik” ilkesine uygun yürümeleri, bugün içinde bulunduğumuz hallere, şartlara ve mecburiyetlere uygun olur. Bizim takibini uygun gördüğümüz “ılımlı devletçilik” ilkesi, bütün üretim ve dağılım araçlarını fertlerden alarak, milleti büsbütün başka esaslar dahilinde tanzim etmek gayesini takip eden sosyalizm ilkesine dayalı kollektivizm yahut komünizm gibi hususî ve ferdî iktisadî teşebbüs ve faaliyete meydan bırakmayan bir sistem değildir.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 447 - 449)

Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil ve fakat ferdî ve toplumsal hayat için işbölümü itibariyle muhtelif çalışma gruplarına ayrılmış bir topluluk olarak düşünmek, esas ilkelerimizdendir.
A) Çiftçiler, B) Küçük sanat sahipleri ve esnaf, C) Amele ve işçi, D) Serbest meslek sahipleri, E) Sanayi sahipleri, F) Tüccar ve G) Memurlar, Türk topluluğunu teşkil eden başlıca çalışma gruplarıdır. Bunların her birinin çalışması, diğerinin ve umumî topluluğun hayat ve mutluluğu için zarurîdir. Partimizin bu prensiple hedef tuttuğu gaye, sınıf mücadelesi yerine toplumsal düzen ve birliği temin etmek ve birbirini zedelemeyecek şekilde menfaatlerde ahenk kurmaktır. Menfaatler, kabiliyet, marifet ve çalışma derecesiyle orantılı olur.
1931 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 550)

Muhtelif meslek sahiplerinin menfaatleri diğerlerine karışmış olduğundan, onları sınıflara ayırmak imkânı yoktur ve bütünü halktan ibarettir.
1923 (Atatürk’ün S.D. II, s.97)

Biz, memleket halkı fertlerinin ve muhtelif sınıf mensuplarının birbirlerine yardımlarını, aynı kıymet ve mahiyette görürüz; hepsinin menfaatlerinin aynı derecede ve aynı eşitseverlik hissiyle teminine çalışmak isteriz. Bu tarz, milletin umumî refahı, devlet yapısının kuvvetlenmesi için, daha uygun olduğu kanaatindeyiz. Bizim nazarımızda çiftçi, çoban, işçi, tüccar, sanatkâr, asker, doktor, kısaca, herhangi bir sosyal müessesede faal bir vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti eşittir. Devlete, bu telâkki ile azamî faydalı olmak ve milletin emniyet ve iradesini, yerine sarf edebilmek, bizce, bizim anladığımız mânada, halk hükûmeti idaresi ile mümkün olur.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 425-427)

Bugünkü savaşımlarımızın gayesi, tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın tamlığı ise ancak malî bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan mahrum olunca, o devletin bütün hayatî kuruluşlarında bağımsızlık felce uğramıştır. Çünkü, her devlet organı ancak malî kuvvetle yaşar. Malî bağımsızlığın korunması için ilk şart, bütçenin ekonomik bünye ile orantılı ve denk olmasıdır. Bundan ötürü, devlet bünyesini yaşatmak için dışarıya müracaat etmeksizin memleketin gelir kaynaklarıyla idareyi temin çare ve tedbirlerini bulmak, lâzım ve mümkündür. En üst derecede tasarruf, millî özelliğimiz olmalıdır. Mazinin ve düşmanların, memleket ve milletimizi bütün medeniyet dünyasıyla birlikte ileriye götürmekten menetmiş olan zincirleri, bugün bizi, az zamanda fevkalâde girişimlerde ve icraatta bulunmaya zorluyor. Ancak, bu mecburiyetin tatmini ve kayıpların telâfisi bugünkü maliye kudretimizin üstündedir. Bundan dolayı hükûmetimizin, her medenî devlet gibi dış borçlanmalar yapmasına lüzum vardır. Şu kadar ki ödünç alınan yabancı paralarını, şimdiye kadar Babıâli’nin yaptığı tarzda, ödemeye mecbur değilmişiz gibi, maksatsız israf ve kullanma ile borçlarımızın yükünü artırarak malî bağımsızlığımızı tehlikeye maruz bırakmaya kesin şekilde karşıyız. Biz, memlekette bayındırlığı, üretimi ve halkın refahını temin edecek, gelir kaynaklarımızı geliştirecek verimli borçlanmalara taraftarız.
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 222-223)

Para, her türlü vasıtanın üstünde bir mevcudiyet silâhıdır.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 47:437)

Memleketimizi bugünkü medeniyetin gerektirdiği dereceye bir an evvel eriştirmek için yalnız milletin sermayesi, milletin ilmî ve fennî teşebbüsleri kâfi gelmez. Haricin sermayesine, uzmanlığına da ihtiyacımız vardır.Bu noktada dar bir milliyetperverlikten çıkıyoruz; biraz daha geniş milliyetperver oluruz. Yabancı sermayesinden istifade edeceğiz. Devletin bağımsızlığı, milletin egemenliği ve bütün hayatî gerekleri ve kabiliyeti korunmuş olmak şartıyla, yalnız korunmuş olmak şartıyla değil, o şartları pekiştirme maksadıyla yabancı sermayesinden istifade söz konusu olabilir. Ancak, benliğimize ve mevcudiyetimize hiçbir zarar vermeksizin haricin sermayesi memleketimize girebilir. Demek ki, memlekete yabancı sermayesinin girmesi birtakım kayıtlara, şartlara tâbidir. Birinci derecede önemle göz önünde tutulacak şey, bağımsızlığımızın ve dahilî vaziyetimizin düşürülmesine yönelik herhangi siyasî bir görüşe sahip olanları memlekete sokmamak...
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 2-3. 2. 1930)

Evvelce Türkiye’de yabancı girişimlerinin, yabancı maksatlarının bize telkin ettiği endişeler, tamamen yok olmuş değildir. Eğer bazen ihtiyatlı hareket ediyorsak, aşırı derecede şüpheli davranıyorsak, bize çok pahalıya mal olan hürriyetimizi kaybetmek hususundaki korkumuzdandır. Bu hürriyetin bir küçük kısmını sakat etmektense, hepsini birden feda etmeyi tercih ederiz.
1923 (Atatarük’ün S.D.III, s.69)

Ekonomi sahasında düşünürken ve konuşurken zannolunmasın ki, biz yabancı sermayesine karşı bulunuyoruz. Hayır! Bizim memleketimiz geniştir; çok çalışmaya ve sermayeye ihtiyacımız vardır. Bu nedenle kanunlarımıza saygılı olmak şartiyle yabancı sermayelerine gereken teminatı vermeye her zaman hazırız ve arzuya değer ki, yabancı sermayesi bizim çalışmamıza ve sabit servetimize katılsın. Bizim için ve onlar için faydalı neticeler versin; fakat, eskisi gibi değil! Gerçekten mazide ve bilhassa Tanzimat devrinden sonra, yabancı sermayesi memlekette müstesna bir mevkie malik oldu ve ilmî mânasıyla denebilir ki, devlet ve hükûmet yabancı sermayesinin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Artık her medenî devlet gibi, millet gibi, yeni Türkiye de bunu uygun göremez. Burasını esir ülkesi yaptıramaz.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 109)

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Roosevelt’in gönderdiği yazıya verdiği cevaptan:
Ekonomik kalkınma için her memlekette yapılan gayretlerin, makul ve iyi düşünülmüş beynelmilel toplu tedbirlere tamamlanması zarurî olduğunda tamamiyle aynı görüşteyiz. Bu yolda milletlerarası emeklerin her millete, kendi hususiyetlerine uygun bir gelişme imkânını verecek surette birleştirilmesi gerektiğini ve dünyanın ekonomik refahı hususunda herkes tarafından umumiyetle kabul olunacak fikrin, her memleketin kendine has şartlar içinde ilerleme ve refaha erişmek hususundaki hakkına riayet etmek olduğunu her zaman ifade ettik.
1933 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 556)
Biz ekonomik genişliğin temelini de, ancak her milletin refahla yaşamaya ve ilerlemeye hakkı olduğunu kabul eden bir zihniyetle, bütün milletlerin birlikte çalışmaları yolunun bulunmasında görüyoruz.
1932 (Atatürk’ün S.D.I, s. 357)

Milletleri birbirine bağlayan ananevî bağlar arasında iktisadî ve ticarî münasebetler, şüphesiz ki ileri gelenlerdendir.
1933 (Atatürk’ün S.D.V, s. 63)

Memleketin malî durumu, intizam, emniyet ve inzibat üzerine kuruludur. Devletçi ve halkçı olan bir idare ve ekonomi hayatında hazinenin kudret ve intizamı, başlıca dayanaktır.
(Onbeşinci Yıl Kitabı, 1938, s. 121)

Cumhuriyet bütçelerinin beliren ve daima kuvvetlenmesi gereken müşterek hususiyetleri, yalnız denk oluşu değil, aynı zamanda, koruyucu, kurucu ve verici işlere, her defasında daha fazla pay ayırmakta olmalarıdır.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 384)

Herhangi bir malî karar alınırken, ilk göz önüne getireceğimiz şey, millî faaliyet ve millî üretim, yeni verginin bizzat ana kaynağı üzerine yapacağı tesirler olmalıdır.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 385)

Her nevi malî üstlenmelerimizi, günü gününe yerine getirmek suretiyle, Devlet itibarını ve malî sermaye ve hisseleri muhafaza ve takviye hususunda bütün tedbirleri almak ve bu mevzuda dikkatli bulunmak ilkemizdir.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 384)

Samimî bir bütçeye ve gerçek bir ödeme dengesine dayanan paramızın fiilî istikrar vaziyetini, kesin surette muhafaza edeceğiz.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 384)

İyi usul ve iyi uygulamanın memnun edici neticelerini vatandaş, hiçbir işte vergi mevzuu kadar hassasiyetle takdir etmez.
1936 (Atatürk’ün S.D.I, s.375)

Devlet gelirlerinin artırılmasını yeni vergiler koymaktan ziyade, devamlı bir programla mevcut vergilerin konma ve toplanma usullerinin düzeltilmesinde aramak lâzımdır.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 385)

Maliyemiz denk bütçe, sağlam ödeme, vergi sistemlerini mükellef lehine düzeltme ve hafifletme ve millî paranın istikrarını koruma ilkelerini tam bir bağlılık ve başarıyla takip ve tatbik etmektedir.
1938 (Atatürk’ün S.D.I, s. 353)

Vatandaşa hazineye karşı yükümlülüğünün, en mühim vazifesi olduğunu anlatmak için, yorulmamak lâzımdır. Şüphe yoktur ki, özellikle devletçi ve halkçı olan bir idare ve ekonomi hayatında, hazinenin kudret ve düzeni, başlıca dayanaktır. Cumhuriyetin kudreti de, her sahada ve millî savunma sahasında, ihtiyaçlarını karşılayan hazinesinin düzenindedir.
1936 (Atatürk’ün S.D.I, s. 375)

Serbest Cumhuriyet Partisi’ne mensup bazı kişilerin, vergileri kaldıracakları şeklinde propaganda yapmaları nedeniyle söylemiştir:
Vatandaş olan bir insanın, devlet kurmuş bir topluma mensup bir ferdin, verginin kalkabileceği hakkında fikir edinmesi ve buna sevk edilmesi, bu toplumun çökmesini ve devletin batmasını istemekle birdir. Askerlik nasıl vatanî bir vazife ise, vergi de vatandaşın mutlaka yerine getirmeye mecbur olduğu bir borçtur. Vatandaşı millete karşı, milletin gelişmesini ve ayakta durmasını temin edecek tedbirlere karşı koymak en büyük bir ihaneti işlemektir.
1931 (Taha Toros, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, s. 36-37; Cumhuriyet gazetesi, 19.2.1931)

Hazine çıkarı düşüncesinin ve teranelerinin memleket için felâketli bir formül olduğu bir an hatırdan çıkartılmamalıdır. Hükûmetin hikmet-i vücudu bu gibi sözlerle halka hükmetmek, müşkülât çıkarmak, zulmetmek değil, hizmet etmektir.
(Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955, s. 56)

Cumhuriyet rejiminde, hazine çıkarı demek, kanunun hazine lehine tespit ettiği hakla, kanunun mükellefi karşılaştırdığı vazifeyi gayet denk bir halde elde tutmak demek olduğunu bir an hatırdan uzak tutmamak, önemli ilke-mizdir.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 385)

Maliye memurları da, İçişleri memurları gibi, halkla daimî teması olan teşkilâttır. Bunların da, halk ile temaslarında, halk için çalışan bir halk hükûmetinin tabiî vasfı olan azamî dikkat ve özen göstermek ve azamî güven ve inan vermek özelliklerinin gelişmesine bilhassa itina etmeleri lâzımdır.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 385)

Kaynak
 
Üst