Atatürk ve Devrim, Türk Devrimleri

  • Konuyu başlatan Konuyu başlatan Be5tE
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

Be5tE

Dekan
Katılım
22 Nisan 2008
Mesajlar
7,346
Reaksiyon puanı
5
Puanları
0
İnkılâp, mevcut müesseseleri zorla değiştirmek demektir. Türk milletini son asırlarda geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak yerlerine, milletin en yüksek medenî icaplara göre ilerlemesini temin edecek yeni müesseseleri koymuş olmaktır.
1933 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 250)

Biz Türkler, özellikle bu yüksek Türk İnkılâbı’nı yapmış olanlar bilmelidirler ki, bizi lâyık olduğumuz seviyeye çıkarmakta herhangi bir yabancı âlim, yabancı dâhi, dâhi olsa muktedir olamayacaktır. Düştüğümüz uçurumdan bizi kurtaracak, âlemin en yüksek katlı alanına çıkaracak, yine bu uçurumdan çıkıp yükselmesini bilenler olacaktır. Bu adamlar, bu uçurumdan kendini ve milletini kurtarmış olanlar, medeniyet dünyasında yüksek gibi görünen her adamın varlığından, tetkiklerinden, fikir ve görüşlerinden istifade etmekte daima isabetli davranmış sayılacaktır; fakat bu noktadaki isabeti, kendisinin mensup olduğu memleket ve milleti hakkında karar vermesi için asla isabetli sayılamayacaktır. Burda, ihtiyat kaydını gözden uzaklaştırmayacaktır.
1932 (A.Ü.R.İ.N., s. 9)

Türk İnkılâbı nedir? Bu inkılâp, kelimenin ilk anda işaret ettiği ihtilâl mânasından başka, ondan daha geniş bir değişikliği ifade etmektedir. Bugünkü Devletimizin şekli, asırlardan beri gelen eski şekilleri ortadan kaldıran en gelişmiş tarz olmuştur. Milletin, varlığını devam ettirmesi için fertleri arasında düşündüğü müşterek bağ, asırlardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet, dinî ve mezhebî bağlantı yerine Türk milliyeti bağıyla fertlerini toplamıştır. Millet, uluslararası umumî mücadele sahasında hayat sebebi ve kuvvet sebebi olacak ilim ve vasıtanın ancak çağdaş medeniyette bulunabileceğini, bir değişmez gerçek olarak prensip saymıştır. Netice olarak, millet saydığım değişiklik ve inkılâpların tabiî ve zarurî icabı olarak umumî idaresinin ve bütün kanunlarının, ancak dünyevî ihtiyaçlardan mülhem ve ihtiyacın değişme ve gelişmesiyle sürekli olarak değişme ve gelişmesi esas olan dünyevî bir zihniyeti, hayatı boyunca devam edecek bir idare saymıştır. Büyük milletimizin hayatının seyrinde vücuda getirdiği bu değişiklikler, herhangi bir ihtilâlden çok fazla, çok yüksek olan en muazzam inkılâplardandır. Çok milletlerin kurtuluş ve yükselme mücadelesinde şahlandıkları görülmüştür. Fakat bu şahlanma, Türk milletinin şuurlu şahlanmasına benzemez.
1925 (M.E.İ.S.D. I, s. 28)

Türkiye’nin her köşesinde ihtilâl ve inkılâp, hakikî Türklüğe kavuşma mücadelesi olmuştur.
1937 (Ayın Tarihi, Sayı: 49, 1938, s. 44)

İstiklâl Savaşı ve Türk İnkılâbı, her hamlesinde ve her safhasında, milletimizin yüksek siyasî ve medenî karakteriyle memleket işlerindeki şuurlu birliğine dayanarak muvaffak olmuştur.
1938 (Ulus gazetesi, 16. 10. 1938)

Cumhuriyetin 10. yıldönümü münasebetiyle 29 Ekim 1933 günü kordiplomatiği kabulü sırasında söylemiştir:
Türk İnkılâbı kurucudur. Türk İhtilâli, yüksek bir insanî ülkü ile birleşmiş vatanperverlik eseridir. Çocuklarına, bütün güzellikleri ve bütün büyüklükleri görmek ve aynı zamanda bütün sefaletlere acımak sanatını öğretmektedir. Bu inkılâbın ateşli ve imanlı bir yapıcısı sıfatıyla dünyaya açık yürekle, samimiyetle ve dostlukla bakıyorum. Bu heyecan ve büyük sevinç gününde size bu samimî teminatı vermekledir ki, memleketlerinize karşı olan hissiyatımı en iyi bir tarzda ifade etmiş oluyorum.
1933 (Hakimiyeti Milliye gazetesi, 30.X.1933, s. 2)

Hakikî inkılâpçılar onlardır ki, ilerleme ve yenileşme inkılâbına yöneltmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilime sızmasını bilirler. Bu münasebetle şunu da ifade edeyim ki, Türk milletinin son senelerde gösterdiği harikaların, yaptığı siyasî, sosyal inkılâpların gerçek sahibi kendisidir; sizsiniz! Bu istidat ve gelişme mevcut olmasaydı, onu yaratmaya hiçbir kuvvet ve kudret kâfi gelemezdi. Herhangi bir gelişme devresinde bulunan bir insan kütlesini, bulunduğu vaziyetten kaldırıp damdan düşer gibi filân gelişme seviyesine eriştirmek imkânsızlığı tabiî izaha muhtaç değildir.
Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağımıza uygun ve bütün mâna ve biçimiyle medenî bir toplum haline ulaştırmaktadır. İnkılâplarımızın temel prensibi budur. Bu gerçeği kabul edemeyen zihniyetleri darmadağın etmek zarurîdir. Şimdiye kadar milletin dimağını paslandıran, uyuşturan bu zihniyette bulunanlar olmuştur. Herhalde zihniyetlerde mevcut hurafeler tamamen kovulacaktır. Onlar çıkarılmadıkça, dimağa gerçek parıltılarını yerleştirmek imkânsızdır.
1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 214)

Ey memleketini seven ve memleketi, milleti için hayatını fedadan çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber bütün dünyaya açık ifade edelim ki, bunca inkılâpların bilinçli kahramanı olan bu millet, medeniyet güneşinin bütün sıcaklığını almıştır. Şüphe etmeye yer var mıdır ki, bu sıcaklığın verimli sonuçları elbette olupbitti halinde gür olarak fışkırmaktadır. Gerçi çok kısa zamanda hızlı ve yoğun denilecek kadar siyasî, idarî, toplumsal inkılâplar yaptık. Bu yaptıklarımızın sürat ve yoğunluğundan, ancak memnuniyetle ve bahtiyarlıkla söz edilebilir; çünkü bu böyle olmasaydı, kurtuluş ihtimali tehlikeye düşebilirdi. Kabul etmek uygundur ki ve böyle yapmak zorunluluğu içindir ki , böyle yaptık.
1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 209)

Uçurum kenarında yıkık bir ülke... Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar... Yıllarca süren savaş.. Ondan sonra, içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız, devrimler.. İşte Türk Genel Devrimi’nin bir kısa ifadesi...
1935 (Atatürk’ün S.D.I, s. 365)

Kültürel ve sosyal alanda başardığımız işler, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal çehresini, kesin çizgileriyle ortaya çıkarmıştır. Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, ar, ilimsel müzik ve teknik kurumlarıyla kadını erkeği her hakta eşit, modern Türk toplumu bu son yılların eseridir. Türk ulusu, ancak varlığını derin ve sağlam kültür sınırları ile çevreledikten sonradır ki, onun yüksek kapasitesi ve erdemi, uluslar arasında tanılır. Türk ulusuna doğal rengini veren bu devrimlerden her biri, çok geniş tarihsel devirlerin öğünebileceği büyük işlerden sayılsa yeridir.
1935 (Atatürk’ün S.D.I, s. 366)

Türkiye’yi, derece derece mi ilerletmeli, ani olarak mı? İki sistem var, biri malûm büyük Fransız İhtilâli’ndeki tarz; rejimler değişecek, ihtilâllere karşı mukabil ihtilâller yapılacak. Sağ solu tepeler, sol sağı süpürürken bir de bakılacak ki bir buçuk asırlık zaman geçmiş... Bu milletin damarlarında o kadar bol kan ve önünde o kadar geniş zaman var mı?
1922 (İsmail Habib Sevük, Atatürk İçin, s. 73)

Arkadaşlar, zaman, gelip geçen hadiseler, takip ettiğimiz istikamette bizi aldatmamıştır. Bu yol üzerinde, her gün daha çok aydınlanarak hedefe yürüyeceğiz. Bizimle beraber yürümek istemeyenlere birşey diyemeyeceğiz. Onlar da istedikleri gibi hareket ederler. Bizim, hedeflerimize doğru yürürken isabetli olduğumuza ve en nihayet muvaffakiyetle hedefe erişeceğimize itimadımız o kadar kuvvetlidir ki, şunun ve bunun müteessir olması bizi asla etkilemez. Belki uyarır, daha çok dikkatli yapar. Yalnız, bizi geriye götürecek olanların takip edecekleri istikamete asla müsait davranmayız! Kanunlarımız müsait değilse o kanunları değiştiririz, yeni kanun yaparız. En nihayet lüzum ve mecburiyet görürsek bu yolda her şeyin üstüne çıkarak hedefimize yürümekte, asla tereddüt etmeyiz.
1931 (Ayın Tarihi, Cilt: 25, Sayı: 82-83)

Biliyorsunuz ki, Fransız Büyük İnkılâbı hemen yüz sene devam etmiştir. Üç senede esaslı bir inkılâbın biteceğini farz etmek hata olur. Belki, zaman zaman şöyle veya böyle bir şeyler olacaktır. Kanaatimizi sabit, muvaffakiyet ümidimizi hâkim bulundurmak sayesinde mutlaka galip geleceğiz. Hocaları memnun edelim, İslâm âlemini memnun edelim, herkesi memnun edelim dersek, mümkün olsun, hepsi memnun olsun; ama biz maksadı temin etmiş olmayız. İdare-i maslahatçılar esaslı inkılâp yapamaz. Bugünkü sefalet ve rezalet içinde esasen kimseyi memnun etmeye imkan yoktur. Memleket mamur, millet zengin olduğu zaman herkes memnun olur.
1923 (İsmail Arar, Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı, s. 55)

İnkılâp hareketlerinde dikkat edilecek nokta, insan cemiyetlerinin emellerini, fikirlerini teşhis ettikten sonra, onlara yenilikleri kabul ettirebilmektir.
(Afetinan M.Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları, s. 61)

En büyük inkılâp eseriniz hangisidir? sorusuna verdiği cevap:
- Benim yaptıklarım, birbirine bağlı ve lüzumlu işlerdir. Bana yaptıklarımdan değil, yapacaklarımdan sorunuz!
(Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955, s 119)

İnkılâbın kanunu, mevcut kanunların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki cereyanı boğmadıkça başladığımız inkılâp ve yenilik, bir an bile durmayacaktır; bizden sonraki devirlerde de böyle olacaktır.
1923 (İsmail Arar, Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı, s. 56)
 

Be5tE

Dekan
Katılım
22 Nisan 2008
Mesajlar
7,346
Reaksiyon puanı
5
Puanları
0
İnkılâp, güneş kadar parlak, güneş kadar sıcak ve güneş kadar bizden uzaktır. İstikametimi daima o güneşe bakarak tâyin eder ve öylece ilerlerim, ilerlerim; parlaklığı ve sıcaklığı ilerlememe müsaade edinceye kadar ilerlerim. Tekrar ilerlemeye devam etmek üzere dururum; tekrar o güneşe bakarak istikamet alırım.
(Ahmed Cevat Emre, Muhit Mec.,
Sene : 4, No : 48, 1932, s. 2)
İnkılâp ve ilkelerinin doktrine dayanması görüşüne verdiği cevap:
- O zaman donar kalırız.
(Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk’ün İdeolojisi, Milliyet gazetesi, 13. XI. 1970)

Kudretsiz beyinler, zayıf gözler gerçeği kolaylıkla göremezler. O gibiler, büyük Türk milletinin yüksek seviyesine nazaran geri adamlardır. Fakat, zaman bütün gerçekleri, en geri olanlara dahi anlatacaktır.
1925 (M.E.İ.S.D.I, s. 27)

Adımlarını, attığımız medeniyet ve yenilik adımlarına uydurmak istemeyenler ne bedbahttırlar! Bu gibiler hâlâ milleti aldatacaklarını ümit ediyorlarsa bu ümitleri, kendilerinin zarara uğramalarından başka bir netice vermeyeceğine şimdiden emin olabilirler.
1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 223)

Beyinleri birtakım ihtiraslı hislerin dalgalandığı yer olan insanların görüşü ile ve birtakım boş zanlarla gerçeği değiştirmek ve hakkı söndürmek mümkün değildir ve bugüne kadar dünyada buna imkân bulunamamıştır.
1922 (Atatürk’ün S.D.II, s. 35)

Milletlerin tarihinde bazı devirler vardır ki, muayyen maksatlara erişebilmek için maddî ve mânevî ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı istikamete yöneltmek lâzım gelir. Yakın senelerde milletimiz, böyle bir toplanma ve birleşme hareketinin mühim neticelerini kavramıştır. Memleketin ve inkılâbın, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması lâzımdır. Aynı cinsten olan kuvvetler, müşterek gaye yolunda birleşmelidir.
1931 (Atatürk’ün S.D. III, s. 90)

Bütün dünya bilsin ki, benim için bir taraflılık vardır: Cumhuriyet taraftarlığı, fikrî ve sosyal inkılâp taraftarlığı. Bu noktada, yeni Türkiye topluluğunda bir ferdi, hariç düşünmek istemiyorum.
1924 (Atatürk’ün S.D.II, s. 189)

Politika âleminde, birçok oyunlar görülür. Fakat, kutsal bir ülkünün belirtisi olan cumhuriyet idaresine, çağdaş harekete karşı bilgisizlik ve taassup ve her nevi düşmanlık ayağı kalktığı zaman, bilhassa ilerici ve cumhuriyetçi olanların yeri, gerçek ilerici ve cumhuriyetçi olanların yanıdır; yoksa gericilerin ümit ve faaliyet kaynağı olan yer değil...
1937 (Nutuk II, s. 893)

Genç fikirli demek, doğruya gören ve anlayan hakikî fikirli demektir. Milletin hâkim emelleri, görüş noktası budur. Hepimiz ona uymaya mecburuz.
1925 (Mustafa Selim İmece,
Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ.S., s. 55)

Milleti sevk ve idare edenlerin dayanağı, ordu olmuştur. Diğer milletlerde ordu ile millet, daima birbiriyle karşı karşıyadır. Halbuki, bizde tamamiyle olay tersinedir. İkinci Meşrutiyeti, kahraman subaylarımız ilân ettikleri gibi bu inkılâpları da yine bunların fedakârlığına borçluyuz.
1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ.S., s. 55)

Arkadaşlar, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâplar için aydınlığın ve aydının yoluna gideceğiz; hedef ve hünerimiz, cahil kütleyi de aydınlatarak yolumuzda yürütmek ve onu aydınlığa çıkarmaktır. Cumhuriyetimizi, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak isteğimizi köstekleyecek herhangi bir referanduma gitmek, yalnız cehalet değil, hıyanet olur. Yüzde seksenine okuma yazma öğretilmemiş bir memlekette inkılâplar plebisitle olmaz!...
1934 (Baki Vandemir, Yerli yabancı 80 imza Atatürk’ü anlatıyor, s. 172)

Milletin uyanıklığına, milletin ilerleme ve gelişme istidadına güvenerek, milletin azminden asla şüphe etmeyerek Cumhuriyetin bütün gereklerini yapacağız. Birçok güçlükler ve engeller karşısında bulunduğunuzu biliyoruz. Bunların hepsini tetkik ile, azim ve iman ile ve millet aşkının sarsılmaz kuvvetiyle birer birer çözüp sonuçlandıracağız. O millet aşkı ki, herşeye rağmen sinemizde sönmez bir kuvvet, dayanıklılık ve ateş kaynağıdır.
1924 (Atatürk’ün S.D.II, s. 166)

Bizim milletimiz vatanı için, hürriyeti ve egemenliği için fedakâr bir halktır; bunu ispat etti. Milletimiz, yaptığı inkılâpların kıskanç savunucusudur da. Benliğinde bu faziletler yerleşmiş bir milleti, yürümekte olduğu doğru yoldan hiçbir kimse, hiçbir kuvvet alıkoyamaz.
1924 (Atatürk’ün B.N., s. 84)

Türkiye’de doğan inkılâp güneşi yükselerek hararetini yaydıkça, Türk milletinin kalbi büsbütün dünyanın büyük ve takdire değer eserlerine karşı sıcak bir sevgiyle dolmuş, bütün ilerleme ilkelerini bütünüyle benimsemiştir.
1933 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 560)

Milletimizin sağlam bir bilince sahip olduğuna, kahramanı olduğu büyük ve gerçekleşmiş eserler ve olaylardan sonra kimsenin şüphe etmeye hakkı kalmamıştır. Bilinç daima ileriye ve yeniliğe götürür ve geriye dönüş kabul etmez bir haslet olduğuna göre, Türkiye Cumhuriyeti halkı ileriye ve yeniliğe uzun adımlarla yürümeye devam edecektir. Bilinçte bozukluk görülmedikçe geriye gitmek ve durmak hatıra bile gelemez.
1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 214)

Artık bugün, hayat ve insaniyet gerekleri, bütün açıklığıyla belirmiştir. Bunlara aykırı olan rivayetler ahlâk ve imana esas olamaz. Hakikat belirince yalan ortadan kalkar. Boş sözler, hurafeler kafalardan çıkmalıdır. Her türlü yükselme ve olgunlaşmaya istidatlı olan milletimizin sosyal ve düşünsel adımlarını kısaltmak istiyen engeller mutlaka ortadan kaldırılmalıdır.
1924 (Atatürk’ün B.N., s. 86)

Milleti hazırlamadan inkılâplar yapılamaz.
(Afetinan, Kemal Atatürk’ü Anarken, 1956, s. 54)

Yapılan işlerde halkın eğilimlerini dikkatte tutmalıyız. Halka karşı gitmemeliyiz. Fakat, prensiplerimiz davasında bir tek kişi kalsak, başımızı verir, taviz vermeyiz!
(Falih Rıfkı Atay, Çankaya II, s. 587)

Belediye seçimlerinin sonuçları üzerine Başbakan Celâl Bayar’a çektiği telgraf :
Dün ve bugün olduğu gibi yarın dahi memleket ve millet için yegâne kudret, ikbal ve refah kaynağı olan inkılâp prensiplerinin ve Cumhuriyet rejiminin tatbikatı üzerinde fikir ve elbirliğinin bu yeni tezahüründen dolayı aziz vatandaşlarımıza, Parti ve Hükûmet teşkilâtına tebrik, teşekkür ve muhabbetlerimin ulaştırılmasını rica ederim.
1938 (Cumhuriyet gazetesi, 16.10.1938)

Biz, büyük bir inkılâp yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski müesseseleri yıktık. Bunların binlerce tarafları vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak lâzım. En ileri demokrasilerde bile rejimi korumak için, sert tedbirlere müracaat edilmiştir. Bize gelince, inkılâbı koruyacak tedbirlere daha çok muhtacız.
1925 (Avni Doğan, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, s. 165)

İnkılâbımız henüz yenidir. Dedikleri gibi kökleşip benimsendiği hakkındaki kanaatlerimiz ancak ilerde karşılaşacağımız hâdiselerle gerçekleşecek ve sağlamlaşacaktır. Fakat, şimdi şuna emin olmalısınız ki, bugün başına şapka giyen, sakalını bıyığını traş eden, skomin ve frakla toplum hayatımızda yer alanlarımızın çoğunun kafalarının içindeki zihniyet, hâlâ sarıklı ve sakallıdır.
1927 (Tevfik Noyan Anlatıyor, Nükte, Fıkra ve Çizgilerle Atatürk III, Der. : N.A. Banoğlu, s. 87)

Gerçekten, millî vazifenin bitiminde köşeye çekilerek istirahat etmekliğim benim için bir menfaattır. Bunu yapabilmek için, şimdiye kadar elde olunan neticelerin tespit olunduğu gibi devam edeceğine itimat etmek icap eder. Fakat, bu hususta henüz endişesiz olamam. Hiçbirinizin endişesiz olmamanızı tavsiye ederim. Her tarafta olduğu gibi bizde de, yeni hareketler ve akımlar karşısında onu hazmedemeyen kuvvetler meydana çıkabilir. Şunu katiyetle bilmek icap eder ki, kazanılan hayat ve namustur. Buna tecavüz, hayat ve namusumuza tecavüzdür. Her ferdin bu gibi hareketlere dikkat etmesi ve onlara karşı son derece uyanık bulunması lâzımdır. İşte bu görüş açısından, milletin içinde bir fert olarak ve tekrar millet tarafından seçilme şerefine erişirsem, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde üye sıfatıyla çalışmayı vazife sayıyorum.
1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 98)

Fransız İnkılâbı, ancak yüz senede muvaffak olmuştur. Biz ise, inkılâbımızın henüz üçüncü senesindeyiz. Kimse iddia edemez ki, bizim inkılâbımız da bir tepkiye, bir gericilik hareketine maruz kalmasın. Fakat, bu üç sene içinde akıttığımız kanların kâfi görülmesi için, çıkacak gerici hareketleri doğduğu yerlerde boğmaya çalışmalıyız.
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut
Soydan, Milliyet gazetesi, 7.12.1929)

2 Mart 1925 günü Cumhuriyet Halk Partisi Yürütme Kurulu toplantısında söylemiştir :
- Milletin elinden tutmaya lüzum vardır. İnkılâbı, başlayan tamamlayacaktır.
1925 (Siyasi Hatıralar, II. Kısım, Ali Fuat Cebesoy, s. 145)

Takrir-i Sükûn Kanunu’nu ve İstiklâl Mahkemelerini istibdat vasıtası olarak kullanacağımız fikrini ortaya atanlar ve bu fikri aşılamaya çalışanlar oldu. Biz, olağanüstü sayılan ve fakat kanunî olan tedbirleri, hiçbir vakit ve hiçbir suretle, kanunun üstüne çıkmak için, vasıta olarak kullanmadık; aksine, memlekette düzen ve güvenlik kurmak için uyguladık; devletin hayat ve bağımsızlığını temin için kullandık. Biz, o tedbirleri, milletin medenî ve sosyal gelişmesinde istifadeli kıldık. Bu sebeple, biz her vasıtadan, yalnız ve ancak, bir görüşten istifade ederiz. O görüş şudur : Türk milletini, medenî dünyada lâyık olduğu yere yükseltmek ve Türk Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temelleri üzerinde, her gün daha ziyade kuvvetlendirmek... Ve bunun için de istibdat fikrini öldürmek...
1927 (Nutuk II, s. 894-897).

Bu memlekette, bir toplumda, bir inkılâp yapıldığı zaman elbette onun sebepleri vardır. Ancak, o inkılâbı yapanlar, inanmak istemeyen inatçı hasımlarını iknaa mecbur mudur? Cumhuriyetin, elbette taraftarları ve aleyhtarları vardı; taraftarlar, ne için ve ne gibi kanaatlere ve düşüncelere dayanarak cumhuriyet ilân ettiğini, aleyhtarlara izah ve kanaatlerinde ve icraatlarında isabet olduğunu ispat etmek isteseler de, onların, kasıtlı kafa tutmalarını giderebileceği kabul olunur mu? Elbette taraftarlar güçlü iseler, ülkülerini herhangi bir suretle; ihtilâlle, inkılâpla veya güvenilir yollardan geçirerek tatbik ederler. Bu, ülkü inkılâpçılarının vazifesidir. Buna karşı itirazlar, yaygaralar ve gerici teşebbüsler de aleyhtarların yapmaktan geri durmayacakları hareketlerdir.
1927 (Nutuk II, s. 826-827)

İnkılâbın hedefini kavramış olanlar, daima onu muhafazaya muktedir olacaklardır.
1930 (Hasan Rıza Soyak, Yakınlarından Hatıralar, s. 12)

Hayatın felsefesi, tarihin garip tesellisi şudur ki, her iyi, her güzel, her yararlı şey karşısında, onu imha edecek bir kuvvet belirir. Bizim dilimizde buna “gericilik” derler. İyi bir şey yaptınız mı, biliniz ki bunu imha etmek için karşınıza muhalif, gerici bir kuvvet çıkacaktır. Bundan dolayı, yapmadan evvel, çıkacak kara kuvvetin imhası tedbirini de almamız lâzımdır. Bütün millet emin ve müsterih olsun ki, bugünkü inkılâbı yapanlar ve onu tamamlamaya karar verenler, karşılarına çıkacak menfi kuvvetleri çıktığı noktada ezebilecek kudrete, kabiliyete, tedbire maliktirler. Bundan dolayı tekrar kat’iyetle beyan ederim ki, milletin hâkimiyeti ebedîdir. Ona bozacak ve zarar verebilecek kuvvet, yoktur ve olamaz!
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 2. 1. 1930)

Milletimiz, çok büyük bir inkılâbın etkeni olmuştur. Gerçekten, asırlardan beri uymaya alıştığımız bir idare şeklinin dışına çıkarak dünyada benzeri bulunmayan bir devlet kurduk. Fakat, bu yeniliğin mutlaka tersine bir hareketi gerektireceğini hatırımızdan çıkarmamak lâzımdır. Bu harekete özel tabiriyle “gericilik” derler. Yaptığımız işler ve aldığımız neticelere göre bu gibi gerici hareketler, her vakit beklenebilir. Kan ile yapılan inkılâplar daha sağlam olur; kansız inkılâp ebedîleştirilemez. Fakat biz bu inkılâba erişmek için lüzumu kadar kan döktük. Bu kanlarımız, yalnız muharebe meydanlarında değil, aynı zamanda memleketin dahilinde de döküldü. Temenniye değer ki, bu dökülen kanlar kâfi gelsin ve bundan sonra kan dökülmesin. Mesut inkılâbımızın aleyhinde fikir ve his taşıyanları aydınlatıp doğru yolu göstermek aydınlara düşen millî vazifelerin en mühimi ve en birincisidir.
1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 68-69)

Kara taassup seni parçalamaya bile kalksa, başını vereceksin, fakat eğilmeyeceksin!
(Falih Rıfkı Atay, M.K. Mütareke Defteri, s. 85)

Unutulmamalıdır ki, milletin egemenliğini bir şahısta, yahut belirli kimselerin elinde bulundurmakta menfaat bekleyen bilgisiz ve ihtiyatsız insanlar vardı. Hükümdarlar, kendilerini kuruntuya dayanan bir kuvvetin temsilcisi tanırlar ve bundan zevk alırlar. Fakat, onların etrafındaki menfaat düşkünleri bunu din kisvesine büründürerek bütün milleti aldatmaya, hata ettirmeye çalışırlar. Nitekim, şimdiye kadar çalışmışlardır. Nihayet milletin kulağı bu sözlerle dolar ve o telkinleri din icabı ve tam gerçek telâkki eder. Bu gibilere gerici ve hareketlerine gericilik derler. Yakın tarihimizi tetkik edersek birçok örneklere tesadüf ederiz. Fakat, buna bütün cihan kani olmalıdır ki, milletimizi bu gibi telkinlerle bozma ve aldatmanın imkânı kalmamıştır. Fetva ile veyahut şu, bu gibi telkinlerle milleti gericiliğe sevk etmek isteyenlerin yeri, zindan olacaktır. Kesinlikle ve korkusuzca söylerim ki, millî egemenliğimizin her zerresini şu veya bu suretle kayıt ve şarta bağlamak isteyenler, en koyu gericidir. Öylelere karşı milletin yapacağı şey, onları parçalamaktır.
1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 88)

Halkın saflığından istifade ederek milletin maneviyatına musallat olan kimseler ve onların takipçileri ve müritleri, elbette ki bir takım cahillerden ibarettir. Bunlar, Türk milleti için ayıp teşkil edecek vaziyetlerin belirmesinde daima etken olmuşlardır. Milletimizin önünde açılan kurtuluş ufuklarında fasılasız yol almasına mâni olmaya çalışanlar, hep bu müesseseler* ve bu müesseselerin mensupları olmuştur. Türk milletinin bunlardan daha büyük düşmanı olmamıştır. Millete anlatmalıdır ki, bunların millet bünyesinde yaptıkları tahribatı hissetmek lâzımdır. Bunların mevcudiyetini müsamaha ile telâkki edenler, Menemen’de Kubilay’ın başı kesilirken kayıtsızca seyretmeye tahammül ve hatta alkışlamaya cesaret edenlerle birdir.
1931 (Vakit gazetesi, 9. 2. 1931)

Menemen’de, son zamanlarda meydana gelen gericilik teşebbüsü esnasında, subay vekili Kubilây Bey’in görev yaparken uğradığı sonuçtan Cumhuriyet ordusuna başsağlığı dilerim. Kubilây Bey’in şehit oluşunda gericilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tasvip edici bulunmaları, bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hâdisedir. Vatanı müdafaa için yetiştirilen, dahilî her politika ve ihtilâfın haricinde ve üstünde muhterem bir vaziyette bulunan Türk subayının gericiler karşısındaki yüksek vazifesi, vatandaşlar tarafından yalnız hürmetle karşılandığına şüphe yoktur. Menemen’de, ahaliden bazılarının hataları bütün milleti elemlendirmiştir. İstilânın acılığını tatmış bir muhitte, genç ve kahraman subay vekilinin uğradığı tecavüzü, milletin bizzat Cumhuriyet’e karşı bir suikast telâkki ettiği ve bu işe yeltenenlerle, ön ayak olanları, ona göre takip edeceği muhakkaktır. Hepimizin dikkati, bu meseledeki vazifelerimizin gereklerini hassasiyetle ve hakkıyla yerine getirmeye yönelmiştir. Büyük ordunun kahraman genç subayı ve Cumhuriyet’in ülkücü öğretmen heyetinin kıymetli uzvu Kubilây’ın temiz kanı ile Cumhuriyet, yaşama gücünü tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.
1930 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 546)
 

Be5tE

Dekan
Katılım
22 Nisan 2008
Mesajlar
7,346
Reaksiyon puanı
5
Puanları
0
Türk devrimlerinin temel kuralı

Gerçek devrimciler onlardır ki, ilerleme ve yenileşme devrimine yöneltmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilime sızmasını bilirler. Bu nedenle şunu da ifade edeyim ki, Türk milletinin son yıllarda gösterdiği harikaların, yaptığı siyasî, sosyal devrimlerin gerçek sahibi kendisidir; sizsiniz! Bu yetenek ve gelişme var olmasaydı, onu yaratmaya hiçbir kuvvet ve kudret yetemezdi. Herhangi bir gelişme döneminde bulunan bir insan kitlesini, bulunduğu konumdan kaldırıp damdan düşer gibi filân gelişme düzeyine eriştirmek imkânsızlığı şüphesiz ki açıklamaya gerek göstermez.

Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağımıza uygun ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktadır. Devrimlerimizin temel ilkesi budur. Bu gerçeği kabul edemeyen düşünüş biçimlerini darmadağın etmek zorunludur. Şimdiye kadar milletin beynini paslandıran, uyuşturan bu düşünüşte bulunanlar olmuştur. Herhalde düşünüş
biçimlerinde mevcut hurafeler tamamen koyulacaktır. Onlar çıkarılmadıkça, beyne gerçeğin parıltılarını yerleştirmek imkânsızdır.
1925 (Atatürk'ün S.D.U, s. 214)



Türk Devrimlerinin gerekliliği


Ey memleketini seven ve memleketi, milleti için hayatını fedadan çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber bütün dünyaya açık ifade edelim ki, bunca devrimlerin bilinçli kahramanı olan bu millet, uygarlık güneşinin bütün sıcaklığını almıştır. Şüphe etmeye yer var mıdır ki,
bu sıcaklığın verimli sonuçlan elbette oldubitti halinde gür olarak fışkırmaktadır. Gerçi çok kısa zamanda hızlı ve yoğun denilecek kadar siyasî, idarî, toplumsal devrimler yaptık. Bu yaptıklarımızın hız ve yoğunluğundan, ancak memnuniyetle ve mutlulukla söz edilebilir; çünkü bu böyle olmasaydı, kurtuluş ihtimali tehlikeye düşebilirdi. Kabul etmek uygundur ki ve böyle yapmak zorunluğu içindir ki,böyle yaptık.
1925 (Atatürk'ün S.D.II, s. 209)

Toplumsal yapımızın hiçbir olayını, hiçbir derdini yarım önlemlerle uyuşturmak âdetinde ve eğiliminde olmayan cumhuriyet, giriştiği köklü iyileştirmenin ilk dönemlerini geçirmiş ve günden güne artacak verimli sonuçlarını toplamak dönemine girmiştir. Ayrıca özelliğimizin ve yeteneğimizin ilham ettiği ve esasen memleket gereksinimlerine uygun olduğu eserleriyle beliren yolumuzda kesinlikle yürümek kararındayız.
1926 (Atatürk'ün S.D.1, s.331)
 

Be5tE

Dekan
Katılım
22 Nisan 2008
Mesajlar
7,346
Reaksiyon puanı
5
Puanları
0
DEVRİMCİLİK
Devrimcilik Atatürk'ün ifadesiyle, "Türk milletini son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumlan yıkarak yerlerine, milletin en yüksek uygar gereklere göre ilerlemesini sağlayacak yeni kurumları koymuş olmaktır."16 Bu nedenle Atatürkçülüğün devrim anlayışı, eskiyi, kötüyü, çirkini yıkıp yerine yeniyi, iyiyi ve güzeli koymaktır. Bu devrim anlayışı, bilim ve tekniğin ışığında sürekli bir çağdaşlaşmayı öngörür. Bu nedenledir ki atılımlarda kararsızlık ve şüphe yerine inanç ve değişmez karar söz konusudur.

Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak, uygarlık dünyasında yerimizi almak, ancak gerek düşünüş biçimi gerekse kurumlar açısından o uygarlığın gereklerini yerine getirmekle mümkündür. Türk Devrimi, bu büyük işi, her biri diğerini tamamlayan bir dizi devrimlerle başardı. Amaç, her yönüyle çağdaş bir toplum haline gelmekti. Atatürk bu hususu şu sözleriyle belirtiyordu: "Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağımıza uygun ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum haline eriştirmektir. Devrimlerimizin temel kuralı budur."17

Atatürk'ün devrimcilik anlayışı, reform kavramıyla bağdaşamaz; çünkü reform yeniden düzenleme olmakla beraber, bu düzenlemenin içinde eski ile yeninin, zararlı ile faydalının yan yana yaşaması da söz konusudur. Tanzimat'tan bu yana Osmanlılarda düşünülen bütün yeniliklerde, yapılan bütün reform ve devrimlerde bu ikilik yaşatılmıştı. Yeni mahkemelerin yanında şer'î mahkemeler, yeni okulların yanında medreseler, yeni kıyafetin yanında eski kıyafet beraber yürürlükte idi. Atatürk Devrimi'nin en büyük özelliği, sadece yeniyi, iyiyi, faydalıyı kabul etmekle, kendisine kadarki devrim hareketlerinde süregelen bu ikiliği ortadan kaldırmak olmuştur.
 

Be5tE

Dekan
Katılım
22 Nisan 2008
Mesajlar
7,346
Reaksiyon puanı
5
Puanları
0
ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİ
Atatürk ilkeleri, Türk toplumunda çağdaşlaşma yönünü belirleyen, Atatürk devrimlerine temel oluşturan ilkelerdir.
Bu bakımdan Atatürk devrimleri, Atatürk ilkelerinin eser haline dönüşmüş şekilleridir.
Atatürkçü düşünce içinde birbirine bağlı bir bütün oluşturan Atatürk ilke ve devrimleri, Türkiye'yi çağdaş uygarlık düzeyine en kısa zamanda ulaştırabilmek için aklın ve bilimin çizdiği yollan kapsar; çünkü Atatürk ilke ve devrimlerinin felsefesinde yapıcılık yatar, iyiye, doğruya, faydalıya yöneliş yatar.


Türk Bağımsızlık Savaşı'nın kazanılmasından sonra Atatürk için en önemli konu, Türk toplumunu içinde bulunduğu karanlıktan kurtarmak, ona çağdaş yaşamın yollarını göstermek idi.
Onun içindir ki Büyük Adam, 30 Ağustos 1922 Zaferi'nden hemen sonra: "Millî Mücadele'nin birinci evresi kapandı. Artık ikinci evresi başlıyor!"26 demişti. Amaç çağdaşlaşmak, en kısa zamanda çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak idi.
Toplumu geri bırakan zincirleri kırmak, onun ilerlemesine set çeken engelleri ortadan kaldırmak gerekiyordu. Atatürkçülüğün ilkeleri bu amaçla ortaya konmuştu. Bu ilkelerin ışığında zaman geçirmeksizin atılımlar yapmak, bu atılımları Türk milletinin yaşam biçimi haline getirmek gerekiyordu. İşte bu büyük işi, Atatürk devrimleri başardı.
Atatürk devrimlerini 1-Siyasal, 2-Toplumsal, 3-Hukuksal, 4-Kültürel ve 5-Ekonomik alanlar içinde incelemek, onları daha kolay kavramamıza yardım eder. Atatürk ilkelerinden kaynaklanan bu devrimler de, ilkeler gibi aynı amaca yönelik, birbirine bağlı, birbirinden ayrılmaz bir bütün oluşturur.
 

Be5tE

Dekan
Katılım
22 Nisan 2008
Mesajlar
7,346
Reaksiyon puanı
5
Puanları
0
TÜRK DEVRİMİ
Türk Devrimi adı verilen büyük olay, iki döneme ayrılır. Birinci dönem, Mondros Ateşkes Antlaşmasından hemen sonra "Ya bağımsızlık ya ölüm!" parolası ile Millî Mücadele'ye atılan Türk milletinin bağımsızlık savaşını ve bağımsızlığın kazanılmasını kapsar. Bu dönem sonunda, yeni Türk Devleti kurulmuştur.

İkinci dönem ise yeni kurulan, millî egemenliğe dayalı bağımsız devlet yapısında ve Türk toplumunda büyük çağdaşlaşma atılımlarını içerir. Türk Devrimi'nin bu ikinci dönemi, Atatürk ilkelerinin ışığında siyasal, sosyal, hukuksal, kültürel ve ekonomik devrimlerin birbirini izlediği bir dönemdir. Atatürk de Türk Devrimi'ni bütünüyle bu çerçeve içinde yorumlamış, bu anlayış içinde tanımlamıştır: "Uçurumun kenarında yıkık bir ülke... Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar...

Yıllarca süren savaş.. Ondan sonra, içerde ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız, devrimler... İşte Türk Genel Devrimi'nin bir kısa ifadesi..."1 Türk Devrimi'nin tarihsel seyri içinde, askerî zaferleri siyasal, sosyal, hukuksal, kültürel ve ekonomik zaferler izlemiştir.

Millî Mücadele'nin askerî başarıları olmasaydı, diğer devrim hareketlerinin hiçbiri meydana gelemezdi. Bu bakımdan devrimlere yol aralayan, onlara temel oluşturan, şüphesiz ki bağımsızlığımızın kazanılmasını sağlayan askerî zaferler olmuştur. Bu nedenle Türk Devrimi'ni, birbirini tamamlayan iki dönemli bir bütün olarak yorumlamak gerekir.

Türk Devrimi, her yönüyle Türk milleti için bir yeniden doğuş, yeniden diriliş, yeniden canlanış hareketidir. Çünkü I. Dünya Savaşı sonunda yandaşları safında yenik kabul edilen bir millet, her türlü tutsaklık zincirini kırarak yenen duruma gelmiş, bu büyük zaferden sonra da bağımsız bir devlet kurarak, başardığı devrimlerle Türk milletine uygar nitelik kazandırmıştır. Türk Devrimi'nin toplumumuza getirdiği yeni düşünüş biçimi, yeni yaşam, tümüyle çağdaş ve ileriye dönük bir nitelik gösterir. Bu bakımdan Türk Devrimi'ne Türk Rönesansı, Türk Hümanizmi, Türk Aydınlanması adını verenler, haklı görünmektedir.
 

Be5tE

Dekan
Katılım
22 Nisan 2008
Mesajlar
7,346
Reaksiyon puanı
5
Puanları
0
SİYASAL DEVRİMLER
Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışı ve kısa süre sonra 20 Ocak 1921 tarihinde millî egemenliğe dayalı yeni Anayasa'nın kabulü, 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılması, 29 Ekim 1923'te cumhuriyetin ilânı, 3 Mart 1924'te halifeliğin ve aynı tarihte Seriye Vekâleti'nin kaldırılması, Anayasa'da lâiklik ilkesinin ışığında bazı değişiklikler yapılması ve nihayet 5 Şubat 1937'de lâiklik ilkesinin Anayasa'da yer alışı Türk Devrimi'nin siyasal alanda gerçekleştirdiği başlıca devrimleri oluşturur.
 

Be5tE

Dekan
Katılım
22 Nisan 2008
Mesajlar
7,346
Reaksiyon puanı
5
Puanları
0
SALTANATIN KALDIRILMASI
Osmanlı saltanatı, 1517 yılında itibaren halifelikle de birleşmiş, padişahın iradesi artık tamamen teokratik bir nitelik kazanmıştı. Yüzyıllar boyunca süren bu yönetim şekli, şüphesiz ki milletin haklarına el koyan, millî egemenliği bir kişiye devreden yönetim biçimiydi. I. ve II. Meşrutiyet devrimleriyle açılan meclisler uzun süre yaşamamış, millet egemenliğini yine padişah ve halife sıfatını taşıyan kişi elinde tutmuştu. Bu yönetim şekli yüzünden milletin uğradığı kayıplar, düşünülemeyecek kadar çoktu. Varlığını korumak için bir anlamda bilgisizlik ve bağnazlığı da beraberinde sürükleyen bu yönetim, son zamanlarda milletimiz için gerçekten en zararlı bir düşman haline gelmişti.

Nihayet, bu yönetimin düşmanlarla anlaşarak Millî Mücadele'yi baltalama girişimleri ve sonunda Sevr Antlaşması'nı imzalayarak milleti idama mahkûm edişi, padişahlık rejimini, memlekete ihanete kadar götürmüştü. Bütün bu kötülüklere karşın, Anadolu'da Büyük Zafer kazanıldıktan sonra, Padişah'ın ve onun hükümetinin zafere ortakmış gibi İtilâf Devletleri tarafından barış görüşmelerine davet edilmesi, bu rejimin bir an önce kaldırılmasını zorunluk haline getirdi. Esasen bütün çağdaş devletler, birey ya da zümre egemenliğine dayanan yönetimlerden kurtularak millî egemenliğe dayalı cumhuriyete gidiyordu. Yeni Türk Devleti'nin de bu yönetimi benimsemesi doğaldı. 1 Kasım 1922 tarihinde Büyük Millet Meclisi, verdiği tarihî kararla saltanatla hilâfeti birbirinden ayırarak saltanata son verdi.

Saltanatın kaldırılmasıyla, padişahlık rejimi tarihe karışıyor, Türk milletinin yönetimi ve alın yazısı hiçbir kayıt ve şart tanımaksızın kendisine bırakılıyordu.

Kaynak
 
Üst