- Katılım
- 29 Haziran 2007
- Mesajlar
- 64,457
- Reaksiyon puanı
- 527
- Puanları
- 0
Cami ve mescidler, inancımızın olmazsa olmaz mihenk taşları. Mekke ve Medineden dünyanın dört bir yanına yayılan mabedler için İslâm medeniyetinin yeryüzüne vurduğu mühürler denilebilir. Bir şehre uzaktan bakıldığında bizi minareleri ile selamlayan, hemen her mahallede bir köşe başını tutarak insanların bu lahuti ortamlarda soluklanmalarını sağlayan, bazen en yüksek tepenin başına kurularak şehrin ve toplumun gerçek kimliğini en etkili dille haykıran mabedler inancımızın olmazsa olmaz mihenk taşlarıdır.
Mescid-i Kuba, Medine
Tarihe baktığımızda İslamın zuhuru ile birlikte mabed de kendisini gösterecektir. Mekkede cahiliyenin zirveleri tuttuğu günlerde, Kâbe putlarla dolu iken, herhangi bir yere bir cami inşasının mümkün olmadığı günlerde Kainatın Efendisi (sas) bekâr bir gencin evini (İbn-i Erkam) toplanma ve bilinçlenme adına değerlendirecektir. Bu ev o günlerde resmen bir cami gibi hizmet etmiş ve İslamın ilk adanmışları bu dört duvar arasında öğretmenlerin en azizinin (sas) huzurunda kendilerini geleceğe hazırlamışlardır.
Tarihler Miladi 622yi göstermektedir. İki kutlu yolcu Mekkeden Medineye hareket etmektedirler. 3 günlük mağara ikameti sonrasında tam 8 gün yolculuk yapacak ve nihayetinde Kubaya erişeceklerdir. Artık Mekkedeki putperestlerin baskısı geride kalmıştır. Medinelilerin bir kısmı Kubaya kadar gelerek Kutlu Nebiye (sas) kucak açmışlardır. Öyle ise artık ilk mabedin temelleri atılabilecektir. Burada dört gün kalan Efendimiz (sas) İslamın bu ilk mescidinin inşasında bizzat çalışır.
Cuma Mescidi, Medine
Nihayet Medine, Efendisine kavuşmak üzeredir. Kubadan kalkan kutlu kafile Seniyyetül Vedadan şehre girer. Talaal Bedrularla Onları karşılayanlarla buluşulur. Tam o sırada cuma namazı vakti olmuştur. Artık özgür topraklardadırlar. Ve artık cuma kılınmalıdır. Hemen oracıkta İslamın ilk cuma namazı toplu halde eda edilecektir. O günün hatırasına bugün bu mevkide Mescidül Cuma adındaki cami hâlâ ayakta durmaktadır.
Şehre girilmesi ile birlikte ilk yapılacak şey, şehre anlam kazandıracak mabedin yerinin tespiti olacaktır. Kainatın Efendisinin (sas) devesi Kasva, önce Ebu Eyyub el-Ensari Hz.nin, sonra da bu evin az ilerisindeki boş arazinin üzerine çökerek, mescidin yerini Allahın izni ile gösterir. Bu evdeki 7 aylık misafirlik sırasında Medinenin ilk mescidinin, dünyanın en kıymetli ikinci camisinin inşasına başlanır.
Amr İbni As Camii, Fustat-Kahire
Mescid-i Nebevi, kıbleye doğru enine dikdörtgen bir yapı arz etmektedir. Kıble tarafında, hurma gövdelerinden direklerle taşınan, üzeri hurma dalları ve yaprakları ile gölgeli bölüm, namazların kılındığı, insanların bir araya geldiği bir toplanma yeri olarak kullanılmaktadır. Arkada üstü açık bir avlu bulunmakta olup, bu avlunun kıbleye doğru sol tarafında, Ezvac-ı Tahiratlarına ait hücreler yer almaktadır. Mescid-i Nebevinin belki de en önemli detaylarından biri de avlunun arka köşesinde yer alan bir başka gölgeliktir. Burası Ashab-ı Suffanın eğitim gördüğü, ikamet ettiği ve tabir yerindeyse buradan hiç ayrılmayarak vahyin kaynağını tutmuş hazinedarlar gibi istifadeye çalıştıkları bir mekândır.
İlim ve inanç ayrılmaz bir ikili
Tüm bu detaylara bakıldığında görülmektedir ki, İslamın ruhunda bulunan bu temel taş konumundaki değerler bir cami avlusu etrafında kendilerine daha ilk dönemde yer bulabilmişlerdir. İlim ve inanç ayrılmaz bir ikili olarak aynı mekanda insanların ruhunu olgunlaştırmalıdır ve Mescid-i Nebevi bu plan çerçevesinde inşa edilmiştir. Peygamber Efendimizin (sas) mescidi, hem bir ibadet hem ilim mekânı olması yanında istişarelerin yapıldığı, insanların ağırlandığı, sohbet halkalarının toplanıp toplanıp dağıldığı, insanların tanışıp kaynaştığı özel bir mekân halinde hizmet etmektedir. Hatta bir dönem İslamı yakından tanımak isteyen Necran papazları, Medineye geldiklerinde nerede ikamet edeceklerini sorduklarında Peygamber Efendimiz (sas), mescidde kalabileceklerini söylemişlerdir.
Amr İbni As Camii avlusu
Asr-ı Saadetin bu ilk dönemlerinde Medineden taşan İslamiyet dünyanın dört bir yanında etkili olurken Onun manasını bayraklaştıran mescidler de farklı coğrafyalarda boy göstermeye başlamışlardır. Mesela Kainatın Efendisinin (sas) vefatından tam bir sene öncesidir. (631) Muaz bin Cebel Hz.ni yanına çağıracak ve Yemene, İslamiyeti anlatmaya gitmesi için vazifelendirecektir. Hatta devesi Kasvayı kendisine verecek, Devem sana güven verir. Devemin çöktüğü yere mescidini kur. diyecektir. Bu son derece yumuşak, hilm ehli sahabe o günlerde Yemenin en önemli şehirlerinden biri olan, bugün Eski Taiz olarak adlandırılan şehre gelir. Gerçekten de Kasva bir mevkiye çöker ve buraya İslamın Yemen coğrafyasındaki ilk mescidlerinden biri inşa edilir. Bugün hac ya da umre maksadı ile Medineye gidildiğinde gördüğümüz Medinedeki Mescid-i Nebevi orijinal plan şemasını büyük ölçüde kaybetmiştir. Aslını hayal etmek bir hayli zorlaşmıştır. Ancak Asr-ı Saadet döneminde bir cami nasıl olurdu diye merak ediyorsanız sizi Yemene davet etmek isterim. Eski Taizdeki bu tarihi cami, özgün plan şemasını korumuş olarak hâlâ orada durmaktadır. Hatta Muaz bin Cebel Hz.nin bu camide Peygamber Efendimizin (sas) gıyabında cenaze namazını kıldırdığını bile biliyoruz. Bu mescidde namaz kılarken Efendimizin (sas) vefat haberi kendisine bildirilecek, O da (ra) Yemenli Müslümanlar ile burada ikinci bir cenaze namazı kılacaktır.
Yemende ilk dönemlere ait bir başka sahabe camisi ise Yemenin başkenti Sanadadır. Camiül-Kebir (Ulucami) adı ile anılan bu son derece heybetli cami, adeta Yemenin gözbebeğidir. Hâlâ başkentin göbeğindedir ve büyük kalabalıkları ağırlamaya devam etmektedir. Bir gün yolunuz buraya düşerse, dev Kuran-ı Kerimlerin başına çökmüş saatlerce Kuran okuyan Yemenli dedelere yaklaşıp selam verdikten sonra bu camiyi sorabilirsiniz. Sizin Türkiyeden geldiğinizi anlayacak ve tatlı bir tebessümle, revakları Kuyucu Murad Paşanın, avlu ortasındaki hazine binasını Sinan Paşanın yaptırdığından bahsedeceklerdir. İlla ki kıbleye doğru sol revakların altındaki taşı görmenizi isteyeceklerdir. Bu taşın Hz. Ali tarafından buraya konduğuna inanmaktadırlar. Rivayete göre, Peygamber Efendimiz (sas), Hz. Aliyi de Yemene göndermiştir. Hatta eline bir taş vermiş, Gittiğin yere mescidini kur, bu taşı da temel yap. demiştir. Tüm bu örneklerden anlıyoruz ki, mescidler, hayırlı başlangıçların temel taşı niteliğindeki yapılar. Bir toplumun fikriyatını kökten etkileyen, duruşuyla, havasıyla hayrın yayılmasını sağlayan temsilciler.
Mescidül-İcabe, Mekke
Yeni medeniyete yeni şehirler
Dört Halife döneminde de, Asr-ı Saadetteki uygulama devam edecektir. Mescidler, orduların gittikleri yerlerde ilk yükselen yapılar olacak ve insanların gönüllerine inşirah gerçekleştirmeye sürdüreceklerdir. Fetihlerin en yoğun cereyan ettiği dönem Hz. Ömerin halifelik yıllarıdır. Bir taraftan Roma, diğer taraftan İran ile savaşılmaktadır. Peygamber Efendimiz (sas) döneminde İslam elçisini katleden Gassani Kralının başkenti Busra ele geçirilmiştir. Hz. Ömerin iştiraki ile buraya İslamın ilk mescidi inşa edilir. Bugün tarihi Busra bölgesinde, bölgenin siyah bazalt taşı ile inşa edilmiş Ömer (ra) Mescidi tüm güzelliği ile Roma Harabelerinin arasından yükselmektedir. Bir süre sonra Amr ibni As Hz. eli ile Mısır alınır. Burada da acilen bir mescid inşası gerekmektedir. Ancak nereye yapılacaktır. Mısır çok geniş bir ülkedir. O günlerde Mısırın tarihten gelen birçok önemli şehri vardır ama acaba hangisi tercih edilecektir. Hz. Ömer burada ferasetini gösterir ve hiçbir şehri tercih etmez. Çünkü bu şehirler, zamanında insanların putlara taptığı, bu putlar ya da kendisini ilahlaştırmış firavunlar ile anılan şehirlerdir. Halbuki İslamiyet son dindir ve kendi tarzı, duruşu, sanat anlayışı, mimarisi, havası olmalıdır. Bu nedenle Medinede Hz. Ömer tarafından, yönetimdeki valilere yazı yazılır. Gittiğiniz coğrafyalarda, eski başkentleri kendinize yönetim merkezi edinmeyin. İslamın ruhuna uygun yeni şehirler kurun. Ve öyle olur. Mısırda Heliopolis değil, onun biraz daha ilerisinde Fustat şehri kurulur. Antik Kent Ninova değil, Basra şehri ikame edilir. Ya da Irak coğrafyası için Kufe şehrinin temelleri atılır. Tabii yönetim burada olduğu için, yeryüzünün bu yeni İslami şehirleri kısa zamanda mamur olur, gelişir.
Gamame Mescidi, Medine
Tabii ki bu şehirlerin temelleri de hep merkeze bir cami konularak atılır. Geleceğin başkentleri hep bir cami etrafında şekillenir. Amr ibni As Hz. de aynısını yapar. Fustatı kurarken önce merkeze bir cami inşa ettirir. İslamın ilk minaresinin de inşa edileceği bu cami, günümüzde de tüm ihtişamı ile ayaktadır. İleride Fatımiler bu şehrin ötesine El Kahira adı ile bir başka şehir kuracaklar, Selahaddin Eyyübi de iki şehrin arasına bir kale yaptırarak tamamını bugünün Kahiresi olarak birleştirecektir.
Not: Bir sonraki yazıda Emeviler, Abbasiler, Eyyübiler ve Memlüklülerde Cami ve Gelişim Aşamaları anlatılacaktır.
Mekkede Cahiliye döneminde, daha İslamiyetin zuhur etmediği yıllarda Peygamber Efendimiz (sas) sıklıkla Hira dağına çıkmaktadır. Buradaki mağarada ikamet etmekte ve bazen haftalarca kalmaktadır. Eşi Hz.Hatice bu uzun kalışlarda kendisine azık getirmektedir. Efendimiz (sas), eşi yorulmasın diye dağın aşağısına kadar inmekte ve Hiranın eteğinde bir mevkide buluşmaktadırlar. Nasıl ki Arafatta Hz. Adem ile Hz. Havvanın buluştuğu yer mukaddes sayıldı, sahabe bu mevkiyi de mukaddes saymış, hatta burada yapılan dualara Allahü Tealanın icabet edeceği düşünülerek buraya inşa ettikleri mescide, Mescidül İcabe ismi verilmiştir.
Tabiin döneminde cami, bir işaretgah olarak da değerlendirilmiştir. Peygamber Efendimizin (sas) namaz kıldığı, hayatına ait birtakım hadiselerin cerayan ettiği birçok yer sahabe tarafından muhafaza edilmiş ve korunmuştur. Tabiin de bu mukaddes mekânların üzerine birer işaretgah (tabela) koyarak buraları unutulmayacak hale getirmişlerdir. Yeri en sağlam tabelalar mescidlerdir. Bu anlayış ile başta Ömer bin Abdülaziz Hz. olmak üzere tabiin döneminde yüzlerce hatıra mescid inşa edilecektir. Bugün bu mescidlerin izini sürerek Peygamber Efendimizin (sas) hayatına ait hatıraların da izini sürebilmekteyiz.
Hicretin üzerinden yıllar geçmiştir. Müslümanların sayısı çığ gibi artmaktadır. Medinede, özellikle cuma ve bayram namazlarında mescid almamaktadır. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sas), Mescid-i Nebevinin dışında boş bir arazide cuma ve bayram namazı kıldırma kararı alır. Ama Arabistan sıcağında açık alanda namaz kılmak zor olacaktır. O mübarek bulut her zamanki gibi gelir ve bu kez tüm cemaati gölgeler. Bu hadise Kainatın Efendisinin (sas) ömrü süresince böyle devam eder. Yıllar sonra bu kutlu mekân unutulmasın diye buraya bir cami yapılacak ve adına da Mescidül-Gamame (Bulut Camii) denilecektir.
Zaman