Arızalı gazeteciler

Ottomanzo

Doçent
Katılım
25 Temmuz 2008
Mesajlar
746
Reaksiyon puanı
7
Puanları
0
İnsan arızalı olduğu için mi gazeteci olur, yoksa gazeteci olduktan sonra mı arızalanır?
Mesela, Can Dündar’ın arızalı olduğu kesin...
Yalan mı?... Arızasız ve normal bir insan olsaydı şu cümleleri kurabilir miydi: ‘’İsveç’te gazeteci olmak istemezdim. Hayatın intizam içinde sürüp gittiği, bir trafik kazası haberinin kamuoyunu günlerce meşgul ettiği, “renksiz” bir coğrafyaya alışkın değiliz biz... Tekinsiz hayatlar severiz. Hadisesiz sıkılırız.’’
Eh, onun bu saptamasına yüzde yüz katılan ben de otomatikman arızalı oluyorum bu durumda. Korkarım ki çoğumuz da bu haldeyiz. (Arızalı değilsek bile en azından adrenalin bağımlısı olmuşuzdur ki bu da bir arızadır zannımca.)
Onun için de Türkiye’den İsveç gibi sakin Avrupa ülkelerine giden meslektaşlarımız ya kendilerini ya da birbirlerini yerler. Akılları fikirleri yaşadıkları ülkenin değil Türkiye’nin gündemindedir.
Konu bulma açısından ise tartışmasız bir şekilde gazeteciler cennetidir Türkiye.
Günde bir değil, beş yazı yazar, üstüne bir de televizyon programı patlatırsınız da gündem denen o şeyi hala tam ve her yönüyle yakalamış olmazsınız.
İsveç’te ise böyle bir şansınız (!) yoktur. Dündar’ın dediği gibi gündem buradaki kadar kolay ve hızlı değişmez. Hayat da –eğer siz kendiniz renklendirmesini bilmiyorsanız- sıkıcı ve monotondur.
İsveç'te gazeteci olmak
Ama sakin ve temel çelişkileri aşmış bir ülkede gazetecilik ve/veya köşe yazarlığı yapmanın şöyle de bir güzelliği var:
Türkiye’de olduğu gibi gündem tarafından sürüklenmezsiniz ve rahatlıkla kendi gündeminizi oluşturabilirsiniz.
Böylelikle, herkesin görmediği detaylara odaklanabilir ve hem kendinizin hem de okuyucunun ufkunu genişletebilirsiniz…
Uzunca bir süre ve düzenli olarak İsveç’in -1 619 000 okuyucu sayısı ile en büyük gazetesi olan Metro’da- köşe yazarlığı yaptım. Bu süreç içinde (ne adını andığım gazetede ne de diğerlerinde) konu sıkıntısı çektiğimi söyleyemem doğrusu. Huyum olduğu üzere yine toplumsal sorunlar üzerine yazıyordum ama bu sorunların -ne okuyucu ilgisi açısından, ne de gazete yönetimi açısından- birebir gündemle örtüşmesi gerekmiyordu. Rahatlıkla kendi gündemimi yaratabiliyordum. (İnsanı esir edip güden bir gündem de yoktu ki zaten.)
İsveçli ana babaların çocuklarının elinde oyuncak olmasını ve giderek aciz yetişkinler haline gelmesini kıyasıya eleştiren ilk yazım, okuyucu tarafından müthiş bir ilgiyle karşılanmış ve yoğun tartışmalar başlatmıştı örneğin.
Türkiye'de gazeteci olmak
Peki, İnternethaber sitesinde yazdığım -ve tabii ki yoğun ilgiyle karşılanan- ilk yazımın başlığı neydi dersiniz: Laiklik buysa ben laik değilim…
Ne kadar değişik di mi?... Üstelik bu konuyu değişik açılardan da olsa yıllarca ve defalarca işlemek zorunda kaldım. Zorunda kaldım, diyorum çünkü ben bıraksam gündem bırakmıyordu. Öyle şeyler oluyordu ki insan yine aynı konuda yazmadan duramıyordu. Okuyucu da her seferinde hislerine tercüman olduğum için teşekkür ediyordu... Karşıt fikirdekiler de küfrediyordu tabii ki…
Eveeet, şimdi tam da burada bir duralım; düşünelim ve şu soruyu soralım:
Türkiye’nin gündemi gerçekten de değişken midir?...
Cevap: HAYIR!
Türkiye'nin gündeminin değiştiği algısı tamamen çarpıktır ve bir yanılsamadan ibarettir.
Bu coğrafyada değişen gündem değil sadece olaylar ve durumlardır.
Gündem ise her zaman aynıdır... Ve zincirleme bir şekilde süregiden durum trajedilerinden ibarettir.
Cumhuriyet kurulduğundan beri laiklik-şeriat, asker-sivil, doğu-batı, aydın-halk... vs. tartışmalarının temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp sofraya konmasının neresi yenidir, neresi değişkendir söyler misiniz?...
İşte arızamız da burada …
Olaylarla, durumlarla sürükleniyoruz ve dolap beygirleri gibi aynı konular etrafında dönüp duruyoruz.
Sonra da hızla değişen gündemi takip eden hızlı gazetecileriz diye kendimizi kandırıyoruz.
Oysa ki bizim gündemimiz İsveç’tekinden daha durağan ve monoton.
Hiç değişmiyor, hiç gelişmiyor.
Bizlerse bu yoğun gündem karşısında yorgun olduğumuzu sanıyoruz.
Bunun yorgunluk değil BIKKINLIK olduğunu farkedemeyecek kadar da sersemlemiş haldeyiz.
İşte bunun içindir tatillerden daha da yorgun dönmeler ve günden güne tükenmeler.

Dilek Yaraş / Gazeteciler

Arızalı gazeteciler
 
Üst