Ana çocuk sağlığı ,bedensel ve zihinsel özürlü çocuklarımız geçici alt başlık

Bu konuyu okuyanlar

quasimodo

Müdavim
Katılım
20 Aralık 2008
Mesajlar
1,929
Reaksiyon puanı
57
Puanları
0
slm
Arkadaşlar
bu konuyu örnek teşkil etmesi amacıyla açıyorum
her yoruma bir konu ekleyeceğim
eğer tutulursa konuyla ilgilenen findukfaresi kardeşimiz devam eder

---------- saat 22:36 eklendi ---------- önceki mesaj saat 22:29 eklenmişti ----------

OTİZM NEDİR?
Otizm, Yaygın Gelişimsel Bozukluklar (YGB) başlığı altında yer alan dört gelişim probleminden bir tanesidir. Hayat boyu sürmesi problemin ciddiyetini ortaya koyan en önemli faktördür. Bu problem kişinin sosyal hayatını, iletişim becerilerini ve davranışlarını etkilemektedir.

OTİZMİN BİLİMSEL OLARAK AÇIKLANMASI:
Otizm ilk kez 1943 yılında, zihinsel engelli 11 çocuğun, diğer zihinsel engelli ya da şizofren olan çocuklarla benzer şekilde davranmadıklarını fark eden Amerikalı çocuk psikiyatristi Leo Kanner tarafından tanımlanmıştır. Kanner; çevreye karşı duyarsızlığı, otizmin en temel semptomu olarak değerlendirmiş ve gözlemlediği 11 çocuğun yaşamlarının başlangıcından itibaren diğer insanlarla ilişkiye giremediklerini belirtmiştir.

Kanner’ ın otizm tanımı daha sonraki yıllarda çeşitli kişiler tarafından incelenerek, geliştirilmiştir. Günümüze kadar yapılan tanımları, ölçütleri ya da belirtileri çocuk psikiyatristi Micheal Rutter ve arkadaşları dört başlık altında toplamışlardır:

1- Otizmin ortaya çıkma sıklığı 30 aylıktan önce görülmektedir.
2- Çocukların dil ve konuşma gelişiminde belirgin bir gecikme söz konusudur.
3- Zihinsel gelişmeyle ilgili olmayan ancak sosyal gelişimle ilgili olan yetersizlik söz konusudur. Örnek olarak, sarılma kucaklama gibi fiziksel teması reddetmek, insanlara karşı genel bir ilgisizlik verilebilir.
4- Kalıplaşmış oyun becerileri gözlenmekle birlikte, aynılığı korumada ısrar etme ve değişikliğe tepki gösterme de belirgin davranışlar arasındadır.

Rutter’ in belirttiği bu ölçütler daha sonra dünyada ve ülkemizde de yaygın olarak kullanılan DSM-IV (Amerikan Psikiyatri Birliği: Psikiyatride Hastalıkların Tanımlanması ve Sınıflandırılması Elkitabı)’ e temel olmuştur.

OTİZMİN NEDENLERİ
İlk tanımlandığı yıllarda otizmin psikolojik nedenlerden kaynaklandığı, otizme anne-bebek ilişkisindeki bağın kurulamamasının ya da başka bir deyişle “soğuk anneliğin” neden olduğu düşünülmüştü. Ancak, otizmin nedenleri konusunda günümüze kadar yapılan birçok araştırma bunun doğru olmadığını kesin olarak kanıtlamıştır.

Otizmin nedenleri konusundaki araştırma ve çalışmalar hâlen devam etmektedir. Ancak, henüz kesin nedeni ya da nedenleri bulunamamasına karşın, otizmin genetik temelleri olduğu görüşü ağırlık kazanmakta ve dünyada yapılan bilimsel araştırmalar bu konuda yoğunlaşmaktadır.

Otizmi olan bir çok kişide serotonin maddesi fazlalığına ve bağışıklık sistemi bozukluğuna rastlanmaktadır. Ayrıca aşılar, alerjiler, mantar enfeksiyonları, travma ile otizm arasındaki ilişkiler de araştırılmaktadır. Otizmin nedenleri ile ilgili öne sürülen bütün görüşler tek başına bu problemi açıklamada yetersiz kalmaktadır. Son yıllarda yapılan araştırmalar, özellikle şu noktalar üzerinde durmaktadır :

a- Genetik Nedenler : Birden fazla genin, bazı çevresel faktörlerin bir araya gelmesi ile otizmin ortaya çıkmasında etkili olabileceği düşünülmektedir. Bu çevresel faktörler arasında kan biyokimyası, kullanılan ilaçlar sayılabilir. Genlerdeki yapısal bozukluk kuşaklar öncesinden geliyor olabileceği gibi, gebelik sırasında kullanılan ilaçlar, virüsler ve radyasyon gibi etkenlerle de genlerin işleyişi bozulabilir. Ancak bu gen ya da genlerin hangileri olduğu konusunda yapılan araştırmalar devam etmektedir.

b- Yapısal Nedenler : Bazı araştırmalar, beynin bazı bölgelerindeki yapısal farklılıkların otizme neden olabileceğine işaret etmektedir. Otistik bireylerin beyinleri incelendiğinde, beynin ön ve yan bölgelerindeki kan akımında farklılıklar belirlenmiştir. Beyinin yan bölgeleri; konuşulan dili anlamaktan, planlama yapmaktan, sosyal davranışların koordinasyonundan , kontrolünden ve motivasyonundan sorumludur. Aynı zamanda otistik çocuklarla yapılan çalışmalar beyinin, beyincik, beyin sapı ve ön bölgelerinde de anormallikler olduğunu ortaya koymuştur. Beyincik, hareketlerimizin koordinasyonunu sağlayan ve sosyal etkileşimde görevleri olan bir bölgedir. Beyin sapı ise, gelen uyarıların posta kutusu gibi toplandığı bölgedir.Bu bölgelerdeki yapısal bozuklukların varlığı, otistik çocuklarda görülen davranış ve uyum zorluklarını anlamamızı kolaylaştırmaktadır.

c- Doğum Öncesi-Doğum Sırası-Doğum Sonrası Dönemleri Etkileyen Dış Etkenler : Araştırmalar, bu safhalarda beyin gelişimini etkileyen birden fazla durumun otizme neden olabileceğini kanıtlamıştır. Özellikle, anne karnında geçirilen kızamıkçık hastalığı ağır otizme yol açabilmektedir. Doğum sırasındaki travmalar ve buna bağlı bebeğin oksijen eksikliği aşaması, çevresel toksinler, tüberoz skleroz, fenil ketonüri sendromu gibi metabolik hastalıklar da otizme neden olabilir.

OTİZMİN KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ
Otizmin şiddeti ve seviyesi bireysel farklılıklar göstermekle beraber, problem genel olarak şu karakteristik özellikleri gösterir:

1.Dil gelişiminde ciddi gecikmeler:
Otistik çocukların büyük bir kısmı konuşmayı geç de olsa öğrenir.Ancak yaklaşık %28’i hiç kelime kullanmadan kalabilir. Otistik çocukların konuşmalarında farklı konuşma biçimlerine, sözcüklerin anlamları dışında kullanımlarına ve tekdüze bir ses tonuna rastlanır. Sıkça yaptıkları tekrarlamalar ve kullandıkları kalıp cümleler konuşmalarının en belirgin öğeleridir.

2.Sosyal ilişkileri anlamakta ve kurmakta güçlük çekme:
Otistik çocuklar diğer insanlarla göz kontağı kurmaktan kaçınırlar, tek başına yaptıkları etkinlikleri tercih ederler, dış dünyaya kendilerini kapatırlar ve yaşıtlarıyla dahi sosyal ilişki kurmazlar, kendi duygularını paylaşmazlar ve çevrelerindeki bir çok olaya karşı tepkisiz kalırlar. Bu özelliklerin hepsi ya da birkaçı birleşince de otistik çocuklar karşımıza ileri derecede sosyal ilişki problemine sahip bireyler olarak çıkıyor.

3.Duyusal uyaranlara garip tepkiler:
Otistik çocuklar çoğu zaman çevrelerindeki olaylara ve seslere karşı duyarsız olmalarına rağmen, bazen bazı duyusal uyaranlara karşı aşırı tepki verebiliyorlar.Örneğin arabanın korna sesi ya da bir köpeğin havlaması onların aşırı derecede irkilmelerine sebep olabilirken, çok sıcak ya da çok soğuk bir yere dokunmaları herhangi bir tepki vermelerine dahi yol açmayabilir.

4.Zihinsel işlevsellikte belirgin olmayan özellikler:
Otistik çocukların çeşitli yetenekleri arasında ciddi farklar gözlenebilir. Örneğin, çocuk kendi kronolojik yaşının çok üstünde bir resim yeteneğine sahipken kronolojik yaşının çok altında bir sosyal iletişim yeteneğine sahip olabiliyor. Bu nedenle zihinsel gelişimlerine bağlı belirli kriterlerden bahsetmemiz mümkün değil. Otistik çocukların bir çoğunda zeka geriliği gözlemlenir, otistik çocukların yalnızca %10-15’i normal veya normal üstü bir zekaya sahiptir.

5.Kısıtlı sayıda etkinliğe ilgi duyma:
Bazı otistik çocuklar tekrar eden hareketlere karşı aşırı bağlılık gösterebilirler. Belirli bir hareketi sürekli tekrar etmekten hem çok hoşlanırlar hem de hiç bıkmazlar. Gün boyu herhangi bir müdehale ile karşılaşmazlarsa bu hareketleri tekrarlamaya devam ederler. Yine bu çocuklar farklı konulara merak geliştirmek yerine bazı oyunlara saplanıp sürekli bu oyunu oynayabilirler. Otistik çocukların anne ve babaların belirtiği görüşlere göre bu oyunlar genelde çocukların kendi kendine buldukları oyunlar oluyor ve yetişkinlere pek anlamlı gelmiyor.

6.Günlük hayatındaki rutinin bozulmasına karşı aşırı tepki:
Otistik çocuklar günlük yaşamlarında var olan rutinlere aşırı bağımlıdırlar. Bu rutinlerin bozulması ya da aksaması gibi durumlarda büyük tepkiler verebilirler, ayrıca çok huzursuz ve sinirli olurlar.

OTİZME NE KADAR SIKLIKLA RASTLANIR?
Dünya literatürüne göre doğan her 10.000 çocuktan 4’ünün otistik olduğunu ve erkeklerde kızlara oranla 4 kat daha fazla rastlandığını biliyoruz. Yapılan çalışmalar herhangi bir ırkın ya da sosyal grubun belirgin şekilde bu hastalıktan etkilenmediğini göstermektedir.

Dünya Sağlık Örgütünün raporuna göre Türkiye’de yaklaşık 100.000 otistik insanın yaşadığı sanılmaktadır.

OTİZMDE TEDAVİ YÖNTEMLERİ

Otizmde var olan çeşitli tedavi yöntemlerini ve bu yöntemlerin alt başlıklarını şu şekilde sıralayabiliriz:

BİYOKİMYASAL TEDAVİLER:
a.İlaç tedavisi: Otizmin tedavisinde belirgin ilaçlar yoktur, bu tedavi esnasında kullanılan ilaçlar otizmin bazI semptomlarının etkisini azaltmak için kullanılır, örneğin bu çocuklar aşırı hareketli ve saldırgan olabiliyor. İlaç tedavisi bu gibi davranışların şiddetini azaltmaya yardımcı olacak etkiye sahiptir.
b.Vitamin tedavisi: 1960 yılında Dr. Bernard Rimland tarafından yapılan bir araştırmayla vitamin tedavisinin vücut metabolizmasını normal hale getirmek ve davranış problemlerini azaltmak için etkili olduğu anlaşılmış. Bunun sonucunda da otistik çocuklar için vitamin tedavileri başlamış, bu tedavilerde yüksek dozda B6 vitamini ve Magnezyum birlikte kullanılmaktadır.
c.Diyet uygulamaları: Gluten ve kazain maddelerini içeren besinlere karşı yapılan diyet uygulamaları bu bölüme ait en önemli tedavi şeklidir.Gluten maddesi tahıl ürünlerinde, kazain maddesi ise süt ürünlerinde karşımıza çıkan besin değerleridir. Bu iki besin değerinin ortak yönü insanlar için protein kaynağı olmaları, ancak otistik çocuklarda enzim eksikliği nedeniyle proteinler parçalanamıyorlar ve çocukların bünyesinde çeşitli problemlere yol açıyor. Tedavi bu maddelerin alınmasını engelleyerek oluşabilecek problemlerin önünü kesiyor.

DUYUSAL VE ALGISAL TEDAVİLER:
a.Duyu entegrasyonu tedavisi: Otistik çocuklar dış dünyadan aldıkları çeşitli duyuları ayırt edememe problemi ile karşı karşıyadırlar. Bu tedavi onlara duyusal ayrım yapmayı öğretmeyi hedefler.
b.İşitsel entegrasyon tedavisi: Otistik çocuklarda görülen sese aşırı duyarlılık probleminin bir işitme bozukluğundan kaynaklandığına inanılmakta, bu nedenle işitme tedavileri ile bu problemin şiddeti azaltılmaya çalışılmaktadır.

PSİKOLOJİK TEDAVİLER:
Psikoterapi: Özellikle Dr. Kanner’in üzerinde durduğu bir yöntemdir, çünkü Dr Kanner’e göre hastalığın temel sebeplerinden biri bireyin sahip olduğu psikolojik geçmişti. Ancak sonraki yıllarda yapılan araştırmalar Kanner’in haklı olmadığını ortaya çıkarsa da psikoterapi halen otizmin tedavisinde kullanılan bir yöntemdir.

EĞİTSEL TEDAVİLER:
1987 yılında UCLA Üniversitesi’nden Dr. Ivar Lovaas yaygın gelişim bozukluklarından herhangi birine sahip olan bireylerin tedavisinde erken yaşta eğitime başlanılması gerektiğini önemle vurgulamış ve eğitimlere olabildiğince erken yaşlarda başlanılması için özel eğitim uzmanlarını uyarmıştır. Dr. Lovaas’a göre, otizmin tanısının 3 yaşından önce konması; çocuğun özbakım becerilerini geliştirmesi, toplum içinde yer alması ve eğitimine örgün sistemde devam edebilmesi için çok büyük önem taşır. Dr Lovaas’ın kendi geliştirdiği eğitim programına göre otistik bir çocuk haftada toplam 40 saat olmak üzere birebir eğitim seansına tabi tutulur, bu eğitim yardımıyla çocukta görülen davranış bozuklukları tedavi edilir

OTİZMDE DİL VE KONUŞMA TERAPİSİNİN ÖNEMİ

( Acıbadem Hastanesi Konuşma ve Lisan Patoloğu Gayem Köprücü )

Soru: Konuşma terapisi hakkında bize biraz bilgi verir misiniz? Neler yapılıyor terapi esnasında?
Konuşma terapisi genel anlamda üç farklı konuyu kapsar; konuşma, lisan ve yutma. Lisan kısmı, lisan gelişimini ve lisanla ilgili herhangi bir geriliğe/bozukuğa sahip kişilerin tedavisini konu alır. Konuşma kısmı ise artikülasyon bozukluklarını (s ya da r gibi sesleri söyleyememe), çeşitli nedenlerden doğmuş telaffuz bozukluklarını, kekemelik gibi konuşmanın akıcılığını bozan problemleri, ses ve ses hastalıklarını konu alır. Yutma kısmı da nörolojik ya da mekanik bozukluklardan kaynaklanan yutma problemlerini konu edinir.

Soru:Otistik çocuklar için yapılan terapilerde ne gibi uygulamalar yapıyorsunuz?
Otistik çocuklara yapılan terapilerde lisan kısmı en önemli role sahiptir. Çünkü otistik çocuklar arasında lisan problemine sıkça rastlanır. Bu çocuklar karşılarındaki insanlarla iletişim problemleri yaşarlar, kendilerini dış dünyaya kapatarak yaşama eğilimi içindedirler, göz teması kurmaktan kaçınırlar. Dolayısıyla otistik çocuklar için yapılan terapilerde amaç, çocukları iletişime teşvik etmek veya derdini anlatabilecek konuma getirmektir. Ancak şunu unutmamalıyız ki otistik çocuklar her zaman konuşarak iletişim kurmayabilirler ya da kuramayabilirler, bu nedenle terapiler çocuklara konuşmayı öğretmeye odaklanmaz ,onun yerine sağlıklı bir şekilde ihtiyaçlarını anlatabileceği herhangi bir iletişim şekline odaklanır.

Soru: Otistik çocuklar ne kadar sıklıkla terapi almalılar?
Otistik çocuklar hayat boyu bu terapiyi almalılar, hayat boyu almasalar dahi uzun yıllar yoğun şekilde terapi görmeliler. Haftada bir kez terapiye mutlaka katılmalılar, haftada iki ya da üç kez katılmaları da onların gelişimleri için çok daha iyi sonuçlar getirecektir. Tabiki sadece terapi almak yeterli bir sonucu elde etmemizi sağlamaz, bu nedenle terapiler özel eğitimle desteklenmelidir.

Soru: Bu terapinin otistik çocuklar için belirlenmiş ideal yaş dönemi var mı?
Özellikle belirlenmiş herhangi bir yaş dönemi yok. Ama şunu biliyoruz ki terapiye ne kadar erken başlarsak iyi sonuç elde etme olasılığımız o kadar artar. Önceleri bilim adamları beyin gelişiminde 12 yaşa kadar olan dönemin büyük önem taşıdığını söylüyorlardı, ancak şimdi bu düşünce değişti ve beyinin uzun yıllar kendini yenileyebildiği ortaya çıktı. Bu nedenle hiçbir zaman umutsuz olmamak ve daha iyisi için çabalamak gerekli.

Soru: Otistik çocukları tedavi ederken belirli şartlar arıyor musunuz? “Bir takım kriterlerimiz var, ancak bu kriterlere uyan çocukları tedavi edebiliyoruz” gibi bir şey söylüyor musunuz?
Hayır, kesinlikle böyle bir şeyden bahsedemeyiz. Çocuğun problemi çok küçük de olsa çok büyük de olsa çocuk mutlaka müdahaleye ihtiyaç duyar.

Soru: Terapiler esnasında aileler de kendi çocuklarının yanında bulunabiliyorlar mı?
Ben o şekilde olmasını tercih ediyorum, çünkü ülkemiz şartlarında çocuklara devamlı olarak eğitim vermemiz mümkün olamıyor. Bu nedenle aileler terapileri desteklemek adına çok önemli bir role sahipler. Aileleri eğitmek ve ailenin “evdeki terapist” olmasını sağlamak tedavinin sürekliliği açısından çok gerekli.

Soru:Tedavinin başarılı olması için ailelere düşen en önemli görev nedir?
Tabii ki bu görev çocuğun durumuna göre değişebilir, ama bizim onlardan en çok istediğimiz şey çocuklarını iletişime teşvik etmeleri.

Soru: Bu terapiyi alamayan çocukların aileleri için ne gibi aktiviteler tavsiye edersiniz?
Aslında bu alan pratik önerilerin çok fazla verilebileceği bir alan değil. Bu nedenle belirgin örnekler veremiyorum.Lisan gelişimi iki ana kısımdan oluşur, bunlar algılama ve kendini ifade kısımlarıdır. Aileler çocuklarını eğitirken bu iki kısım üzerinde ayrı ayrı durmalı ve çocuklarına yaptıracakları çeşitli aktivitelerle bunları desteklemeliler. Örneğin komut algılamayı geliştirmek için, aileler çocukları ile konuşurken onlara birden çok basamaklı farklı direktifler vermeliler ve çocukların bu direktifleri anlayıp anlamadıklarına dikkat etmeliler.

OTİSTİK BOZUKLUĞU OLAN BİREYLERE İLİŞKİN POLİTİK FARKINDALIK

Otistik bozukluğu olan bireyler, elverişli ve kendi çıkarlarına en uygun olan durumlarda Avrupa nüfusunun tamamının sahip oldukları hak ve ayrıcalıkların aynısına sahip olmalıdır. Bu haklar her devlette uygun mevzuatla geliştirilmeli, korunmalı ve uygulanmalıdır. Zihinsel Olarak Geri Kalmış Kişilerin Hakları'na (1971) ve Engelli Kişilerin Hakları'na (1975) ilişkin Birleşmiş Milletler Bildirgesi ile insan haklarına ilişkin diğer ilgili bildirgeler dikkate alınmalı ve otizmliler ile ilgili olarak aşağıdakiler dahil edilmelidir.

1. Otistik bozukluğu olan bireylerin, potansiyellerinin sınırına kadar bağımsız ve eksiksiz bir hayat yaşama HAKKI;

2. Otistik bozukluğu olan bireylerin erişilebilir, yansız ve doğru klinik tanı ve değerlendirmeden yararlanma HAKKI;

3. Otistik bozukluğu olan bireylerin erişilebilir ve uygun eğitim görme HAKKI;

4. Otistik bozukluğu olan bireylerin (ve temsilcilerinin) geleceklerini etkileyen bütün kararlara katılma HAKKI; bireyin istekleri olabildiğince saptanmalı ve bu isteklere saygı duyulmalıdır;

5. Otistik bozukluğu olan bireylerin erişebilir ve uygun konut olanaklarından yararlanma HAKKI;

6. Otistik bozukluğu olan bireylerin eksiksiz ve üretken bir hayatı saygınlık içinde ve bağımsız biçimde yaşamak için gerekli olan donanım, yardım ve destek hizmetlerinden yararlanma HAKKI;

7. Otistik bozukluğu olan bireylerin yeterli gıda, giysi, konut ve hayatın diğer gereklerini karşılamaya yetecek bir gelir veya ücret kazanma HAKKI;

8. Otistik bozukluğu olan bireylerin kendi yararlarına sağlanan hizmetlerin geliştirilmesi ve yönetimine olabildiğince katılma HAKKI;

9. Otistik bozukluğu olan bireylerin kendi beden, akıl ve ruh sağlıkları için uygun danışma olanaklarından yararlanma HAKKI; buna, bütün koruyucu önlemler alınarak bireyin çıkarlarına en uygun tedavinin sağlanması ve ilaçların verilmesi dahildir.

10. Otistik bozukluğu olan bireylerin ayrılma veya klişelere maruz kalmadan anlamlı işlerde çalışma ve mesleki eğitim görme HAKKI; eğitim ve istihdamda bireyin yeteneği ve seçimi dikkate alınmalıdır; 11. Otistik bozukluğu olan bireylerin erişilebilir ulaştırma olanaklarından ve hareket serbestisinden yararlanma HAKKI;

12. Otistik bozukluğu olan bireylerin kültür, eğlence, rekreasyon ve spor etkinliklerine katılma HAKKI;

13. Otistik bozukluğu olan bireylerin topluluktaki bütün olanaklar, hizmetler ve etkinliklere eşit koşullarla katılma, bunlardan eşit koşullarla yararlanma HAKKI;

14. Otistik bozukluğu olan bireylerin, sömürü ve zorlama olmaksızın evlilik de dahil cinsel ve diğer ilişkilere girme HAKKI;

15. Otistik bozukluğu olan bireylerin (ve temsilcilerinin) kanunen temsil edilme ve yardım alma ve kanuni hakların eksiksiz biçimde korunması HAKKI;

16. Otistik bozukluğu olan bireylerin akıl hastanelerine ve özgürlüğün kısıtlandığı diğer kurumlara gereksiz yere kapatılma korkusu ve tehditten uzak olma HAKKI;

17. Otistik bozukluğu olan bireylerin suiistimal edici bedensel muamele veya ihmalden uzak kalma HAKKI;

18. Otistik bozukluğu olan bireylerin farmakolojik suiistimal veya yanlış kullanımdan uzak olma HAKKI;

19. Otistik bozukluğu olan bireylerin (ve temsilcilerinin) kişisel, tıbbi, psikolojik, psikiyatrik ve eğitimle ilgili dosyalarında bulunan bütün bilgileri görme HAKKI. Otizm Avrupa Kongresinde sunulmuştur (Lahey, 10 Mayıs 1992).

KAYNAKLAR:

www.autistics.org
http://www.autism-resources.com/autismfaq-defi.html
www.autism-society.org
http://www.gata.edu.tr/dahilibilimler/cocukruh/sozlesme.htm
http://www.gata.edu.tr/dahilibilimler/cocukruh/ygb3.htm
www.nas-org.uk
www.tohumotizm.org

İnci VURAL; Otizm ve İletişim Problemleri Olan Çocukların Tedavisi. (Evrim Yayınları, 2000)

Hazırlayan:
İDİL SEDA AK

http://www.bebek.com/bebek-gelisimi-farkli-cocuklar-cnt3-76-1-1744.html

rainman ile gündeme gelen otizm ile ilgili düşüncelerinizi ilave bilgilerinizi bekliyorum
yorumlar geldikçe konular gelecektir

mod kardeşime
özellikle üste eklemedim bir deneme olarak birkaç konu açacağım bu seferlik idare ediniz
5162b.jpg
Kadın Sağlığı


Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı
Doç. Dr. Serap Yaltı
[email protected]
Gebelik öncesi bakım nasıl olmalıdır?




Anne adayının gebeliği boyunca sağlıklı olması , gebelikten önceki sağlığının iyi olmasına bağlıdır. Dolayısı ile henüz gebelik başlamadan yapılacak bakım bu sürecin problemsiz geçmesine katkıda bulunur. Anne adayının tümüyle sağlık muayenesinin yapılması anne ve bebeğin gelecekteki sağlığına iyi yönde etki edecektir. Sorunlar ortadan kaldırılmaya çalışılacak veya en aza indirilecektir. Uluslararası arenada antenatal bakımın tarifi ‘’optimal koşullarda gebelik öncesinde başlayan ve gebelik sürecinde periodik olarak devam ettirilen, tıbbi bakım ve psikososyal desteğin koordinasyonunu içeren, kapsamlı bir bakım programı’’olarak tariflenmektedir.

Bu yazımızda sizlere bu kapsamda neler yapılması gerekir,içerik nedir,anne adaylarımız nelere dikkat etmelidir gibi soruların yanıtlarını vermeye çalışacağım.
Tıbbın her branşında olduğu gibi anamnez yani hastadan , anne adayından alınacak öykü son derece önemlidir. Doktor bu sorgulamada dikkatten kaçabilecek çok önemli ipuçlarını yakalayabilir. Anne adayının geçirdiği hastalıklar, varsa operasyonlar sorgulanır. Anne adayının psikososyal durumu gözlenir. Akraba evlilikleri bazı sorunları beraberinde getireceğinden bu konu mutlak aydınlatılmalıdır.

Anne ve baba adaylarının soylarında genetik hastalıkların varlığı, çeşitli kan hastalıkları ( akdeniz anemisi gibi ) araştırılır. Ailede yüksek tansiyon , şeker hastalığı , kanser sıklıklığı sorulur.

Anne adayının sigara , alkol alışkanlığı olup olmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır. Ciddi kilo sorunu olan adayların gebelik ve doğumlarının daha sorunlu olacağı göz önüne alınarak ya kilo verdirildikten sonra gebeliğe teşvik edilir. Ya da gebeliği sürecinde diyetisyen eşliğinde kilo kontrolü yapılmalıdır.

Fetüs yaşının tam bilinmesi ideal obstetrik tedavi için zorunludur. Bu erken doğum riskini ortadan kaldıracağı gibi, tam tersine geç kalınmasını da engeller. Bu doğrultuda anne adayının son adet tarihinin ilk günü kesin olarak bilinmeye çalışılmalıdır. Bu mümkün olamıyorsa erken zamanda yapılacak ultrason muayeneleri doğum zamanı hakkında bilgi verir.

Daha önce gebe kalmış , doğum yapmış anne adayının bu gebeliğindeki yaşanmışlıkları devam eden gebelik açısından da çok önemlidir. Çünkü önceki gebeliğe ait komplikasyonların çoğu , devam eden gebeliklerde de tekrarlamaya meyillidir.
Anne adayının jinekolojik muayenesi , smear testinin tekrarı önemlidir. Eğer vaginal enfeksiyon varsa tedavisi gebelik öncesi yapılmalıdır. Meme kanseri kadınlar arasında en yaygın kanser türlerindendir. Bundan dolayı anne adayının meme muayenesi zorunludur.

Bebekte nöral tüp defekti olarak tariflenen , hem aile hem de yenidoğanın yaşam kalitesini çok olumsuz etkileyen hastalıklarla karşılaşmamak ; riski en aza indirmek için anne adayına 3 ay önceden başlamak üzere folik asit verilmelidir.

Beslenme açısından yetersiz kalan anne adaylarına tüm vitaminleri içeren multivitaminler önerilmelidir. Yapılacak kan sayımı sonucu demir eksikliği düşünülen anne adaylarına demir preparatları verilmeli, bu ilaçların süt ve süt ürünleri ile alındığında etkilerinin azalacağı hatırlatılmalıdır.

Anne adaylarında görülen kansızlık her zaman demir eksikliğine bağlı olmaz. Özellikle sadece bitkisel gıdalar alan vejeteryanlarda B12 vitamin eksikliği ve buna bağlı kansızlık , sinir sistemi harabiyeti olabilir. Bunlara mutlak B vitamin takviyesi yapılmalıdır. Anemi sadece anne sağlığını değil, doğacak bebeği de olumsuz etkiler.

Anne adaylarının tiroid hastalıkları hem gebelik boyunca anneyi , hem de gebeliğin ilk 3 ayında hormon sentezi yapamayacağı için bebeği olumsuz etkiler. Dolayısı ile en başından itibaren anne adayının tiroid hormon değerlerinin bilinmesi çok önemlidir. İhmal edilen vakaların bebeklerinde zeka anlamında problemler doğabilir.
Kan uyuşmazlığı ve beraberinde bebekte görülebilecek hastalıkların önüne geçmek için anne ve baba adayları kan gruplarını öğrenmek zorundadırlar. Eğer anne adayı Rh (-),baba adayı (+) ise uyuşmazlıktan söz edilir. Gebeliğin hemen başında anne adayında kanda indirekt coombs testi ile durum değerlendirmesi yapılmalıdır.

Gebelik öncesi anne adayının kan şeker düzeylerini bilmesi son derece önemlidir. Açlık, 1. Saat tokluk kan şeker düzeyi ve son 3 ayın şeker profilini veren HbA1c bakılmalıdır. Anne adayında diabetik bir problem saptanması halinde gerek diyet, ve gerekirse de insülin takviyesi ile gebeliğe izin verilmelidir. Bu takip şüphesiz tüm gebelik boyunca devam edecektir.

Anne adayının geçirilmiş veya geçirilmekte olan enfeksiyonlar açısından değerlendirilmesi gerekir. Kızamıkçık , toksoplazma, sitomegalovirüs bunlar arasındadır. Ayrıca anne adayının hepatit B taşıyıcılığı, böyle bir taşıyıcılığı varsa karaciğer fonksiyon testleri değerlendirilmelidir. Taşıyıcı olan anne adaylarının bebekleri doğumda riske açıktır. Böyle bebeklere doğar doğmaz hem aşı , hem de hepatit immunoglobülin yapılmalıdır.
Anne adayının hepatit C ve ülkemizde yaygın olmasa da AIDS açısından taranması da gerekir. Bunun yanısıra rutin olmamakla beraber frengi taraması da önerilebilinir.
Akraba evliliği yapacak anne ve baba adaylarının kromozom analizi yaptırmaları önerilmelidir. Bu analiz çiftlerde kan ile yapılmaktadır.
Yurdumuzda sık görülen hemoglobinopatiler yönünden özellikle anne adayından hemoglobin elektroforezi istenmelidir.
Bundan sonraki yazılarımızda gebelik sürecinde takipler nasıl yapılır , hangi testler ne zaman istenir , bu testlerin önemi nedir gibi sorulara cevap bulacağız.
Tüm anne adaylarına herşeyiyle mükemmel bir gebelik süreci dilerim.



http://www.bebek.com/uzmandan-kose-yazisi-kadin-sagligi-cnt1-5162-4.html

---------- saat 10:08 eklendi ---------- önceki mesaj saat 10:05 eklenmişti ----------

6b.jpg
Bebek Yürüyor


Zaman hızla geçiyor. Bebeğiniz bir yaşına geldi bile! Günler geçtikçe konuşmaya, yürümeye başlayacak. Vakit geçtikçe onun minik bir yetişkin olduğunu görüp şaşıracaksınız. Bir – üç yaş döneminde fiziksel ve psikolojik olarak sizi nelerin beklediğini öğrenmek istiyorsanız bu bölümümüz tam size göre... Bebek Yürüyor >
Çocuğunuz Gözlerini Çok Ovuyor Veya Kırpıyorsa Kontrol Şart!






Anne ve babalara çocuklarının gözlerindeki değişiklikleri gözlemleyerek fark edebileceklerini belirten AcıbademGöz Merkezi Medikal Direktörü Doç. Dr. Bozkurt Şener, “Çocuklarda gözde değişiklikler çok hızlı oluşur ve sorunlar her yaşta ortaya çıkabilir. Bunun için, çocuğunuzun gözlerini kontrol ettirmeniz çok önemlidir. Kontrolün yanı sıra, çocuğunuzun hareketlerindeki değişiklikleri takip etmeli, söylediklerini dinlemelisiniz.” diyor.

bebek.com: Çocuklukta Hangi Göz Problemleri Görülür?
Doç. Dr. Bozkurt Şener: Göz kayması, görme bozuklukları, göz enfeksiyonları ve göz hasarları, tüm bunlar çocuklar arasında yaygındır. Belirtileri takip edip, problemin ilk belirtisinde çocuğunuzun gözlerini kontrol ettirerek, onun gözlerini korumasına yardımcı olabilirsiniz.

bebek.com: Göz Kayması neden olur?
Doç. Dr. Bozkurt Şener: Çocukların gözleri bazen gerektiği gibi birlikte çalışmazlar. Gözlerinden biri “tembel” olabilir, içeriye, dışarıya veya aşağıya, yukarıya doğru kayabilir (strabismus). Bu durumda, beyin her iki gözden de farklı görüntü algılar. Beyin farklı bu iki görüntüden birini arkaya atabilir veya iki görüntü arasında gidip gelebilir. Eğer, çocuk görüntülerden birini algılamaz ise, hangi gözden o görüntü geliyor ise o gözü kullanmayı bırakır (amblyopia). Çocuğunuzun gözlerinden biri sürekli veya sadece çocuğunuz yorgun, hasta olduğu zamanlarda veya objelere yakından baktığı zamanlarda kayabilir. Gerçekte, gözlerin kayması normaldir ama çocuğunuz 2-3 aylıktan büyük ve tek gözünde kayma belirtileri var ise; çocuğunuzun göz kontrolüne ihtiyacı var demektir. Tedavi gözü sarma (kapama), göz damlası, gözlük veya ameliyatı kapsayabilir.

bebek.com: Görme Bozuklukları hakkında bilgi verir misiniz?
Doç. Dr. Bozkurt Şener: Çocuğunuz uzaktaki objeleri göremiyorsa miyop, yakındaki objeleri göremiyorsa hipermetrop olabilir. Eğer, hem uzak hem de yakındaki objeleri bulanık görüyorsa ileri derecede hipermetrop olabilir. Eğer çocuğunuzun gözlerinin yuvarlağının şeklinde bozukluk var ise ve her uzaklıktan objeleri bulanık görüyorsa astigmat olabilir. Buna rağmen, çocuklarda yaygın olan bu görme bozuklukları gözlük veya kontak lens kullanımıyla tedavi edilebilir. Bazı durumlar, eğer önlem alınmazsa amblyopia’ya kadar varabilir.

bebek.com: Gözlerde enfeksiyon da görülür mü?
Doç. Dr. Bozkurt Şener: Gözün enfeksiyon kapması, yaralanması çocuklar arasında yaygındır. Virüs (viral) ve bakteriyel enfeksiyonlar sınıflarda hızla yayılır. Ayrıca, çocuklar gözleriyle oynayıp kirletirler veya objeleri gözlerine sokarlar. Bazı durumlarda gözde kalıcı bir hasar bırakabilme riski olduğundan, göz enfeksiyonlarının ve yaralanmalarına anında müdahale edilmelidir.

bebek.com: Göz hastalıklarını anlayabilmek için dikkat edilmesi gereken durumlar nelerdir?
Doç. Dr. Bozkurt Şener: Çocuklarda gözde değişiklikler çok hızlı oluşur ve sorunlar her yaşta ortaya çıkabilir. Bunun için, çocuğunuzun gözlerini kontrol ettirmeniz çok önemlidir. Kontrolün yanı sıra, çocuğunuzun hareketlerindeki değişiklikleri takip etmeli, söylediklerini dinlemelisiniz.

bebek.com: Çocuğunuzun Gözündeki Değişiklikler Nasıl Anlaşılır?
Doç. Dr. Bozkurt Şener:
Çocuğunuzun gözünde meydana gelen herhangi bir farklılık, onun gözündeki bir problemin belirtisi olabilir. Eğer çocuğunuzun gözlerinde şu belirtilerden birini fark ederseniz doktorunuza başvurunuz.

• Gözlerinin birbirine yaklaşması veya gözlerden birinin içeri, dışarı veya yukarı, aşağıya kayması
• Bir gözün diğerinden farklı görünmesi. Örneğin; gözlerden birinin diğer göze göre, daha küçük veya daha büyük olması
• Gözün şişmesi, kanlanması, çevresinin kızarması
• Gözlerin çok fazla sulanması
• Gözde akıntı, kanama olması veya göz kapağında kızarık yumruların oluşması
• Renkli fotoğrafta gözbebeğinin normalden daha fazla beyaz çıkması

bebek.com: Bunlar dışında dikkat edilecek noktalar var mıdır?
Doç. Dr. Bozkurt Şener:
Çocuğunuzun hareketlerindeki herhangi bir değişiklik, gözlerindeki bir problemin belirtisi olabilir. Eğer çocuğunuzun hareketlerinde şu değişikliklerden birini fark ederseniz doktorunuza başvurunuz.

• Objeleri görebilmek amacıyla, gözünün birini kapatıyor veya başını eğiyorsa,
• Uzaktaki objeleri görebilmek amacıyla gözlerini kısıyorsa,
• İşaret ettiğiniz objeleri görmede zorluk çekiyorsa,
• Objeleri devamlı yüzüne yakın tutuyor veya televizyonu çok yakından izliyorsa (çoğu çocuk bunu zaman zaman yapar),
• Bir gözünü çok fazla kırpıyor veya ovuyorsa,
• Aydınlatmanın az olduğu yerlerde objelerin içine doğru koşar, ya da düşerse

http://www.bebek.com/bebek-yuruyor-...ya-kirpiyorsa-kontrol-sart-cnt2-6-1-2498.html

Kısırlık ( Inferfilite ) nedir?



toplumda önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tanım olarak, en az 1 yıl herhangi bir korunma yöntemi uygulanmaksızın haftada 2-3 kere girilen cinsel ilişkiye rağmen gebelik elde edilmemesi infertilite yani kısırlık olarak adlandırılmaktadır. İnfertilite görülme sıklığı toplumlar arasında büyük farklılıklar göstermez. Tüm dünyada çiftlerin yaklaşık yüzde on beşi infertilite nedeni yardımla üreme tekniklerine başvurmak zorunda kalmaktadır. Bu çiftlerin büyük bir kısmında gebe kalamamanın nedenini açıklayacak sebepler bulunabilirken, yaklaşık yüzde 10-12''sinde herhangi bir patoloji tespit edilemez. Bu çiftler açıklanamayan infertilite olarak adlandırılırlar.

İnfertilitenin nedenlerini anlayabilmek ve tedavisini planlayabilmek için önce kadında ve erkekte üreme döngüsünün nasıl işlediğini ve gebeliğin oluş mekanizmasını anlamak gerekir.

"Ne zaman çocuk sahibi olmayı planlıyorsunuz ?" sorusu pek çok yeni evli çiftin en çok karşılaştığı sorudur. Aslında bu soru yeni evlenen çiftlerin kendi kendilerine de ilk sordukları soruların başında gelir. Özellikle kadının çalışmadığı, geleneksel aile yapısındaki çiftlerde balayında gebe kalma hayali kuran çok genç çift vardır. Çocuğun ailenin geçimi ve işleri için önemli olduğu, kırsal alanda ise sadece çocuk sahibi olmak için evlenen kadın ve erkekler azımsanamayacak kadar çoktur. Bizim toplumumuz gibi çocuk sahibi olmanın ayrıcalık ve prestij olarak görüldüğü toplumlarda ise infertilite neredeyse hayati öneme sahiptir. Bir başka grup ise, çalışma hayatının zorlukları içinde evlenmeye zaman bulamamış ancak yaşı ilerlediği için bir an önce evlenip çocuk sahibi olmayı düşünen bireylerden oluşur. Tüm bu bireylerin ortak yanılgısı istedikleri anda, hatta belki balayında gebe kalabileceklerini düşünmeleridir. Pek çok sinema filminde ve romanda kahraman tek bir ilişki ile ya da bebek istediği zamanda gebe kalabilirken gerçek hayatta durum bu değildir. Hiçbir sağlık problemi olmayan tamamen normal bir çifti ele aldığımızda, kadının tek bir adet döneminde, her gün ilişkide bulunsalar bile, gebe kalma olasılığı sadece %25''dir. Çiftin fertilite potansiyelini gösteren bu durum "fekundite" olarak adlandırılır. İnsan, organizma olarak üreme potansiyeli çok yüksek bir canlı değildir. Bunun pek çok nedeni vardır. Bazı yumurtalar döllenmez, bazıları da döllense bile embriyo döneminde gelişme gösteremez. Gebelik bir anlamda şans işidir. Bunu kabaca Rus ruletine benzetmek mümkündür. Hangi çiftin gebe kalabileceğini, yada hangisinin gebe kalamayacağını önceden tahmin etmek imkansızdır! Tek bir ilişkide %25 olan gebelik elde etme şansı bir yılın sonunda %85''e çıkar. Yani bir yıl sonunda her 100 çiftten 85''inde gebelik elde edilecektir. Geri kalan 15 çift ise infertilite ile karşı karşıya demektir. Bazı yazarlara göre ise birinci yılın sonunda gebelik olmaz ise, çifte infertil demek doğru değildir. Bunun için 2 yıl beklemek gerekmektedir. Gerçekten de ilk yılın sonunda %85 olan gebelik oranı ikinci yılın sonunda %92 civarında saptanır.

Tek bir adet siklusunda gebe kalma şansı pek çok faktörün etkisi altındadır. Bu faktörleri inceleyecek olursak

Kadının yaşı: Biyolojik saat ilerledikçe kadının gebe kalma şansı giderek azalır. Bunun en önemli nedeni yaş ile birlikte yumurtalıklardaki yumurta sayısı ve kalitesinin azalmasıdır. 20 yaşında bir kadın ile 21 yaşındakinin gebe kalma olasılıkları arasındaki fark çok büyük değilken 30''lu yaşlarda bu fark daha fazla anlam kazanır.

Cinsel ilişki sıklığı: Cinsel ilişki sıklığı açısından normal ya da anormal diye bir sınıflama yapmak doğru değildir. Önemli olan ilişki sayısının az ya da çokluğu değil yeterliliğidir. Bunun için optimum sayı haftada 3 ilişkidir.

Zamanlama : Cinsel ilişki sıklığının yanı sıra ilişkinin zamanlaması da önemlidir. Yumurtlamanın olduğu günlerde girilecek olan ilişki, gebelik olasılığını arttıracaktır.

Süre: Çiftin ne kadar zamandır çocuk istediği önemli bir noktadır. Gebe kalmaya uğraşan çiftlerde aradan geçen süre uzadıkça, tıbbi yardım almadan başarılı bir gebelik elde etme olasılığı da o ölçüde azalmaktadır.

Patoloji: İnfertiliteye neden olabilecek bir patolojinin varlığı da gebelik şansını azaltır. Bunlara en güzel örnek geçirilmiş ameliyatlar ya da endometriozisdir.

Eğer bir çiftte fertilite problemi varsa bu gebeliği nasıl etkiler? Gebe kalma pek çok faktörün etkisi altındadır. Örneğin sperm sayısı olması gerekenin yarısı kadar olan bir erkek ve normal bir kadından oluşan çiftte gebelik şansı yarı yarıya azalır. Gebeliği etkileyen her faktör için durum böyle değildir. Örneğin kadında her iki tüpün de tıkalı olduğu durumlarda gebelik şansı neredeyse yok gibidir. Benzer şekilde testislerinde sperm üretimi olmayan ya da spermleri testisden dış dünyaya taşıyan kanalların fonksiyon görmediği erkeklerin de doğal yollardan çocuk sahibi olmaları büyük sürpriz olur. Bu açıdan bakıldığında çocuk isteği ile hekime müracaat eden çiftlerde hem erkek hem de kadın detaylı olarak incelenmelidir. Çiftin her ikisinde de problem olduğunda gebelik şansı bunların toplamı ölçüsünde değil çarpımı ölçüsünde azalır. Eğer insan ömrü 300-400 yıla çıkarılabilse ve bu süre zarfında kadından yumurta, erkekten de sperm üretimi sağlanabilse, açıklanamayan infertilite vakalarının tamamına yakını gebe kalabilirdi. Bu durum infertilitede zamanın önemini açıkça ortaya koyan bir olgudur. Gebelik olasılığı arttırılmalıdır ve bu da ancak tıbbi tedavi ile mümkün olmaktadır.

Ne zaman endişelenmeli, ne zaman hekime gitmeli ?

Eğer bir yıldan uzun bir süredir ovülasyona denk gelen günlerde 2-3 günde bir düzenli olarak cinsel ilişkide bulunuyorsanız ve herhangi bir korunma yöntemi uygulamadığınız halde gebe kalamadıysanız infertil sınıfına giriyorsunuz demektir. Bu asla normal yollardan gebe kalamazsınız demek değildir ancak istatistiksel anlamdan bakıldığında şans azalmış olmaktadır. Artık tıbbi yardıma ihtiyacınız vardır. Bu yardım için belirli ve kesin bir zaman yoktur. Bebek sahibi olmamanız sizi endişelendirmeye başladığında bir jinekoloğa gitmelisiniz. Pek çok çift infertiliteyi çekinecek hatta utanacak bir durum olarak görür ve kendilerini yalnız hissederler. Oysa durum bu derece kötü değildir. Tüm dünyada pek çok çift aynı problemi yaşamaktadır ve bunları önemli bir kısmı çok basit tedavilerle gebe kalabilmektedir. Burada çiftleri kısıtlayan infertilitenin her zaman önemli bir problem olmasına rağmen acil olmamasında yatmaktadır. Genelde kişiler doktora gitmeyi herhangi bir bahanenin arkasına saklayarak ertelemekte ve sürekli gelecek ay demektedirler. Oysa hayatta zaman dışında her şeyin telafisi mümkündür.

Bazı durumlarda ise hekime müracaat etmeden önce 1 yıl beklemek gereksizdir.

• Çok sık ya da seyrek adet görmek
• Geçirilmiş pelvik enfeksiyon öyküsü
• 2''den fazla sayıda düşük
• Kadın yaşının ileri olması
• Erkekte testislerin küçük olması
• Prostat enfeksiyonu öyküsü.

varsa vakit kaybetmeden profesyonel bir yardim ya da öneri almak için girişimde bulunmak akıllıca olacaktır.

Hekime başvurmadan önce bazı basit önlemler ile üreme potansiyelinizi arttırabileceğinizi aklınızdan çıkartmayın. Bu önlemlerin en başında gelenlerden birisi vücut ağırlığı, diyet ve egzersiz arasındaki dengenin sağlanmasıdır. Uygun diyet ve egzersiz optimal üreme fonksiyonu için son derece önemlidir. Düşük kilolu ya da aşırı şişman kadınlar gebe kalmada güçlükler yaşayabilirler. Kadınlık hormonu olan östrojenin büyük kısmı yumurtalıklarda üretilir. Ancak yağ dokusu da küçümsenemeyecek bir östrojen kaynağıdır. Döllenme olayı hassas hormonal dengelerin rol aldığı karmaşık bir olaydır. Bu olayın başarı ile sonuçlanabilmesi için stabil bir hormonal durum gereklidir. Bu nedenle az ya da fazla kiloların infertiliteye neden olabilmesi şaşırtıcı bir durum değildir. Normalin %10-15 altında ya da üstünde olan vücut ağırlığı üreme sistemini kökten etkileyebilir. Bunun en güzel örneği beslenme bozukluğu olan aşırı zayıf kişilerde adet kanamalarının düzensiz oluşudur. Bu düzensiz kanamalar genelde anovülasyon yani yumurtlamanın olmaması ile bir arada seyreder. Maraton koşucuları, yüzücüler gibi ağır sporlar ile uğraşan kadınların pek çoğunda adet düzensizlikleri ve dolayısı ile infertilite sorunu mevcuttur.

Fertilite üzerinde etkili bir başka faktör de sigara ve alkoldür. Sigara erkeklerde sperm sayısını azaltırken kadınlarda da yumurta kalitesini bozar. Benzer şekilde alkolde sperm sayısı üzerinde olumsuz rol oynadığı tespit edilen bir maddedir.

Değişik hastalıklar için kullanılan ilaçlar da fertiliteyi etkiler. Özellikle ülser ve tansiyon ilaçlarının sperm sayıları üzerine etkili olduğu bilinmektedir. Kafein alımının azaltılması ise konsepsiyon şansını arttırır.

Cinsel ilişki sıklığı üreme yeteneğini direk etkileyen en önemli faktörlerden birisidir. İlişki ne kadar sık olursa gebelik şansı o derece yüksek olur. Burada kastedilen her gün girilen ilişki değildir. Bu sperm sayı ve kalitesini azaltır. İdeal olan ovülasyona yakın günlerde gün aşırı ilişkiye girmektir. Günümüzde hem erkeğin hem de kadının çalışma hayatı içinde olması, mesleki stresler ve kaygılar nedeni ile cinsel güdülerde ve istekte azalma çoğu çiftin ortak yakınmasıdır. Bu nedenlerle ilişki daha ziyade hafta sonları olmaktadır. Doğal olarak bu çiftlerin gebelik elde etmesi gecikecek ve büyük olasılıkla çift infertilite nedeni ile hekime başvurmak zorunda kalacaktır.

İlişkinin sıklığı yanı sıra zamanlaması da son derece önemlidir. İnsan dışında hemen hemen bütün canlılar yumurtlama dönemini bilirler. Östrus ya da kızgınlık dönemi olarak adlandırılan bu devrede cinsel istekleri artar ve çiftleşirler. Hatta kedilerin bu özelliği pek çok espriye de konu olmaktadır. Oysa insanlarda durum farklıdır. Kadında belirgin bir kızgınlık dönemi yoktur ve pek çok kadın yumurtlama dönemini fark edemez. Çeşitli yöntemler ile kadının adet düzeni saptanır ve ovülasyon dönemi tespit edilebilir. Fertil dönem denilen gebe kalma olasılığının yüksek olduğu dönemde bu nedenle gün aşırı ilişki önerilir.

Cinsel ilişki ve fertilite arasındaki bağ ile ilgili son nokta uygun şekilde ilişkide bulunmaktır. Doğada çok değişik hayvan türleri vardır ve bunların her biri soyunu devam ettirmek için farklı mekanizmalar geliştirmiştir. Örneğin domuzlar sperm açısından çok cimridirler. Erkeğin penisi spiral şeklindedir ve dişinin vajinasına adeta vidalanır. Bu sayede tek bir sperm bile boşa gitmez. İnsanlarda bu tarz mekanizmalar mevcut değildir. Gerçekte bu tür tekniklere gerek de yoktur. İlişki sonrası semenin vajina dışına kaçması son derece normaldir. Pek çok kadın bunu gebelik şansı açısından olumsuz bir faktör olarak yorumlamakla birlikte gerçek bu değildir. Semenin dışarı gelmesi ilişkinin uygun şekilde yapıldığının göstergesidir. Çocuk isteyen çiftlerde genelde önerilen erkeğin üstte olduğu pozisyonlardır. İlişki sonrası kadının en az 5 dakika sırt üstü yatması ve vajinal duştan kaçınması da diğer öneriler arasındadır. İlişki esnasında kayganlığı sağlamak amacı ile kullanılan yapay maddeler spermler üzerinde ölümcül etki yaratabileceğinden önerilmemektedir. Çok gerek duyuluyor ise petrol bazlı olanlar yerine sıvı parafin tercih edilmelidir.

İnfertiltenin geçmişe göre daha sık görülmesinin nedenlerinden biriside kadınların çalışma hayatı içinde daha fazla yer almalarıdır. Çoğu kadın çocuk sahibi olmak için işinde yükselmeyi beklemekte bu nedenle de yaşı ilerlemektedir. Yine pekçok işveren -ki buna çok büyük holdingler de dahildir- işe alacakları bayan personele belirli bir süre gebe kalmama kısıtlaması getirmektedir. Zaman geçtikçe kadının üreme potansiyeli azalmakta ve dolayısı ile infertilite daha sık karşımıza çıkmaktadır. Aslına bakılırsa bebek sahibi olmak için en uygun zaman diye bir şey söz konusu değildir. Kadının üreme potansiyeli 20-30 yaş arasında zirvededir. 30 yaştan sonra azalan bu potansiyel 35 yaşından sonra keskin ve hızlı bir düşüş gösterir. Bebek sahibi olmak için en uygun zaman oldukça kişisel bir karardır. Ancak çeşitli nedenler ile çocuk sahibi olmayı geciktiren ya da geciktirmeyi düşünen çiftlerin karşısında başka bir problem daha vardır: Sosyal baskılar. Hemen her toplumda özellikle aile büyükleri biran önce torun sahibi olmak için baskı kurma eğilimindedirler. Medyada yer alan ve çiftlerin biran önce bebek sahibi olmasını öneren yazılar da benzer şekilde baskı unsurudur. Tüm bu faktörlerin etkisi ile yeni evli ya da uzun süre etkili yöntemlerle korunmuş çiftler daha infertilite sınıfına girmedikleri halde sırf kadın 30 yaşına geldi diye doktor doktor dolaşabilmektedirler.

Üreme potansiyeli azalıyor mu?

Bu soru hem konu ile ilgilenen hekimlerin hem de olayla direk ilgili olan çiftlerin cevabını aradığı sorulardan biridir. Cevap kesin değildir ancak muhtelemelen önerme doğrudur. Kadının evlenme yaşının artması, cinsel özgürlük ile birlikte cinsel yolla bulaşan hastalık oranlarındaki yükselme, nedeni bilinmemekle birlikte erkekte sperm sayısındaki global azalma bu durumun nedeni olabilir. Sperm sayılarındaki azalma ilginç bir global gözlemdir. Gerçekten de son 15-20 yılda tüm dünyada yaygın olarak sperm sayılarında bir azalma eğilimi dikkati çekilmektedir. Bu durumun çevresel kirlenmeden mi yoksa modern yaşamın yüklediği stresten mi kaynaklandığı belli değildir. Sevindirici olan ise üreme potansiyeli üzerindeki bunca olumsuzluğa karşın, yardımla üreme tekniklerindeki gelişmeler ve buna bağlı olarak artan başarı oranlarıdır. Yine modern insanın infertiliteyi tabu olmaktan çıkarması ve tedavi alternatiflerini bilinçli bir şekilde değerlendirmesi de kayda değer bir ilerlemedir.

Kısırlık tanısı için yapılan tetkikler ve muayeneler adım adım uygulanır ve uzun zaman alabilir. Bu zaman doktorun problemi iyi anlamasına ve en etkili tedaviye karar vermesine yardım eder. Araştırmalar sonucu bir ve•ya birden fazla kısırlık nedeni bulunabileceği gibi çiftlerin yaklaşık %15''inde kısırlığın nedeni saptanamaz.

Kısırlığın mutlak olduğu durumlar nadirdir. Erken menopoz veya erkekte hiç sperm hücresi bulunmaması dışında diğer kısırlık nedenleri için doğal yollardan çocuk sahibi olma şansının azalmış olduğundan bahsedilebilir

http://www.bebek.com/bebegim-olmuyor-kisirlik-inferfilite-nedir-cnt2-13-1-210.html

önemli ve güncel
dikkat davettir
"Doğum Yöntemleri" Seminerinde Buluşalım
Davetlisiniz!
E-Bebek ÇAMLICA mağazamızda 16 OCAK 2010 Cumartesi günü "Doğum Yöntemleri" semineri düzenliyoruz. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Serap Yaltı tarafından saat 13:30 - 14:30 saatleri arasında gerçekleşecek seminerde sürpriz armağanlar v


>> Detaylı bilgi için tıklayınız
Program
Tarih: 16 Ocak 2010 Cumartesi
Yer: E-Bebek Çamlıca Mağazası
Saat: 13:30 - 14:30
Program İçeriği
Avantaj ve dezavantajlarıyla normal doğum
Avantaj ve dezavantajlarıyla sezaryen
Epidural anestezi ile normal doğum
Epidural Anestezi ile sezaryen
Suda doğum
Konuşmacılar
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Serap Yaltı

Serap Yaltı kimdir?
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. Zeynep Kamil Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden uzmanlığını aldı. Halen Erdem Hastanesi'nde Tüp Bebek Sorumlusu olarak görev almaktadır.
Bebek.com
Türkiye'nin en büyük bebek ve anne sağlığı sitesi
 

Alemci_Dayı

Müdavim
Katılım
25 Mayıs 2008
Mesajlar
1,532
Reaksiyon puanı
18
Puanları
0
Yaff kardeş iyi güzelde bu sağlık konularını forumda paylaşma cahil halkın kafası karışacak doktora gitmekten vaz gececek yokasa .. muhahahaa :)


İşin espirisi bir yana SAĞLIK BÖLÜMÜ açılsın ..
 

findukfaresi_

Müdavim
Katılım
31 Mart 2009
Mesajlar
2,000
Reaksiyon puanı
20
Puanları
0
sağlık bölümü açılsn demekten dilimde tüy bitti....
 

quasimodo

Müdavim
Katılım
20 Aralık 2008
Mesajlar
1,929
Reaksiyon puanı
57
Puanları
0
5b.jpg
Bebek Emekliyor



Bebeğiniz gün geçtikçe büyüyor. Bebekli hayatın en keyifli günlerini yaşıyorsunuz. Minik yaramaz emeklemeye başladı bile! Bu dönemde onu başka nelerin beklediğini öğrenmek için, tıklayın... Bebek Emekliyor > Çalışan Anneler için... >
Çalışan Anneler ve Çocukları


Bu makaleyi nasıl buldunuz?
0 puan (Toplam Oy: 0)



Çalışan anne olmak gerçekten kolay değil. Bir yanda iş kadını diğer yanda anne olmanın getirdiği sorumluluklar karşısında insan bazen ne yapacağını şaşırıyor. Biz de annelere rehber olması açısından bu hafta “Çalışan anneler ve bebekleri” konusunu Uzman Pedagog Zehra Yılmaz ile görüştük.

bebek.com: Bazı anneler doğum nedeniyle çalışmaya daha sonratekrar dönmek üzere ara veriyorlar. Bu anneler için enuygunu bebekleri kaç yaşındayken işe dönmektir?
Uzman Pedagog Zehra Yılmaz 0-3 yaş dönemi çocuğun anneye en çok ihtiyaç duyduğu dönemdir. Bu döneme ilişkin gereksinimleri gidermenin en sağlıklı yolu annenin mümkün olduğunca çocuğuyla beraber vakit geçirmesidir. Çocuğun eğitiminde kuşkusuz annelerin payı büyük. Bebeğin sadece fiziksel ihtiyaçları değil de psikolojik ve eğitimsel açıdan da anneye ihtiyacı vardır.Yaşla beraber bu ihtiyacın gittikçe azaldığını (özellikle 3 yaştan sonra anaokuluna başlamayla) çocuğun giderek çevresindeki diğer bireylere yöneldiğini görmekteyiz. Diğer çocuklarla oyunların başlamasıyla çocuk daha çok dışa yönelecek ancak yine de anneyi arayacaktır. Özellikle yaşam şartlarının gün geçtikçe güçleşmesi annelerin çocuğun doğumundan kısa süre sonra işe dönmelerini gerekli kılmaktadır. Ancak böyle bir durumda da iş saatlerinin kısa tutulması, yarı zamanlı işe gidişlerin işyerleri tarafından ayarlanması bir çözüm olarak öne sürülebilir. Böylelikle yaşamın ilk yıllarında çocuk anneden uzun saatler boyunca uzak kalmayacaktır. Ancak dikkat edilmesi gereken bir husus da çocukla bir arada çok vakit geçirmenin ötesinde nitelikli vakit geçirmektir.

bebek.com: Çalışan bir annenin çocuğu olmak çocuğun psikolojini olumsuz etkileyebilir mi?
Uzman Pedagog Zehra Yılmaz Çocuğun doğumundan itibaren çalışmayı bırakan anneler ve bir süre sonra işine tekrar dönen annelerin çocukları arasında psikolojik açıdan farklılık olabilir de olmayabilir de. Bu, daha çok annelerin çocuklarına ayırdıkları kaliteli vakitle ilişkili bir durumdur Eğer anne bütün gün evde olup da çocuğuyla birkaç dakika bile anlamlı vakit geçiremez, sorularını ve sorunlarını geçiştirir ise bu çocuğun en azından eğitsel bakımdan birtakım sorunları olacaktır. Çalışan anne çocuğuyla var olan kısıtlı vaktini anlamlı bir şekilde değerlendirebilirse bu çocuğun gelişimi daha olumlu yönde etkilenecektir. Tabii bu arada annenin çalışma saatleri, eve geliş saati ve evde geçirdiği vakit ve annenin bu saatler içinde evde nasıl bir ruh hali içinde olduğu çocuğu olumlu ya da olumsuz yönde etkileyecektir. Çalışsın ya da çalışmasın agresif, sürekli yorgun, bezgin, mutsuz bir anne tabii ki çocuğu olumsuz yönde etkileyecektir. Bu nedenle, annenin, çocuğuyla birlikte geçirdiği dakikaları, işindeki ya da evindeki sorunları ve kişisel problemleri taşıdığı vakitler olması yerine, davranışlardan, yüz ifadesi, hareketler ve sesinin tonuna kadar, sevecen, anlayışlı, sabırlı bir anne tavrının hakim olduğu dakikalar yaşatmaya çalışılmalıdır. Yani önemli olan annenin çalışması ya da çalışmaması değil çocuğuyla bir arada geçirdiği vaktin niteliğidir.

bebek.com: Çocuğu büyükanneye mi yoksa bakıcıya mı bırakmak daha uygun?
Uzman Pedagog Zehra Yılmaz Bu sorunun yanıtı aileye göre değişecektir. Özellikle ülkemizde çalışan annelerin yoğun olduğu büyük kentlerde 0-3 yaş kreşlerin, işyeri bakım merkezlerinin veya kreşlerinin yaygın olmamasından ötürü aileler daha çok bir bakıcıyı eğer yakında oturuyorsa babaanne veya anneanneyi veya akrabalardan bir kişiyi tercih etmektedirler. Burada çocuğa kimin bakacağından ziyade, bakımın ve eğitimin kalitesi, çocuğun sevgi ve ilgiyle büyüme ihtiyacının giderilmesi önemlidir. Ancak aileler, aileden bir kişiyi öncelikli olarak tercih etmektedirler. Çocuğa her kim bakarsa baksın önemli olan anne babanın eğitsel tutumları ile aynı tutumlara sahip olmalarının gerekliliğidir. Eğer çocuk, anne babanın hayır dediğine evet diyen bir bakıcı ya da babaanne ( ve diğer yakınlar) tarafından bakılıyorsa, eğitsel sorunlar kaçınılmaz olacak, çocuk her istediğini bir şekilde birine yaptırtan bir çocuk haline gelebilecektir.

bebek.com: Çocuğa bu durumu (annenin niçin her gün işegittiğini) nasıl açıklamak gerekir?
Uzman Pedagog Zehra Yılmaz Çocuklar dil bilişsel gelişimde belli bir aşamaya ulaştıktan sonra soru sormaya başlarlar ve yaş ilerledikçe soru türlerinde de çeşitlilik görülmeye başlar. Dolayısıyla sorular ve cevaplar da yaşla orantılı olarak değişir. 3 yaşındaki bir çocuğun sorduğu sorular ile 5 yaşındaki çocuğun soruları farklı olacağı gibi verilecek yanıtlar da farklı olmalıdır. Yaş küçüldükçe daha somut çocuğun anlayabileceği kelimeler ve kısa cümlelerden oluşan cevaplar verilmelidir. Çocuğa para kazanmak için işe gidiyorum demeden önce onun bu ifadeyi anlayıp anlamayacağını düşünmemiz gerekir. Her çocuğun gelişimi kendine özgüdür. Bu nedenle aileler çocuklarının neyi anlayıp neyi anlamadıklarını bilirler ve genelde bu doğrultuda ifadeler kullanırlar. Eğer çocuk sorusuna karşılık olarak verilen cevabı yeterli bulmuşsa ve anlamışsa susacak bir süre soru sormayacaktır. Çocuk söyleneni anlamamışsa veya verilen cevabı yetersiz bulmuşsa mutlaka ardından bir soru daha soracaktır. (Tabii daha önceden soru sorması engellenmemiş ve azarlanmamışsa). Anne işe gitmeye başladığında, ilk zamanlar, gitmesi gerektiği akşam (akşamı bilmiyorsa güneş evine gidince kullanılabilir) tekrar geleceği, birlikte olacakları , oyun oynayacaklarını söylemesine rağmen çocuk bir süre annenin peşinden ağlayacaktır. Annenin “sözünde durduğunu”, gidince geri döndüğünü gören çocuk zamanla bu duruma adapte olacaktır. Bu nedenle çocuğa doğruyu söylemek ve söylenen söze uymak, sözü yerine getirmek çocukta hem anneye, hem de ileride diğer insanlara güvenin gelişimi açısından önemlidir.
Unutmamak gerekir ki her sistemde yeni süreçler başladığında bu sistemin unsurları arasında bir çatışma yaşanır. Farklı dengelerin oluşmasında çatışmalar kaçınılmazdır. Bu sadece annenin işe başlaması yada işe giderken gördüğü tepki değil genel anlamda çocukla ilişkilerde ve yaşantının diğer alanlarında geçerli bir durumdur.

bebek.com: Çok erken yaşlarda yuvaya vermek doğru mu?
Uzman Pedagog Zehra Yılmaz Bakımı üstlenen kurum nitelikli bir kurum ise, çocuğun biyolojik, psikolojik ve sosyal açıdan gelişimini istenen düzeyde destekleyebiliyorsa bunlar için fırsatlar sunabiliyorsa doğru bir seçim yapıldığı düşünülebilir. Bu soruya diğer bir cevabı ise aileler vermektedir: İhtiyaçları ve ekonomik imkanları doğrultusunda seçim yaparak. Örneğin; bazen aileler yakın akrabaları (babaanne, anneanne..) uzakta oturdukları için ve akşamları alıp eve götürmek çok zor olduğu için, çocuğu bir haftalığına bırakma gibi eğilimleri olmaktadır. Böyle bir ailede çocuğa, işyerindeki kreşte bakılması anne babadan akşamları uzak kalmasını engelleyecektir. Bahsedilen anaokulu ise, anaokulu eğitiminde uygun yaşlar 3-6 yaşlar arasındadır.

bebek.com: 6. 2 yaş sendromu (inatçılık, huysuzluk)niçin olur?
Uzman Pedagog Zehra Yılmaz 0-2 yaş arasında çok hızlı gelişen çocuk artık kendisinin de bir birey olduğunu fark eder. Fiziksel açıdan da becerilerini yapabildiklerini fark ettikçe de bunu diğer insanlarla iletişiminde kullanır. Bu kullanım, bazen hayır şeklinde dediğini yaptırtma, kendisinin dediği olsun isteme şeklinde, bazen kendisine ait olduğunu ifade etme (benim), dinlenilmesini isteme, hatta bazen diğer kişilerin konuşmalarına fırsat vermeme, kendisiyle de konuşulmasını isteme şeklinde varlığını ve birey olduğunu hissettirme çabası şeklindedir. Aslında bu dönem çocuğun dil gelişimi alanında artık iyice ilerlediği neredeyse yetişkinle artık karşılıklı söz düellosu yapabilecek düzeye geldiği bir dönemdir. Sıklıkla çekişmeler inatlaşmalar yaşanır, bir evet der, bir hayır der, karşısındaki yetişkinin tepkisini izler ve onun sonucuna göre yeni ve farklı bir davranımda bulunabilir.Gelişimsel açıdan bakıldığında genellikle 2,5 yaş civarında bu tür özellikler görülmekle beraber dil bilişsel gelişimi yaşıtlarına göre daha ileri düzeyde olan bazı çocukların bu dönem özelliklerine benzer davranışları 2 yaşından itibaren de gösterdiklerini görmekteyiz.

bebek.com: Bu dönemlerde aşırı inatçı olan çocuklarla başetmekiçin nasıl davranmalı?
Uzman Pedagog Zehra Yılmaz Bu dönem çocuklarında en güzel yaklaşım şekli, davranışlarında ve çocuktan beklentilerinde istikrarlı kararlı bir anne baba modeli olma yönündedir. İstekleri doğrultusunda tutturan bir çocukla inatlaşmak işi daima zorlaştırır. Bu nedenle eğer yapılabilecek bir istekse daha inatlaşmadan önce evet denilmesi, eğer “hayır” denilecekse de tuttursa bile bu karardan vazgeçilmemesi doğrultusundadır. Çocuk karşısında kararlı bir anne baba gördükçe bu duruma daha çabuk adapte olabilecek zaman içinde bu tutturmalar da azalacaktır
http://www.bebek.com/bebek-emekliyor-calisan-anneler-ve-cocuklari-cnt2-5-1-289.html
Çalışan Annelerin Mutlu Çocukları İçin


Bu makaleyi nasıl buldunuz?
0 puan (Toplam Oy: 0)



Tüm günü bebeğinizle geçirdiğiniz zamanların bitmesine çok az mı kaldı? Doğru bakıcıyı bulmak, iş kadınlığıyla anneliği dengeleyip mutlu çocuklar yetiştirmek için birkaç ipucuna ihtiyacınız olacak.

Ne zaman çalışmaya başlamalı?

Doğum sonrası ilk iki ay; zor aylardır. Tüm zamanınız, bakımı size ait olan bu yeni varlığa, onun hayatınıza getirdiği sorumluluklara, yeni bedeninize ve anneliğe alışmakla geçer. Bebeğiniz ele avuca gelmeye , etrafıyla iletişim kurmaya başladığında ilk zorluklar da bitmiş, anne olmak daha keyifli hale gelmiştir. Çalışan bir anneyseniz bu keyfi doyasıya yaşayamadan, işe dönme zamanı gelir. Bu dönemde, maddi durumunuz uygun değilse çalışmakla, çalışmamak arasında gidip gelirsiniz. Bu gerçekten zor bir karardır. Çünkü ister küçük bir bebek, ister 3-4 yaşlarında bir çocuk olsun ona en iyi bakacak olan anne babasıdır. Ve bu nedenle çocuğunuzu, her kim olursa olsun bir başkasının ellerine emanet etmek sizi de rahatsız eder. ‘Hiç çalışmamalı mıyım?’ ya da ‘Ne zaman çalışmaya başlamalıyım’ diye bir soru aklınıza gelebilir. Eğer çalışmak zorunda değilseniz ya da izin günlerinizi ayarlayabiliyorsanız, ilk dokuz – on ay süresince bebeğinizin bakımı ile kendiniz ilgilenmelisiniz. Çünkü yeni doğmuş bebeğin bakımı çok fazla zaman alan ve özen isteyen bir durumdur. Bu süre içinde içgüdüsel olarak ona aktardığınız sevginiz, ilginiz, gülümseyen yüzünüz ve bakımını yaparken gösterdiğiniz sabrınızı sizin dışınızda ve sizden daha iyi, bir başkası gösteremez. İlk aylarında bütün zamanınızı, ilkokula başlayana kadar vaktinizin çoğunu ona ayırarak çocuğunuzun hem fiziksel hem duygusal olarak sağlıklı gelişimi için çok iyi bir yatırım yapmış olursunuz. Unutmayın ki, küçüklüğünde ilginizi esirgerseniz, ileride fazlasıyla ilgi gösterseniz de, geçmişte duyulmuş eksikleri tamamen telafi edemezsiniz. Çalışma hayatınızı planlarken bunu mutlaka göz önüne almalısınız.

En uygun bakıcı nasıl seçilir?

Çalışma zamanını ayarladıktan sonra, verilecek en önemli kararlardan biri de çocuğunuzla kimin ilgileneceğidir. Anneanne ve babaanneler dönüşümlü olarak bu işi üzerlerine alırlar. Ama onların gösterdiği farklı disiplin yöntemleri çocuğunuzun duygusal gelişimini olumsuz yönde etkileyebilir. Bu nedenle tek bir kişinin, sizin evinizde çocukla ilgilenmesi daha doğru olur. Maddi imkanınız varsa tamamen sizin yöntemlerinize göre çocuğunuza bakacak deneyimli bir bakıcıyla anlaşmalısınız.

Bakıcı seçmeden önce, titiz bir araştırma gerekli. Bu konuda çalışan ve eleman yetiştiren şirketlerle iki –üç ay öncesinden bağlantı kurup , bilgi alabilirsiniz. Bu bağlantıyı kurduktan sonra onların sizin isteklerinize uygun olarak gönderdikleri bakıcı adaylarında şu noktalara dikkat etmelisiniz:

1-) Bebeğin fiziksel ihtiyaçlarını hemen herkes karşılayabilir, önemli olan onun kişilik gelişiminde çok önemli bir yere sahip olan duygusal ihtiyaçlarının eksiksiz karşılanmasıdır. Bu nedenle bakıcı adayları sıcak kanlı, duygularını gösterebilen, anlayışlı, uyum problemi olmayan, sabırlı ve tabii ki çocukları seven biri olmalı.

2-) Sıkıntılı ve çökkün , neşeli ve içten olmasını engelleyen kişilik özelliğine sahip kimseler çocuk gelişimindeki, çok önemli duyusal uyarıları sağlamakta yetersiz kalırlar. Bu tür özellikler gösteren bakıcılar, çocuk bakımı için hiç uygun değillerdir.

3-) Düzen ve temizlik konusunda fazla takıntılı kimseler için, çocuğun ihtiyaçlarından çok kendi tertip düzenleri ve rahatları önemlidir. Çocuğun oyuncakları ile oynamak için ortalığı dağıtması ya da yemek yerken üzerini kirletmesi, bu tarz insanları rahatsız eder ve olumsuz tepkilerine yol açar. Bu olumsuz tepkiler çocuğun duygusal gelişiminde zarar verici etkiler yaratıp, onun da ileride bu gibi durumlara karşı tahammülsüz biri olarak yetişmesine yol açabilir.

4-) Ne kadar iyi eğitimli, tecrübeli de olsa, çocuğunuz bulduğunuz bakıcıdan hoşlanmayabilir. Seçtiğiniz kişinin çocuğunuz üzerinde olumsuz etkisini, çocuğunuzun ondan hoşlanmadığını, ya da onun üzerinde güven duygusu oluşturmadığını sezinlediğinizde yeni bir bakıcı aramaya başlamasınız.

5-) Sürekli bakıcı değiştirmek çocukta güvensizlik duygusuna yol açar. Bu konuda son anda birine karar verip, ‘beğenmezsek değiştiririz.’ demek yerine, iyi bir araştırmayla doğru kişiyi bulmak daha sağlıklı olacaktır. Anneler işe başlamadan birkaç ay öncesinde bakıcıyla anlaşmalı ve onları evde gözlemlemelidirler. Çocuğunuz sizin yanınızda bakıcıya alışırsa, ayrılığınızın yarattığı olumsuz etkiyi daha hafif atlatacaktır.

İşle anneliği nasıl dengeleyebilirim?

Çalışma hayatıyla anneliği iyi bir şekilde dengelemek için tek yapılması gereken çalışma programınızı çocuğun ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenlemek. Bunun için fırsatları değerlendirmek çok önemli. Örneğin o üç yaşına gelene dek eğer iş yeriniz evinize yakınsa öğle yemeklerinde eve dönebilirsiniz. Ya da fırsat buldukça kısa ziyaretler yapabilirsiniz. Uzun bir ayrılık yerine kısa süreli de olsa sık sık beraber olmak, evde bulunmayışınızın huzursuzluğunu azaltacaktır. Sadece hafta sonları tam gün birlikteyseniz, vaktinizin çoğunda ev işlerine boğulmak yerine ona zaman ayırmalısınız. Çalışan bir annenin mutlu bir çocuğunun olması için; yeterli ilgi ve sevgi çok önemli.

Pedagog Bahar Alataş
http://www.bebek.com/bebek-emekliyor-calisan-annelerin-mutlu-cocuklari-icin-cnt2-5-1-503.html

Çalışan Kadının Suçluluk Duygusunun Sorumlusu ‘Kutsal Anne’ Miti!


Bu makaleyi nasıl buldunuz?




4440_01.jpg
Anne ve işkadını kimlikleri arasında sıkışıp kalan kadınlar, çocuklarına karşı yeterli olamadıklarını düşünüp, suçluluk duygusuna kapılıyor. Medical Park Bursa Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Hüseyin Tatar'a göre; çalışan kadındaki ‘suçluluk duygusu', henüz bir kız çocukken kafamıza kazınan ‘kutsal anne' rolünden kaynaklanıyor

Tüm dünyada çalışan annelerin ortak sorunu, evleri ile iş yerleri arasında tercih yapmak zorunda kalmaları. Anne ve işkadını kimlikleri arasında sıkışıp kalan kadınlar, işlerinde ve annelik görevlerinde birtakım sorunlar yaşıyor. Başlangıçta durumu idare edebileceğini düşünen kadın, daha sonra bu yoğun tempodan yorgun düşüp, aynı zamanda çocuktan ayrı kaldığı için suçluluk duygusuna kapılıyor. Peki, bu aşamada kadınlar ne yapmalı? Medical Park Bursa Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Hüseyin Tatar; çalışma ve ev hayatının getirdiği sorunları aşmaları için annelere şu tavsiyelerde bulunuyor:
Suçlu ‘Kutsal Anne'
Çalışan anneler çocuklarıyla geçirdikleri zamanı yetersiz buldukları için bir süre sonra kendilerini suçlu hissetmeye başlıyorlar. Suçluluk duygusunu yaratan en önemli neden; kadın kimliğini taşımaya başladığı günden beri anneliğin ‘kutsal' bir görev olduğunu öğrenen kızların, bu rolü aksattıklarını ve yerine getiremediklerini düşünmeleridir. Anneler bu suçluluk duygusuyla ister istemez birtakım yanlışlar yaparlar.


Bu yanlışların başlıcaları ise;
  • Çocuğunun her istediğinin yapılması,
  • Anne eve geldikten sonra tüm zamanının çocuğuyla geçirmeye çalışması,
  • Annenin suçluluğunu telafi etmek için sürekli çocuğuna bir şeyler alması olarak sıralanabilir.
Aslında çalışan annelerin kendilerini suçlu hissetmelerine hiç gerek yok! Çünkü araştırmalar; çalışan annelerin çocuklarının yaşadıkları sorunların annenin çalışmasıyla ilgili değil de, annenin kendi kaygısını gidermeye yönelik yaptıkları hatalı davranışlarla ilgili olduğunu göstermiştir.
Bakıcı İletişimi Güçlendirir!
Yine araştırmalara göre; çocuğun annesi dışında başka insanlarla da diyalog halinde olması, gelişimleri açısından hayli olumlu sayılıyor. Hatta bu iletişimin devamlı olması, çocuklarda güven hissini ve iletişim gücünü artırıyor. Bu nedenle çocuğunuzu işe giderken profesyonel bir bakıcıya, anneanne ya da babaannenin ‘ellerine bırakmak'tan rahatsız olmayın. Üstelik bu şekilde, yani bütün gün çocuğunuzdan uzak kalmanız nedeniyle, onunla birlikte geçirdiğiniz zaman daha da değerleniyor. Bu nedenle, yoğun bir iş gününden sonra, mutlaka çocuğunuzla birlikte geçireceğiniz bir zaman dilimi ayarlayın ve bu süreyi sadece çocuğunuzla birlikte bir şeyler yaparak geçirin. Örneğin, birlikte yemek hazırlamak veya oyun oynamak gibi... Hiçbirini yapamıyorsanız, en azından yatmadan önce ona masal okuyun. Bu şekilde hem özlem gidermiş, hem de anne çocuk iletişimini yaşamış olursunuz.
Bu arada bakıcının psikolojik ve vücut sağlığı açısından yeterli ve uygun olduğundan emin olun. Psikolojik durum için gerekirse, bu konuda çalışan, kişilik testleri uygulayan veya çocuk bakıcılarıyla görüşmeler yapan bir psikologdan yardım almaktan çekinmeyin. Ayrıca bakıcıdan çocuğunuzu bulaşıcı hastalıklardan korumak için hepatit taraması, boğaz kültürü ve verem için PPD testi de isteyebilirsiniz.
Güvenilir Bir Kadın Bulun
Çoğu çalışan kadının en büyük sorunlarından biri, işyeri ve evdeki işler arasında sıkışıp kalmak. Eve ne kadar yardımcı bir kadın da gelse, istedikleri düzeni sağlamıyor ve dolayısıyla yorgunluk daha da artıyor. Eğer kariyerinizden vazgeçmek istemiyorsanız, evinizde hem temizliğe yardımcı olacak, hem de çocuğunuzun bakımıyla ilgilenecek güvenilir bir kadın alın. Bunun en iyi yolu, çevrenize danışmak veya emin olduğunuz insanlara sormaktır. Ayrıca evinizdeki temizlik aletlerinin güvenli ve pratik kullanımlı olmalarına da dikkat edin. Böylelikle hem çocuğunuzun güvenliğini sağlarsınız, hem yardımcı kadının temizlik yaparken zorlanmamasına hem de çocuğunuza daha fazla zaman ayırmasına katkıda bulunmuş olursunuz.
Programlı Olun
İş hayatında başarılı olan bir kadının, çocuğuna zaman ayırabilmek için iş saatlerini kısaltması daha zordur. Böyle bir durumda yapılacak iş iyi bir program yapmaktır. Örneğin; hafta içinde işlerin en hafif olduğu günler biraz daha erken çıkarak, çocuğunuzla daha fazla zaman geçirilebilir ve bu şekilde çocuğunuzla birlikte geçirdiğiniz saatleri dengeleyebilirsiniz.
ÇALIŞAN ANNELERE ÖNERİLER



  • İşyerinde emzirme odası gibi özel imkânlar yaratılması için diğer annelerle birlikte mücadele edin.
  • Ofisteyken işe, çocuğunuzlayken de sadece ona yoğunlaşın.
  • Ev işleri ve çocuk bakımını eşinizle eşit olarak paylaşın.
  • Mümkünse ev işinde de yardımcı olabilecek bir bakıcı tutun.
  • Çok iyi organize olun. Çocuğun çantası, kıyafetleri gibi detayları geceden hazırlamaya çalışın.
  • Eviniz işyerine yakın olsun. Böylece yolda geçireceğiniz zamanı çocuğunuza verebilirsiniz.
  • Çalıştığınız için çocuğunuza karşı kendinizi suçlu hissetmeyin.
  • Çocuğunuzla vakit geçirmek için rutin davranışlara başvurun. Yatakta TV seyrederek ya da okuldan çocuğunuzu kendiniz alarak onunla daha bol vakit geçirebilirsiniz.
  • İş hızınızı kontrol altında tutun. Bazen aileniz için tempo düşürmek çok kötü olmayabilir.
  • Kendinizi çocuğunuzun okuluna adayamıyorsanız; ilginizi arada bir de olsa sınıf etkinliklerine katılarak gösterin.
  • Çocuğunuzla olabildiğince çok oyun oynayın
  • Hafta sonu birkaç saatinizi sadece çocuğunuzla geçirmeniz aranızdaki ilişkinin kuvvetlenmesini sağlar.
Birlikte Yıldızları İzleyin!
  • Resim yapın. Çocukların en çok sevdiği şey boyama yapmaktır. Bu kez kıyafetlerinizin ya da yüzünüzün boyanmasına aldırmadan birlikte suluboya resim yapabilirsiniz.
  • Tiyatro ya da sinemaya gidin.
  • Arkadaşlarıyla ya da yaşları birbirine yakın arkadaşlarınızın çocukları ile küçük programlar düzenleyin. Yemek, sinema ya da tiyatrodan oluşan bu programın içine müzeleri de ekleyebilirsiniz. Hem bu şekilde çocuğunuzun da sosyalleşmesini sağlamış olursunuz.
  • Yıldızları izleyin. Bu küçük eğlence çocuğunuzun merak ve keşfetme duygusunu güçlendirecektir.
  • Yemek yapın. Çocuklar hamur yoğurmaya bayılırlar! Kolay tariflerden başlayarak birlikte kurabiye veya mini pizza hazırlayabilirsiniz.
Biyonik Kadın Değilsiniz


Her Şey Mükemmel Olamaz!
  • "Çalışan anne olmak yetersiz anne olmakla aynı şey değildir, yeter ki çocuklarına kaliteli zaman ayırılabilsin" cümlelerini hiç aklınızdan çıkarmayın.
  • Önceliklerinizi belirleyin ve yapacaklarınızı öncelik sırasına göre dizin. Eve gittiğinizde çocuğunuzla mı zaman geçireceksiniz, kendinizle ilgili yapmanız gereken bir şeyler mi var? Elbette ki, öncelikleriniz günden güne değişiklik gösterebilir. Esnek olup yapacaklarınızı sıralarken, zamanın sınırsız, sizin de ‘biyonik kadın' olduğunuz şeklinde bir yanılgıya düşmemeye gayret edin.
Tüm Zaman Değil, Kaliteli Zaman!



  • Her şeyin, her yaptığınızın mükemmel olması gerekmiyor. Bir şeyi mükemmel yapmak pek çok irili ufaklı, haz verebilecek veya gerekli şeyi ihmal etmek anlamına gelebilir.
  • Çocuğunuzla geçireceğiniz zamanı onunla birlikte programlayın ve bu programa olabildiğince sadık kalmaya çalışın.
  • İyi ve yeterli anne olmanın tüm zamanının çocukla geçirmek olduğu şeklindeki yanlış inancınızdan vazgeçin.
  • Annelik konusunda iyi niyetli ve yeterli olduğunuza inanın.
  • Çocuğunuzu mutlu etmek için elinizden gelen her şeyi yapsanız bile bazen çocuğunuz mutlu olmayabilir. Bu durum onun gereksinimlerini karşılayamadığınız anlamına gelmez. Elinizden geleni yaptığınıza ilişkin duygu ve düşüncelerinizi çocuğunuzla paylaşın ve mutlu olmanın artık büyük ölçüde kendisine bağlı olduğunu söyleyin.
http://www.bebek.com/bebek-emekliyor-calisan-kadinin-sucluluk-duygusunun-sorumlusu-kutsal-anne-miti-cnt2-5-1-4440.html

katılımcı arkadaşların dikkatine
bu konuyu sitemizde açılması mümkün bir bölümün ön çalışması veya örneği olarak açtım özellikle hanım kardeşlerimize yönelik bu konuyla ilgili önerilerinizi uyarılarınızı bekliyorum
burada ilaç önerisi tedavi önerisi olmayacak sadece bilgilendirme olacaktır ve pratik bilgiler
malzememiz çok ve düzenli şu anda karışık örnekler vermekteyim
eğer tutarsa inşaAllah şubat ayıyla beraber findukfaresi kardeşimizi bu konularda görürüz
ve yönetime bir kadın bölümü açılması mod olarakta bu kardeşimizi eğer sizlerinde görüşünüz aynı olursa öneririz
her konuda lider olan sitemizin bu konudada yukarılara tırmanabileceğini kanıtlamamız lazım
yorumlarınız gelsin konu güncel kalsın
 
Üst