Ottomanzo
Doçent
- Katılım
- 25 Temmuz 2008
- Mesajlar
- 746
- Reaksiyon puanı
- 7
- Puanları
- 0
Değerli okurlar, ben bugüne kadar çok fazla şirkette strateji çalışmaları yapmış, danışmanlık faaliyetinde bulunmuş olan bir kişiyim. Bu deneyimlerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki; ülkemiz şirketlerinde bugüne kadar pek dile getirilmemiş olumsuz bir durum var. Şirketlerimiz büyüdükçe içlerine bir statükoculuk virüsü yerleşiyor ve kimse, mevcut durumu korumaktan öte bir şeyle uğraşmak istemiyor. Bazı yönetimler güç bela yenilikçi projeler geliştirseler de, bunları hayata geçirmek için çalışanlar herhangi bir aciliyet hissi yaşamıyor. “Önce günlük rutin işleri yapalım, yenilikçi projelerimizi zaman içinde geliştiririz” düşüncesi karşıma en yaygın olarak çıkan şirket zaaflarından biri olma özelliği taşıyor. Şirketlerimizin çoğunda aciliyet hissi denilen kavram bilinmiyor. Hatta böyle bir terim şirket literatürümüzde bile yok. Ben bunca firma, bunca büyük patron, nice yıldız genel müdürler ve yöneticiler tanıdım, ‘aciliyet hissi’ içinde çalışanına nadir olarak rastladım. Bu tabiri kullanana da. Ama buna karşılık ‘iletişim’, ‘takım çalışması’, ‘liderlik’ falan gibi kavramları her yerde haddinden fazla duyuyorum.
OTURDUĞUNUZ KOLTUKTAN PARA KAZANMA DÖNEMİ BİTTİ
Bence ‘aciliyet’, bugünün çok hızlı değişen iş dünyasında her şirketin ve hatta her profesyonel bireyin mutlaka kazanması gereken elzem bir alışkanlık olmak zorunda. Sebebi basit: Aksi halde dünyanın süratli değişimine ayak uyduramazsınız ve haşin rekabet sizi ezer geçer. Bu işin gerçekten şakaya gelir tarafı yok. Hatırlayın, 1970’li yıllarda hayat bugüne göre çok yavaş akıyordu ve kimsenin kendisini öyle hızla falan değiştirmesi gerekmiyordu.
Düşünsenize, tek kanallı TV’den renkli TV’ye geçmek bile neredeyse 10 sene aldı. Ya bugün? Bakın mesela youtube isimli video sitesine 60 gün içinde yüklenen video sayısı, ABD’nin 3 dev TV ağı olan ABC, NBC ve CBS şirketlerinin geçtiğimiz 60 sene (altmış yıl) içinde yayınlamış oldukları toplam programların sayısından daha fazla!
DEĞİŞİME İNTERNETLE AYAK UYDURUN
Twitter sitesine her gün 340 bin yeni üye kaydoluyor. Şimdi siz iletişim işinde olun ve bu çarpıcı değişimi/gelişimi dikkate almayın, bakın o zaman başınıza neler gelecek. Apple firmasının 2003 yılında başlattığı iTunes isimli internet bazlı müzik dükkânında sadece 7 yıl gibi bir zamanda 10 milyar adet şarkı veya CD satılmış. Yedi yıl önce daha hayali bile olmayan bir sektör kuruluyor, bu sektörü kuran şirket pazar lideri olup bu kadar kısa bir zamanda tüm dünyada 10 milyar adet şarkı/CD satıyor ve bu kadar kısa bir zaman süresinde dünya müzik endüstrisinin satışlarının yüzde 40’ı internet üzerinden yapılıyor. Şimdi sizin bir kasetçi ya da plakçı dükkânınız olsun ve bu değişimi, yani çarpıcı gelişimi dikkate almayın.
Uzun lafın kısası şu: Bugün iş dünyası şimşek hızında değişiyor ve hepimizin işini, kazancımızı fena halde etkiliyor. O zaman ya bu deveyi güdeceğiz, ya da bu diyardan gideceğiz. Güdemeyenlere diyeceğim bir şey yok, onlara hayırlı yolculuklar. Ama deveyi gütmeye gönüllü olanlara birkaç kelamım olacak.
YOUTUBE’DA 5 AYDA 14 MİLYAR VİDEO
Mayıs 2010 itibariyle youtube sitesinden izlenen video 14 milyar adet. Şimdi siz TV kanalı patronu olun ve bu şiddetli değişimi dikkate almayın...
ACİLİYET HİSSİNİ SÜREKLİ GELİŞTİRİN
Tembel olana ekmek yok!
BEYİN HAMALLARI
Hani teknoloji gelişecekti de oturduğumuz yerden bastığımız tek tuşla her şey ayağımıza gelecekti... Doğru, tek tuşla ama oturduğumuz yerden değil. Bu defa bedenimiz değil beynimiz hamallık yapacak!
Bu şimşek hızında değişen iş dünyasında ayakta kalmak için yapacağınız şeyler çok basit: Piyasalarda ve müşterilerdeki değişimleri günü gününe gözlemek, dünyadaki değişimleri izlemek, bu bilgiler üzerine ‘farklılaşma’ stratejileri geliştirmek ve bu stratejileri süratle hayata geçirmek. Süratle. Sonra yeniden aynı şeyleri yapmak, sonra bir daha. Basit olmasına basit, ama gördüğünüz gibi meşakkatli. Üstelik tembelliği de hiç affetmiyor. Artık tembel olana gerçekten ekmek yok. Çalışmak, araştırmak, bilgili olmak ve ‘strateji’ denilen konudan haberdar olmak şart. Aksi halde attığın taş kurbağaya değmez, o da taş atacak halin kalırsa.
ZAMANI TASARRUFLU KULLANIN
Çalıştığım bazı kurumlarda sıklıkla şu tür şeyler gözlüyorum. Sene başında bir dizi strateji toplantısı yapıyoruz ve diyelim ki şirketin satışlarını arttırıp maliyetini azaltacak 10 tane ‘farklılaştırıcı’ fikir ortaya çıkıyor. Bu farklılaştırma fikirlerini projeler haline getiriyoruz ve her bir projeye bir proje lideri tayin edip kendisine bir ekip kurarak bize üç hafta içinde bir proje uygulama planı getirmelerini istiyoruz. Plan geliştirme süresini özellikle kısa tutuyoruz ki insanlar meselenin aciliyet taşıdığını hissetsin. On firmanın sekizinde proje planları bir türlü gelmiyor. Israr etmeme rağmen, patron, tepe yönetim ve benzeri kademelerden planların neden gelmediğine dair sayısız bahane işitiyorum. Çoğu zaman da bu projelerin neden ‘olamayacağını’ ya da ‘ütopik’ (hayalperest) olduklarını duyuyorum. “Peki, abicim bu projeleri ben geliştirmedim ki? Gruplar halinde beyin fırtınası yapıp siz kendiniz geliştirdiniz. Madem ütopikti, niye bunları, üstelik hep beraber, proje olarak uygulamaya aldınız”? Tısss. Peki, madem rekabet sizi o kadar rahatsız etmiyordu, neden yeni farklılaştırma arayışına girdiniz? O kadar zaman ve para harcadınız? Madem bu projelere inanmıyordunuz, o zaman niye bunları proje olarak kabul ettiniz?
Cevabı vereyim: Patronlar da tepe yönetimler de mevcudun ötesine gitmekten korkuyorlar. Cesaret edemiyorlar.
ARTIK?STATÜKOYU?BIRAKIN
Statükonun rahatlığına sığınıyorlar. İşleri bugünlük iyi olabilir, ama bilmiyorlar ki o sırada toprak altlarından son hızla kayıyor. On firmadan sadece iki tanesi aciliyet hissi içinde oluyor dedim ya. İşte o iki firma yılda (hatta krizde bile) ortalama yüzde 35 reel büyüme elde edebiliyor. Neden? Şirket tepe yönetimine iki düşünce hâkim: (1) Piyasayı gözle ve müşterilerdeki davranış değişiklerini belirle, (2) Bunlar üzerine projeler oluşturup hemen uygulamaya koy. Hemen. Yani ‘dün’ uygulamaya başla. İş hayatına bu gözlükle bakarsanız başarı şansınız gerçekten çok daha yüksek oluyor.
SADECe ve sadece paranoyaklar ayakta kalır
Andy Grove (73), ünlü INTEL şirketinin CEO ve Başkanlığını yapmış olan önemli bir kişi. Grove, 1980’li yıllarda özellikle Japon hafıza çipi üreticilerinin rekabet baskısı altında sadece INTEL’in değil, tüm sektörün kârlarının hızla eridiğini görüp buna karşı bir strateji olarak ‘mikroişlemcileri’ piyasaya sürmüş olmakla ünlü bir tepe yöneticisi. Ama bunu yaptığı yıllarda INTEL hafıza çipi sektörün en büyüğü. Tek problemi eski paraları kazanamıyor ve kârların hızla düşüyor olması. Bunun üzerine başkan olduğu dönemde diyor ki, “Eğer biz bu hızlı değişim ve rekabet içinde kendimizi öldürmezsek, Japonlar mutlaka gelip bizi yok edecekler.” Bunun üzerine Japonların hızla gelişmekte olduğu hafıza çipi işine değil de, kendilerinin ufak bir alanda geliştirmeye başladıkları mikroişlemciler üzerine odaklanmaya karar vermek suretiyle bugünün güçlü INTEL’ini yaratıyor. Oysa eğer “Biz zaten tekeliz, Japonlar bize bir şey yapamaz” rehavetine kapılmış olsaydı bugün bilgisayarların üzerinde “Intel Inside” yazısını göremezdik. İşte bu Andy Grove, 1996 yılında deneyimlerini anlattığı bir kitap yazdı. Adı ‘Yalnızca Paranoyak-lar Ayakta Kalır’. Paranoyak ‘şüpheci ve kendisine bir kötülük geleceği korkusu taşıyan kişi’ demek. Bence business dünyası için verilebilecek en güzel derslerin başında gelebilecek bir özdeyiş bu. Etrafı sürekli gözlemlemeyi, içe kapalı olmamayı, rekabetin mutlaka sizin peşinizde olduğunu unutmamayı öğreten, başarıyı arzulayan tüm rekabetçi şirketlerin düsturu olması gereken bir öz deyiş.
Aciliyet NASIL gelişir?
Şimdi koltuğunuza kurulup gaza gelmeden ‘yerimizde durursak batarız’ı düşünün
Bunun için şirketinizde ‘tepeden tabana’ bir aciliyet kültürü oluşturma inancıyla işe başlamalısınız. Gereksiz heyecan değil, sürekli yenilikler üreten ve kararlarla projeleri süratle hayata geçiren bir şirket kültürü. Milleti kamçılama kültürü değil, durursak batarız hissi içeren bir şirket kültürü. Gaza getiren değil, inandırarak koşturtan bir şirket kültürü. Bunu sağlamak için de yapmanız gerekenler şunlar:
Şirketin dışı en temel odağınız olsun: Şirketinizin dışındaki tehlikeler ve fırsatlara karşı sürekli uyanık olun, antenleriniz sürekli açık olsun. Şirketinizin dışını sürekli olarak şirket içine taşıyın ve tartışın. İnsanları harekete geçirecek gerçekçi ama ürkütücü değişim verilerini, videoları, web sitelerini elemanlarınızla paylaşın ki onlar da durumun vahametini ve aciliyetini anlasın.
TAKDİR EDİN, AMA UYANIK DA OLUN!
Her gün aciliyet hissi içinde davranın: Hiçbir zaman şirketin mevcut durumundan memnun bir lider davranışı sergilemeyin. Takdir edin, şükredin, ama daha fazlasını yapmaya hazır ve gönüllü olduğunuzu devamlı vurgulayın. Unutmayın şirketler mevcudu korumak içgüdüsüyle değil, yenilenip büyüme arzusuyla coşar ve başarıya koşarlar. Yönetici olarak siz de aciliyet hissini insanlara sürekli hissettirin: Toplantılarda, birebir görüşmelerde, e-postalarınızda ve mümkün olduğunca fazla sayıda çalışana.
Krizlerde daha canlı olun: Krizler iyi şeyler değildir. İnsanlara ezilmişlik ve çaresizlik duygusu verir. Ama ne mutlu ki sadece size değil, rakiplerinize de. O nedenle “Krizde atak davranırsak bu işi kendi lehimize çevirebiliriz” düşüncesini sürekli yayın. Dikkatli olun, saflık yapmayın, ama kriz dönemlerinde akıllı ve süratli davrananların rekabetin önüne geçtiği gerçeğini de aklınızdan hiç çıkarmayın.
“Hayır, bu iş olmaz” diyenlerle mücadele edin: Etrafınızda bir işin neden ve nasıl ‘olamayacağını’ size anlatacak dünya kadar uzman var, biliyorsunuz. İşte bu ‘olamazcılar’ statükoyu seven üşengenlerdir ve yeni projeleri bilhassa yavaşlatmak için mücadele verirler. Şirketinizin aciliyet hissini baltalamak isteyen insanlara hiçbir zaman hoşgörüyle yaklaşmayın. Bırakın rakibe gitsinler, ‘olamazcı’ ve ‘savsaklamacı’ kültürlerini rakibe bulaştırsınlar.
KISSADAN HİSSE
İş hayatında korkunun ecele çok ama çok faydası vardır! “Rekabet her an bizi ezebilir” korkusu sizi canlı tutar ve bunun sonucunda da hem daha cesur hem de daha uzun ömürlü bir şirket olursunuz. Şirketinize ve kendinize “bu işi dün tamamlamalıyız“ bilincini yerleştirdiğiniz ölçüde, rekabetten çok önemli bir başlangıç noktasında ayrışmış olursunuz.
Prof. Dr. Arman KIRIM
OTURDUĞUNUZ KOLTUKTAN PARA KAZANMA DÖNEMİ BİTTİ
Bence ‘aciliyet’, bugünün çok hızlı değişen iş dünyasında her şirketin ve hatta her profesyonel bireyin mutlaka kazanması gereken elzem bir alışkanlık olmak zorunda. Sebebi basit: Aksi halde dünyanın süratli değişimine ayak uyduramazsınız ve haşin rekabet sizi ezer geçer. Bu işin gerçekten şakaya gelir tarafı yok. Hatırlayın, 1970’li yıllarda hayat bugüne göre çok yavaş akıyordu ve kimsenin kendisini öyle hızla falan değiştirmesi gerekmiyordu.
Düşünsenize, tek kanallı TV’den renkli TV’ye geçmek bile neredeyse 10 sene aldı. Ya bugün? Bakın mesela youtube isimli video sitesine 60 gün içinde yüklenen video sayısı, ABD’nin 3 dev TV ağı olan ABC, NBC ve CBS şirketlerinin geçtiğimiz 60 sene (altmış yıl) içinde yayınlamış oldukları toplam programların sayısından daha fazla!
DEĞİŞİME İNTERNETLE AYAK UYDURUN
Twitter sitesine her gün 340 bin yeni üye kaydoluyor. Şimdi siz iletişim işinde olun ve bu çarpıcı değişimi/gelişimi dikkate almayın, bakın o zaman başınıza neler gelecek. Apple firmasının 2003 yılında başlattığı iTunes isimli internet bazlı müzik dükkânında sadece 7 yıl gibi bir zamanda 10 milyar adet şarkı veya CD satılmış. Yedi yıl önce daha hayali bile olmayan bir sektör kuruluyor, bu sektörü kuran şirket pazar lideri olup bu kadar kısa bir zamanda tüm dünyada 10 milyar adet şarkı/CD satıyor ve bu kadar kısa bir zaman süresinde dünya müzik endüstrisinin satışlarının yüzde 40’ı internet üzerinden yapılıyor. Şimdi sizin bir kasetçi ya da plakçı dükkânınız olsun ve bu değişimi, yani çarpıcı gelişimi dikkate almayın.
Uzun lafın kısası şu: Bugün iş dünyası şimşek hızında değişiyor ve hepimizin işini, kazancımızı fena halde etkiliyor. O zaman ya bu deveyi güdeceğiz, ya da bu diyardan gideceğiz. Güdemeyenlere diyeceğim bir şey yok, onlara hayırlı yolculuklar. Ama deveyi gütmeye gönüllü olanlara birkaç kelamım olacak.
YOUTUBE’DA 5 AYDA 14 MİLYAR VİDEO
Mayıs 2010 itibariyle youtube sitesinden izlenen video 14 milyar adet. Şimdi siz TV kanalı patronu olun ve bu şiddetli değişimi dikkate almayın...
ACİLİYET HİSSİNİ SÜREKLİ GELİŞTİRİN
Tembel olana ekmek yok!
BEYİN HAMALLARI
Hani teknoloji gelişecekti de oturduğumuz yerden bastığımız tek tuşla her şey ayağımıza gelecekti... Doğru, tek tuşla ama oturduğumuz yerden değil. Bu defa bedenimiz değil beynimiz hamallık yapacak!
Bu şimşek hızında değişen iş dünyasında ayakta kalmak için yapacağınız şeyler çok basit: Piyasalarda ve müşterilerdeki değişimleri günü gününe gözlemek, dünyadaki değişimleri izlemek, bu bilgiler üzerine ‘farklılaşma’ stratejileri geliştirmek ve bu stratejileri süratle hayata geçirmek. Süratle. Sonra yeniden aynı şeyleri yapmak, sonra bir daha. Basit olmasına basit, ama gördüğünüz gibi meşakkatli. Üstelik tembelliği de hiç affetmiyor. Artık tembel olana gerçekten ekmek yok. Çalışmak, araştırmak, bilgili olmak ve ‘strateji’ denilen konudan haberdar olmak şart. Aksi halde attığın taş kurbağaya değmez, o da taş atacak halin kalırsa.
ZAMANI TASARRUFLU KULLANIN
Çalıştığım bazı kurumlarda sıklıkla şu tür şeyler gözlüyorum. Sene başında bir dizi strateji toplantısı yapıyoruz ve diyelim ki şirketin satışlarını arttırıp maliyetini azaltacak 10 tane ‘farklılaştırıcı’ fikir ortaya çıkıyor. Bu farklılaştırma fikirlerini projeler haline getiriyoruz ve her bir projeye bir proje lideri tayin edip kendisine bir ekip kurarak bize üç hafta içinde bir proje uygulama planı getirmelerini istiyoruz. Plan geliştirme süresini özellikle kısa tutuyoruz ki insanlar meselenin aciliyet taşıdığını hissetsin. On firmanın sekizinde proje planları bir türlü gelmiyor. Israr etmeme rağmen, patron, tepe yönetim ve benzeri kademelerden planların neden gelmediğine dair sayısız bahane işitiyorum. Çoğu zaman da bu projelerin neden ‘olamayacağını’ ya da ‘ütopik’ (hayalperest) olduklarını duyuyorum. “Peki, abicim bu projeleri ben geliştirmedim ki? Gruplar halinde beyin fırtınası yapıp siz kendiniz geliştirdiniz. Madem ütopikti, niye bunları, üstelik hep beraber, proje olarak uygulamaya aldınız”? Tısss. Peki, madem rekabet sizi o kadar rahatsız etmiyordu, neden yeni farklılaştırma arayışına girdiniz? O kadar zaman ve para harcadınız? Madem bu projelere inanmıyordunuz, o zaman niye bunları proje olarak kabul ettiniz?
Cevabı vereyim: Patronlar da tepe yönetimler de mevcudun ötesine gitmekten korkuyorlar. Cesaret edemiyorlar.
ARTIK?STATÜKOYU?BIRAKIN
Statükonun rahatlığına sığınıyorlar. İşleri bugünlük iyi olabilir, ama bilmiyorlar ki o sırada toprak altlarından son hızla kayıyor. On firmadan sadece iki tanesi aciliyet hissi içinde oluyor dedim ya. İşte o iki firma yılda (hatta krizde bile) ortalama yüzde 35 reel büyüme elde edebiliyor. Neden? Şirket tepe yönetimine iki düşünce hâkim: (1) Piyasayı gözle ve müşterilerdeki davranış değişiklerini belirle, (2) Bunlar üzerine projeler oluşturup hemen uygulamaya koy. Hemen. Yani ‘dün’ uygulamaya başla. İş hayatına bu gözlükle bakarsanız başarı şansınız gerçekten çok daha yüksek oluyor.
SADECe ve sadece paranoyaklar ayakta kalır
Andy Grove (73), ünlü INTEL şirketinin CEO ve Başkanlığını yapmış olan önemli bir kişi. Grove, 1980’li yıllarda özellikle Japon hafıza çipi üreticilerinin rekabet baskısı altında sadece INTEL’in değil, tüm sektörün kârlarının hızla eridiğini görüp buna karşı bir strateji olarak ‘mikroişlemcileri’ piyasaya sürmüş olmakla ünlü bir tepe yöneticisi. Ama bunu yaptığı yıllarda INTEL hafıza çipi sektörün en büyüğü. Tek problemi eski paraları kazanamıyor ve kârların hızla düşüyor olması. Bunun üzerine başkan olduğu dönemde diyor ki, “Eğer biz bu hızlı değişim ve rekabet içinde kendimizi öldürmezsek, Japonlar mutlaka gelip bizi yok edecekler.” Bunun üzerine Japonların hızla gelişmekte olduğu hafıza çipi işine değil de, kendilerinin ufak bir alanda geliştirmeye başladıkları mikroişlemciler üzerine odaklanmaya karar vermek suretiyle bugünün güçlü INTEL’ini yaratıyor. Oysa eğer “Biz zaten tekeliz, Japonlar bize bir şey yapamaz” rehavetine kapılmış olsaydı bugün bilgisayarların üzerinde “Intel Inside” yazısını göremezdik. İşte bu Andy Grove, 1996 yılında deneyimlerini anlattığı bir kitap yazdı. Adı ‘Yalnızca Paranoyak-lar Ayakta Kalır’. Paranoyak ‘şüpheci ve kendisine bir kötülük geleceği korkusu taşıyan kişi’ demek. Bence business dünyası için verilebilecek en güzel derslerin başında gelebilecek bir özdeyiş bu. Etrafı sürekli gözlemlemeyi, içe kapalı olmamayı, rekabetin mutlaka sizin peşinizde olduğunu unutmamayı öğreten, başarıyı arzulayan tüm rekabetçi şirketlerin düsturu olması gereken bir öz deyiş.
Aciliyet NASIL gelişir?
Şimdi koltuğunuza kurulup gaza gelmeden ‘yerimizde durursak batarız’ı düşünün
Bunun için şirketinizde ‘tepeden tabana’ bir aciliyet kültürü oluşturma inancıyla işe başlamalısınız. Gereksiz heyecan değil, sürekli yenilikler üreten ve kararlarla projeleri süratle hayata geçiren bir şirket kültürü. Milleti kamçılama kültürü değil, durursak batarız hissi içeren bir şirket kültürü. Gaza getiren değil, inandırarak koşturtan bir şirket kültürü. Bunu sağlamak için de yapmanız gerekenler şunlar:
Şirketin dışı en temel odağınız olsun: Şirketinizin dışındaki tehlikeler ve fırsatlara karşı sürekli uyanık olun, antenleriniz sürekli açık olsun. Şirketinizin dışını sürekli olarak şirket içine taşıyın ve tartışın. İnsanları harekete geçirecek gerçekçi ama ürkütücü değişim verilerini, videoları, web sitelerini elemanlarınızla paylaşın ki onlar da durumun vahametini ve aciliyetini anlasın.
TAKDİR EDİN, AMA UYANIK DA OLUN!
Her gün aciliyet hissi içinde davranın: Hiçbir zaman şirketin mevcut durumundan memnun bir lider davranışı sergilemeyin. Takdir edin, şükredin, ama daha fazlasını yapmaya hazır ve gönüllü olduğunuzu devamlı vurgulayın. Unutmayın şirketler mevcudu korumak içgüdüsüyle değil, yenilenip büyüme arzusuyla coşar ve başarıya koşarlar. Yönetici olarak siz de aciliyet hissini insanlara sürekli hissettirin: Toplantılarda, birebir görüşmelerde, e-postalarınızda ve mümkün olduğunca fazla sayıda çalışana.
Krizlerde daha canlı olun: Krizler iyi şeyler değildir. İnsanlara ezilmişlik ve çaresizlik duygusu verir. Ama ne mutlu ki sadece size değil, rakiplerinize de. O nedenle “Krizde atak davranırsak bu işi kendi lehimize çevirebiliriz” düşüncesini sürekli yayın. Dikkatli olun, saflık yapmayın, ama kriz dönemlerinde akıllı ve süratli davrananların rekabetin önüne geçtiği gerçeğini de aklınızdan hiç çıkarmayın.
“Hayır, bu iş olmaz” diyenlerle mücadele edin: Etrafınızda bir işin neden ve nasıl ‘olamayacağını’ size anlatacak dünya kadar uzman var, biliyorsunuz. İşte bu ‘olamazcılar’ statükoyu seven üşengenlerdir ve yeni projeleri bilhassa yavaşlatmak için mücadele verirler. Şirketinizin aciliyet hissini baltalamak isteyen insanlara hiçbir zaman hoşgörüyle yaklaşmayın. Bırakın rakibe gitsinler, ‘olamazcı’ ve ‘savsaklamacı’ kültürlerini rakibe bulaştırsınlar.
KISSADAN HİSSE
İş hayatında korkunun ecele çok ama çok faydası vardır! “Rekabet her an bizi ezebilir” korkusu sizi canlı tutar ve bunun sonucunda da hem daha cesur hem de daha uzun ömürlü bir şirket olursunuz. Şirketinize ve kendinize “bu işi dün tamamlamalıyız“ bilincini yerleştirdiğiniz ölçüde, rekabetten çok önemli bir başlangıç noktasında ayrışmış olursunuz.
Prof. Dr. Arman KIRIM