12 Mart İstiklal Marşı'nın Kabulü ve Mehmet Akif Ersoy'u Anma Günü | 92. Yıl

Bu konuyu okuyanlar

AliA

Ordinaryüs
Emektar
Katılım
29 Haziran 2007
Mesajlar
64,457
Reaksiyon puanı
529
Puanları
0
[video=youtube;pJzUurSh3UY]http://www.youtube.com/watch?v=pJzUurSh3UY[/video]

url


Millî marşlar, milletlerin kahramanlık destanlarıdır. Bayrağımız ve onun hürriyetini ebedîleştiren İstiklal Marşımız; milletimizin ruhunu, tarihini, ideallerini aksettiren ölmez değerlerdendir.

Ülkenin bağımsızlığı ve bütünlüğü için ATATÜRK önderliğinde mücadele veren TBMM Hükûmeti yeni bir ordu kurarken bu orduyu ayakta tutacak, ona moral verecek güçleri de harekete geçirme çabasındadır. Anadolu'da tutuşan heyecanı koruyacak, vatan sevgisini ve inancı canlı tutacak bir marşın hazırlanması düşüncesi, işte bu amaçla ortaya çıkmıştır.

Dönemin Millî Eğitim Bakanlığı da bu düşünceyi benimseyerek bir yarışma düzenlemiştir. Beğenilen güfte için 500 lira ödül verilecektir. Yarışma için gelen 724 şiir incelemeye alınmıştır. Bir kurulca bunlar titizlikle incelenip şiirlerin 6 tanesi ayrılmıştır. Ama hiçbiri beğenilmemiş, marş olacak değerde bulunmamıştır. O zaman Burdur Milletvekili olan Mehmet Akif'in para ödülünden rahatsızlık duyduğu için yarışmaya katılmadığı öğrenilmiştir. Ancak Mehmet Akif, Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi TANRIÖVER'in "Mükâfatı almazsınız; fakat, iştirak ediniz." ricası üzerine yarışmaya katılmıştır.

Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, daha önce seçilen altı şiirle Mehmet Akif'in şiirini ordu komutanlarına göndermiştir. Onlardan, şiirlerin askerlere okunması ve beğenilenlerin sıralanmaları istenmiştir. Komutanlar, kısa sürede sonucu bildirmişlerdir: Hepsi de Mehmet Akif'in şiirini birinci sıraya almıştır.

12 Mart 1921 tarihinde TBMM'de yapılan oylama sonucunda Mehmet Akif'in şiiri, İstiklal Marşı olarak kabul edilmiştir. Mehmet Akif Ersoy, verilen 500 liralık ödülü "Ben bu şiiri para için yazmadım." diyerek Türk ordusuna bağışlamıştır. Mehmet Akif, İstiklal Marşı'nı kitabı Safahat'a niçin koydurmadığı sorulduğunda "O benim değil, milletimindir." cevabını vermiştir.

İstiklal Marşı'nın bestelenmesi için yarışma düzenlenmiş, bu yarışmaya 24 besteci katılmıştır. 1924 yılında Ankara'da toplanan seçici kurul, Ali Rıfat ÇAĞATAY'ın bestesini kabul etmiştir. Bu beste 1930 yılına kadar çalındıysa da 1930'da değiştirilerek Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi Osman Zeki ÜNGÖR'ün hazırladığı bugünkü beste yürürlüğe konmuştur.

Millî marşımız, milletimizin hiç değişmeyen bağımsızlık karakterinin yakın çağdaki büyük tezahürü olan ve Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde gerçekleştirilen Kurtuluş Savaşı içinden çıkmıştır. Millî marşımız, Türk milletinin "medeniyet denilen tek dişi kalmış bir canavar" tarafından yok edilme niyet ve teşebbüslerine karşı verilmiş bir kavganın içinden doğmuştur. Onun için adı "İstiklal Marşı"dır.

Mehmet Akif, son günlerinde, hasta yatağında yatarken kendisine İstiklal Marşı için “Acaba yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı?” diye bir sual sorulmuş. Akif’in şu cevabı, bu marşın neyin destanı, neyin mahsulü olduğunu anlatacak bir vecizedir:

“O şiir bir daha yazılamaz, onu ben de yazamam; onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım. Allah, bir daha bu millete bir İstiklal Marşı yazdırmasın.”

İstiklal Marşı, Cumhuriyet’in ilanından önce 12 Mart 1921 tarihinde yazılmış olmakla beraber, Cumhuriyet’i müjdelemiş ve millî marş olarak kabul edildikten sonra da hemen her gün tekrarlandığı için ATATÜRK ile beraber Cumhuriyet’in sembolü olmuştur.




Mehmet Akif Ersoy

Mehmet Akif Ersoy 1873 yılında İstanbul’da doğdu. 27 Aralık 1936’da aynı kentte vefat etti.

Mehmet Akif ilköğrenimine Fatih'te Emir Buharî mahalle mektebinde başladı. Maarif Nezareti'ne bağlı iptidaîyi ve Fatih Merkez Rüştiyesi'ni bitirdi. Bunun yanı sıra Arapça ve İslami bilgiler alanında babası tarafından yetiştirildi. Rüştiye'de "Hürriyetçi" öğretmenlerinden etkilendi. Türkçe, Arapça, Farsça, ve Fransızca bilgisiyle dikkati çekti. Mekteb-i Mülkiye'nin idadi (lise) bölümünde okurken şiirle uğraştı. Edebiyat hocası İsmail Safa'nın izinden giderek yazdığı mesnevileri şair Hersekli Arif Hikmet Bey övgüyle karşıladı.

Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine mezunlarına memuriyet verilen bir yüksek okul seçmek zorunda kaldı. 1889'da girdiği Mülkiye Baytar Mektebi'ni 1893'te birincilikle bitirdi. Ziraat Nezareti (Tarım Bakanlığı) emrinde geçen yirmi yıllık memuriyeti sırasında veteriner olarak dolaştığı Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da köylülerle yakın ilişkiler kurma olanağı buldu. İlk şiirlerini Resimli Gazete'de yayımladı. 1906'da Halkalı Ziraat Mektebi ve 1907'de Çiftçilik Makinist Mektebi'nde hocalık yaptı. 1908'de Dârülfünûn Edebiyat-i Umûmiye hocalığına tayin edildi. İlk şiirlerinin yayımlanmasını izleyen on yıl boyunca hiçbir şey yayımlamadı.

1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte Eşref Edip'in çıkardığı Sırat-ı Müstakim ve sonra Sebilürresad dergilerinde sürekli yazılar yazmaya, şiirler ve çağdaş Mısırlı İslam yazarlarından çeviriler yayımlamaya başladı. 1913'te Mısır'a iki aylık bir gezi yaptı. Dönüşte Medine'ye uğradı.

Bu gezilerde İslam ülkelerinin maddi donatım ve düşünce düzeyi bakımından Batı karşısındaki zayıflıkları konusunda görüşleri pekişti. Aynı yılın sonlarında Umur-u Baytariye müdür muavini iken memuriyetten istifa etti. Bununla birlikte Halkalı Ziraat Mektebi'nde kitabet ve Darülfünun’da edebiyat dersleri vermeye devam etti. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiyse de cemiyetin bütün emirlerine değil, sadece olumlu bulduğu emirlerine uyacağına dair and içti.

I. Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin gizli örgütü olan Teşkilât-ı Mahsusa tarafından Berlin'e gönderildi. Burada Almanların eline esir düşmüş Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı. Çanakkale Savaşı'nın akisini Berlin'e ulaşan haberlerden izledi. Batı uygarlığının gelişme düzeyi onu derinden etkiledi.

Yine Teşkilât-ı Mahsusa'nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid'e ve savaşın son yılında profesör İsmail Hakkı İzmirliyle birlikte Lübnan'a gitti. Dönüşünde yeni kurulan Dâr-ül Hikmetül İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine getirildi.

Savaş sonrasında Anadolu'da başlayan ulusal direniş hareketini desteklemek üzere Balıkesir'de etkili bir konuşma yaptı. Bunun üzerine 1920'de Dâr-ül Hikmet'teki görevinden alındı. İstanbul Hükümeti Anadolu'daki direnişçileri yasa dışı ilan edince Sebilürresad dergisi Kastamonu'da yayımlanmaya başladı ve Mehmet Akif bu vilayette halkın kurtuluş hareketine katkısını hızlandıran çalışmalarını sürdürdü.

Nasrullah Camii'nde verdiği hutbelerden biri Diyarbakır'da çoğaltılarak bütün ülkeye dağıtıldı.

Burdur mebusu sıfatıyla TBMM'ye seçildi. Meclis'in bir İstiklâl Marşı güftesi için açtığı yarışmaya katılan 724 şiirin hiçbiri beklenilen başarıya ulaşamayınca maarif vekilinin isteği üzerine 17 Şubat 1921'de yazdığı İstiklal Marşı, 12 Mart'ta birinci TBMM tarafından kabul edildi. Mehmet Akif Ersoy 27 Aralık 1936'da İstanbul'da öldü.

Mehmet Akif'in 1911'de 38 yaşında iken yayımladığı ilk kitabı Safahat bağımsız bir edebi kişiliğin ürünüdür. Fransız romantiklerinden Lamartine'i Fuzuli kadar, Alexandre Dumas Fils'i Sâdi kadar sevdiğini belirten şair, bütün bu sanatçıların uğraşı alanlarına giren manzum hikâye biçimini kendisi için en geçerli yazı olarak seçmiştir. Ancak, sahip olduğu köklü edebiyat kaygısı onun yalınkat bir manzumeci değil, bilinçle işlenmiş ve gelişmeye açık bir şiir türünün öncüsü olmasını sağlamıştır. Mehmet Âkif'in şiir anlayışı Batılı, hatta o dönemde Batı'da bile örneklerine az rastlanacak ölçüde gerçekçidir.

Konuşma diline yaşlandığı için kolayca yazılıvermiş izlenimi veren şiirleri biçime ilişkin titiz bir tutumun örnekleridir. Hem aruzdan doğan bağların üstesinden gelmiş, hem de şiirin bütününü kapsayan bir iç musiki düzenini gözetmiştir.

Dilde arılaşmadan yana olan tutumunu her şiirinde biraz daha yalın bir söyleyişi benimseyerek somutlukla ortaya koymuştur. Mehmet Akif geleneksel edebiyatın olduğu kadar, Batı kültürünün değerleriyle etkileşimi kabul eder, ancak Doğu'ya ya da Batı'ya öykülenmeye şiddetle karşı çıkar.

Çünkü her edebiyatın doğduğu toprağa bağlı olmakla canlılık kazanabileceği ve belli bir işlevi yerine getirmedikçe değer taşımayacağı görüşündedir. Gerçekle uyum içinde olmayı her şeyin üstünde tutar.

Altı yüzyıllık seçkinler edebiyatının halktan uzak düştüğü için bayağılaştığına inanır. İçinde yaşanılan toplumun özellikleri göz önüne alınmadan Batılı yeniliklere öykünmenin doğrudan doğruya edebiyata zarar vereceği anlayışına bağlı kalarak "Sanat sanat içindir" görüsüne karşı çıkmış, "Libas hizmetini, gıda vazifesini" gören bir şiiri kurma çabasına girişmiştir. Bu yüzden toplumsal ve ideolojik konuları şiir ile ve şiir içinde tartışma ve sergileme yolunu seçmiştir. Bütün çıplaklığıyla gerçeği göstermekteki amacı okuyucusunu insanların sorunlarına yöneltmektir.

Bu kaygıların sonucu olarak yoksul insanların gerçek çehreleriyle yer aldığı şiirler Türk edebiyatında ilk kez Mehmet Akif tarafından yazılmıştır. Mehmet Akif şiirinin yaşadığı dönemde ve sonrasında önemini sağlayan bu gerçekçi tutumudur. Bu şiirde düş gücünün parıltısı yerini gözle görülür, elle tutulur bir yapıya bırakmıştır.
Şairin nazım diline bu dilin özgül niteliğini bozmaksızın elverişli olduğu gelişmeyi kazandırması, aruz veznini yumuşatmayı, başarmasıyla mümkün olmuştur.
Bu aynı zamanda Türkçe'nin şiir söylemedeki olanaklarının ne ölçüde geniş olduğunu göstermesi demektir.

Mehmet Akif dilin toplumsal kimliğini öne çıkarmış, üslupta öz günlük ve kişiselliğe ulaşmıştır. Yenilikçi bir şair olarak, yaşadığı dönemde görülen ölçüsüz yenilik eğiliminin bozucu etkilerine, ölçüsü işleviyle bağlantılı bir şiir kurmak suretiyle sinir çekmeye çalışmıştır.

TSK
 

kgedik74

Öğrenci
Katılım
21 Şubat 2013
Mesajlar
26
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
güzel bir paylaşım, Mehmet Akif'i tanımalı ve yeni nesillere tanıtmalıyız. Çünkü O çok yönlü nadir şairlerdendi. Tam anlamıyla bir insanda olması gereken olumlu karekter ve ahlaka sahipti. Allah O ve O'nun gibi olan ahirete intikal etmiş tüm Müslümanlarımıza rahmet eylesin. Teşekkürler.
 
Üst