'10 Yıl İçinde Ateşleme Üssü Kurmamız Çok Zor'

Bu konuyu okuyanlar

erenberk

Rektör
Katılım
10 Mayıs 2010
Mesajlar
10,637
Reaksiyon puanı
101
Puanları
48
Türkiye’nin yetiştirdiği en ünlü astrofizikçilerden biri olan Bülent Kızıltan, 10 yıl içinde ateşleme üssü kurulması hedefinin Türkiye adına çok önemli bir adım olduğunu ancak atılması gereken adımların gerçeğe dönüşmesi konusunda çekinceleri olduğunu belirtti. ABD’nin Harvard ve MIT üniversitelerinde araştırmacı olan Kızıltan, Türkiye’de temel bilimlerin ‘can çekiştiğini’ ve bu konuda adım atılmazsa önümüzdeki 10-15 yılda büyük sıkıntılar çekebileceğimizi belirtti.
130426_gokturk_02.hlarge.jpg

Göktürk-2'nin ateşlenmesi.

Nötron yıldızları üzerinde yaptığı araştırmalarla dünya çapında üne kavuşan Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT - Kavli Astrofizik ve Uzay Araştırma Enstitüsü üyesi Dr. Bülent Kızıltan, uzay araştırmalarında gelinen nokta ve Türkiye’nin uzay-havacılık geleceği hakkında ntvmnsbc’ye önemli değerlendirmelerde bulundu.

‘Dünyada yaşanan kavgaların anlamsızlığını insanoğlu bir gün anlayacaksa, bu farkındalık seviyesine uzayı daha iyi kavrayarak ulaşılabileceğimizi’ söyleyen Kızıltan, dünyada giderek artan uzay araştırmaları rekabetinde Türkiye’nin istekli olduğunu ancak yarışta anlamlı bir yer edinebilmek için çok mesafeler katedilmesi gerektiğini belirtti. ‘Türkiye’de temel bilimlerin can çekiştiğini’ belirten Kızıltan, eğitim sisteminde acilen önemli adımların atılması gerektiğini ifade ederken, teknik altyapı ve yeni nesil bilim insanları olmadan ’10 yıl içinde ateşleme üssü kurma amacına ulaşamayabileceğimizi’ vurguladı.

Kızıltan, Dünya dışı yaşam araştırmalarından, Mars keşfine kadar birçok önemli bilgi verirken, NASA’nın bugün içine düştüğü sıkıntıların iç yüzüne de değindi:


En son araştırmalar sadece Samanyolu Galaksisi’nde 100 milyar Dünya benzeri gezegen olabileceğini ortaya koydu. Astronomi çevresinde Dünya dışı yaşam olabileceği düşüncesi giderek güçleniyor mu?

California Üniversitesi’nde araştırmacı olan Geoffrey W. Marcy, Güneş Sistemi dışında gezegen araştırmasında dünyanın önde gelen ismi kabul ediliyor. MIT’ye geldiğinde gezegen keşfi hakkında en son bulgulardan bahsetmişti. Kepler uydusu, Güneş Sistem’leri hakkında bildiklerimizi tamamen değiştirdi diyebilirim. Keşfedilen gezegen sayısı 1000’e yaklaştığı gibi, bu alanda edindiğimiz bilgiler Kepler öncesi döneme kıyasla bugün çok ötede. Henüz birkaç gün önce Dünya benzeri üç yeni gezegen keşfedildi. Marcy, keşfedilen yıldızların yaklaşık yüzde 80’inin gezegene sahip olduğunu tahmin ediyor. Samanyolu Galaksisi’nde 200 milyar civarında yıldız olduğunu düşünürseniz, gezegen sayısını bir düşünün. Yeni keşfedilen yıldız sistemlerindeki gezegenlerin sadece 10’da 1’inin Dünya benzeri olabileceğini varsayarsak (ki bu oranın bunun üzerinde olduğu tahmin ediliyor), sadece bizim yer aldığımız galakside yaşam bulunma potansiyelinin hayal edilenden çok daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Samanyolu’ndaki Dünya benzeri gezegenlerin milyonda birinde sadece bitkisel düzeyde de olsa bir yaşamın olabilmesi olasılığı, spekülatif olsa da, matematiksel olarak çok yüksek.



Bu gezenlerde akıllı yaşan olma ihtimaline inanıyor musunuz?

Ben dahil birçok gökbilimciye, çok sık UFO’lara inanıp inanmadığımız soruluyor. Bu tür spekülatif konular, bizim verilerle sınayabildiğimiz alanın dışında kalıyor. Elimizde yaşam olduğuna dair delil şimdilik bulunmasa da, bunu bugün, düne göre çok daha yuksek hassasiyetle sınayabiliyoruz. Bugün Samanyolu bizim için gezegenlerin görünebilirliliği açısından ‘test edilebilir Uzay’ı temsil ediyor. Bir de bizim galaksimizin ötesindeki milyarlarca galaksiyi düşündüğümüzde, “Acaba uzayda yalnız mıyız?” sorusu çok daha farklı bir anlam kazanıyor.



Birkaç yıl önce NASA astronotu Marsha Ivins’e sorduğumda, istatistiksel olarak Dünya dışı yaşamın mümkün olduğunu söylemişti. NASA’da matematiksel olarak bu tür bir inanış yaygın mı?
Genel bir kanı yok ancak bilim dünyası her zaman matematiksel olarak ‘bilir’, veya tahminlerini bunun üzerine kurgular. Dünya dışı yaşama ‘inanıp inanmamak’ bizim kullandığımız epistemolojik kavramlar değil, bunlar bilimsel bağlamda dogmatik bir yaklaşımı yansıtır. Ancak istatistikler Dünya dışı yaşam olasılığının oldukça yüksek olduğunu gösteriyor. Şu an bulunduğumuz noktadan ileriye dönük çıkarım yaptığımızda, ‘yaşam olmama olasılığının çok düşük olduğunu’ söyleyebiliriz. Tabii ki, eğer böyle bir yaşam varsa, bu yaşamın hangi düzeyde olacağını bilmek kestirmek zor. Bu yaşam türlerinin bakteriyel veya bitkisel düzeyde olması ihtimali düşük değil. Akıllı varlık veya hayvansal düzeyde olma olasılığı daha düşük ancak yıldız ve gezegen sayısının çok fazla olduğunu düşündüğümüzde, küçük olasılıkların artık çok da küçük olmadığını görüyoruz. Kepler gibi gelişmiş uydular ve teleskoplarla artık keşfedilen gezegenlerin atmosferlerine bakabiliyor ve analizler yapılabiliyor. Şu noktada Kepler sonrası dönem için hazırlıklar yapılmakta.

James Webb teleskopu neden hala faaliyete geçmedi?
Bütçelerinin sınırlı olmasından dolayı. Hubble Uzay Teleskopu’nun Baltimore’daki kontrol merkezinde üç yıl boyunca görev aldım. Burası James Webb’in de kontrol merkezi olarak kullanılacak. En iyi ihtimalle 2015-16 deniyordu ancak ilk öngörülen bütçe 2-3 katına çıkmış durumda. NASA, Kongre’yle yaptığı sıkı görüşmelerin ardından öngörülen bütçeyi almayı başardı. Şu an için 2020’ye doğru kayan bir süreç var ancak emin adımlarla ilerleniyor.



130426_james_mirror.jpg


James Webb Teleskobu'nun aynalarını taşıyan bir panel.


NASA’da bütçeyle ilgili sıkıntıların giderek büyüdüğü doğru mu? Bütçe sıkıntısı Obama hükümetinin gelmesiyle başlayan bir sorun mu?
Bütçe sorunu NASA nezdinde bilim insanlarına hiç kuşku yok ki kendini hissettirmeye başladı. NASA’da hangi programların iptal edileceği ve hangi programların bütçesinin kısılacağı bilgisinin yer aldığı liste herkesin erişimine açık. NASA bu noktada gerçekten büyük bir darbe aldı. Bilim çevrelerinden zaten Uzay Mekiği Programı’nın iptal edilmesinden dolayı büyük bir eleştiri almıştı. Amerika’nın bugün Uzay’a gönderebileceği aracı yok ve bu NASA gibi bilim insanı yetiştirme konusunda öncü bir kurum açısından eskisine nazaran kötü bir imaj. Astronomiye ilgi duymuş birçok kişinin ve birçok astronomun en büyük ilham kaynaklarından biri NASA’ydı. Bilim çevrelerinde artık NASA’nın hayallerimizin ilham kaynağı olmaktan yavaş yavaş uzaklaştığı değerlendirmesi yapılıyor. Bütçe kısıtlamalarından ilk darbeyi yiyen alanlardan biri halkla ilişkiler oldu. Amerika’da halktan toplanan vergilerle ödeneği sağlanan her kurum gibi, NASA için de halkla ilişkiler öncelikli alanlardan. Ancak halkla ilişkilerin bütçesi yeni kısıtlamalarla ciddi olarak küçültüldü. Bilim insanlarını etkileyen ikinci faktör, NASA’nın yurt dışı gezileri için sağladığı fonları kesmesi oldu. Amerika’da yapılan uzay çalışmalarını duyurması gereken bilim insanları artık NASA’dan fon alıp seslerini uluslararası konferanslarda kamuoyuna duyuramayacak. Birçok bilim insanı katılacağı uluslararası etkinliği iptal ederken, birçok alt program da başlamadan sona erdi. Bilim çevrelerinde bu kısıtlamalar –doğal olarak- oldukça olumsuz karşılandı.


NASA’nın işbirliği içinde olduğu kurumlarla rekabet içine düşmesi veya eleştiri alması gibi durumlar neden kaynaklanıyor?
Bilim dünyasının önde gelen birkaç araştırmacısının da geçmişte söylediği gibi, uzay araştırmalarına özel müteşebbisler çok öncelerden çekilmeliydi. Özel şirketlerin Uzay alanında yapacağı yatırımların getirisini kısa vadede alması oldukça zor. Bu alanda girişimleri olan Virgin Galactic, bilimsel yatırımdan çok uzay turizmini kolaylastıracak teknolojiler gelistirmek üzere çalışmalar yapıyor. NASA’ya rakip değil, destekleyici denilebilecek bir kurum. NASA’nın Goddard, Ames Araştırma Laboratuvarları, Florida’da Cape Canaveral ateşleme üssü ve Houston’daki merkezi gibi doğrudan kendisine bağlı kurumları var. Ancak NASA’yı özel kılan, altındaki kurumlardan öte, bilim insanlarının çalışmalarını desteklemesi ve bunun için sağladığı fonlar. ABD’de NASA’dan fon almayan astronomi kurumu yok gibidir. Şimdi gündemde olan bütçe sıkıntılarından dolayı, ABD’deki araştırmacılar yeni kaynaklar bulmaya yönelecek. Bu alternatifler arasında ABD’de TÜBİTAK’ın muadili olan Ulusal Bilim Derneği (NSF) var. Ancak NSF’in de bütçesi oldukça kısıtlı. Çünkü NASA gibi sadece uzay ve ilgili mühendislik alanlarında değil, tüm alanlarda fon sağlıyor. Sonuçta NASA’nın kısıtlamalara gitmesi, astrofizikçileri ciddi olarak etkileyecek. NASA’nın dışında destek bulunabilecek kurum sayısı da oldukca az.


“TEKNİK BİLGİMİZIN DAHA İYİ OLMASI LAZIM”

Amerika’da başlayan bu sorun Türkiye’de zaten var olan bir şey zannedersem?
Evet. NASA’nın halkla ilişkiler çalışmaları, birçok parlak genç insanın astrofizik alanına ilgi duymasını sağlıyordu. Türkiye’de bu bağlamda almamız gereken mesafeler var. Üniversite sınavında ilk 10’a, hatta 100’e giren öğrenciler arasında Matematik, Fizik, Kimya veya Biyoloji yazan öğrenci sayısı maalesef azaldı. Gençlerin neden tıbba ve hukuka yöneldigini anlamak çok zor değil. Bilim için uzun vadeli politikalarımızın olması gerekiyor. Bu tür uzun vadeli hedeflerin olup olmadığı noktasının çok açık olmaması, genç nesle bunların anlatılamaması doğal olarak ögrencileri bu alanlara yönelmekten alıkoyuyor.

10 yıl öncesiyle kıyaslandığında, Türkiye’de bilimsel çalışmalar için bütçelere erişimde gözle görülür bir iyileşme olduğunu söylüyor meslektaşlarım. İnsan kaynağı alanında biraz sıkıntı olabilir ancak bilimsel çalışmalar için ayrılan bütçelerin artmasıyla gerekli kaliteli insan kaynağının oluşturulması birbirinden bağımsız şeyler değil. Türkiye’de temel bilim alanlarına olan ilginin, belki sayısının değil ama kalitesinin arttırılmasının ancak üst kurumların çok yönlü bir planlama yapması ve bunu uygulamasıyla mümkün olduğunu düşünüyorum. Esasen, sonucunda ne çıkacağı bilinmeyen, spekülatif denilen alanlara da devletin yatırım yapması şart. ‘Bu araştırma sonucunda şu ürün çıkacak’ şeklinde yaklaşılan alanlar zaten özel şirketlerin, teknokentlerin ilgi alanına girmekte. Mühendislik, elde olan bilginin işlenmesidir bir anlamda. Ancak temel bilimlerde süreç biraz daha farklı işler: Var olan bilgi işlendiği gibi bilgi de üretilir. Bu yaklaşımın nasıl bir katma değer yarattığını, Türkiye’de henüz tam olarak kavrandığını düşünmüyorum.

TÜBİTAK, kısa bir süre önce yurt dışındaki bilim insanlarını bir araya getiren bir etkinlik düzenledi ve oradaki bilim insanları temel bilimler alanında karşılaşılabilecek sorunları tespit ettiler. Temel bilimlerin, bugün Türkiye’deki gidişatı hiç iç açıcı değil. Bu durumun, önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde Türkiye için sıkıntı oluşturacağını düşünüyorum. Türkiye’de eskisi kadar başarılı öğrenciler bilimsel çalışmalar yapacakları alanlara çekilemiyor.
Katılmış olduğum toplantıda yer alan bilim insanları, üniversite sınavında derece yapmış ve birçoğu Fizik, Kimya, Matematik gibi temel bilimler alanına yönelmiş meslektaşlarımdı. Bazı üniversitelerde yeterince ilgi görmediği için kapanma noktasına gelen temel bilim bölümleri var. Bu durumların ciddi olarak ele alınması, analizlerin yapılması ve çözüm üretilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Türkiye’de uzay bilimleri gibi yeni bölümler açılıyor, astronomi alanlarında öğrenci sayısı artıyor. Göktürk-2’nin fırlatılmasının ardından 10 yıl içinde ateşleme üssü yapma hedefi koyduk. Olumlu gelişmelerle bunun mümkün olabileceğini söyleyebilir miyiz?
Türkiye mühendislik açısından oldukça başarılı ancak temel bilimlerde olması gereken yerde henüz olmadığını düşünüyorum. Ateşleme üssünün kurulması, temel bilimlerin ötesinde bir mühendislik projesi olabilir. Böyle bir proje için nasıl bir yol haritası var, nasıl bir bütçe ayrıldı bilmiyorum. Yetkililerin “Böyle bir amacımız, hayalimiz var” demesi son derece olumlu ancak bu hayalin realize edilmesi için ciddi ve uzun vadeli bir ön hazırlık gerekir. Olmasını çok arzu ederim ama 2023’e kadar böyle bir üssün hayata geçirilmesini pek mümkün görmüyorum.


130426_gokturrk_2.jpg

'10 YIL İÇİNDE FIRLATMA TESİSİMİZ OLACAK'


Türkiye’de eksik olan ne?
Türkiye’nin her şeyden önce o ‘know-how’a ihtiyacı var. Gerekli olan teknik bilginin Türkiye’ye transfer edilmesi aşamasında çalışmalar olup olmadığını bilmiyorum. Astrofizik alanında nasıl katkılarda bulunabiliriz ve insan yetiştiririz, bunun üzerinde kafa yoruyorum.

Ateşleme üssü kurulması noktasında ‘bir hayalimiz var’ açıklaması dışında somut bir adım olup olmadığını bilmiyorum. Böyle bir hayalin dile getirilmesi bile önemli ve küçümsenmemesi gereken bir adım. ABD de Ay’a çıkma hayalini dile getirdikten yaklaşık 10 yıl sonra bunu gerçekleştirdi. Biz teknik kapasite ve insan kaynağı açıssndan olmamız gereken yerde henüz olmamamıza karşın, hayal de olsa bu tohumların atılıyor olması dahi olumlu.



Özel şirketler ve devletler arasında uzay keşfi alanında büyük bir rekabet var. Bu bir politik savaş çıkarabilir mi?

Tersine, şu an çok tatlı bir rekabet var. Birçok bilim insanının NASA’yla organik bir bağı yok. Mars’a ilk NASA çıkarsa da alkışlarız, SpaceX gibi özel bir firma çıkarsa da alkışlarız. Bilim insanları olarak özel şirketlerin uzay-havacılık sektörüne girmesini destekliyoruz. Uzay çok maliyetli bir alan ve bu alan güzel bir rekabetin yanı sıra maliyet alanında yapılacak işbirliğiyle çok güzel gelişmelere tanık olabilir. Rekabet her zaman olumludur. Destekleyici bir rekabet oluşmasını da çok isterim.


Çelyabinsk üzerinde patlayan meteor yere çarpsaydı çok büyük bir facia olacaktı. Ancak meteoru tespit edemememiz endişe verici değil mi? Dinozorlar gibi yok olup gitme ihtimalimiz var mı?
Rusya’da patlayan meteor, binlerce yıl içinde yaşanabilen bir olay. Normal yörünge çizen gök taşlarının dışında öngörülemeyen gök cisimlerinin takibini ABD ordusu yapıyor sanırım ancak hangi hassasiyetle tespit ediliyor bilemiyorum. Bu tür tehditleri 1-2 gün önceden tespit etmek, bölgenin boşaltılması adına işe yarayabilir. Ancak bunlar üst düzey yetkililerin alacağı kararlar.
Amerikan Hava Kuvvetlerinin, kısa bir süre önce başka amaçlarla geliştirilen iki uydusunu bağışlayacağı ve güncellenerek astrofizik için uygun hale getirilip bilim yapılması amacıyla NASA’ya devredileceği bilgisi, ABD’de astromlar arasında sirküle edildi. Bu uyduların her biri Hubble’dan daha hassas. Bu uyduların James Webb Uzay teleskopundan önce yörüngeye yerleştirilmesi muhtemel ancak ne gibi bir proje için kullanılacakları şu an belirsiz.


130426_chekya3.jpg

HİROŞİMA'YA ATILAN BOMBADAN 30 KAT GÜÇLÜYDÜ

ABD’nin eski başkanı Ronald Reagan’ın 1987’de Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmada dış tehditlere karşı uluslararası birlik kurulması düşüncesinden bahsetmişti. Bu tür bir proje evrenselliği güçlendirebilir mi?
Evrensellik için Dünya’ya çarpacak bir asteoride ihtiyacımız yok. Astrofizik, birçok alanda devletlerin beraber çalışmasını gerektirebilecek bir bilim dalı. Galaksiler, karadelikler herkesi ilgilendiren ve birçok insanın ilgisini çeken konular. Bugün gördüğümüz tatlı rekabetin ötesinde, çok güzel bir işbirliği mevcut. Böyle bir işbirliği için Dünya’yı tehdit edecek gök taşları gerekli değil ancak işbirliğini belli alanlarda artırabilir. Benim ümidim, uluslararası işbirliğinde Türkiye'nin diğer ülkeleri yakalamak için kurumsal düzeyde daha fazla çaba göstermesi ve bunu desteklemesi. İnsan kaynağı konusundaki açığı kapamak için stratejiler geliştirilebilir. Ancak devlet burs vererek, temel bilim alanlarına özel destekler vererek, belli alanlara öncelik vererek, TÜBİTAK projelerini halkla bütünleştirerek ilgiyi artırabilir. Bunlar art arda değil, eşzamanlı yapılabilir. Üst düzeyde 10-15 yıllık politikalar oluşturulması önemli.


Bu politikalar sizce ne olmalı?
Bu karmaşık bir konu ve tek tek ‘şu yapılmalı’ diyebileceğiniz bir alan değil. TÜBİTAK, gerçekleştirdiği çok güzel bir etkinlikte yabancı ülkelerde çalışan bilim insanlarını bir araya getirdi ve fikirlerini aldı. Çıkan ortak değerlendirmelerden bir tanesi, ‘temel bilimlerin can çekiştiği ve 10-15 yıl içinde çok kritik bir noktaya gelineceği’ydi. Bu değerlendirme kurumlara en üst düzeyde aktarıldı ama bu nasıl bir stratejinin belirlenmesinde rol oynayacak bilmiyorum. Daha geniş çerçeveden bakıldığında, yöneticilerin stratejik kararlar verirken inovasyona açık, özellikle genç atılımcılardan fikir alması gerektiğini önemle vurgulamak istiyorum. Amerika’da bugün teknoloji alanındaki bilgi üretiminin buyuk kısmı 35 yaş ve altı tarafından gerçekleştiriliyor. Ancak bizde halen genç insanlar karar mekanizmaları içinde yeterince etkin değil. Bunu da değiştirmemiz ve yeniliğe daha da açık olmamız gerek.


“HER BİRİMİZ UZAY TOZUNDAN MEYDANA GELDİK”


Önünüzdeki yeni proje nedir?

Başka ilgi alanlarım olsa da, özellikle Uzay’ın en gizemli en egzotik cisimleri diyebileceğimiz nötron yıldızları üzerinde düşünmeye devam edeceğim. Nötron yıldızına odaklanmamın özel bir nedeni var tabii. Karadelikler herkes gibi benim de ilgimi çekiyor. Ancak karadeliklerin doğrudan sınayamıyoruz. Bazı bilim insanları karadelikleri sıkıcı bile bulabiliyor. Ama ben onlardan biri değilim. Bunun nedeni, karadeliğin sadece kütlesinin, dönüşünün, başka birkaç parametresinin daha ölçülebilir olması. Ancak karadeliğe dönüşmeyen bazı yüksek kütleli yıldızlar çökerken, nötron yıldızına dönüşüyorlar. Bu yıldızlar, uzayda bulunabilecek en egzotik maddeden oluşuyorlar. En kuvvetli manyetik alanları oluşturan bu cisimlerin yoğunlukları atomun çekirdeğine denk. Bu yoğunlukları sayesinde uzay-zamanın büküldüğü ancak karadelikler gibi yırtılmadığı bir alan oluşuyor. Dolayısıyla bu yıldızların örneğin yüzeyini doğrudan gözlemleyip detaylı bilgiler elde edebiliyoruz.
Nötron yıldızları çok özel gerçekten. Düzenli olarak ‘bir yıldızın kalp atışları’ gibi sinyaller yayan yıldızlar. Bu düzenli kalp atışları bizim çok detaylı bilgilere ulaşmamızı sağlıyor. Çapı, dönüş hızı, yıldızı oluşturan maddenin içeriği, evrim aşamaları, bize uzaklığı nedir gibi birçok bilgiye ulaşabiliyoruz.

Astronomide yaptığımız aslında oldukça zor bir iş. Elde ettiğimiz verilerin tek kaynağı elektromanyetik dalgalar. Çok odalı bir şatoya girdiğinizi düşünün. Tamamen karanlık bir alanda bir insanın öksürük sesini duyuyorsunuz ve o sesi kaydedip o insanın DNA’sını çıkarmaya çalışıyorsunuz. Astronomların yaptıkları iş bazen bu derecede zor. Buna rağmen astrofizikçilerin bugün geldikleri nokta ve bilimsel metodoloji ile aldıkları mesafe gerçekten baş döndürücü. Astronomi, gerçekten büyüleyici bir alan. Ben de bu sonsuz denizde bir balık misali yüzmekten çok keyif alıyorum.



Dünyanın dört bir yanında uzayı keşfetmek için çok büyük yatırımlar yapılıyor, yeni teleskoplar inşa ediliyor. Bu keşfetme arzusu tüm insanlığı etkileyecek bir noktaya varabilir mi? Günde 1 dolarla geçinen milyonlara bile farklılık sunabilir mi?
En uç noktada test eden, bilimsel ve teknolojik sınırları zorlayan bir alan astronomi. Teknolojik olarak bize getirdikleri çok fazla. İnternete girip ‘astronominin bize katkıları nedir’ diye ararsanız uzunca bir liste görebilirsiniz. Tüm bu teknolojileri, astrofiziğin yan ürünü olarak mühendislik alanındaki sınırları zorlamasıyla elde ettik. Evet bunlar astronominin günlük hayatımıza dolaylı katkıları ama astronomiyi akıllı telefonlar bu özellikleri içersin diye yapmıyoruz. Amacımız galaksiler, yıldızlar, gezegenler nasıl oluştu, uzay nasıl var oldu ve nasıl evriliyor gibi soruları cevaplamak. Bunlar sadece entellektüel değil, birçok insanın felsefi bakısını ve dini anlayışını da etkileyebilecek bir alan. Astronominin en antik bilim olması ve tarihsel süreç içerisinde astroloji, din, teoloji ve felsefeyle paralellik gösteren bir dönemden geçmiş olması, herkesi ilgilendirdiğini ve hayatımızın her alanına olan etkisini gösteriyor.

Her şeyden önemlisi, günlük ideolojik çatışmaların, politik savaşların ne kadar anlamsız olduğunu, bizim uzayda aslında ne kadar küçük, fakat bir o kadar da uzayı anlama ve kavrama noktasında ne kadar özel bir varlık olduğumuzu gösteren bir alan. Bu bağlamda insanlarda eğer ileri bir bilinç oluşacak ise, bu bilincin oluşmasında uzayı kavrayışımızın çok önemli, belki de en önemli rolü oynayacağını düşünüyorum.


130426_kiziltan.jpg

Dr. Bülent Kızıltan



Her birimizin vücudunu oluşturan maddenin yüzde 63’ü, 13.8 milyar yıl önce Big Bang’den hemen sonra oluşan hidrojen atomlarından, yüzde 24’ü de Güneşimizden başka bir yıldızın içinde milyarlarca yıl önce pişirilmiş oksijen atomlarından oluşuyor.Kendimize ve hayata ikinci bir gözle bakmayı öneriyorum. İnsanlar, uzay tozundan yoğurulmuş varlıklar. Milyarlarca yıl önce uzayda bir patlama oldu, bir yıldız yok oldu, saçtığı tozlardan yeni bir yıldız ve gezegenler oluştu. Belki bu birkaç kez tekrar etti. Ve oluşan o gezegenlerin birinin üstünde bizler var olduk. Hepimizin sağ ve sol ellerini oluşturan maddenin farklı yıldızlardan gelmiş olması muhtemel. Keşke hayata, önemsediğiniz şeylere ve kendimize bakarken, hepimizin aslında ‘dünyalı’ olmadığımızı hatırlarsak, ve sadece bizim uzayın içinde olmadığımızı, aslında uzayın da bizim içimizde olduğunun farkında olabilsek.




Kaynak
 

Empatik

Profesör
Katılım
5 Şubat 2013
Mesajlar
2,866
Reaksiyon puanı
8
Puanları
0
Çok şey istiyorlar 10 seneye sıkıştırmak çok saçma. Düşünsenize 10 senede bitiyor ancak bir sorun bum pufff patt emek çaba boşa. Acele işe Şeytan karışırmış..
 

dadaş27

Profesör
Katılım
27 Ocak 2013
Mesajlar
2,276
Reaksiyon puanı
7
Puanları
38
Bu kadar zor olan nedir. 10 yıl ne demek yav.
 

desperado64

Rektör
Katılım
14 Ağustos 2008
Mesajlar
12,240
Reaksiyon puanı
104
Puanları
63
Kısaca Türkiye'deb bir halt olmaz demiş
 

evowinds

Dekan
Emektar
Katılım
2 Kasım 2008
Mesajlar
9,100
Reaksiyon puanı
174
Puanları
63
fizibilite çalışmaları çoktan başladı.
 

mendocino

Rektör
Katılım
9 Ocak 2009
Mesajlar
11,032
Reaksiyon puanı
81
Puanları
48
biz 3 ayda 20 katlı apartman dikip, bide üstüne bu 20 daireyi de satan milletiz... 10 yılda üstmü kuramıycaz:) paradan haber verin yeter.
 

hamza5806

Profesör
Katılım
17 Ağustos 2012
Mesajlar
3,671
Reaksiyon puanı
22
Puanları
38
yatırım olursa 1 yılda da biter ha birde mühendisler senin gibi yurtdışına kaçmazsa
 
Üst