Kazanırken kaybetmek - İbrahim Tenekeci

Bu konuyu okuyanlar

goodolddays

Müdavim
Katılım
30 Ağustos 2010
Mesajlar
6,907
Reaksiyon puanı
202
Puanları
63
[h=1]Kazanırken kaybetmek...[/h]Cemal Süreya bu satırları yıllar önce yazmış: “Bugün edebiyatımızda gözlemlenen ilginç yanlardan biri de yazarlarımızın arasındaki sevgi bağının giderek azalmış, yitip gitmiş olmasıdır. Bu da, bir yerde, edebiyat sevgimizin yitmesine kadar uzanan sonuçlar doğuruyor. Bir şairin şairleri sevmeyişi, şiiri sevmeyişi düşünülebilir mi? (…) Ne yazık ki edebiyatımızda nicedir böyle bir durum var. Bunu yalnızca siyasal tavırlardaki bölünmelerle de açıklayamayız. (…) Kısaca, hepimiz kötüyüz. Sevmiyoruz birbirimizi. İki yüzlüyüz. (…) Anlamıyorum, yoksa burs mu veriyorlar birbirini sevmeyenlere?” (Günübirlik, Adam Yayınları, 1982, sayfa 9, 10.)

Bugün biz ne durumdayız? Edebiyat âleminden siyaset sahnesine ve medya dünyasına kadar. Evvela şunu söyleyelim: Başkalarına gösterdiğimiz hoşgörünün küçük bir kısmını dahi kendi kardeşlerimize göstermiyoruz. İlgimizi onlardan esirgiyoruz. Edamızı kaybediyoruz.

O halde, soralım: Günün sonunda, uykuya giderken, kendimizden memnun ayrılıyor muyuz?
Gıdası düşmanlık olan insanlar vardır. Onlardan biri miyiz, değil miyiz? Burada bir hatırlatma yapalım: Eleştiri olur, muhakkak olmalıdır. Husumet ise başkadır, kötüdür.

Hayatın her anında ve alanında keskin önyargılar ve yorucu ayrışmalar artıyor. İtimat, insanların arasından hızla ve acıyla çekiliyor.
Vaziyetimize hiç bakmadan, bütün gün kusur arayıp duruyoruz. Dışlamak, damgalamak, önünü kesmek, küçük düşürmek, tekfir etmek için. Camiamızın son birkaç gününe bakmak, gidişat hakkında yeterli fikri verecektir.

İsmail Kılıçarslan, geçenlerde Balkanlar'ın bir şehrine gitti. Orada etkinliğe katılıp şiir okudu. Dönüşte, izlenimlerini köşesinde yazdı. Yazının duyurusunu twitter hesabından yaptı. Ve altına 'yapıştırılan' bir 'takipçi' yorumu: “Yazını okumadım ama ne yazdığını tahmin ediyorum, çünkü kendinizi bir insana kul etmişsiniz. Yazık, Allah ıslah etsin.” Konu ile tepki birbirlerinden o kadar ayrı ki, asla bir araya gelemezler. Zaten önyargı da böyle bir şey değil mi? Ne yaparsanız yapın, anlatamazsınız. Anlasa da anlamaz.
Peki, mümin tavrı nedir, nasıldır? Bir ipucu: 'Söylersen hak söyle, söylemezsen sükût eyle.'
Susmak istemeyenler için de öneri: Meselenin aslını / esasını bilmeden konuşmayalım, yazmayalım, müdahil olmayalım.
***
Evet, topraklarımız içinde büyük bir kötülük / düşmanlık birikiyor. İyilik her geçen gün soluyor. Hayır, yapılan yardımların azaldığını vs söylemiyorum. Derdim başka ve daha derinde.

İki yılda üç büyük kırılma yaşadık. Diyelim ki, toplumsal fay hatları hareket etti, yerinden oynadı.
Birincisi, günü kurtarmak ile yarını kurmak isteyenler arasındaydı. Ağaçla başladı, yeni havalimanı ve üçüncü köprü inşaatlarının iptali isteğiyle bitti. Bitti mi sahiden?

İkincisi için diyecek bir söz bulamıyorum. Belki bir film repliği: Meğer hepsi yalanmış.
Üçüncüsü, büyüyerek devam ediyor. Buraya, şu notumuzu ekleyelim: 8 Eylül günü, ülkemizin bütün camilerinden, şehitler için salâ verildi. Minarelerden göğe yükselen, evlerimize ulaşan o yanık ses kimlere dokunmuşsa, Türkiye, işte onlardan oluşuyor.
Dertlerimizden biri de, bu insanların kendi aralarındaki münasebetleri. Bizi en çok üzen konulardan biri de, birbirlerine düşkün olması gerekenlerin düşmanlığı.
***
Ülkemiz, büyük bir şantiye sahasına dönüştü. Havalimanları, köprüler, yollar, tüneller, barajlar, devasa binalar. Hangi birini sayalım? Denizin üstü ile altı neredeyse bir oldu. Ulaşım kolay ve rahat. Hızlandık.
Şahitliğimiz şu: Beldeler birbirine yaklaşırken, insanlar birbirinden uzaklaşıyor. Kalplere soğukluk giriyor. Yalnızca farklı partilerin mensupları arasında değil, muhitlerin içinde de.

İnsanın sadece başkalarıyla değil, kendisiyle de arası açılıyor. Bunca olumsuzluğun, fenalığın nedenlerinden biri de bu. Bir merak: Kötülerden ve kötülükten medet uman, kirli ittifaklara girişen bir insan, Allah'a nasıl dua eder? Ondan ne ister?

Yollar, köprüler, tüneller; hepsine tamam. Bunlar yapılsın. Öte yandan, şunu da artık anlamamız gerekiyor: İslâmlığa ve insanlığa daha çok çalışmalıyız. Kazanırken kaybettiğimiz bir şey var: İnsan. Binalardan önce, maddiyattan önce, insanı tahkim etmeliyiz. Emeğe hürmeti, büyüklerin izzetini korumayı, şerefli davranmayı, haysiyet ve hamiyeti, kalbin anlamını, kul hakkını, hakkaniyetli olmayı, hesap gününün varlığını. Bunların hepsi, futbol maçından veya parti mitinginden daha mı değersiz? Duble yollardan? Bu soruya, inanıyorum ki kimse 'evet' demez, diyemez.

Elbette şunu da görüyoruz, biliyoruz: Hiçbir şey yapmadan her şey olmak isteyenlerin çağındayız. Bunun yolu nereden geçiyor? Sanıyoruz ki, önde olanı devirmekten. Hükümeti veya bir siyasetçiyi, edebiyatçıyı, köşe yazarını. Bunu böyle çoğaltalım.
Meşakkatli memleketimizde, ne yaparsan yap, ne yazarsan yaz, zamanlama manidar oluyor. Çünkü bu topraklarda sakin bir günümüz geçmiyor.

16.09.2015 İbrahim Tenekeci

Yeni Şafak
 

Rint

Müdavim
Katılım
8 Nisan 2013
Mesajlar
1,654
Reaksiyon puanı
360
Puanları
83
Şahsı bilmem zaten şahıslara da pek takılmam evvela fikre bakarım, düşünceye bakarım. Okudum ve beğendim. Uzun gelip okumayan arkadaşlarıma da biraz gayret edip okumasını tavsiye ederim. Bizler insanlığımızı kaybettikten sonra her şeye sahip olsak ne fayda! Terazi dengede mi olacak, insan olmanın değerini her kez yitirdiğinde mi anlayacağız. Paylaşım için teşekkürler.
 

Son mesajlar

Üst