|Ⓢєччαh|
Müdavim
- Katılım
- 12 Mart 2011
- Mesajlar
- 35,210
- Reaksiyon puanı
- 10,324
- Puanları
- 113
Hocam, bana 'Din'den bahsetme
TV'den bizi 'irşat eden' hoca taifesi (birkaç birinci sınıf adamı dışarıda tuttuğumu peşinen
söyleyeyim) dörde ayrılır.
İlk grup 'kıssacı artist hoca' taifesidir ki, sadece romantik ses tonları ve jestlerle kıssa anlatır,
hisseye bir türlü gelemezler.
İkinci grup 'ilahiyat sınıfında ders anlatan hoca' taifesidir ki, dini öğrencilerine anlattıkları
'teknik' bir mesele olarak aktarırlar. İlahiyat dersinden ne şekil, ne içerik olarak gram farkı
yoktur televizyonda anlattıkları şeyin.
Üçüncü grup 'takıntılı fıkıhçı' taifesidir ki, ortalamayı hiç de ilgilendirmeyen 'kenarda
köşede kalmış' ya da 'sadece ilgilisinin konuşması gereken' fıkıh meselelerini üzerimize
boca ederler.
Dördüncü grup 'tasavvuftan başkası yalan' taifesidir ki, dinin sadece bir cüzünü 'esas' haline
getirerek diğer meselelere gelmeyi bir türlü akıl edemezler.
Aslında suç, bir anlamda ekrana çıkan hocalarımızda da değil. Televizyonun bizatihi
kendisinde...
Pek çok yargım, çeşitli şekillerde değişti, fakat şu yargım seneler içinde hiç değişmedi:
'Televizyondan din anlatılmaz; anlatılamaz!'
Televizyonun 'demokratik' bir aygıt olması, yani evinde televizyon olan herkesin dilediği TV
kanalını seyredebilmesi; bunun böyle olmasının başlı başına en büyük sebebidir.
Televizyonun, kendisini seyreden herkese nikahı düşer. Çünkü 'mahrem' tanımayan bir
aygıttır. Yapısı, varoluşu gereği böyledir bu. Herkese 'eşit mesafede' durduğu gibi, kendisini
seyreden herkesi de 'eşit zeka' ve 'eşit gelişim düzeyi'nde farz eder.
Oysa din eğitimi ve anlatımı kesinlikle tedrici ve seviye gözeten bir meseledir. Karşındaki
insanın düzeyi, daha önce yaşadıkları, memleketi, sosyo-ekonomik statüsü v.b kesinlikle çok
önemlidir.
Televizyondan 'namaz vakitlerindeki şüpheler' konulu bir meseleyi anlatamazsınız mesela.
Zira bu konu, sadece 'ulema' düzeyinde konuşulup tartışılacak bir meseledir. Televizyondan
'kader' bahsini anlatamazsınız mesela. Zira kader bahsi, karşınızdaki insanın kader
meselesindeki her bir 'özel' sorusuna cevap vermenizi gerektirir.
Hele televizyondan 'detaylı fıkıh' anlatmıyor mu hocalarımız, 'işte bittiğimiz andır'
diyorum her seferinde. Fıkıh, kesinlikle kişiye özel bir bilgi alanıdır. Fıkıh kitaplarında cevap
bulamadığınız soru varsa, bir alime bütün şartlarınızı anlatır, cevabınızı öyle alırsınız. O
alimden aldığınız cevap, sizin şartlarınızda olmayan bir başkasını kesinlikle bağlamaz. 'Fıkıh
kitaplarının gördüğü işlevi şimdi televizyon görüyor' diyorsanız, zaten sizinle konuşabilecek
hemen hiçbir şeyim yok.
Peki ama ne yapmak lazım gelir?
Bu sorunun cevabı bende hep çok basit olmuştur: Televizyondan 'din' anlatmak yerine 'din
kültürü ve ahlak bilgisi' anlatmaya başlamak lazım gelir.
'Muhterem' hocamız, 'zekatın hangi şartlarda verilmesi gerektiği, kime düşüp kime
düşmediği, oranları' falan meselesini televizyondan anlatmayacak; 'zekatın niçin verilmesi
gerektiğini ve zekat verildiğinde ortaya çıkan toplumsal sonuçları' anlatacak.
'Mübarek' hocamız 'orucun sınırları ve sorunları' meselesini gece gündüz magazinleştirmek
yerine 'oruç ibadetinin Müslüman bireydeki etkisi' üzerine konuşacak saatlerce.
Hazreti Hüseyin Efendimizin Kerbela'da çektiği susuzluğu bir çeşit 'sahne performansı'
olarak 45 dakika ağlayarak anlatmak yerine Müslümanların Somali'de açtığı su kuyularının
dini gerekçelerini-sonuçlarını sıralayacak bize.
Hep söylüyorum, bir daha söyleyeyim, yazılı olarak da kayda geçsin. 'Başında bulutla
dolaşan Peygamberimizi(s.a.v) anlatıp durmak' yerine '5 yaşındayken bile hiçbir çöreğini
arkadaşlarıyla paylaşmadan yemeyen Peygamberimizi (s.a.v)' anlatacak.
Kısaca iman hakikatlerini, ibadetlerimizin gerekçelerini-sonuçlarını ve en önemlisi 'İslam
ahlakını' anlatacak bize. Bunları da 'en olmadık' yerlerinden değil 'tam ortasından'
anlatacak.
Şunu da söyleyelim, televizyonda 'din kültürü ve ahlak bilgisi' konuları asla rating almıyor.
Fıkıh tartışmaları, ağlak kıssalar, ramazan magazini dururken kimse 'ilke' dinlemek
istemiyor çünkü. Eh, böyle sosyolojiye de böyle hocalar denk düşüyor demek ki.
Ne diyordu Dostoyevski: 'Televizyona çıkan her sakallıyı hoca zanneden fetvayı googledan
alır!'
kaynak
TV'den bizi 'irşat eden' hoca taifesi (birkaç birinci sınıf adamı dışarıda tuttuğumu peşinen
söyleyeyim) dörde ayrılır.
İlk grup 'kıssacı artist hoca' taifesidir ki, sadece romantik ses tonları ve jestlerle kıssa anlatır,
hisseye bir türlü gelemezler.
İkinci grup 'ilahiyat sınıfında ders anlatan hoca' taifesidir ki, dini öğrencilerine anlattıkları
'teknik' bir mesele olarak aktarırlar. İlahiyat dersinden ne şekil, ne içerik olarak gram farkı
yoktur televizyonda anlattıkları şeyin.
Üçüncü grup 'takıntılı fıkıhçı' taifesidir ki, ortalamayı hiç de ilgilendirmeyen 'kenarda
köşede kalmış' ya da 'sadece ilgilisinin konuşması gereken' fıkıh meselelerini üzerimize
boca ederler.
Dördüncü grup 'tasavvuftan başkası yalan' taifesidir ki, dinin sadece bir cüzünü 'esas' haline
getirerek diğer meselelere gelmeyi bir türlü akıl edemezler.
Aslında suç, bir anlamda ekrana çıkan hocalarımızda da değil. Televizyonun bizatihi
kendisinde...
Pek çok yargım, çeşitli şekillerde değişti, fakat şu yargım seneler içinde hiç değişmedi:
'Televizyondan din anlatılmaz; anlatılamaz!'
Televizyonun 'demokratik' bir aygıt olması, yani evinde televizyon olan herkesin dilediği TV
kanalını seyredebilmesi; bunun böyle olmasının başlı başına en büyük sebebidir.
Televizyonun, kendisini seyreden herkese nikahı düşer. Çünkü 'mahrem' tanımayan bir
aygıttır. Yapısı, varoluşu gereği böyledir bu. Herkese 'eşit mesafede' durduğu gibi, kendisini
seyreden herkesi de 'eşit zeka' ve 'eşit gelişim düzeyi'nde farz eder.
Oysa din eğitimi ve anlatımı kesinlikle tedrici ve seviye gözeten bir meseledir. Karşındaki
insanın düzeyi, daha önce yaşadıkları, memleketi, sosyo-ekonomik statüsü v.b kesinlikle çok
önemlidir.
Televizyondan 'namaz vakitlerindeki şüpheler' konulu bir meseleyi anlatamazsınız mesela.
Zira bu konu, sadece 'ulema' düzeyinde konuşulup tartışılacak bir meseledir. Televizyondan
'kader' bahsini anlatamazsınız mesela. Zira kader bahsi, karşınızdaki insanın kader
meselesindeki her bir 'özel' sorusuna cevap vermenizi gerektirir.
Hele televizyondan 'detaylı fıkıh' anlatmıyor mu hocalarımız, 'işte bittiğimiz andır'
diyorum her seferinde. Fıkıh, kesinlikle kişiye özel bir bilgi alanıdır. Fıkıh kitaplarında cevap
bulamadığınız soru varsa, bir alime bütün şartlarınızı anlatır, cevabınızı öyle alırsınız. O
alimden aldığınız cevap, sizin şartlarınızda olmayan bir başkasını kesinlikle bağlamaz. 'Fıkıh
kitaplarının gördüğü işlevi şimdi televizyon görüyor' diyorsanız, zaten sizinle konuşabilecek
hemen hiçbir şeyim yok.
Peki ama ne yapmak lazım gelir?
Bu sorunun cevabı bende hep çok basit olmuştur: Televizyondan 'din' anlatmak yerine 'din
kültürü ve ahlak bilgisi' anlatmaya başlamak lazım gelir.
'Muhterem' hocamız, 'zekatın hangi şartlarda verilmesi gerektiği, kime düşüp kime
düşmediği, oranları' falan meselesini televizyondan anlatmayacak; 'zekatın niçin verilmesi
gerektiğini ve zekat verildiğinde ortaya çıkan toplumsal sonuçları' anlatacak.
'Mübarek' hocamız 'orucun sınırları ve sorunları' meselesini gece gündüz magazinleştirmek
yerine 'oruç ibadetinin Müslüman bireydeki etkisi' üzerine konuşacak saatlerce.
Hazreti Hüseyin Efendimizin Kerbela'da çektiği susuzluğu bir çeşit 'sahne performansı'
olarak 45 dakika ağlayarak anlatmak yerine Müslümanların Somali'de açtığı su kuyularının
dini gerekçelerini-sonuçlarını sıralayacak bize.
Hep söylüyorum, bir daha söyleyeyim, yazılı olarak da kayda geçsin. 'Başında bulutla
dolaşan Peygamberimizi(s.a.v) anlatıp durmak' yerine '5 yaşındayken bile hiçbir çöreğini
arkadaşlarıyla paylaşmadan yemeyen Peygamberimizi (s.a.v)' anlatacak.
Kısaca iman hakikatlerini, ibadetlerimizin gerekçelerini-sonuçlarını ve en önemlisi 'İslam
ahlakını' anlatacak bize. Bunları da 'en olmadık' yerlerinden değil 'tam ortasından'
anlatacak.
Şunu da söyleyelim, televizyonda 'din kültürü ve ahlak bilgisi' konuları asla rating almıyor.
Fıkıh tartışmaları, ağlak kıssalar, ramazan magazini dururken kimse 'ilke' dinlemek
istemiyor çünkü. Eh, böyle sosyolojiye de böyle hocalar denk düşüyor demek ki.
Ne diyordu Dostoyevski: 'Televizyona çıkan her sakallıyı hoca zanneden fetvayı googledan
alır!'
kaynak